• Sonuç bulunamadı

3. TOPLUMSALLAŞMANIN MERKEZİNDE MEKÂN

3.6. Mekânsal Bilincin Biçimi: Meta

Üretimin nihai amacı olarak meta, kapitalist üretim tarzının merkezinde mekânsal bir kategoriye dönüşmektedir. Bu kategorinin oluşturduğu anlamlar işçi ya da burjuva için kolayca yapılanabilirken, anlamların deşifresi ve aktarımı işbölümünün maddi mekânsal kavrayışından daha zordur. Toplumsal mekânda belli bir matematikle var olan ve toplumsal mekânı dönüştüren işbölümü, fragmanlar halinde açıklanabilirken bu fragmanları dolduran, toplumsal mekânda yeni bir yüzey, form, hatta mekânsal biçim oluşturan meta ve “muazzam meta birikimi” sezgisel ve idealist yaklaşıma paralel olarak kendine gönderme yapan bir kısır döngüye neden olabilir. Yani metanın mekândan ve maddi formdan uzaklaşarak işbölümünü ve böylece mekânsal kavrayışı unutturabilme tehlikesi mevcuttur. Bu tehlike içinde metanın “her şeyden önce, bizim

dışımızda bir nesne ve taşıdığı özellikleriyle, şu ya da bu türden insan gereksinimlerini gideren bir şey” olduğunun altı çizilmelidir. Metanın toplumsal mekândan soyutlanması, onu kendi hegemonik düzlemine yerleştireceği için, metanın mekânsal bilince dair keskin bir yarılmaya sebep olması kaçınılmazdır. Metanın karşıladığı insan gereksinimleri “ister mideden ister hayalden çıkmış olsun, bir şey değiştirmez” (Marx, 2011b, s.47), meta mekândan soyutlanmaya başladığında ona dair analizin zorluğu baş gösterir. Bu bağlamda metayı değişim değerini önceleyerek değerlendirmek mekânsal maddi analizin tehlike odağıdır. Fabrikada üretilen ürünün dolaşıma girdikten sonra mekânsal analizine girişmek emek-değer ilişkisinin odağında bulunur: “En sonu, hiçbir nesne, yararlı bir şey değilse, değere sahip olamaz. Eğer o şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden değer yaratmaz”

(Marx, 2011b, s.53). Marx’ın öngörüsündeki değer-meta çelişkisi, mekândaki çelişkileri de açıklar. Toplumsal alana kullanım ve değişim değeri ile giren metanın, mekânda üretilmemişçesine/var olmamışçasına idealize edildiği bir çelişki ortaya çıkar.

Mekândan soyutlanan metanın herhangi bir yüzeye ait ve tabi olmadığı düşüncesi, metanın biri fiziksel ve doğal biçim, diğeri de değer biçimi (Marx, 2011b) olarak ilişkiye girdiği toplumsal alanda üçüncü bir biçimin çelişkisini doğurur. Bu yüzey ve biçim, metafiziğin gizlediği bir meta-mekân ilişkisinde bulunur. Mekândan nesneye ve nesneden değişim değeriyle kutsanan metaya varana dek metafizik hareket kendine göndermede bulunan metanın göstergeleri ile doludur. Öyle ki, değer ve değişimin etkisinde insanın mekândaki hareketi ve salınımı bile akışkan, mobilize (Simmel, 1997) ve metanın etkisine tabidir. Marx (2011b, s.81), nesnenin emek-değer sürecine katılımına “meta olarak ilk adımını atar atmaz, tamamen başka bir şey” olacağı öngörüsüyle yaklaşmaktadır. Bu demek oluyor ki, daha evvel işbölümü ile toplumsal alandan soyutlanan mekânsal bilinç ve farkındalık gibi, toplumsal alana emek-değer ile giren metanın aldığı metafizik boyut da nesneden, hareketten ve bunlara bağlı olarak mekândan kopuşu doğurur. Yeterince somut bir gösterge olması sebebiyle, toplumsal alana girdiğinde maddi kavrayışı gerektireceği düşünülen mekân kavramı da yeniden soyutlanır: “İnsanlar, herhangi bir biçimde, başkaları için çalışmaya başladıkları andan itibaren, emekleri, toplumsal bir biçim” aldığından, toplumsal alana daha yoğun bir şekilde, üretim ve işbölümüyle giren mekân görünmez kılınır. Bu çelişkinin emek-değer boyutu; “üreticilerin kendi toplam emek ürünleri ile ilişkileri, onlarla kendi aralarında bir ilişki olarak değil de, emek ürünleri arasında kurulan bir ilişki olarak” (Marx, 2011b,

