• Sonuç bulunamadı

2.3. Nureddin Mahmud b Zengî Döneminde Sosyal Ve Ekonomik Teşkilat

2.3.4. Medreseler ve Yetimhaneler

İslâm dininin ortaya çıkışıyla birlikte Müslümanlar, bu dinin esaslarını öğrenme ve öğretme hususlarında çok istekli olmuşlardır. Okuryazar oranı çok düşük olan Arapların, İslâm’ın sağladığı canlılık sayesinde, kısa zamanda, yalnız dilden dile aktarılan ilim hareketleriyle yetinmeyip yüzlerce telif eseri ortaya koyacak bir seviyeye gelmeleri, onların, bu sahada ne kadar duyarlı ve gayretli olduklarını göstermektedir. Bir yandan, yapılan fetih hareketleri sonunda, İslâm topraklarına katılan yeni bölgelerin ortaya çıkardığı yeni meselelerin çözüm beklemesi, bir yandan da dalgalar halinde İslâm dinini seçen kimselerin aynı heyecanla, bu dinin kaide ve prensiplerini öğrenme arzuları tam manasıyla oluşmuştu. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere, dinin bütün esaslarının gün yüzüne çıkarılmasını ve buna bağlı olarak da bu esasların her sahada kurumlaşmasını gerekli kılıyordu. Öte yandan, İslâm’ın ilme ve ilim adamlarına verdiği üstün değer, Müslümanların bu sahadaki gayret ve çabalarını arttırıcı, kamçılayıcı bir etken vazifesi görmekteydi.

İşte bu anlayış ve gayretlerin tabii bir sonucu olarak, İslâm dünyasında, uzun sürmeyen bir zaman içinde, başta din ilimleri olmak üzere, çeşitli sahalarda alabildiğine bir ilerleme ve gelişme kaydedildi. Tabiatıyla bu ilim alışverişinin yeri de, her İslâm beldesinde mutlaka bulunan cami ve mescitlerdi. Bu din kurumları, yıllarca, Müslümanların, hem ibadet, hem meşveret, hem de eğitim ve öğretim vazifelerinin yerine getirildiği yerlerdi. Bu binalarda, ilim adamlarınca teşkil edilen halkalarda, din ilimlerinin yanı sıra, devrin gerekli kıldığı çeşitli bilgiler veriliyordu. Ancak bir cami ya da mescit içinde birden çok halkanın bulunması, zaman zaman derslerin iyi anlaşılmasını, verimli olmasını engelliyordu. Çünkü bazen müderris ve öğrencilerin, sorulan sorular sonunda karşılıklı konuşmaları ve yerine göre de birtakım meseleler üze- rinde tartışma yapmaları, ister istemez seslerin yükselmesine sebep oluyor ve bu yüzden

diğer halkaların huzur içinde ders yapmalarını imkânsız bir hâle getiriyordu. Bu ilim halkalarının, birbirlerine karşı olan bu zararları, belirtilen husustan ibaret kalmayıp namaz vakitleri dışında, ibadet eden kimseleri de etkiliyor, onların da gönül rahatlığı içinde bu vazifelerini yerine getirmelerine belirgin bir engel teşkil ediyordu544.Bütün bu mahzurlar, gün geçtikçe ibadet yerleriyle öğretim (tedris) yerlerinin birbirinden ayrılmasını artık gerekli kılmıştı. Bununla birlikte, bu hal, aşağı-yukarı dördüncü hicri asrına değin bu şekilde sürüp gitti. Belirtilen asra kadar İslâm ülkelerinin hiçbirinde anladığımız mânada bir medrese kurulmuş değildi. Bu mânada açılan ilk medrese, Nişabur’da 1045 yılında açılan el-Kuşeyriyye545 ile onu takiben ortaya çıkan el- Beyhakiyye546 medreseleridir.

İlk medreseler Nişabur'da açıldığı gibi Nizamiye medreselerinin ilkinin de yine orada faaliyete geçtiği anlaşılıyor. Nitekim Büyük Selçuklu veziri Nizamu’l-Mülk’ün, Sultan Alparslan (445- 465 /1063-1072) zamanında büyük imamlardan İmamu’1- Haremeyn Ebu’l-Me’âlî el-Cuveynî (478 /1085) adına yine adı geçen şehirde bir Nizamiye Medresesi kurduğu görülmektedir.547

