• Sonuç bulunamadı

Batı medeniyeti ile karşılaştırmalar yaparak kendi durumunu anlama çabası Batı Dışı toplumların entelektüellerinde sık görülen bir durumdur. Ancak Ahmet Mithat’a göre Osmanlılar diğer milletlere kıyasen gezmeye, seyahate ve seyahatname yazmaya çok önem vermemiştir. Osmanlılara kıyasla Avrupalılar dünyanın pek çok

126

yerini gezip seyahatnameler yazarken Osmanlılar kendi memleketlerini dahi gezmemişlerdir (Ahmet Mithat, 2017: 13).

Avrupa’ya giden Müslüman seyyahlar ise sadece gözlem yapmakla kalmayıp, kendi toplumları hakkında önemli değerlendirmeler de yapmışlardır. Bu bağlamda Müslüman seyyah, iki Avrupa ve iki İslam dünyası arasında kalır: Bir tarafta bilim, ekonomi ve askeri teknoloji alanlarında büyük başarılar kaydetmiş bir Avrupa, öte tarafta emperyalist idealleri kıtalar ötesi boyut kazanmış bir Avrupa. Bir tarafta şanlı bir geçmişe sahip bir İslam dünyası, öte tarafta mağlup edilmiş, zayıf düşmüş bir İslam dünyası, arasında gidip gelmektedir (Kalın, 2018: 366).

Batıcılık kelimesi daha çok Batı’yı her hususta örnek almak isteyenlerin yaklaşımını açıklamak için kullanılmaktadır (Mardin, 2014: 9). Ahmet Mithat, Avrupa’yı nasıl örnek almamız gerektiğiyle ilgili düşünceleri şu şekildedir: “Maddî sahadaki terakkimizde Avrupa'ya uymamız yerindedir ve lâzımdır; ancak manevî sahada Avrupalılaşmamız, hele bu benzeyişimizde maddî sahada olduğundan daha ileriye gidişimiz esefle karşılanacak bir husustur” (Okay, 2017: 34). Ahmet Mithat’ın bu görüşü seyahatnamesinin bütününe yansımıştır.

İsveç’in başkenti Stockholm şehrinin nüfusu 215 bin kadardır. Bu başkent bizim Edirne, Bursa, Selanik, İzmir şehirlerimiz kadardır. Ancak binaları betondan yapılan bu şehirde sokaklar ve caddeler düz hatlar üzerine kurulu olup güzel kaldırımları ve kaldırım kenarlarındaki göz alıcı ağaçlar mevcuttur (Seyahatname, sayfa 150).

Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da gördüğü ve imrendiği bazı kütüphaneler ve müzeler vardır. Ve bu mekânların Osmanlı’da olduğunu hayal ederek geniş bir tarih perspektifi hayali içerisindedir. Stockholm’deki müzenin bizde olduğunu hayal etmektedir. Tarihimize ait, kıyafetler, silahlar, çadırdan heybeye varıncaya kadar çeşitli kültürel eşyaların sergilenmesi ne güzel olurdu. İran ve Yemen çöllerinden Almanya içlerine kadar bir tarih havzasındaki milletleri barındırmışız. Düşünülsün ki bu milletlere ait tarihi ve kültürel eşyaların sergilendiği bir müzenin varlığı Stockholm’deki müzeyle kıyas bile kabul edilemez (Seyahatname, sayfa 255).

127

Ahmet Mithat Efendi, Stockholm şehrindeki müze ile ilgili şu kıyasları yaparak bizde de böyle bir müzenin olmasının önemini göz önüne sermektedir:

“Anadolu yörüklerinin, birbirine benzemeyen enva-i haymelerinden (çadır çeşitlerinden) bed ile (başlayarak) kamıştan, hurma dalından zembil ve hasır gibi örülmüş şeylerden urban-ı sakinenin yaptıkları arişlere (asma çardağı) fındık dalından ve bağ çubuklarından ve mısır saplarından bazı ahal-i kurânın (köyler ahalisi) yaptıkları kulübelere ve toprağın hafrıyla (kazma) ve gayr-i muntazam ağaçlar, çalılar ve çimenlerle yapılan zeminliklere ve çitten ve kerpiçten mamul köylü hanelerine ve ahşaptan ve tuğladan ve taştan mamul binalara varıncaya kadar her nevebniyyeyi ve mesakinde müteayyiş (yaşayan) halkın kendi kıyafet-i milliye ve eşyayı beytiyeleriyle suret-i manşetlerini havi bir sergi heyetine konulur da onun bir tarafı dahi büyük şehirlerimizin ve ezcümle payitahtın kibar sınıfına ve zevat-ı resmiyesine mahsus olacak hale konulursa böyle bir sergiyi tetebbudan yalnız ecnebilerce değil bizce dahi hâsıl olacak menafi-i azime (büyük faydalar) alınacak duhuliye ücreti ile mesarif-i inşaiye ve tertibiyesini az zamanda tesviye edebilmeyi mutlaka temin eder” (Seyahatname, sayfa 256).

Sosyolog Prens Sebahattin, Ahmet Mithat Efendi'nin daha önce öne sürdüğü şu görüşü benimsemiş ve yeni bir şekle sokmuştur: Türkler göçebe bir milletin izlerini hâlâ taşımaktadır. Modernleşmenin ancak bundan ayrılmakla mümkün olup ve Türklere şehir hayatının icap ettiği bazı kuralların aşılanması lâzım gelmektedir (Mardin, 1994: 101). Osmanlı’nın son dönemlerinde geleneksel tarımla uğraşılmaktadır. Nüfusun büyük bir bölümü kırsal nüfusunu oluşturuyordu. Ahmet Mithat’ta ister istemez kıyaslamaları kırsal nüfusu ilgilendiren yönünü işlemektedir. Ailelerin geçimlerini tarımsal gelirlerden sağladığı bu dönem Ahmet Mithat’ın yaklaşımını da etkilemiştir.

Ahmet Mithat, sadece Osmanlı ile Avrupa medeniyetini kıyaslamakla kalmamıştır. O, Avrupa’nın büyük şehirlerini de kendi aralarında kıyaslamıştır. Bu kıyaslamayla, Londra birinci, Paris ikinci ve Berlin üçüncüdür. Bu kıyaslamada muhakkak şehrin gelişmişliği ve büyüklüğüyle ilişkilendirmiştir:

“Kesret-i nüfus cihetiyle Londra birinci ve Paris ikinci addolunursa Berlin üçüncü addolunmak lâzım gelip ancak Paris ile Berlin arasında gerçek cesamet (büyüklük) ve mamuriyet ve gerek nüfusça fark azaldıkça azalmakta bulunduğu cihetle Avrupa’da Londra birinci payitaht addolunduğu halde

128

Paris ile Berlin maan (birlikte) ikinci addolunmaya başlamıştır” (Seyahatname, sayfa 393).

Ahmet Mithat, ziyaret ettiği panoramaları İstanbul için hayal etmeye başlar. İstanbul’un en güzel görüş alanı Galata Kulesi kabul edilirse, etrafı seyreden adama orayı nasıl görürse panoramada da aynısını görebilecektir (Seyahatname, sayfa 415).

Paris’te hemen hemen dükkânlar kadınların elindedir. Dükkânların birçoğunda erkek bulunsa da müşteriyle ilişkiyi kadınlar sürdürür. Dükkânlar temiz ve süslüdür. Bizdeki eczaneler nasılsa oradaki dükkânlar da aynı düzene sahiptirler. Hele şapka, elbise ve ufak tefek hediyelik eşya satılan dükkânlar, bizim Beyoğlu’nda Galata’da gördüğümüz en muntazam mağazalar ile kıyas kabul edilemez. Zaten erkeklerin müşterilerle münasebeti olmaması başlı başına farklılık arz etmektedir:

“Paris’te dükkânlar hemen ale’lumum denilecek bir surette kadınlar elindedir. Dükkânlar birçoğunda erkek dahi bulunsa bile müşteriyle edilecek muameleyi umumiyet üzere kadınlara havale etmişlerdir. Dükkânların ne kadar temiz ve süslü olduklarını tafsile hacet var mıdır? Bir bakkal dükkânı için ‘bizdeki eczahaneler kadar temiz ve muntazam ve müzeyyendir’ dersem mübalağa-i sırfeye (sade abartı) hamlolunmamalıdır. Hele şapka, elbise ve tuhafçılığa (ufak tefek hediyelik eşya) müteallik eşya füruht (satılmak) olunan dükkânlar numunelerini Beyoğlu’nda Galata’da gördüğümüz en muntazam mağazalara da tamamıyla kıyas kabul edemez. Temizlik ve intizam ciheti daha mükemmel olduktan fazla istihdam olunan memurlar bizim Galata ve Beyoğlu’nun Rum’dan, Ermeni’den bozma frenklerine hiç benzemezler. Zaten erkeklerin müşterilerle muamelesi hemen mefkud (yok) olduğunu haber verdim ya! Bu muameleye asıl memur olan kadınlara gerek genç gerek ihtiyar olsunlar muktedir olabildikleri son dereceye kadar itinalı giyinmişlerdir” (Seyahatname, sayfa 530).

Paris’te ‘hal’ olarak bilinen yer bizdeki pazar yerleri ve daha doğrusu ‘kapan’lar demektir. İstanbul’da yağ kapanı, bal kapanı, un kapanı gibi yerler vardır. Haller üstü örtülü etrafı açık yerlerdir. Paris’te Hall Central diye bilinen yer, en işlevsel hali olup yağ, balık ve sebze gibi ne ararsanız bulabileceğiniz haldir (Seyahatname, sayfa 551-552).

Seyahatnamede Münih şehriyle İstanbul karşılaştırılmıştır. Özellikle Münih şehrinin eski mahalleleriyle İstanbul’un henüz düzenleme girmeyen mahalleleri,

129

Hocapaşa, Kadıköy, Beyoğlu, Bakırköy, Nişantaşı gibi mahalleler arasındaki benzerlikler göze çarpmaktadır:

“Münih şehrinin mahallat-ı kadimesiyle (eski mahalleler) mahallat-ı cedidesi (yeni mahalleler) arasındaki farkı karilerime bervech-i matlub (istenildiği gibi) tefhim için İstanbul’un henüz harik (yangın) ve tesviye (düzenleme) girmeyen mahallat-ı kadimesiyle Hocapaşa, Kadıköy, Beyoğlu, Bakırköy, Nişantaşı gibi mahallat-ı cedidesi arasındaki farkı ihtar ederim. Bizim dar ve i’vicaclı (dolambaç) sokakların iki tarafındaki köhne ebniyeyi kârgir ebniye- i kadimedenmişler diye farz edersek tamam Avrupa biladındaki mahallat-ı kadimeyi görmüş oluruz” (Seyahatname, sayfa 948-949).

Paris’te asıl gün ikindiden sonra başlayıp gecenin bitmesine iki saat kalaya kadar devam etmektedir. Gece hayatı diyebileceğimiz durum daha o yıllarda Paris’te yaşanmaktadır. Viyana’da durum ise bizdekiyle aynıdır. Sabahleyin başlayıp güneşin batımıyla sona erer. Viyana’ya kıyasla Paris’te tiyatrolar toplumsal yaşantının da etkisine bağlı kalarak geç saatte başlamaktadır. Viyana’da gece eğlence hayatı olmadığı için Şarklılık haline benzer. Paris ise bu yönüyle tam bir Avrupalılık halini yansıtmaktadır (Seyahatname, sayfa 970-971).

