• Sonuç bulunamadı

B. Toplumsal Problemler: Suç

2. Komşular Arasında Anlaşmazlık

Kadı sicillerindeki belgelerde geçen kişilerin kimlik tespitinde bireylerin ad ve baba adlarının yanı sıra, sakin oldukları mahalle veya köyün adı da yer

286 Esra Yakut, “Tanzimat Dönemi'ne Kadar Osmanlı Hukuku'nda Taziri Gerektiren Suçlar ve Cezaları”, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, sa.2, Güz 2006, s.25.

69

almaktadır. Bu durum, kişinin sakin bulunduğu yerleşim yeriyle de tanınmasını bireyin aidiyeti, sakin olduğu mahalleyle bir anlam kazanmakta ve bir değer ifade etmektedir.288 Dolayısıyla aynı mahallede yaşayan komşuların birbirine karşı birtakım görevleri de bulunmaktaydı. Bunlardan birisi şûf’a hakkıdır. Satılacak yer müşteriye kaça mâl olduysa o miktar bedelle almak için kullanılan tabire şûf’a, bu türden alış isteğine ise şûf ‘a hakkı denir.289

Bir mülkün satışında, yeni bir paydaşın o mülke katılmasıyla ilişkilerin sorunlu hale gelebileceğine dikkat çeken İslam fâkihleri, şûf’a hakkına sahip olan kişinin öncelikle satılan taşınmaza ortak kişi daha sonra da bitişik komşu olabileceğini açıklamıştır.290

İncelemiş olduğumuz defterde mülk satışlarında şuf’a hakkından doğan talep ve anlaşmazlıklarla ilgili 8 adet kayıt bulunmaktadır. Bir kayıtta Süleyman ve Veli arasında ev satışından ileri gelen şuf’a hakkı anlaşmazlığında evin komşusu olan Süleyman’a değil, evin ortağı olan Veli’ye satışı onaylanmıştır.291Bir diğer kayıtta

Karye-i Çumra’da satın aldığı bağı şuf’a tutan Pirli’nin bu hakkı, süre aşımına uğramasından dolayı bağ satışı reddedilmiştir.292

Bir başka kayıtta ise Kalenderhâne Mahallesi’nde Mustafa bin Kasâb satın aldığı oda için şuf’a davasından vazgeçerek, odanın kendisine gerekmediğini kim alırsa alsın kabul edeceğini bildirmiştir.293

Komşular arasında mülkiyet ve sınır anlaşmazlığından dolayı açılan davalar da bulunmaktadır. Mahallenin adı zikredilmeyen sınır davası kaydında, Hasan bin Ömer ve Mahmud bin Ahmed arasında bağ ve kuyu anlaşmazlığı kayıt altına alınmıştır. Bir süre önce Hasan, Mahmud komşusuna evinin önünde bulunan bir puşta bağı satmıştır. Mahmud’un şikayet konusu ise Hasan’ın kapı açarak kendine zarar verdiğini iddia etmesidir. Hasan, bağ puştasını verdiğini ama kapı yerini vermediğini, yirmi yıldan beri mülkünde geçe geldiği kapısı olduğunu, mahalle halkının da şahitlikleri ile ispat etmiştir. Mahmud ve Hasan arasındaki anlaşmazlık

288 Tok, s.158.

289 Pakalın, “şuf’a hakkı”, 2.cilt, s.260. 290

İbrahim Kâfi Dönmez, “Şûfa” , DİA, c.39, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, s.249. 291 KŞS 2 / 42-1.

292 KŞS 2 / 51-3. 293 K.Ş.S 95-7.

70 mahallelinin araya girmesiyle giderilmiştir.294

Komşular ile ilgili anlaşmazlıklar arasında komşu evine zararı olan ağacın kesilme davası,295

su yoluna duvar yapılması,296

mülkiyet ve yol anlaşmazlığı297 gibi davalar bulunmaktadır. Muhakkak ki komşular arasında anlaşmazlıklar defterdeki kayıtlardan daha fazla olmuştur. Bu tür davaların şer‘iye sicillerine çok fazla yansımamasının sebebi, Türk toplumunda anlaşmazlık olduğunda ilk önce aile ve akrabaların, sonra mahalle ileri gelenlerinin araya girerek sorunu çözmeye çalışması ancak başarılı olunmazsa mahkemeye gidilmiş olması daha muhtemeldir. 298

Mahkemeye intikal eden bu davalar ise iddiasını şâhitlendiren kişiler tarafından kazanıldığı görülmüştür.