İslâm ülkelerinde asırlar boyunca birer üniversite eğitim ve öğretimi veren düzenli ve sistemli medreselerin kurulmasında Büyük Selçuklu veziri Nizamu’l- Mülk’ün tarihe mal olmuş unutulmaz hizmetleri olmuştur. O, Bağdat, Basra, Musul, İsfahan, Nişabur, Merv, Herat gibi büyük merkezlerde kendi adını taşıyan medreseler kurmakla İslâm dünyasında, ilmî hareketlerin büyük bir canlılık kazanmasını sağladığı gibi ileri bir bayındırlık hareketinin yaygınlaşmasına da hizmet etmiştir. Nizamu’l- Mülk’ün kurduğu bu medreseler onun adına nispet edilerek Nizamiye Medreseleri olarak tanınmış, bunlar yalnız büyük şehirlere bağlı kalmayıp giderek köylere kadar genişlemiş ve yayılmışlardır548. Ebû Şame’nin ifadesine göre, adı geçen vezire nispet edilen medreselerin bulunmadığı bir yer kalmamıştı, öyle ki, onun, o dönemlerde, kimsenin uğramadığı yeryüzünün sapa bir köşesinde kalan Cezîratu İbni Ömer (Cizre)’e varıncaya kadar, medrese yaptırmadığı bir belde kalmamıştı. Yine aynı müellifin

544 Ahmed Çelebi, İslâm'da Eğitim-öğretim Tarihi, çev., Ali Yardım, İstanbul 1976, s.108-110. 545 Ramazan Şeşen, age, İstanbul 1998.s.322.

546 Hasen İbrahim Hasen, Tarihu’l-İslami’s-Siyasi ve’d-Dini ve’s Sekafi ve’l-İçtimaı, Mısır 1967, c.IV,

s. 606.

547C. Zeydan,Tarihu’t - Temedduni’l İslami, (Çev. Zeki Megamiz- Ahmet Cevden Paşa) Dersaadet

1328. C. III, s. 396-397.; Bahaeddin Kök, age, s.171.

kaydettiğine göre bu büyük vezir, adı geçen şehirde Radıyyeddin Medresesi adını taşıyan güzel bir medrese inşa ettirmişti.549

Ahmed Çelebi’nin, İmadeddin el-îsfahanî’den naklen belirttiğine göre, “Nizamü’l-Mülk, herhangi bir kasabada, ilim sahasında isim yapmış bir kimse bulmuşsa, onun adına bir medrese bina etmiş ve ona ait bir vakfiye tahsis ederek bir de kütüphane kurmuştur.”550

Nureddin Mahmud b. Zengî'nin Suriye’de giriştiği medrese kurma faaliyeti, aynı devleti devam ettiren Eyyûbiler tarafından da aksatılmadan sürdürülmüştür. Nureddin Mahmud b. Zengî, Suriye’de, anladığımız mânâ da ilk medrese kurucusu olarak tanınır.551 Gerçekten de onun dönemi bu ilim kurumlarının çoğalması, niteliği ve kısa zamanda arzu edilen gayelerin elde edilmesi bakımından da çok parlak bir görünüm arz etmektedir. Nitekim Elisseeff’in yaptığı çok ciddi bir incelemeye göre, Nureddin Mahmud b. Zengî döneminde Dımaşk’ta 20, Halep’te 8, Musul’da 6, Harran’da 1, Sincar’da 6, Cizre’de 4, Menbic ve Rakka’da 2’şer, Busra, Baalbek, Hama, Hıms, Ma’arratu’n-Nu’mân, Re’su’l- Ayn ve Urfa şehirlerinde birer olmak üzere toplam olarak 56 medrese bulunmaktaydı. Yine bu yazarın verdiği listeye göre bu medreselerin 16 tanesi sultan Nureddin Mahmud b. Zengî’den önceki dönemlerde, 40 tanesi de kendi zamanında inşa edilmişlerdi552.

Büyük bir rahatlıkla ifade edilebilir ki, Suriye bölgesinde, Nizamu’l-Mülk’ün açtığı ilim bayrağını dalgalandırma şerefi, şuurlu ve ileri görüşlü devlet adamı Nureddin Mahmud b. Zengî’ye nasip olmuştur. Bu zat, yalnız bir din savaşçısı (mücahit) olarak tanınmaz. O, İslâm dinini savunmak, yükseltmek ve yüceltmek için sarf ettiği gayretler yanında, ilme, ilim kumrularına ve ilim adamlarına gösterdiği büyük ilgiyle tanınan eşine az rastlanan bir kişiydi. Onun bu üstün niteliği Ortaçağın en meşhur bir ilim savunucusu olarak tanınmasını sağlamıştır.553