Ahmet Mithat bu iki medeniyeti kıyaslarken ilk önce bu kıyası seyahat kültürü üzerinden yapmaktadır. Avrupalıların Osmanlılara kıyasen dünyanın pek çok yerini gezip daha çok seyahat ettikleri hatta seyahatlerinde notlar tuttuklarından bahsetmektedir. Hatta Osmanlılar kendi memleketlerini dahi gezmemişlerdir. Ahmet Mithat, zaman zaman seyahatinde kentler üzerinden ve bu kentlerdeki nüfus üzerinden de kıyaslar yapmaktadır. Kentler üzerinden yaptığı bu kıyas ile okuyucunun zihninde bir şema çizmektedir. Meselâ Stockholm şehir nüfusunun bizim Edirne, İzmir kadar olduğundan bahsederek okuyucuya bilgi vermektedir.

Ahmet Mithat’ın Avrupa’da gördüğü imrendiği bazı kütüphane ve müzeler vardır. Bu mekânların Osmanlı’da olduğunu hayal ederek geniş bir tarih perspektifi kurmaktadır. Tarihimize ait kıyafetler, silâhlar, çadırdan heybeye varıncaya kadar bir kültür abidesinin hayalini kurmaktadır. Onun gözünde Osmanlı toplumuna ait eşyaların müzede sergilenmesi halinde Avrupa ile kıyas bile kabul edilmez. Ahmet Mithat, Avrupa’daki her dükkânda kadınların bulunduğundan, müşterilerle kadınların

130

ilgilendiğinden bahsetmektedir. Dükkânlar temiz ve süslüdür. Osmanlı’da eczaneler nasıl bir muntazam içindeyse Avrupa’da da hemen bütün dükkânlar bu haldedir.

Paris şehrinin gece hayatı üzerinden de kıyaslamalar yapılmıştır. Paris’te gün ikindiden sonra başlayıp gecenin bitmesine iki saat kalaya kadar devam etmektedir. Şark toplumlarında ise böyle bir durum yani gece eğlence hayatı bulunmamaktadır. Avrupa’da Viyana şehri de böyledir, gece hayatının olmadığından bahsedilmektedir. Ahmet Mithat iki medeniyeti mekân-şehir-yaşama kültürü üzerinden değerlendirmiştir.

131 SONUÇ

Bir toplumun, toplumsal, iktisâdi, siyasi ve sosyal durumunu bir entelektüel üzerinden okumak mümkündür. Kişi üzerinden tarihi ve toplumu veya tarihin belirli bir dönemini, toplumun belirli bir mekânını okumak ve anlamlandırmak sosyal bilimler açısından önemlidir. Bu bağlamda Ahmet Mithat Efendi, Osmanlı’nın son dönem entelektüelleri arasında önemli bir kişiliğe sahip, Osmanlı’nın son dönemini anlamak ve yorumlamak için özgün bir yazardır. Ahmet Mithat Efendi, yaşadığı toplumun, siyasî, iktisâdi, teknolojik, sosyal gelişiminin nasıl olduğunu iyi bilen, bu anlamda Avrupa’nın da bu parametreler çerçevesinde hangi konumda olduğunu takip eden ve Osmanlı’nın Avrupa’ya göre hangi konularda ileri seviyede, hangi konularda geri kalmış olduğunu analiz eden ve yorumlayan önemli bir şahsiyettir. Her seyahat bir değişim gerektirir. Seyahat, hayatımızda doğruları ve yanlışları görmemizi sağlayan nadir etkinliklerden biridir. Bu bağlamda seyahatler insan yaşamı çerçevesinde önemli bir değere sahiptir. Avrupalı seyyahların her fırsatta seyahat ettiğini, Osmanlı’da seyahat edenin azlığı ve hatta kendi ülkesini dahi gezemeyenlerin varlığından şikâyet eden Ahmet Mithat Efendi, seyahatin gerekliliğinden bahsetmektedir. Avrupa medeniyetini görüp, ibret almak, geri kalmış toplumları gezip bakış açısı geliştirmek adına seyahat etmek ve hatta seyahat eseri yazmak önemli hale gelmektedir. Her zaman Avrupa’nın maddî olarak ileride olduğunu savunan Ahmet Mithat Efendi, bunu bizzat Avrupa’ya seyahat ederek kendisi tecrübe etmiştir.