3.Şahıslara Karşı İşlenen Suçlar

3.a.Hırsızlık Davaları

Hırsızlık, Türkçe’de “uğrulama”, Arapça’da “sirkat” ve “serika” kelimeleriyle ifade edilmiş olup, hırsız için Türkçe’de “uğru”, Arapça’da “sâriķ” ve “liss” kelimeleri kullanılmıştır. Sirkat, sözlük ve örfte “başkasının malını gizlice alma, çalma” şeklinde tanımlanmıştır.299

Bir kimsenin muhafaza altında bulunan 10 dirhem tutarında veya daha pahalı bir malı gizlice alması durumunda uygulanacak cezadır. Bu durumda suçlunun suçunu ikrar etmesi veya iki şahit olması ile suçu sabit olur. İslam hukukunda hadd cezaları içerisinde değerlendirilen hırsızlık suçu, suçu işleyen kişinin yaptığı sabit olduğu takdirde iki şekilde cezalandırılmıştır. Ya çalınan mal tazmin edilir veyahut el kesme cezası verilir.300

Çalınan malın kıymetinin 10 dirhemin altında bulunması durumunda küçük hırsızlık kategorisinde değerlendirilerek ve tazir suçu olarak işlem görmüştür.

Hırsızlıkla ilgili toplam 43 adet kayıt bulunmuştur.

294 KŞS 2 / 144-1. 295 KŞS 2 / 168-2. 296 KŞS 2 / 161-1, 161-2, 162-6. 297 KŞS 2 / 53-3, 53-4, 134-6, 298 Ferhat Bildik, s.32.

299 Ali Bardakoğlu, Hırsızlık, DİA, c. 17, s.385.

300 İzzet Sak, Şer‘iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. yüzyıllar), (S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1992, s.56.

71

İlk kayıt Yitilmiş Ağa ile devesini çalan Hasan bin Seyyid Ahmed arasında sulh olmasına rağmen mal-ı miri olduğu için subaşı tarafından habs edildiğinin kaydıdır.301

Bu davada deveyi çalan kişi hırsızlık yaptığını itiraf etmiştir. Sicilde, hırsızlık davalarında ne tür bir ceza verildiğini çoğunlukla öğrenemezken bu dava da hapis cezası verildiği görülmüştür.

Bir diğer kayıtta Ali adındaki kişi başına gelen hırsızlık olayını, padişaha mektup göndererek bildirdiğini görmekteyiz. Ali; Mustafa, Ahmed ve Hasan adlı kişilerin kendisine ait yüz altınlık esbabını, bir alaca kaftanı ve bir yen’i sirka ettiklerini, çaldıkları eşyaları teslim etmekte zorluk çıkardıklarını belirtmiştir. İddiaların doğru olup olmadığı Karaman beglerbegi ve Konya kadısı tarafından soruşturulması istenmiştir.302

Bu kayıttan malı çalınan kişilerin, padişaha müracaatla gasp edilen veya çalınan mallarını geri alabildikleri görülmüştür.1571 Şubat ayında gönderilen fermanda ise yeniçeriyim diyerek, Ereğli Kazası’nda on re’s camusu ve Müslümanların akçalarını çalan Kurd adındaki hırsız hakkındadır. Karaman Beglerbegi ve Konya kadısından durumu araştırmalarını, yeniçeri ağasının Kurd adında bir yeniçerinin olmadığını bildirdiğini ve bu kişinin yakalanarak habs edilmesi gerektiği istenmiştir.303

Hırsızlık davaların çoğunda çalınan eşyalar bulunarak sahiplerine, şahitler huzurunda teslim edilmiştir. İncelemiş olduğumuz defterde ilginç biraz da gülünç bir dava bulunmaktadır. Çalınan dülbend, hırsızdan geri alınmış fakat kuruması için serilen yerde bulunamadığı için dülbendin tazmin edilmesine karar verilmiştir.304 Yine ilginç bir hırsızlık davası da Karye-i Alibeyüyüğü’nde, Mahmud bin Mehmed ile Sultanşah bin Halil adlı kişiler arasında yaşanmıştır. İlk kayıtta Mahmud, Sultanşah’ı bir gece evinde bulduğunu, onun hırsızlık için evine girdiğini iddia etmiştir. Ayrıca Sultanşah’ın sarığını, papuşunu ve dülbendini alarak, onu dövdüğünü söylemiştir.305