Sultan Nureddin Mahmud b. Zengî, Fatımîlerin eliyle Suriye bölgesinde yaygınlaşmaya yüz tutan Aleviliği zorla değil, ilim yoluyla geriletmek suretiyle başta

549 Ebû Şâme, Şihabuddin, Kitabu Ravdateyn, Beyrut tarihsiz. c.I, s,25.

550 Ahmed Çelebi, İslâm'da Eğitim-öğretim Tarihi, çev., Ali Yardım, İstanbul 1976,s.114.

551 Ahmed Çelebi, İslâm'da Eğitim-öğretim Tarihi, çev., Ali Yardım, İstanbul 1976, s.112; Ayrıca bkz.,

Hüseyin Gazi Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1982, s.74.

552 Bu hususta geni; bilgi için bkz.,Nikitia Elisseeff, age, c.III , s.913-935.

Hanefi ve Şafii mezhepleri olmak üzere Ehli Sünnet mezheplerinin geliştirilip daha da yerleşmesi için medreselerden daha etkili bir silahın olmadığını çok iyi kavramıştı.554.

Böylece atabeyler zamanında ve bu arada Nureddin Mahmud b. Zengî döneminde olmak üzere medreseler yardımıyla geliştirilen İslâmî ilimler sayesinde, Dımaşk, Halep ve diğer Suriye şehirlerinde Sünnilik büyük bir gelişme göstermiş, Şiilik ise gittikçe gerileme kaydetmişti. Nureddin Mahmud b. Zengî’den, önce sözü edilen bölgenin ilimden ve ilim adamlarından mahrum oluşu, Fatımîlerin etkisiyle buralarda Şiiliğin ağır basmasından ileri geldiğini çok iyi kavramıştı.555

Üstelik Dımaşk, Emevi Devleti’nin başkenti olmasına rağmen, bu bölge, Ümeyye oğullarından tevarüs ettiği ilim kurumları yönünden hiçbir paya sahip değildi. Diğer taraftan onların ardından gelen Abbasiler de bu bölgeye hiçbir ilmî müessese bırakmamışlardı556. İşte böylesine kendi haline bırakılan Suriye, sonraki dönemlerde Fatımîlerin insafına terk edilmişti.

Bu sebeple Nureddin Mahmud b. Zengî, bir yandan, Suriye’de Selçukluların enkazı üzerinde kurduğu devletini her bakımdan güçlendirmeye çalışarak var olan siyasi boşluğu doldurmaya uğraşırken bir yandan da Müslümanların daimi düşmanları olan Haçlılarla amansız bir cihad hareketini sürdürmekteydi. O, bunlardan hiçbirini aksat- madan yürütmekteydi. Onun, hayatı boyunca devam ettirdiği ıslahatların başında öğretim işlerine ciddi bir tarzda eğilmiş olması gelmekteydi.

Hükümdar Nureddin Mahmud b. Zengî, Nizamu’l-Mülk’ün başlattığı ilim ve medrese hareketlerini daha canlı bir şekilde ülkesine yayma çabalarıyla, selefinin başlattığı bu hayati bağın kopmaması ve daha da kuvvetlenmesi için elinden geleni yapıyordu. Onun bu olumlu çalışmaları, Büyük Selçuklularla kendisinden sonra iş başına gelen Eyyûbiler ve onların ardından da Memluklar Devleti arasında çok sağlam bir köprü vazifesi görmüştü557

Sultan Nureddin Mahmud b. Zengî, bir devletin bütün kurumlarıyla ayakta durabilmesi için ilim ve kültürün bir kesintiye uğramadan yaşaması gerektiğine inanıyordu. Bu sebeple o, meseleyi çok samimi ve ciddi bir şekilde ele alarak devletinde ilmin kökleşmesi için çok yönlü olarak çalışıyordu. Nitekim o, yalnız kendi

554 Hasen İbrahim Hasen, Tarihu’l-İslami’s-Siyasi ve’d-Dini ve’s Sekafi ve’l-İçtimaı, Mısır 1967, c. IV,

s.606

555 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s.213.