s.82) tanımlanır. Simmel’in gören ve görülen arasında kurduğu özne-nesne ayrımında olduğu gibi mekânda konumlanmış her şey özneyi sardığı için bilinç, nesne tarafından görme ilişkisinin çarpıtılmasına maruz kalır: “Kişi başkasını kendi içine aldığı bakışla kendisini açığa vurur, insan özne nesnesini tanımaya çalışırken yaptığı edimle kendisini nesneye teslim eder” (Simmel, 2015, s.222). Emek de böylece mekândan ayrışarak zihinden de kolayca ayrıştırılabilir bir hal alır. Mekânın belirlemediği bir görünüm olarak emeğin merkeze alındığı üretim ilişkisi içinde toplumsal mekân unutulur. Daha önce işçinin bilincinin belirlendiği işbölümüne bağlı mekânsal kategori daha somut bir biçimde önemsizleşir. İşçinin ya da öznenin kurması beklenen maddi mekânsal kavrayış, mekânın olmadığı, metanın ise kendini imlediği ve işçinin mekânsal varlığını belirleyen bir hal alır:

Emeğin ürünlerinin, metalar haline, niteliklerinin duyularla hem kavranabilir hem de kavranamaz toplumsal şeyler haline gelmelerinin nedeni budur. Bunun gibi, bir nesnede algılanan ışın, bize, görme sinirlerimizin öznel etkilenmesi olarak değil de, gözün dışında bir şeyin biçimi gibi geliyor. Oysa görme olayında her zaman, ışının bir şeyden başka bir şeye, dıştaki bir nesneden göze fiilen geçmesi söz konusudur. Fiziksel şeyler arasında fiziksel bir ilişki vardır. Ama metalarda bu farklıdır (Marx, 2011b, s.82).

Bu ilişkinin sınırı aşıldığında ise meta fetişizmi doğar. Buna kolayca mekânın unutulduğu hegemonik bir ilişki içerisinde metaların fetişleşmesi de denebilir.

Fetişleşme, metanın mekânda üretildiği an başlar. “Emek ürünlerine, meta olarak üretildikleri anda yapışıveren ve bu nedenle meta üretiminden ayrılması olanaksız olan”

meta fetişizmi, niceliksel olarak işçinin ve burjuvanın bilincinde mekân düşüncesini unutturur. Çünkü insanların “kendi toplumsal etkinlikleri, nesnelerin etkinliklerinin biçimini alır ve onlar nesneleri yöneteceğine, nesneler onları yönetir” (Marx, 2011b, s.83-85). Toplumsal bilincin mekâna yaklaşması ise materyalist kavrayışın mekân aracılığıyla açıklanmasıdır. Bu bağlamda egemen ideoloji nesnelerin bilinci yönettiği bir kavrayışı benimser ve mekândan uzak işçi bilinci, işçinin kendi farkına varabilme ve maddi mekânsal algı oluşturup zihinsel direniş hatları oluşturabilme ihtimallerini uzağa taşır. Marx (2011b, s.92) tüm bu çelişkiyi metanın merkezinden, ironik bir şekilde yeniden sorar ve deşifreyi değer alanından başlatır. “Metaların dili olsaydı şöyle derlerdi: kullanım değerimiz insanları ilgilendirebilir. Nesne olarak o bizim bir parçamız değildir. Nesne olarak bize ait olan şey değerimizdir”. Bu durum mekânı saran meta üretimi için de pek tabii geçerlidir. Mekân, işbölümü veya meta fetişizminin saklandığı maddi boyuttur. Bu ilişkiler mekâna işlediği için, mekânı aracılığıyla sorulan

sorularda bilincin mekânda gerçekleştiğinin çeşitli cevapları alınır. Bilinç ve mekân arasında kurulan her ilişki, bilincin, aynı zamanda sermaye ve nesne olarak dolaşıma girdiğini gösterir. Bu, hem bilincin mekânla bağını hem de dolaşıma giren bilincin mekân aradığını, yeniden üretilerek çoğul mekânsal kategorilere ihtiyaç duyduğunu belli eder.