Bundan sonra davanın gelişimi daha da ilginç hâl alır. Çünkü Sultanşah, hırsızlığı kabul etmediği gibi Mahmud’un esbabını ve 25 altınını

301 KŞS 2 / 18-2. 302 KŞS 2 / 18-3. 303 KŞS 2 / 32-2. 304 KŞS 2 / 52-5. 305 KŞS 2 / 101-3.

72

çaldığını iddia etmiştir. Mahmud da bu suçlamayı kabul etmediğini bildirdiği gibi yemin-i billah da etmiştir.306 Davanın sonucu ile ilgili sicilde bir kayıt bulunamamıştır. Yine ilginç bir hırsızlık davası da hırsızlık davasından feragat davasıdır. Kayıtta çalmış olduğu esbab ve rızıkları sahiplerine teslim edemediği anlaşılan İsa bin Veli’nin, çaldıklarına karşılık Ali Hoca, Emir Hasan, Ramazan, Veli ve Latif adlı kişilere davadan vazgeçmeleri karşılığında, çaldığı esbab ve rızıkların değerinden de fazla altın vermiştir.307

Soru şu ki İsa’nın 27 altın verebilme imkanı varsa neden hırsızlık yapmıştır?

İncelemiş olduğumuz defterde çalınan mallar arasında en çok “esbab ve rızık” konusu geçerken, ikinci sırayı hayvan hırsızlığının yapıldığı belirlenmiştir. Çalınan mallar arasında cariye dahi bulunmaktadır.

Bazen de hırsızların mahkemeye gelerek, suçlarını itiraf ettikleri görülmüştür.308

Şeyh Sadreddin’in çırağı olan Mehmed bin Hacı Sadr, otuz vakıyye yağı çaldığını mahkemeye bildirmiştir. Ayrıca hırsızlık davalarında Müslümanların araya girmesiyle hırsızlık davalarından vazgeçildiği de görülmektedir.309

Hırsızlık isnadında bulunulan kişiler, şahit getiremediği takdirde yemin-i billah ederek bu suçtan kurtulabilmiştir. Buna ilişkin Mervan subaşı tarafından hırsızlık ile suçlanan Seydi Ahmed ve Semem Mehmed şahit getirememişlerdir. Yemin etmeleri istendiğinde Seydi Ahmed yemin edememiş, Semem Mehmed ise hırsızlık yapmadığına dair yemin edebilmiştir.310

İncelemiş olduğumuz defterde cariyenin hırsızlık yaptığına ilişkin bir adet dava bulunmaktadır. Kayıtta Müşkinaz adlı cariye bir miktar altın ve esbab çalarak kaybolduğu Pervane subaşı tarafından bildirilmiştir. Fakat çalınan eşyalar Hemdem adlı kişinin evinde bulunmuştur. Müşkinaz cariye “altun ve esbâb aldım ammâ

306 KŞS 2 / 101-5. 307 KŞS 2 / 54-4. 308 KŞS 2 / 57-7. 309 KŞS 2 / 93-3. 310 KŞS 2 / 109-2.

73

elümden Hemdem aldı ‘avratına virdi” şeklinde ifade vermiştir.311

Davanın nasıl sonuçlandığı ile ilgili kayıt bulunamamıştır.

