• Sonuç bulunamadı

B. Toplumsal Problemler: Suç

2. Menkul Vakıflar

Osmanlı Devleti’nde, vakfedilen mallar arasında halı, kaftan, hayvan derisi, mutfak eşyaları, mücevher, kitap, nakit para gibi menkuller de bulunmaktadır. Vakıfların gelir kaynakları arasında dikkat çeken husus ise İslam’ın faiz yasağına rağmen işletilmek üzere vakfolunmuş büyük meblağlara ulaşan nakit paraların da bulunmasıdır.343 Mal varlığının tamamının veya bir kısmının nakit para ile oluşturulan vakıflara, para vakıfları denilmektedir.344

Nakit para ile kurulan vakıflara, incelemiş olduğumuz defterde sıklıkla rastlanmaktadır.345

Örneğin, Karye-i Hatîb’den el-Hâce Fatıma, Hatîb’deki Yeni Mescid’e imam olan kişiye 1000 akça para vakfetmiştir.346

Yine Murad Dede bin Aşık Paşa adlı kişi, malından 200 akça, Türbe-i Celaliye Mescidi’ne imâm olacak kişiye vakfetmiştir.347

Ayşe Hatun bint-i İshak Çelebi vasiyetinde, Şems Tebrizi Türbesi’nde beş nefer kimsenin, her Perşembe birer cüz okuması için 8000 akça vakfetmiştir. İstanbul’da ikamet eden

339 Yediyıldız, “Vakıf”, s.157. 340 KŞS 2 / 41-4. 341 KŞS 2 / 59-5. 342 KŞS 2 / 252-1. 343 Yediyıldız, “Vakıf”, s.159. 344 Özcan, s.10. 345 KŞS 2 / 21-4, 24-1,25-1, 108-3, 151-4, 151-8, 166-5, 206-3, 210-2, 224-4, 241-4. 346 KŞS 2 / 151-4. 347 KŞS 2 / 206-3.

82

Ayşe Hatun’un oğlu, validesinin vakfettiği akçanın mütevelli tarafından alınarak istenildiği gibi cüzhanlara vermesini istemiştir.348

Bir para vakfı, vakfın kurucusu tarafından hazırlanan vakfiyenin kadıya tescil ettirilmesi ya da vasiyet yoluyla, malının üçte birini aşmamak üzere istediği şartları beyan etmesi ile kurulabilir.349 Vakıflara ait bu gelir kaynakları ise İslâm hukuku esaslarına göre vakfiyelerde belirtilen şartlara uygun olarak işletilmiştir. Vakfiyeler üzerinde yapılan araştırmalar, vakfa ait gayr-i menkullerin işletilmesi hususunda, değişik şekiller altında ortaya çıkan kiralama sistemidir.350

2.a. Mu’âmele-i Şer’iye

Para vakıflarının işletilmesinde farklı yöntemler kullanılmıştır. Kayıtlarda nakit paraların işletilmesi hususunda: “hâlis mâlımdan üçbin akça ifrâz idüp her sene onu on bir buçuk akçaya rehn-i kavî ile mu’âmele-i şer’iye olunup”351, “hâlis

mâlımdan yüzüçbin akça vakf idüp mâdâm ki kayd-ı hayâttayız ben mürâbahaya virüp tasarruf itdim”352

ya da “… akça vakf idüp onun on bir buçuk üzere mu’âmele- i şer’iye idüp”353

ifadeler kullanılmıştır. Aşağı yukarı aynı ifadelerin kullanılması, açıkça söylemekten kaçınılmasına rağmen, vakfedilen paranın, belli bir oranda faize verilmesinden ibarettir. İncelemiş olduğumuz defterde para vakıfları, farklı yöntemler kullanılarak işletilmiştir. Bu yöntemlerden en yaygını mu’âmele-i şer‘iye / bey’ul-’îyne’dir. Buna göre bir mal veresiye alınıp, teslim-tesellümden sonra, alıcıdan peşin fiyatla ve daha az bir bedelle satın alınarak aradaki fiyat farkıyla kâr elde edilir. Diğer bir yöntem istiğlâl yani paraya ihtiyacı olan kişi, menkul veya gayr- i menkûlünü vakfa satıp parasını aldıktan sonra, bu mülkü belli bir zaman için kiralayıp, kullanmaya devam ederek vakfa olan borcunu ödedikten sonra mülkü geri almasıdır. Bir diğer yöntem ise murabaha, yani vakıf para ile peşin mal alıp vadeli

348 KŞS 2 / 24-1. 349 Özcan, s.1. 350 Yediyıldız, “Vakıf”, s.158. 351 KŞS 2 / 224-4. 352 KŞS 2 / 25-1. 353 KŞS 2 / 108-3.

