• Sonuç bulunamadı

Bu Mahall Hakk Te’âlâ Hazretleri İskender’i Şeref-i Nübüvvetle Müşerref

B. Mensur Tercüme-i İskender-nâme’nin Firdevsî ve Ahmedî’nin İskender-

42. Bu Mahall Hakk Te’âlâ Hazretleri İskender’i Şeref-i Nübüvvetle Müşerref

olduğuna inandıracak bir şekilde, köpek tasvir eder. Çînli üstâdlar Mânî’nin sanatına hayran kalırlar.

Bir gün İskender Çîn hakanına, uzun zamandır bulundukları şehrin her köşesini seyr ve temaşa eylediğini, bu nedenle artık buradan kalkıp Rûm’a gitme zamanının geldiğini söyler. Hakan İskender’in bu düşüncesine karşı gelmez ve İskender Çîn diyarındaki cümle şah ve şehzadelere, a’yân ve ekâbire hil’atler giydirerek, onlara ihsan eyler.

Firdevsî ve Ahmedî’nin eserlerinde bu hikâye bulunmamaktadır. 26. Bu Mahall Hâkân İskender’i Sarâyında Ziyâfet İdüb Peşkeşler Virdügidür

İskender Rûm’a gitmek isteyince Çîn hakanı, sarayını altın ve süslerle döşeyip, İskender’e hediyeler hazırlayarak, şahane bir meclis tertip eder. İskender’i sarayına davet eden hakan, ona altın ve cevherlerle süslenmiş bir taht vererek, fağfurî tabaklar, cevherli kâseler içerisinde ûd ve anber kokulu leziz yemekler ikram edip, hediyelerini İskender’e sunar. Bu hediyelerden üç tanesi vardır ki her biri dünyada misli bulunmaz bir değerdedir. Bunlardan biri, esen yele ve uçan kuşa hükmeden bir at, biri avcı bir kuş, biri de güzel sesli ve yiğit bir cariyedir. İskender cariyenin dilâverliğine yapılan övgülerden haz almaz ve cariyeden vazgeçerek onu meclisine götürmez.

İskender akşam olup bargâhına geldikden sonra, ertesi gün Acem memleketine gider. Oradan Horâsân’a ve tahtgâhı olan Astahar’a, ardından da Rûm’a gitmek isteyen İskender’e, ansızın Ermen vilayetinin hâkimi olan Duvâlî gelir. Rus taifesinin zulmünden feryat ve figânlar ederek şikâyette bulunan Duvâlî, İskender’i Rusların üzerine gönderip, mal ve mülklerini kurtarması için ikna eder.

Firdevsî’nin İskender-nâmesi’nde Çîn fağfurunun elçi aracılığı ile İskender’e pek çok hediyeyi gönderdiğini ve İskender’i uygun göreceği bir zamanda Çîn’i ziyafet etmek üzere davet edip, ülkesinde Çîn uluları tarafından saygı ve sevgiyle

43

karşılanarak, övgüyle kucaklanacağını söylediğini görmekteyiz. Ancak hikâyenin devamında İskender’in fağfurun davetine icabet ettiğine dair başka bir anlatı söz konusu olmamıştır. Ayrıca İskender’in buradan kalkıp, Bağdat yakınlarında bir şehir olduğu bilinen Ceğvan/Hulvan şehrine geldiği ve buradaki insanlara şehrin ilginç olan şeylerini sorduğunu görmekteyiz.55

Eserde Ermen şehri, şehrin hâkimi Duvâlî ve onun isteği üzerine İskender’in Rus taifesinin üzerine gittiği yönünde bir hikâye bulunmamaktadır.

Ahmedî’nin eserinde ise İskender’in, Çîn’e hâkimiyetinden sonra, burada kurduğu mecliste Çîn hakanına ülkeyi geri verdiğini, ülkenin zengin, fakir her türden insanlarını adalet ile şen ve sevinçli kıldığını ve oradan şarka giderek, buradaki acayiplikleri öğrenmek istediğini görmekteyiz.56

Çînli hakanın daveti ve İskender’e vermekte uygun gördüğü misli bulunmayan hediyeleri bu eserde de mevcut değildir.