556 C. Zeydan, Tarihu’t - Temedduni’l İslami, (Çev.: Zeki Megamiz- Ahmet Cevden Paşa) Dersaadet

1328. c.III, s.444.

bölgesindeki ilim adamlarıyla yetinmeyip, başka ülkelerde şöhret yapmış büyük bilginleri de ülkesine davet ediyor, onların, konularıyla ilgili meseleleri tartışmalarına zemin hazırlayarak ilmin gelişmesine çok büyük katkı sağlamayı hedefliyordu.558

Nureddin Mahmud b. Zengî’nin, ilme ve âlimlere verdiği yüksek değer, her sa- hada, çok sayıda ilim adamının ve bu arada bir o kadar da tasavvuf ehlinin ülkesine gelip yerleşmesini sağlamıştır. Bunlardan bir kısmı, kendi arzularıyla, bir kısmı da onun daveti üzerine bu ülkeye geliyor, yerleşiyor ve himaye görüyorlardı559. Onun ülkesine gelip yerleşenler arasında, bir kısmının adı daha önce geçmiş olan, Şerafeddin b. Ebî Asrun, Kutbeddin en-Nişaburi, İmadeddin el- İsfahânî, Taceddin el-Kindi (613 /1217), Ömer b. Hammuye el- Cüveynî ve Lisaneddin el-Belhî gibi bilgin ve mutasavvıflar bu- lunmaktaydı 560.

Dımaşk’ta saat yapan meşhur şair İbnu’s-Sâ’atî (604/1208)’nin561 babası da bu ülkeye gelip yerleşenler arasındaydı562. Yine onun ülkesine gelip yerleşen bu bilginler arasında Semerkantlı fıkıhçı Alâeddin’in kızı olan Fatıma da vardı. Fatıma, yine büyük fıkıhçılardan olan Alâeddin el-Kâşânî563 ile evlenmişti. Nureddin Mahmud b. Zengî, iç işleriyle ilgili bazı konularda bu kadın bilgine düşüncesini sorardı. Aynca, birtakım fıkhı meselelerde yine onun bilgisine başvurur, öğrenirdi. Hükümdar Nureddin Mahmud b. Zengî, bu büyük İslâm hukuku bilginine ikramlarda bulunur, çalışmalarında ona yar- dımcı olurdu 564. Bu üç fıkıhçının imzalarını taşıyan fetvalar Türkistan’da çok büyük bir değer taşımaktaydı. Alâeddin kızıyla seyahate çıktığı sırada Halep’e de uğramıştı. Nureddin Mahmud b. Zengî, adı geçen bilginlerin Halep’te kalmaları hususunda ısrar ederek onların da ülkesinde ilme hizmet etmelerini sağladı. Her iki fıkıhçı da adı geçen şehirde vefat etmiştir. Fatıma’nın kabri “kadının mezarı” adıyla meşhurdur565. Nureddin Mahmud b. Zengî, yanında tuttuğu Kâşânî’yi bir ara Anadolu Selçuklu hükümdarı

558 Ahmed Çelebi, age. s.86.

559 Hüseyin Gazi Yurdaydın, İslâm Tarihi Dersleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1982, s.70. 560 Ramazan Şeşen, age, İstanbul 1998.s. 338.

561 İbnu Hallikân, Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed b. Ebi Bekr (681/1282) Vefeyatu’l-

Aya’n ve Enbai z’eman Nşr.,İhsan abbas ,Beyrut-1968-1972, c.V, s. 395-396; Curci Zeydân, Târihu Âdâbil-Lugatil-Arabiyye, Nşr. Şevki Dayf, Mısır 1957, c.III, s.20.

562Hayreddin Ez-Zırıklî, el-A’lam, Beyrut (1390/1970),c. V, s. 150.

563 Alaeddin’le ilgili olarak bkz., İmadeddin el-İsfehânî, el-Berku'ş-Şamî, s. 129.

564 Zeyneb binti Yusuf Fevvaz el-Amili, el-Durru’l-Mensur fi Tabakati Rabbati’l Hudur,, Mısır

1312,s.367

565 Osman Turan, Selçuklular Tarihi Ve Türk-İslâm Medeniyeti, 4. Baskı, Boğaziçi Yay. İstanbul-

1993, s.369; ayrıca bkz, İsmet Parmaksızoğlu: “Nureddin ” Md., Türk Ansiklopedisi, M.E.B., Yay., Ankara-1977, c. 25, s. 347.

sultan Mes’ud’a göndermiştir. O da bu büyük hukukçunun bir müddet yanında kalmasını sağlamıştır566.