83 satarak vade farkı yoluyla kâr elde etmektir.354

İncelemiş olduğumuz defterde, vakıf gelirlerinin hangi yöntemle işletildiğine ve taksimin nasıl yapıldığına dair vakıf muhasebe kayıtlarının tutulduğu defterler bulunmaktadır.355

Bu kayıtlarda, kuruluşu gerçekleştirilen vakfın asl-ı malı yani vakfa ait sermayesi, mütevelli tarafından işletilmekte olup ve elde edilen gelirin taksimi yapılmıştır. Vakfiyedeki şartlara ve şer’î hükümlere göre, vakfın işlerini idare etmek üzere tayin olunan kişiye ise mütevelli denmektedir.356

İncelemiş olduğumuz defterde para vakıflarının kuruluşu ve işletilmesi hususunda birçok örnek bulunmaktadır. Örneğin; Mustafa Çelebi bin Ahmed Çelebi kendi halis malından yüzüçbin akça hayatta iken vakfetmiştir. Mustafa Çelebi’nin para vakfı için şartlarını şu şekilde sıralamıştır;

 Kendisinden sonra Davudoğlu Memi mütevelli olacak,

 Vakfettiği para murâbahaya verilerek, %10 oranda muâmele-i şer‘iye ile muâmele edilecek,

 Muâmele-i şer‘iye den gelecek akçanın yevmi 5 akçası oğlu Mehmed Çelebi’ye, 5 akçası kızı Hadîce’ye, daha sonra evladlarının evladlarına aynı bedel ödenmeye devam edecek,

 Mehmed, Hadîce ve onların evladlarından on nefer kimse on cüz tilavet edecek,

 Kendisinden sonra hâlâ hayatta ise zevcesi Hüsna Hatun’a evlenmemesi şartıyla yevmi 5 akça verilecek, evlenirse, zevcesinin 5 akça hissesinden birer akça Mehmed ve Hadîce’ye, kalan 3 akça ise Hz. Muhammed (s.a.v) ve zevcesinin ruhu için iki cüz tilavet edilecek,

 Vakfın devamı için üç salih kimse Fecr, Yasin, Asr, Amme, Tebareke, üç İhlas, bir Fatiha ve Bakara hatmedecek her birine birer akça verilecek,

354 İsmail Kurt,”Para Vakıfları ve Davut Paşa Mahkemesi’nde Kayıtlı Para Vakfiyeleri”. Prof. Dr.

Sacit Adalı’ya 65. Yaş Armağanı içinde, İstanbul 2010, s.11-12, Erişim Adresi:

http://www.isav.org.tr/img/20131030__4127313495.pdf 355

KŞS 2 / 153-1, 153-2, 153-3, 179-3, 252-1, 272-3, 272-4. 356 KŞS 2 / 25-1, 256-1.

84

 Yevmi yedi akça ile kendisinden sonra mütevelli olacak Davudoğlu Memi, kabz, zabt, tebdil, tağyir, azl ve nasb haklarına sahip olabilecek yalnız hıyanet ederse vakfa layık müstakim bir kimseye bu görev, tevcih edilecek şeklinde sıralanan şartlar aynı zamanda Mustafa Çelebi para vakfının vakfiyesi niteliğindedir.