Eserde İskender’in Rus taifesi ile olan savaşı ise şu şekilde anlatılmaktadır: İskender Şark’ı baştanbaşa gezdikten sonra, Tûrân’a doğru giderken, Rus ve Hazer askeri ile karşılaşır. Rus’un yolları dikenlerle doludur ve oraya girmek kolay olmamakla beraber, oradan çıkmanın da imkânı bulunmamaktadır. Rus şahı, sayısız askerleri ile İskender’in şehre girmesine izin vermeyince, askerler cenge başlarlar ve İskender’in önündeki tüm Rus askerleri kaçar. İskender gazapla şehre girip, oranın altını üstüne getirir ve ilin kadın ve erkeklerini esir edip, şehri yakıp yıkar. Ardından Horâsân’a gider.57

27. Bu Mahall İskender Kıfçâk’a Geldikde Ol Vilâyetün Avratları Dâ’imâ Yüzi Açık Gezmegin Yüzlerini Örtmekiçün Tılsım Eyledigidür

İskender Rus taifesinin şehirleri yağmaladığını duyunca, hakanın verdiği atla önce Ceyhûn’a, sonra Harezm ve Kıfçâk sahrasına gelir. O yerin kadınları nazlı, mehpâre kızlar olup, yüzleri ve gözleri açık gezmektedirler. İskender, taifenin belli başlılarını yanına davet ederek onlara, kızlarının bir alay yabancı erkek içinde yüzleri 55 Yıldırım, s. 300-301. 56 Akdoğan, s. 226, 234. 57 Akdoğan, s. 257-259.

44

açık bir şekilde bulunmalarının nedenini sorar ve yüzlerini örtüp, açık gezmemelerini sağlamasını ister. Taifenin ihtiyarları bu söze karşılık İskender’e, kendilerine hizmet için ahd ettiklerini, avratlarının yüzlerini örtmek için ahd eylemediklerini söylerler. Sözüne karşı çıkılan İskender, hükemâsı ile bu duruma çare bulmanın yollarını ararken, hakîmlerden biri tılsım yaparak durumu değiştirebileceğini söyler. Hükemâ üstâd mimarlara, siyah taştan bir kadın sûreti, beyaz mermerden de yüzüne bir yaşmak yaptırıp, tılsımla o sûreti sahranın orta yerine diktirir. Kıfçâk nazeninleri yüzündeki perde ile bu sûreti gördüklerinde her biri, bu cansız sûretin nâ- mahremlerden sakınıp yüzlerini örttükleri yerde, biz neden örtmeyelim diyerek, bu tılsımlı sûretten etkilenirler ve perde ile gezmeye başlayıp, yüzlerini kimseye göstermeyerek, nâ-mahremlerden sakınırlar.

Firdevsî’nin eserinde bu hikâye bulunmamaktadır. Ancak eserde, hikâyenin aynısı olmamakla beraber, kadınları içermesi bakımından ortak yönleri bulunan şöyle bir hikâye yer almaktadır: İskender Herom adında, sadece kadınların yaşadığı bir şehre gider. Buradaki kadınların hiçbiri evlilik yapmamakta, bu nedenle çocuk doğurma ve sayılarını artırma gibi özellikleri de bulunmamaktadır. Vücutlarının sağ tarafı kadınsı özelliklere sahipken, sol tarafı savaş gününde zırh giymiş erkeklerin vücuduna benzemektedir. İskender bu şehri görmek ister ve erkek olmadan üremenin nasıl olduğunu da merak eder. Şehirlerine savaş niyetiyle girilmesine izin vermeyen bu kadınlar, aynı zamanda bilge ve akıllı kimselerdir. İskender bu şehre girmekten vazgeçerek başka bir yere gider. Burada şiddetli bir kasırga ile karşılaşırlar. Soğuk ve kar engeline karşı iki gün yol alan İskender, ten renkleri gece karanlığında, gözleri kan renginde olan ve ağızlarından sürekli ateşler fışkıran insanları ile başka bir şehre gelir. Hükümdar, burada ordusuyla bir ay boyunca kalır, ardından tekrar o ünlü kızlar şehrine gider ve kızların da sevgi gösterileriyle karşılamaları üzere İskender, kentte görmek istediği her şeyi gözleriyle görür. Onlara şehirleri, yaşam tarzları ve merak ettiği birçok konuda sorular sorarak cevaplarını alır ve ordusunu toparlayarak batıya doğru yola koyulur.58