Bu bilginlerden başka Mahmud b. İbrahim en-Nucûmî, Radıyyeddîn es-Serahsî (571/1175), Husameddin er-Radî gibi âlimler de hep onun yanında toplanmış ve onun koruyucu kanatlan altına girmişlerdi. Onun bilginlere gösterdiği sıcak ilgi, bu bilginlerin onun için bir rasathane kurmalarını ve bir güneş saati hazırlamalarını sağlamıştı567. Bütün bunlar, Nureddin Mahmud b. Zengî’nin, Yakın Şark’ın o dönemlerindeki siyasi tarihinde hak ettiği müstesna bir yer işgâl ettiğini568 göstermektedir.

Nureddin Mahmud b. Zengî tarafından inşa edilen medreseler, ribatlar ve mescitler gibi din kurumları sayesinde dinî ilimlerin gelişmesine katkı sağlamış oluyordu. Önceleri ilimden ve ilim adamlarından mahrum olan Suriye bu zamanda bilginlerin ve sûfilerin toplandığı bir bölge görünümü sergiliyordu.569 Nureddin Mahmud b. Zengî’nin başlattığı bu ilim hareketi öylesine köklüydü ki, kurduğu bu medreselere “el-Hâzainu’n-Nûriyye” adı verilen kütüphanelerin bile eklenmesi unutulmayarak570 bu alanda başlı başına bir yenilik getirilmişti. Suriye bölgesinde ilk defa sistemli ve şuurlu bir şekilde medrese kurma şerefi, Nureddin Mahmud b. Zengî’ye nasipolmuştur571.

Büyük devlet adamı Nureddin Mahmud b. Zengî, ülkesinin birçok yerinde yetim mektepleri yaptırmıştır572. O, yalnız bu örnek davranışıyla bile, cemiyetin dertlerini iyi kavrayan, bunların ortadan kaldırılması için çareler bulan büyük bir ıslahatçı olduğunu göstermiştir. Nureddin Mahmud b. Zengî, gerek bu çocukların ve gerekse onlara okuma-yazmayı öğreten hocalarının maddi ihtiyaçlarını karşılamak üzere onlara bol tahsisat ayırdığı gibi, bu mektepleri kendinden sonra geleceklerin şahsî insaflarına bırakmamak için de onların, koyduğu vakıf gelirleriyle yaşatılıp gelişmesini sağlamıştır573. Böylece o, günümüzde bile, bütünüyle çözüme kavuşmamış olan çocuk

566 Claude Cahen, Osmanlılardan önce Anadolu'da Türkler, çev. Yıldız Moran, İstanbul 1979, s.

247,251.

567 İsmet Parmaksızoğlu: “Nureddin”Md.,Türk Ansiklopedisi, M.E.B., Yay., Ankara-1977, c. 25, s.347. 568 K.V. Zettersteen, a.g. md., Îslam Ansiklopedisi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1964, c.IV, s. 361. 569 Ebû Şâme, Şihabuddin, Kitabu Ravdateyn, Beyrut, tarihsiz. c.I, s.14; C. Zeydân, M.İ. Tarihi, c. III,

s.444.

570 C. Zeydân, M.İ. Tarihi, c.III, s.444.

571 C. Zeydân T.A. el-Lugatil-Arabiyye, s.124-125.

572 İbnul-Esîr, Et - Târihu’l Bâhir Fi’d - Devleti’l - Atabekiyye, s.172; Ebâ Şâme, a.g.e., c.1 .s10; İbnul-

İmâd, Şeceretü'z-Zeheb Fî Ahbâri Men Zeheb, Beyrut trz, c. IV, s. 228

573 İbnul-Esîr, Et - Târihu’l Bâhir Fi’d - Devleti’l - Atabekiyye., 17; Ebû Şâme, Şihabuddin, Kitabu

Ravdateyn,, Beyrut tarihsiz. c.I, s.10; İbnu Kesir, el-Bidâye, c. XII, s.278; İbnul-İmâd, Şeceretü'z- Zeheb,Fî Ahbâri Men Zeheb, Beyrut trz, c. IV, s.228; A. Çeldi, a.g.e., s.305.

yuvaları meselesini, asırlarca önce düşünüp halletmekle bu bakımdan da haklı bir şöhret kazanmıştır.

Cemiyetin her meselesini İslâm dininin getirdiği yüksek değerlerin ışığı altında çözmeye çalışan hükümdar, mescidlerde Kur’an okuyan yetim çocuklar için vakıflar ayırmakla574, bir yandan onların dertlerini gidermeye çalışılmıştır. Bir yandan da Kur’an’ın öğrenilip öğretilmesini teşvik edici olmuş; dolayısıyla Hak kitabının elden ele ve dilden dile geçişine hizmet ederek kuşaklar arasındaki din bağlarının güçlenmesini sağlamıştır.