Ahmet Mithat Efendi’nin, Avrupa’ya yaptığı seyahati, onun 71 gün süren ve 1064 sayfalık Avrupa’da Bir Cevelân adlı yapıtı ile sonuçlanacaktır. Avrupa medeniyetinin tanınması bakımından bu eser önemli hale gelmektedir. Ahmet Mithat Efendi bu eserinde Avrupa hakkında halkın bilgi dağarcığını zenginleştirmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda gördüğü her mekânı, olayı, şehri öğrencilere ders verir gibi incelemiştir. Onun seyahatnamesinde de bahsettiği gibi bu eserler Osmanlı’nın gözünü açma ve onları bilgilendirme gayesi taşımaktadır. Ahmet Mithat, okuyucuların hiç görmediği belki de hiç göremeyeceği Avrupa’yı bir fotoğraf edasıyla betimlemiştir. O, gördüğü her mekân ve şehri Batı hayranlığıyla değil

132

Doğu’nun değerleri ve bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bu bakımdan Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’ya eleştirel yaklaşmıştır.

Ahmet Mithat, diğer seyyahlar gibi Avrupa’yı ilk kez tanıyan biri değil, gerek kitaplarından gerekse araştırmalarından anlaşılmaktadır ki Avrupa üzerine ciddi bir bilgi birikimine sahiptir. O bilmediği, tanımadığı Avrupa’ya seyahat etmemiştir. O, yazdığı seyahatnameyle bildiği, tanıdığı Avrupa ile gözlemlediği, adımladığı Avrupa üzerine kıyaslamalar yapmıştır. Ahmet Mithat, Avrupa’yı en kapsayıcı şekilde anlattığı bu seyahatnamede, Avrupa’nın kurumlarını incelerken zaman zaman mukayeseler yapmakta, Osmanlı toplumu için yeni ve yapıcı önerilerde bulunmaktadır.

Ahmet Mithat Efendi’ye göre Avrupa, iyi analiz edilip ilim ve teknik yönlerinden faydalanmalı ancak Doğu toplumlarının manevî yönleri terk edilmemelidir. O, çağdaşlarının düştüğü hatayı hiç tekrarlamadan ilim ve teknikte Batı’nın ileri olduğunu kabul edip Batı’yı yakından takip etmiştir. O Batı’daki ilmi ve teknik gelişmelerin ayrıntısına varıncaya kadar okurlarını bilgilendirmiştir. Bu noktadaki hedef, herkesin kendi ilgi ve kabiliyetine göre işlere yönelmesi ve yaptığı işi muntazam bir şekilde sonuçlandırmasıdır. Toplumun karşı karşıya kaldığı sıkıntılardan, bireysel ve toplumsal anlamda çalışmalı, toplumun bileşenlerine faydalı olunmalıdır.

Ahmet Mithat Efendi’ye göre bir medeniyetin değişim ve dönüşümü, bilim ve tekniğe kayıtsız kalmamakla mümkün görünmektedir. Bu bilim ve tekniğe ayak uydurmanın yolunun eğitimle olacağını belirten yazar, hayatı boyunca çalışmalarını öğrenmeye ve öğretmeye yoğunlaştırmıştır. Tanzimat Dönemi’nde Medeniyet kavramıyla birlikte kullanılan eğitim, toplumun en önemli kurumudur. Ahmet Mithat eserlerinde sık sık Doğu ve Batı medeniyetini kıyaslayarak, Batı’nın büyük gücünün arkasında eğitimin olduğunu fark etmiştir. Hayatı boyunca okumaktan ve okutmaktan geri durmayan Ahmet Mithat, eserlerinde hem Doğu kültürü ve medeniyetini hem de Batı kültürü ve medeniyetini uzlaştırabilmiştir. O, ilerlemenin halkla olabileceğini savunmuş, bu anlamda yazdıklarıyla halkın ilgisini çekmiş ve halka okuma alışkanlığının kazandırılması konusunda çalışmalar yapmıştır. Ahmet

133

Mithat Efendi, Batılılaşma konusunda elbette bir değişimden yanadır. Ancak yukarıdan aşağıya doğru zorla yapılan bir değişimden yana değildir. O, böyle bir değişimin sonuç vermeyeceğini, değişimin mutlaka aşağıdan yukarıya doğru, halkla olması gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda ‘her şeye en küçüğünden başlamak âdetinde’ bulunan Ahmet Mithat hayatı boyunca sosyal fayda prensibine bağlı kalmıştır.