58

45

Ahmedî’nin eserinde ise İskender’in, halkının cümle çıplak olduğu ve giyecek bir şeyleri bulunmayan, Lengâvûs adındaki bir adaya gittiği bilgisi bulunmaktadır.59 Firdevsî’nin Brehmenler ülkesi olarak tanımladığı zahitler şehri, Ahmedî’nin eserinde Berhemen şehri olarak yer almaktadır. Bu şehrin de halkı çıplaktır ve mağarada yaşayarak, dünya nimetlerini terk etmişlerdir. Giydikleri ağaç kabı, yedikleri ottur. Zühdü kendilerine âdet edinmişlerdir.60

Firdevsî’nin eserinde adı geçen Herom adındaki kadınlar şehri ise Ahmedî’nin eserinde, Şâd-kâm adında sadece kadınlardan oluşan bir şehir olarak karşımıza çıkmaktadır. Şehirde ulu bir ağaç ve bu ağacın dibinde bir çeşme bulunmaktadır. Her kim erkek evladı olmasını isterse gusül edip, bu çeşmeden suyunu içer ve gündüz vakti bir kurban keserek, kendisini bu ağaca sürer. Aradan dokuz ay geçtikten sonra da bir kız dünyaya gelir.61

İskender’in gittiği bu şehirler, tercüme eserde karşılaştığımız hikâyedeki şehirlerle aynı değildir. İncelediğimiz eserde yer alan kadınların, diğer iki eserdeki görünümleri bu şekilde olmuştur.

28. Bu Mahall Rus Askeri İskender’ün Geldüginden Âgâh Olub Tedârik Görmeleridür

İskender Kıfçâk sahrasından kalkıp, Rus askeri üzerine gitmek üzere yola koyulur. Rus memleketine yaklaştıktan sonra askerleri ile birkaç gün dinlenir. Öte taraftan düşman askerleri de İskender’in Hind’den, Çin’den ve Acem’den topladığı hesaba gelmez askerleri ve filleri ile kendilerinden intikam almak için geldiklerinden haberdar olurlar. Rus taifesinin serdarı Kaytâl, etraf ve eknâftan topladığı yedi bölük askere, düşman ordusunu aslına uygun olmayan bir şekilde anlatır. İskender’in ordusunun bir alay derme çatma askerler olup, naz ve niyazla beslenmiş, yiyip içmeye alışmış, zahmet görmemiş askerlerden oluştuğunu söyler. İskender’in mal ve hazinesinin de sayısız olduğunu öğrenen Rus taifesi, düşman askerini bozmak için tedbir alır. İskender de kendi askeri ile cenk için konuşur. Tâtâr askerinin Rus ile 59 Akdoğan, s. 214. 60 Akdoğan, s. 481-482. 61 Akdoğan, s. 488.

46

düşmanlıklarından bahseden İskender, bu askerleri de Rus üzerine göndermenin doğru olacağını düşünür.

Firdevsî’nin eserinde İskender’in Rus askerleri ile yaptığı cengin hikâyesi yer almamaktadır.

29. İskender’ün Mesel Getürdükleridür

Bu başlık altında İskender’in, Tâtâr askerini Rus üzerine havale eylemeyi istemesi üzerine, iki düşmanın birbirlerini helak etmelerine örnek olarak bir hikâye anlattığı görülmektedir. Hikâyede, iki kurt bir tilkinin üzerine havale eylemek ister. Tilki aciz kalınca, kurtların can düşmanları olan iri çoban köpeklerini çağırır. Köpekler bu iki kurdu gördükleri gibi onları kovmaya başlarlar. Tilki de kurtları köpeklere havale ederek, yakasını kurtarır ve uzaktan onları temaşa eyler.

İskender anlattığı bu meselin ardından, yine de kimsenin yardımına ihtiyacı olmadığını, kendi askerinin düşmana gerekli cevabı verip, haklarından geleceklerini söyleyerek askeri teselli eder. Ardından cümle askeri ile beraber cenk için tedariğini görmeye başlar.

Firdevsî’nin eserinde, İskender’in Rus askerleri ile mücadelesini anlatan bir hikâye bulunmadığı gibi, Rus askerlerinin Tâtârlarla olan husumetine dair anlatılan herhangi bir mesel ya da temsilin varlığı da söz konusu olmamıştır.