Kaydın sonundaki “zikr olan vakfın sıhhatine hükm olunup ba’dehu lüzûmuna hükm yokdur deyu vâkıf-ı mezkûr da’vâ idüp ba’de’l-mürâfa’a ‘alâ kavl-i min yerâhu lüzûmuna dahî hükm olunup vakfiyeti mukarrer olup sıhhatine hükm olundu..” şeklindeki ifadeler, Mustafa Çelebi’ye ait para vakfının, kadı tarafından da tescil edildiğini göstermektedir.357

Bir başka kayıtta Mehmed bin Resul adındaki kişi, Konya’da Kapan Mescidi’ne 2000 akça para vakfetmiştir. 2000 akçanın %15 oranda muâmele-i şer‘iye edilmesini ve her sene hasıl olan terekenin yarısını Kapan Mescidi imamına, kalan yarısını mescidin müezzine verilme şartını koşmuştur.358

Bazı kayıtlarda ise şartlar belirtilmeksizin para vakfedildiğine rastlanmaktadır. Örneğin,“Osmân bin Mustafâ el-mütevelli be-Kara İbrahîm Mescidi vakf el-meblağ 3.200.” şeklinde kısa bir kayıt bulunmaktadır.359

Mu’âmele-i şer’iye yöntemi ile kişiler, para vakıflarından borç para alabilmiştir. Bu yöntem, aslında faizin yasakladığı ve faiz alıp verenlerin şiddetle kınandığı, buna karşılık insanların karşılıksız olarak borç vermek istemedikleri bir iktisadî düzen içinde kredi ihtiyacını karşılamak amacıyla icat edilmiş bir borçlanma şeklidir.360

Nitekim sicilde yer alan kayıtlarda vakıftan alınan borca karşılık mu’âmele-i şer’iye uygulandığı belirtilmiştir. Örneğin, mütevellisinin Satı adında bir kadın olduğu anlaşılan adı verilmeyen vakıftan, Nevres Hatun, 1600 dirheme karşılık onu on bir buçuk mu’âmele-i şer’iye hesabı ile borç para aldığı kaydedilmiştir.361 “onu on bir buçuk hesabı ile muâmele-i şer’iye” şeklinde geçen ifade, muamelenin %15 oranında uygulanacağını belirtmektedir.

357 KŞS 2 / 25-1. 358 KŞS 2 / 108-3. 359 KŞS 2 / 151-8. 360 Özcan, s.54. 361 KŞS 2 / 252-7.

85

Vakıf paralarının işletilmesinde uygulanan mu’âmele-i şer’iye usulünün faiz uygulamasına benzerliğinden dolayı, İslam hukukçuları arasında birçok tartışmaya neden olmuştur. İslam hukukçuları, bu uygulamanın faize açılan bir kapı olarak değerlendirmiştir. Ebussuûd Efendi ise bu konuya ilişkin fetvalarında, mu’âmele-i şer’iye’de iki tarafa da faydası olacak şekilde hareket edilirse, hem mal sahiplerinin istifade edeceğini hem de ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını görebileceğini, bunun da sevaba vesile olacağını belirtmiştir.362

Nitekim Ebûssuûd Efendi’nin fetvaları doğrultusunda para vakıfları, 1548 tarihli bir fermanla serbest hale getirilmiştir. Bu serbestlik aslında bir zorunluluktan da ileri gelir. Çünkü para vakıflarının ortadan kaldırılması durumunda birçok sosyal hizmetin aksayacağı tespit edilmiş ve çıkarılan ferman ile yasaklamalar kaldırılmıştır. Ancak vakfın tescili ve muamelelerin hangi oranda yapılacağı ferman ile sınırlandırılmıştır.363

Mu’âmele-i şer’iye usulü, para vakıfları başta olmak üzere yetim mallarında ve şahısların birbirleriyle yaptıkları borçlanmalarda fazlaca uygulanmıştır. Örneğin, vefat eden Mustafa’nın, Şeyh Sadreddîn mahallesindeki evi ve bağçesi, 2400 akçaya, vasî tarafından, yetimlerin “zarûret-i deyn içün” satılmıştır. 1400 akçası Mustafa’nın validesi Mü’mine’ye, 300 akçası vasîye, kalan akça ise mu’âmele-i şer’iye ile yetimler için vakfa verilmiştir.364

Yine bir başka kayıtta, vefat eden Bıyıklı Ahmed’in Süleyman ve Kamer adındaki yetimlere ait 450 sikke altın kadar miras hissesinin, kırk altını vasîye verildikten sonra kalan 410 sikke altın mu’âmele-i şer’iye ile muâmele edilmesi karşılığında vakfa verilmiştir.365