Konya’da meydana gelen hırsızlık davalarında, çalınan eşyalar arasında, esbab ve rızıktan sonra en çok hayvanların çalınmasıyla ilgili kayıtların olduğu belirlenmiştir. Çalınan veya çalınma şüphesiyle mahkemeye başvurulan hayvanlar arasında koyun, oğlak, öküz, katır, bargir, deve ve at bulunmaktadır. Hayvan hırsızlığı ile ilgili davaların çoğu kırsal bölgelerde gerçekleşmiştir. Dava sayısına ve hırsızlığın gerçekleştiği yeri dikkate alırsak 2 Numaralı Şer‘iye Sicil defterinde 1570-1582 yılları arasında en çok Saray-ini ve Karye-i Yenicekaya’dan kişilerin hayvan hırsızlığı yaptığı görülmüştür. Nitekim 1-10 Zî’l-hicce 989 / 27 Aralık 1581- 5 Ocak 1582 tarihli hırsızlık davasında Karye-i Saray-ini’nden Hüseyin bin Mihmad, Karye-i Çavuşlu’dan sekiz kişinin on öğec, sekiz sağmal ve dört toklu olmak üzere toplamda 22 koyun çalmış, hayvanları geri iade edeceğine söz verdiği halde koyunları getirmemiştir.312

Bazı hırsızlık davalarında ise şahit bulunamadığından ve konu ispatlanamadığından hırsızlık davaları sonuçsuz kalmıştır. Sicilde yer alan hırsızlık davalarında hırsız ve çalınan eşyalar bulunmuş, hırsız genelde suçunu itiraf etmiştir hatta çaldığı eşyaların yerini dahi söylemiştir. 2 kayıtta hırsızın kim olduğu anlaşılamamıştır. Ahmed Subaşı, hizmetinde bulunan İbrahim’i evine gönderdiği sırada kese içinde 50 altın olması gerekirken 32 altın kalmıştır. Altınların, Ahmed Subaşıya mı yoksa devlete mi ait olup olmadığı belirtilmemiştir. Lakin kese içindeki altınlar anahtar ile açılan bir yerde muhafaza edildiğine göre devlete ait para olması muhtemeldir. İbrahim, “miftâh ikidir biri kendüde ve biri bende dururdu ben altun almadım haberim dahî yokdur” şeklinde ifade vermiştir. Kaydın yanına ise “Mezkûr Ahmed Subaşı oğlanı evlerine ben gönderdim didiği tahrîr olundu.” şeklinde not düşülmüştür.313

Hırsızlıkla suçlanan kişi hakkında mahallelinin yaramaz kişi olduğu ve hatta katlinin vacip olduğu şeklinde ifade verdiklerine de rastlanılmaktadır. Karye-i Saray- ini’nde hırsızlık davalarında yapılan soruşturma sonucunda bir kayıtta “…cem’-i

311 KŞS 2 / 190-2. 312 KŞS 2 / 291-1. 313 KŞS 2 / 56-1.

74

gafîr cemâ’at-i kesîr müslümânlar edâ-i şehâdet idüp mezkûr Mustafâ hırsızdır vâcibü’l-katldir nice def’a töhmet-i sâbıkasının nihâyeti yokdur…” şeklinde Mustafa bin Yusuf hakkında ifade verilmiştir.314

İleri ki sayfalarda yine Saray-ini’nde “…gafîr cemâ’at-i kesîr müslümânlar bi’l-muvâcehe cevâb virüp didiler ki mezkûr Kara Süleymân hırsızdır vâcib-i katldir nice def’â töhmet-i sâbıkasının nihâyeti yokdur didikleri…” bu kez Kara Süleyman bin Piri hakkında da aynı ifade verilmiştir.315

3.b. Ölüm Keşfi

Bu tür kayıtlar çeşitli sebeplerle ölen veya öldürülen kişiler hakkında soruşturma sonuçlarını içeren kayıtlardır. Ölüm keşiflerinde, genellikle, mahkeme tarafından görevlendirilen ehil bir kimse ile vâli veya onun mütesellimi tarafından ta’yîn edilen bir kimse ölüm mahalline gönderilirdi. Bu kişiler, yanlarında bulunan en az iki kişi ile birlikte cesedin bulunduğu yere giderek, ceset üzerinde tetkikler yapar ve ölüm nedenini tespit edip durumu mahallinde kayda geçirir, arkasından da mahkemeye gelerek olayı tescil ettirirlerdi.316

İncelemiş olduğumuz defterde ölüm keşfi ile ilgili 13 adet kayıt bulunmaktadır. Bu kayıtlardan dört kayıtta katilin kim olduğu hakkında bir bilgi verilmemiştir. Ölüm keşfi yapılan fakat ölüm nedeni ve faili hakkında bilgi verilmeyen ilk kayıt hapiste ölü bulunan köle bir oğlana aittir.317 İkinci kayıt yine bir köleye aittir. Bu kez yava zabitinin evinde ölü bulunmuştur.318