Ahmedî’nin eserinde de bu mesel yer almamaktadır. Ancak şairin eserde dünya ve âhiret ahvaline dair tilki üzerinden anlattığı bir kıssa bulunmaktadır. Hikâye kısaca şu şekildedir: Rivayete göre bir tilki boya küpüne düşer. Çıktığında tâvûs gibi görünür. Etrafındaki herkes ona ne olduğunu sorar ve tilki kendisindeki bu halin Allah’ın bir lutfu olduğunu söyler. Bundan sonra kendisine tâvûs denilmesini ister. Tilkiler tâvûsun gül bahçesinde güle celve eylediğini, onun da tâvûs ise bağda celve eylemesini söylerler. Tilki celvenin ne olduğunu bilmediğini söyleyince, diğerleri de onun hile yaptığını ve tâvûs olmadığını anlarlar. Şair hikâye üzerinden İskender’e,

47

layığıyla saltanat bulmak isterse nefsini ahlak ile halis duruma getirmesini, çalışarak hükümdarlık davasını yalandan kurtarması gerektiğini anlatır.62

30. Bu Mahall Dâstân İskender’ün Rus İle Olan Cengî Ahvâlidür

İskender ve Rus askerleri cenk sabahı yerli yerince karar eyledikten sonra, her bir ordunun dilâverleri çıkıp, hünerlerini göstermeye başlarlar. İskender’in ordusundaki Rûm, Hind, Çîn ve Mâzenderân askerlerinden niçe zorlu pehlivanlar meydana girip, her biri Rus askerlerinden Kivîl, Hurrem, Cûdra, Tarsûs’un elinde helak olurlar. Bir süre devam eden savaşta, Rus askerinden dağa benzer, ok geçmez kılıç kesmez bir yaban herifi meydana gelir ve karşısına kim gelse hepsinin işini birer hamlede tamam eyler. Meydana giren dilâverlerden hiç biri herife galip olmak değil, talip olmaya dahi cesaret edemezler. Nihayet İskender’in ordusundan bir dilâver, bu yaban herifine karşı uzun bir uğraşın ardından galibiyet elde eder. Savaş esnasında yüzü açılan herifin aslında güzel çehreli bir nazenin olduğu anlaşılır. Bu yüzden onu öldürmezler, ellerini bağlayıp esir alırlar. İskender iki gün boyunca süren cenkte işlerinin istedikleri gibi gitmemesi üzerine, kendisi düşman askerine havale olur ve beklenen galibiyeti alır. Bu kızın ise Çîn hakanının daha önce verdiği cariye olduğu ortaya çıkar. İskender kızın kuvvetine laf söylemeyip, ona tahsin ve aferinler eder.

31. Bu Mahall İskender’ün Rus Askerini Perîşân İdüb Nûşâbe’yi Halâs Eyledigidür

İskender Rus askeri ile kalan savaşına bu bölümde devam eder. Her iki taraf da derya gibi sonsuz askerleri ile birbirleri üzerine hamle eyleyip kıyamet koparırlar. Başlar top gibi yuvarlanıp, kan seller gibi akar ve atlar kan deryası içinde yüzmeye başlarlar. Bir süre devam eden savaşta nusret yeli İskender tarafından eser. Kaytâl esir alınır. Rus askerlerinin birçoğu helak olur. Geri kalanların ise her biri bir tarafa kaçar. Düşman askerinin hazine ve cebehâneleri zabt olunur. Ganimet mallarından bir miktarı askere bağışlanıp, bir miktarı da a’yana verilir. Kaytâl’a hilatler giydirilir

62

48

ve vilayeti tekrar kendisine verilerek, haraca bağlanır. Esir alınan diğer asker de serbest bırakılır ve her birine in’âm ve ihsanlar edilir. Kaytâl tarafından esir alınan Nûşâbe ise İskender’in vasıtasıyla hapisten kurtulur. Ermen serdârı olan Duvâlî ile nikâh edilerek, birlikte hesapsız mallarla memleketlerine gönderilirler. İskender de niçe zaman o taraflarda eğlenir. Gâh ayş ve işret, gâh da sayd ve şikâr ile etrafı seyr ve temaşa eyler.

Ahmedî’nin eserinde Rus serdârı Kaytâl’ın ismi yer almamakla beraber, İskender’in onu esir alması ve ardından serbest bırakarak, vilâyeti tekrar ona bağışlaması olayı görülmemektedir. Eserde İskender şehre gazapla girip, oranın altını üstüne getirmiş, kadın ve erkek her bir insanı esir ederek, şehri yakıp yıkmıştır.63 Ayrıca bu eserde şair Kaydafe’nin, İskender tarafından harap edilen şehrinde ölümünün gerçekleştiğini anlatırken64, tercüme eserde Nûşâbe olarak görülen Kaydafe’nin ölmediğini, hatta daha sonra Rus askeri tarafından esir alınarak, İskender’in vasıtasıyla da kurtuluşunu ve Ermen serdârı Duvâlî ile de nikâhlarını görmekteyiz.