Para vakıflarının işletim sistemi ve vakıflardan borç para alanlar ile ilgili bilgiler defterde muhasebe kayıtlarında ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Örneğin; Sakyatan Câmi‘i Vakfı’na ait muhasebe kaydında366; vakfın asl-ı malı 1100 akça, mu’âmele-i şer’iye ise onu on bir buçuk olarak uygulanmıştır. Yani vakıf, %15 kâr ile ihtiyaç sahiplerine borç para vermektedir. Ayrıca “Der-zimmet-i Hâcı bin Tülü

362 Özcan, s.54-58.

363 Cafer Çiftçi, “18. Yüzyılda Bursa'da Para Vakıfları Ve Kredi İşlemleri”, Tarih Araştırmaları

Dergisi, c.23, sa.36, 2004, s.82.

364 KŞS 2 / 106-4. 365

KŞS 2 / 90-2. 366 KŞS 2 / 153-3.

86

İbrahîm bi-ikrâruhu meblağ 380” şeklinde ifadelerle borç para alan kişiler ve aldıkları meblağ kaydedilmiştir.

Ribâ yasaklanmış olmasına rağmen bazı kişilerin meşru kabul edilen birtakım işlemleri, istismar etmek suretiyle tefecilik yaptıkları ve bu yolla büyük kazançlar elde ettikleri de görülmüştür.367

Ribâhor olarak isimlendirilen bu gibi kişilerin sıkı bir şekilde soruşturulduğu, incelemiş olduğumuz defterdeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Kayıtlar arasında Karye-i Tat ahalisi, İbrahim ve Hürrem adlı ribâhorlardan şikâyetçi olmuştur. Şikâyetleri sonrasında gönderilen emr-i şerif mucibince Pîrî Subaşı, mübâşir tayin edilmiştir. Piri Subaşı elinden kaçırdığı ribâhorları bulacağına kefil olduğunu tescil ettirmiştir.368

2.b. Bey’ İşlemleri

Üzerinde çalıştığımız defterde sık sık kullanılan “bey’, bey’-i bât, bey’ li’l istiğlal” ifadeleri, çoğunlukla vakıftan alınan borç karşılığında mülk satış kayıtlarını göstermektedir. Bey’, sözlükte “mübadele” anlamına gelmekte olup genelde alışveriş ve ticaretini, İslam hukuku terimi olarak da satım akdini ifade eder.369

Sicilde geçen bey’, satış işlemleriyle elde edilen geliri ifade etmektedir. Satış işlemleri; bey’-i bât, bey’-i bi’l-vefâ ve bey’-i li’l-istiğlâl olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Bey’-i bât, malın bir bedel karşılığında kesin satışı demektir. İncelemiş olduğumuz defterde 24 adet bey’-i bât adı verilen satış işlemi kaydedilmiştir.370 Bu kayıtlarda “… bey’-i bâtla bey’ idüp kabz-ı semen ve teslîm-i müsemmen eyledim ba’de’l-yevm mülküdür varup mülkiyet üzere tasarruf eylesün” şeklinde ifadeler kullanılmıştır.

Bey’-i bi’l-vefâ, bir malı kararlaştırılan müddet içinde bedelini iade ederek geri almak şartıyla yapılan satıştır. Bu satış şekli ile nakde ihtiyacı olan kişi sahip olduğu bir malı vasıta kılarak, bu ihtiyacını karşılamakta, parasını veren kişi de buna

367

Özcan, s.64. 368 KŞS 2 / 105-1.

369 Ali Bardakoğlu, “Bey’”, DİA, c.6, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s.13.

370 Bey‘i bât ile ilgili kayıtlar için bkz. KŞS 2 / 52-6, 54-1, 56-4, 59-6, 70-7, 83-8, 93-4, 110-2, 112-2, 124-1, 154-8, 158-2, 159-2, 174-1, 191-3, 195-2, 223-1, 289-5, 296-1, 297-5, 298-4, 306-5, 314- 3.