Ölü bulunan iki köle de yava zabiti tarafından hapsedilen kaçak kölelerdir. Üçüncü kayıt Çekmece kasabasında ölü bulunan Mahmud bin Mehmed’in oğlu İbrahim’e aittir.319 Ölüm sebebi ya da failler hakkında bilgi verilmemiştir. Dördüncü kayıt ise Kütahya’da maktul olan kişi hakkındadır.320

Yine ölüm sebebi belirtilmemiştir.

314

KŞS 2 / 286-2. 315 KŞS 2 / 290-2.

316 İzzet Sak - Cemal Çetin, 45 Numaralı Konya Şer'îye Sicili, Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınları, Konya 2008, s.43. 317 KŞS 2 / 264-2. 318 KŞS 2 / 271-4. 319 KŞS 2 / 156-2. 320 KŞS 2 / 69-5.

75

Tablo 9. 2 Numaralı KŞS Defterindeki Ölüm Keşfi Davaları.

Belge No

Tarih İddia Ölüm Sebebi Fail

3 9-1

1-10 Zî’l-hicce 978 / 26 Nisan- 5 Mayıs 1571

Fi’l-i şeni kast ettiği için öldürdüğü

Kılıç ile öldürülmüş.

Musli Bin Sinan

4 7-6 21-29 Safer 978 / 25 Temmuz- 2 Ağustos 1570 Darb edilerek öldüğü iddia edilmiş. Hasta olduğu ortaya çıkmıştır. 4 8-3 1-10 Rebi’ü’l-evvel 978 / 3-12 Ağustos 1570 Bağda ölü bulunmuş Bilinmiyor Bağ Sahibinin oğulları olduğu ortaya çıkmıştır. 6 9-5 9 Cemâziye’l-ûlâ sene 978 / 9 Ekim 1570 Kütahya’da ölü bulunmuş Bilinmiyor Bilinmiyor 9 0-1 11-20 Şa’bân 978 / 8-17 Ocak 1571 Kıbrıs’ta fevt olduğu bildirilmiş Savaş sırasında öldüğü belirtilmiş. --- 1 38-3 1-10 Safer 979 / 25 Haziran- 4 Temmuz 1571 Karye-i Bayad’da kendini asarak intihar eden kadının ölüm keşfi Mahalleli kadının meczube olduğunu bildirmiş. --- 1 56-1 1-10 Cemâziye’l-evvel 979 / 21-30 Eylül 1571 Çekmece kasabasında ölü bulunmuş Belirtilmemiş Bilinmiyor 2 29-1 21-30 Muharrem 978 / 25 Haziran- 4 Temmuz 1570 Bayburd Kazasından Bum Dede adlı kişi öldürülmüş. Uzuvları kesilerek öldürülmüş Keşlioğlu Mirza 2 64-2 23 Cemâziye’l-âhir (silik) Hapiste ölü olarak bulunmuş. Belirtilmemiş Bilinmiyor 2 71-4 28 Muharrem sene 979 / 22 Haziran 1571 Yava Zabitinin evinde ölü bulunmuş. Belirtilmemiş Bilinmiyor 2 75-3 11-20 Ramazân 989 / 9- 18 Ekim 1581 Karye-i Koçmar’dan iki kişinin bir kadını öldürdükleri iddia edilmiş.

Belirtilmemiş Şüpheli iki kişi yapmadıklarına

dair yemin-i

billah etmişlerdir. 31 Safer 990 / 25 Şubat Karye-i Kilisecik’de Vücuduna aldığı Mustafa Veli,

76

11-5 1582 Durmuş bin Şaban

adlı kişinin

Bağçeçik adı verilen yerde ölü bulunmuş.

bıçak yaraları sonucu ölmüştür.