32. Bu Dâstân İskender’ün Âb-ı Hayât Ârzûsı ile Zulmâta Gitdügini Beyân İder

İskender bir gün meclis kurup hükemâ ve musâhipleri ile temaşa için ne tarafa gideceklerini konuşurken içlerinden bir ihtiyar kimse, karanlıklar ülkesine gitmesini söyler. Burada ab-ı hayat denilen bir çeşmenin varlığından bahseder. İskender, o sudan içen kimsenin bir daha dünyada fena bulmayacağını söyleyen pîre, hükemâsının da tasdiki ile inanır. Hesapsız askeri ile yola girip zulmâta gider. Birkaç menzil ilerleyen İskender ve askerleri bu yolda hasta olurlar. Orada bulunan bir mağaraya ne kadar hazineleri varsa hepsini koyarlar ve burada Bulgar adında bir yeri ma’mûr ederler. İskender genç ve güçlü dilâverlerle yoluna devam etmek ister. Bir ay boyunca giden İskender zulmâta gelir. Artık karanlığa girecekleri için dönecekleri zaman yolu nasıl bulacaklarına dair bir işaret aramaya başlarlar. Askerin içinden biri

63

Akdoğan, s. 259.

64

49

gayet hasta ve ihtiyar babasına bu durumu anlatır. İhtiyar adam, doğumu yaklaşmış olan bir kısrağı bulup, yavrusu doğduğunda başını keserek öldürmelerini ve o mahalde kaldığını kısrağa göstermelerini, dönecekleri zaman da kısrağı önlerine alıp yola koyulmalarını söyler. Kısrağın tayını arzu edip yolu bu sûretle bulacağını belirtir. İhtiyar adamın oğlu, babasından işittiği bu tedbiri İskender’e söyler ve İskender sözün aslının kime ait olduğunu öğrenerek denilenleri yapar. Zulmâta gidip ab-ı hayatı aramaya başlar. Yanında olan Hızır’a bir at ve cevher vererek yollarını ayırır. Hızır bir süre gider ve elindeki cevher yarılarak etrafa ışık verir. Bunun neticesinde suyu bulup, içine girer ve ondan bir miktar içerek cihan durdukça hayat bulur. İskender’e de çeşmeyi göstermek için işaret koymak istediğinde çeşme kaybolur. Bunda Hakk’ın bir sırrı olduğunu çözen Hızır, bir tarafa çekilerek bir daha İskender’e gözükmez. İskender kırk gün gider, ab-ı hayattan bir iz görmeyip, Hızır’ı da bulamayınca geri döner.

Bir gün İskender’e meclisindeki bir kimse, içinde kimsenin ölmediği bir şehrin varlığından söz eder. Ayrıca şehrin yanındaki büyük bir dağdan ve dağın şehir halkından birini çağırdığında, bu kimsenin o dağa doğru giderek, kaybolduğundan bahseder. İskender bu şehrin aslını öğrenmek için askerleri ve âkıl kimseleri ile oraya gider. Dağın sırrını bulamayınca, ömrü âhir olup, vadesi tamam olan bir ihtiyar kimseyi bu dağın, adı ile çağırdığını ve adamın da dağa doğru gidip, görünmez olduğunu görürler. Bu hal üzere birkaç adam daha dağdan çağırılıp, görünmez olurlar. İskender şahit oldukları karşısında cihanda kimsenin ecel pençesinden kurtulmayacağını anlayarak şehirden ayrılır ve dönüp askerine gelir.

Firdevsî’nin eserinde bu hikâye, İskender’in batıya doğru ordu sevkiyatı ile başlar. İskender geldiği büyük ve görkemli bir şehirde hayat çeşmesinin varlığından haberdar olur. İskender’in bu hikâyede de baş danışmanı olarak yanında Hızır bulunmaktadır. Ancak kısrak hikâyesi eserde yer almamakla beraber, İskender’in kurduğu Bulgar şehrinden ve adını söyleyerek yanına çağırdığı insanları, içerisinde kaybeden bir dağın hikâyesinden de eserde bahsedilmemektedir. Tercüme eserden farklı olarak Firdevsî’nin eserinde, İskender’in karanlıklar ülkesinden çıkıp aydınlığa kavuştuğunda, çok yüksek ve aydınlık saçan bir dağın doruklarında gördüğü yeşil,