87

karşılık söz konusu maldan istifade etme hakkını elde etmektedir. Belirlenen vade sonunda alınan para iade edilmekte, mal da ilk sahibine geri dönmektedir.371

Bu satış işlemi ile ilgili 21 kayıt bulunmaktadır.372

Bu satış işlemini bir örnek üzerinden değerlendirirsek;

“Budur ki Karye-i Sarây-ini’nden Kara Süleymân bin Pîrî mahfel-i kazâda Şeyh Mescidi mütevellisi Bekir bin Halîl mahzarında ikrâr idüp mezbûr mütevelli yedinden bin nakd akça alup kabz idüp taht-ı tasarrufumda zirâ’at etdiğim mülk yeri dimekle ma’rûf hudûdu kıbleten Ethem bin Ökeç ve şarken Ahmed bin Kaya ve şimâlen Kerîm bin Mehmed ve garben tarîk-i ‘âmm ile mahdûd tahmînen dört dönüm yeri mütevelli-i mezbûra bey’-i bi’l-vefâ ile bey’ idüp kabz-ı semen ve teslîm-i müsemmen eyledim ba’de’l-yevm varup mutasarrıf olsun her kaçan akçasını virirsem yerimi vire deyucek mukırr-ı mezbûrun vech-i muharrer üzere olan ikrârın mütevelli-i mezbûr tasdîk idüp bi’t-taleb kayd olundu..”373

Kayıtta Karye-i Saray- ini’nden Kara Süleyman bin Piri, Şeyh Mescidi vakfından nakit 1000 akça borç almıştır. Aldığı borca karşılık hududları belirtilen dört dönüm yeri, vakıf mütevellisine bey’-i bi’l-vefâ ile vermiştir. Verilen yerin tasarruf hakkı artık vakfa aittir. Kara Süleyman, vakıftan aldığı borcu ödediğinde ise mülkünü geri alabilecektir.

Bey’-i li’l-istiğlâl ise kiralama şartı ile satıştır. Bir kişinin sattığı malı geriye satın alacağını taahhüt etmenin yanında akit müddeti boyunca da kiralamasıdır. Böylece kişi sahip olduğu bir malı istiğlal usulüyle sattığında, belirlenen miktarda bir kira vererek kullanımını sürdürebilmekte, bunun yanında yaptığı işlem karşılığı aldığı para ile de nakit ihtiyacını giderebilmektedir. Bey’-i bi’l-vefâ ile farkı ise satış işlemine konu olan mülk, vakıf tarafından, satan kişiye kiralanmasıdır.374

İncelemiş olduğumuz defterde, kiralama yoluyla satış işlemine, para vakıflarından alınan borç kayıtlarında rastlanmaktadır. Bu kayıtlarda istiğlâl ya da bey’-i li’l-istiğlâl ifadeleri

371

Özcan, s.70-71.

372 Vakıftan alınan borç karşılığında mülk rehni ile ilgili kayıtlar için bkz. KŞS 2 / 2/ 42-2, 43-3, 107- 1, 133-6, 140-1, 142-3, 162-4, 163-1, 170-3, 170-6, 177-3, 181-4, 235-7, 236-1, 236-3, 236-6, 237-5, 246-5, 252-4, 254-3, 308-9.

373

KŞS 2 / 308-9. 374 Özcan, s.72-73.

88

kullanılmamış, bunun yerine “bey’-i bât” ifadesi kullanılmıştır. Bir örnek üzerinde değerlendirirsek;

“Kazıyye-i ikrâr-ı Ahmed Çelebi Efendi bin Tûtî / ma’a Ya’kûb Beg bin Hasan el- mezbûr.