Hüseyin ve

Musa adlı kişiler

2 74-3 11-20 Ramazân 989 / 9- 18 Ekim 1581 Karye-i Ladik’ten Kastamali adında zımmi ölü olarak bulunmuştur. Mecruhen maktul olduğu belirtilmiş. Karlı bin Mustafa

Kayıtlarda en çok karşılaşılan kavramlardan birisi de diyettir. Diyet, İslam hukukunda ceza ve kan bedeli olarak, mal cinsinden verilmesi gereken bedel olup, bir kişinin öldürülmesi, yaralanması, sakat bırakılması durumunda ve kısas istenmediğinde ya da kısasın imkân dâhilinde olmadığı durumlarda devreye sokulurdu.321 Yukarıdaki tabloda belirtilen ölüm keşifleri sonrasında ölen kişilerin yakınları diyet talebinde bulunmuştur. Nitekim bağda ölü olarak bulunan Piri’nin annesi, Ahmed bin Beğendik ve Yusuf bin Yunus’a diyet davası açmıştır. Dava 5500 akça diyet verilmesi şartıyla sulh olmuştur.322

Musli bin Sinân, oğlu İbrahim’e fi’l-i şen kast ettiği iddiasıyla Hasan bin Mehmed’i kılıç ile öldürmüş, açılan davada Musli, 25000 akça diyet karşılığında sulh olmuştur. Fakat maktul olan Hasan bin Mehmed’in kardeşi, verilen diyetin yeterli olmadığını belirtmiş ve tekrar dava açmıştır. Dava sonucunda Musli, 5000 akça nakd, bir at, 25 altın kıymetli, bir mor çuka ve 1000 akça kıymetinde kaftan vermeyi kabul etmiştir.323

Kilisecik’te öldürülen Durmuş bin Şaban’ın ölüm keşfi, Osmanlı Devleti’nde cinayet soruşturmalarının seyrinin nasıl olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu cinayet ile ilgili 5 kayıt bulunmaktadır. Soruşturmanın her safhası ayrıntılı bir şekilde kayıt altına alınmıştır. İlk kayıtta, öldürülen Durmuş’un oğlu Eyne Hoca’nın, mahkemeye giderek babasının eser-i cerahati bozulmadan bir an önce inceleme yapılmasını istemiş ve mübaşir tayin edilen Zeyneddin Ağa olay yerinde inceleme yapmıştır.324

İkinci kayıtta Durmuş’un ailesi, katilleri bulması

321

Ali Bardakoğlu, “Diyet”, DİA, c.9, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s.473. 322 KŞS 2 / 62-7.

323 KŞS 2 / 36-3. 324 KŞS 2 / 311-5.

77

karşılığında, Zeyneddin Ağa’ya hizmet bedeli olarak 12000 akça vermeyi teklif ettiği kayıt altına alınmıştır.325

Zeyneddin Ağa görevini titizlikle yerine getirmiş ve Durmuş bin Şaban’ın yine Kilisecik’ten Veli, Hüseyin, Mustafa ve Musa adlı kişiler tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkarmıştır.326

Cinayet, en ince ayrıntısına kadar kayıt altına alınmıştır. Zeyneddin Ağa, öldüren kişileri bulmakla kalmamış ayrıca bu dört kişiyi azmettiren kişileri de tespit etmiştir. Mahkemede maktul Durmuş bin Şaban’ın oğlu; “siz benim babamın nice tuzun ekmeğin yidiniz içün böyle itdiniz” diyerek hesap sormuş cevap olarak katillerden biri; “biz bu işi itmez idik lâkin karye- i mezbûreden ‘Osmân bin Mezîd ve Halîl bin Kaduklu ve Hâcı ‘Alî bin Ya’kûb ve karındaşı Koca ve Karye-i Sa’îd’den Mehmed bin ‘Abdî nâm kimesneler maktûl-i mezkûr içün şol müvezziyi aradan götürün gitsün deyu bizi irte ve gice tahrîk ve iğvâ eylediler anların tahrîki ile eyledik” şeklinde açıklama yapmıştır.327 Şahitlerin de ikrar etmesi sonucu, katilleri azmettirenler en az katiller kadar suçlu bulunmuştur.

325

KŞS 2 / 311-6. 326 KŞS 2 / 312-1, 312-2. 327 KŞS 2 / 313-2.