50

kocaman, güçlü bir kuş ile ve İsrafil ile konuşmaları yer almaktadır. Ayrıca hikâyenin sonunda İskender, karanlıklar ülkesinin yolunda devam ederken, ülkenin karanlık dağlarından bir ses duyar. Bu ses onlara, dağdaki taşlardan alanın da almayanın da pişman olacağını söyler. İskender’in ordusundaki bazı kişiler taştan hiç almazken, bazıları da az alırlar. Ülkeden çıktıklarında bu taşların her biri mücevhere dönüşür. Bu şekilde az alan da hiç almayan da pişman olur.65

Hikâyenin bu yönü de tercüme eserde yer almamaktadır.

Ahmedî’nin eserinde ise ab-ı hayata dair anlatılan hikâye şu şekildedir: İskender bir hakîmden maşrıkta Aynü’l-Hayât adında bir çeşmenin varlığını ve bunun mucizesini öğrenince, askerleri ile beraber zulmet içine gider. Yerine oğlu İskenderûs’u koyar ve Hızır’ı da kendisine yoldaş eder. Önce Berhemen adlı bir yere gelen İskender ve askerleri yolculukları boyunca devler, yılanlar ve kaplanlarla karşılaşır ve onların her birinden kurtulurlar. Sonra sihirbaz cadılarla dolu bir şehre gelerek, burada cadıların ab-ı hayata ulaşamasınlar ümidi ile yollarını kapattıkları ateşlerle karşılaşırlar. Hızır’ın duası ile gökten sel gibi akan sular, ateşi söndürerek bu engelden de kurtulmuş olurlar. Ardından kadınlar şehri olan Şâd-kâm’dan da ayrılarak, ab-ı hayatın bulunduğu zulmete doğru giderler. Karanlıkta bir süre ilerledikten sonra, orada ansızın bir buluttan şimşekler çakmaya başlar ve gökten deniz dökülürcesine yağmur yağarak büyük bir sel meydana gelir. İnsanların kimi selde kaybolur, kimi de şimşeklerin altında yanar. İskender bu hal üzere çaresizce geri dönmek ister. Dönerken taşları cevher olan bir yere gelirler. Buranın cevher olan o taşlarını aldıktan sonra zulmetten çıkarlar. Nice sıkıntılar çeken İskender ab-ı hayata erişemez. Ona Hızır erişir. Ardından İskender oradan ayrılarak, ağlayan kuşlarla dolu bir sahraya gelir ve burada maceralarına devam eder.66

Her üç eserde de İskender’in ab-ı hayat ile olan münasebetine değinilmiş, fakat İskender’in yolculuğu esnasında karşılaştığı, birbirlerinde bulunmayan olaylarla hikâyeler şekillendirilmiştir. 65 Yıldırım, s. 284-289. 66 Akdoğan, s. 479-491.

51

33. Bu Mahall İskender’ün Rûm’a Gitdigidür

Bu başlık altında İskender’in Rûm vilâyetine dönüp, eski tahtı üzerinde karar ederek etrafındaki memleketlerin her birine bir padişah tayin ettiği ve dağlara, denizlere ve çöllere giderek buralarda ma’mûr olmayan yerleri temaşa ettiği beyan olunmuştur.

Firdevsî’nin eserinde İskender ab-ı hayatı bulamayınca batıya doğru yönelir ve Ye’cüc Me’cüc kavminden şikâyetçi olan halkın şehrine gelir.67

Ahmedî’nin eserinde ise İskender ab-ı hayatın ardından, içi ağlayan kuşlarla dolu bir sahraya gelir ve Tûbî adlı bir ağacın kendisine ömrünün sonu geldiğini söylemesi üzerine de İrân’a gider.68 Her iki eserde de İskender’in Rûm’a gitmediği görülmektedir.

34. Bu Mahall İskender’ün İlme Ragbet İdüb ve Kendüsinün İbâdât u Tâ’âtı ve Ba’zı Ahvâli Beyânındadur

Rûm memleketinde İskender’in emri üzere hâkim ve âlimlerden pek çok kişi Yunan, Arap, Fars ve Hint dillerinde ne kadar kitap varsa cümlesini tercüme ederler. Bunlardan bir kitap te’lîf ederek İskender’e arz eylerler. Rûm halkının ilme rağbet