Vech-i tahrîr-i hurûf budur ki mezkûr Ahmed Çelebi Efendi ikrâr ve i’tirâf kılup zikr olan Ya’kûb Beg elinden altıbin akça alup kabz idüp hisâr kurbunda babasından intikâl iden hudûdu ehli katında ma’lûm evlerümü bey’ idüp târîh-i defterden ilâ sene dokuzyüz akça icâreye kabûl itdim didikde mezbûr Ya’kûb Beg tasdîk idüp defter olundu…” Kayıtta, ismi zikredilmeyen vakfın mütevellisinden nakit 6000 akça alan Ahmed Çelebi, aldığı borç para karşılığında hisar tarafında bulunan evlerini senelik 900 akçaya kiraya vermiştir. Bu satış işlemi ile ilgili incelemiş olduğumuz defterde 121 kayıt bulunmaktadır.375

Vakıflardan borç para alındığına dair çok fazla kayıt olmasına rağmen borcun ödendiğine dair kayıt azdır. Vakıftan alacağı olduğuna dair ya da mütevellinin borçlu kişilere açtığı mahkeme kayıtları bulunmaktadır. Bu kayıtlar; ölen kişilerin üzerinde vakıf alacağının bulunması, vakıf mülkiyet anlaşmazlığı ya da vakfa olan borcun inkârı sebebiyle açılan davalardır. Örneğin İbrahim Beg İmareti Vakfına 3019 akça borcu olan Nurullah bin Ali, borcunu inkâr ettiği davada, şahitlerin Nurullah’ın borcu olduğuna şehadet etmeleri üzerine borcun ödenmesine karar verilmiştir.376

Yine bir kayıtta ismi zikredilmeyen câmi‘-i şerîfin vakfı mütevellisi, Akbınâr’da Paşabegyeri adı verilen bağçenin vakıf malı olduğunu iddia etmiştir. Ömer adlı kişi ise bağçenin otuz yedi yıldır tasarrufunda olduğunu şahitlerin de ikrâr etmesiyle karara

375 Vakıftan alınan borç karşılığı mülkün kiralandığına dair kayıtlar için bkz. KŞS 2 / 28-2, 40-2, 42-2, 42-4, 43-1, 43-2, 69-1, 81-3, 81-4, 88-5, 114-1, 131-1, 132-5, 132-6, 134-1, 142-4, 159-3, 159-4, 162-2, 163-1, 172-2, 172-3, 173-2, 173-4, 174-3, 196-2, 197-3, 199-2, 200-1, 200-2, 235-1, 235- 2, 235-3, 235-4, 235-5, 235-6, 236-2, 236-4, 236-5, 237-1, 237-2, 237-3, 237-4, 237-5, 237-6, 237-7, 238-1, 238-3, 238-4, 239-1, 239-2, 239-3, 239-4, 239-5, 239-6, 239-7, 241-5, 241-6, 241- 7, 242-1, 242-2, 245-1, 245-5, 245-6, 245-7, 245-8, 246-1, 246-2, 246-3, 246-6, 248-1, 248-2, 248-3, 248-4, 249-1, 249-2, 249-3, 249-5, 250-1, 250-2, 250-3, 250-4, 250-5, 250-6, 250-7, 250- 8, 250-9, 250-10, 251-1, 251-2, 251-3, 251-4, 251-5, 251-6, 251-7, 251-8, 251-9, 251-10, 252-3, 252-4, 252-5, 252-6, 252-8, 252-9, 252-10, 252-11, 253-1, 253-2, 254-1, 254-2, 255-1, 257-1, 257-2, 257-3, 267-1, 305-4, 305-5. 376 KŞS 2 / 55-3.

89 bağlanmıştır.377

Ölen kişinin üzerinde vakıf alacağının bulunduğuna dair açılan alacak davalarından birinde vefat eden Abdi’nin Budak Efendi Vakfı’na, 415 akça borcu olduğu bildirilmiştir. Vakıf mütevellisi Lütfi, vakfa ait alacağın teslimini istemiştir. Borç inkâr edilse de şahitlerin şehadetleriyle borcun sabit olduğu tescil edilmiştir.378

İnsanlar arasında karşılıklı güvenin olmayışı ve mal sahiplerinin verdikleri ödünçlerin karşılıksız olması yerine, bundan birtakım faydalar sağlamak istemeleri, ihtiyaç sahiplerini sıkıntıya sokmuş ve insanların altenatif yollar aramalarına yol açmıştır. Neticede muâmele-i şer’iye, bey’ bi’l-vefâ, bey’ li’l-istiğlâl gibi işlemler icat edilerek hem ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları karışlanmaya çalışılmış hem de mal sahiplerinin istifadesi sağlanmıştır.379