78

III. BÖLÜM

EKONOMİK HAYAT A.Vakıflar

Sözlükte “durmak, durdurmak, alıkoymak” anlamına gelen vakıf kelimesi, terim olarak “bir malın mâliki tarafından dinî, içtimaî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde kullanılmaktadır.328

Terim anlamından anlaşılacağı üzere vakıf, bir malı şahsî mülkiyetten çıkarmak suretiyle, alım-satıma ve mülkiyete konu olmayacak şekilde insanların istifadesine tahsis etmektir.329

Bu davranışın arkasında herhangi bir mecburiyet veya zorlama yoktur. İnsanlığa karşı ferdi sorumluluk hissi, iyilik, şefkat, yardımlaşma, dayanışma gibi kültür değerleri ve bu değerleri kendisine ilke edinmiş kişinin hür iradesi yatmaktadır.330

Osmanlı toplumu, kendisinden önceki vakıf geleneğini sürdürerek daha da geliştirmiş ve yaygın bir kurum haline getirmiştir. Toplumsal hayatta önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı Devleti’nin vakıf medeniyeti olarak anılmasına vesile olmuştur. Osmanlı, toplumsal hayatın gerektirdiği kültür, eğitim, sağlık, altyapı, bayındırlık, dinî ve sosyal hizmetler ile sosyal güvenlik ve hayır işleri gibi alanlarda kurumsal altyapı ile finansman ihtiyacını vakıflar yoluyla yerine getirmiştir. Vakıf sistemi, fertlerin elinde toplanan tasarruf ve servetleri, ihtiyaç duyulan alanlarda hizmete dönüştüren bir mekanizma oluşturmuştur.331

Bu mekanizmanın nasıl işlediği ile ilgili özellikle Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan gibi tarihçiler, vakıf sisteminin farklı yönlerini inceleyerek önemli veriler ortaya koymuştur. Ömer Lütfi Barkan, günümüzde devletin yapması gereken her türlü hizmetin Osmanlı Devleti’nde vakıf yoluyla gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Ortaya koymuş olduğu istatistikî verilere göre; Anadolu Eyaleti’nin 1530-1540 yılları arasındaki genel gelir toplamı 79.784.960 akçadır. Bu gelirin % 17’si din ve kültür işlerine tahsis edilmiş vakıflara

328

H. Mehmet Günay, “Vakıf”, DİA, c.41, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1996, s.475. 329 Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları Kanuni Dönemi Üsküdar Örneği, TTK Yayınları, Ankara 2003, s.1.

330 Bahaeddin Yediyıldız, , “Osmanlılar Döneminde Türk Vakıfları ya da Türk Hayrat Sistemi”,

Osmanlı, c.5, Ankara 1999, s.17.

79

aittir. Bu gelirle, 45 imaret, 342 cami, 1.055 mescid, 110 medrese, 626 zaviye ve hankah, 154 muallimhane, bir kalenderhane, mevlevihane, 2 darülhuffaz, 75 büyük han ve kervansarayın işletildiği ve söz konusu gelirlerden 121 müderris, 3.756 hatib, imam ve müezzin ile 3.299 şeyh, şeyh-zade, kayyum, talebe ve mütevelliye maaş verildiğini tespit etmiştir.332

Bu tespitleri incelemek tabi ki bizim konumuz değil, lakin 2 numaralı şer‘iye sicil defterinde tespit edebildiğimiz 76 vakıf (Tablo 3. bkz.) ve bu vakıfların işlevleriyle ilgili kayıtlar, Barkan’ın verileri ile uyumludur. XVI. yüzyıl Konya’sında zaviye, cami, mescid, muallimhane, Mevlevihane, kervansaray gibi toplum hizmetinde bulunan müesseselerin giderleri, vakıflar yoluyla sağlanmıştır. Örneğin; Şeyh Sadreddin Zaviyesi’ne ait giderler, Paşa Hatun Vakfı tarafından karşılanmıştır. Vakfa ait gelir, beş kısım halinde, biri mütevelliye, biri zaviyedeki cerağa, üç sehmi cüz tilavetine, cüz’ün biri ise müezzine verileceği kayıt altına alınmıştır.333

Vakıf kurulmak istendiğinde, vakfın kuruluş senedi ve tüzüğü mahiyetinde bir vakfiye düzenlenirdi. Vakfiyede; vakfın kuruluş amacı, mal varlığı, bunlardan