Ahmet Mithat, Batı’nın hem maddî hem manevî yönünü araştırmıştır. Maddî olarak ilerde olan Batı medeniyeti manevî olarak bir çöplüğü andırmaktadır. Ona göre, Doğu toplumları da bireysel ve toplumsal olarak geri kalmıştır. Osmanlı toplumunun eksikliği çağı yakalayamamasından kaynaklanmaktadır. Batı’nın yükselen gücünü görmezden gelmek hiçbir probleme çözüm getirmemektedir. Var olan bir problem karşısında problem yokmuş gibi davranmak medeniyetlerin en önemli sorunlarıdır. Bu sorunun aslında bireysel ve toplumsal olarak üzerine gidilmelidir. Ahmet Mithat bu probleme kayıtsız kalmayıp, Batılı olmayan modern bir Osmanlı kültürü oluşturmayı çok istemiştir.

Batı medeniyetinin her bakımdan ileri olduğu düşüncesi toplumsal anlamda değişimin gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Devlet yönetimi, toplumsal kurumlar ve sosyal anlamda bir takım değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Osmanlı’nın son döneminde her bakımdan başlayan bu değişim toplumdaki maddî ve manevî yansımalarını da beraberinde getirmiştir. Manevî değişim olarak, fikirde ve sanatta, felsefede Batı’yı örnek almak ve bu doğrultuda eserler üretmek olarak gösterilebilir. Maddî değişimler ise, mimarîde, yaşam tarzı, kılık kıyafetteki alafranga imaj ön plâna çıkmaktadır. Toplumdaki bu maddî ve manevi değişim eski- yeni tartışmasını da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda Ahmet Mithat Efendi, Batı’yı gerçek kimliğiyle tanınması gerekliliğinin, bu eski-yeni tartışmalarda, toplumun yaşadığı çıkmazın bir çözümü olabileceğini vurgulamaktadır.

Batılılaşma diye adlandırılan, Batı’yı örnek alma projesi, ilim, teknik gibi konulardan ziyade alafranga yaşantının ön plâna çıkmış olması değişimin istenildiği gibi yapılamamış olduğunun bir göstergesidir. Ahmet Mithat’ın bahsettiği değişim, aslında ilim ve teknik yönden Osmanlı’nın gelişimini sağlamaktı. Bu bakımdan

134

değişim, Osmanlı’nın kültürel değerlerine dokunmadan ilim ve teknik yönden bu toplumu ileriye taşıyacaktır.

Avrupa şehirlerinin çevre düzenlemeleri, yolları, bahçeleri, sokak ve caddeleri, kanalizasyon düzeni örnek alınacak kadar plânlı ve düzenlidir. Ahmet Mithat Efendi’ye göre İstanbul bu şehirlerin oldukça gerisinde kalmıştır. Ahmet Mithat’ın Avrupa’da dolaşırken gözlemlediği sokaklar, vasıtalar ve büyük binalarla her an İstanbul ile kıyas halinde olmuştur. Ahmet Mithat’ın Avrupa şehirlerinde hayran kaldığı ve İstanbul’da bulamadığı bir husus da kütüphane ve müzelerdir. Bu kütüphane ve müzeler, seyahatnamede uzun uzun tasvirlerle anlatılmaktadır. Ahmet Mithat bu anlamda Batı’nın üstünlüğünü kabul edip örnek alınması gereken meselelerden birinin ilim olduğunu belirtmektedir. Ahmet Mithat Efendi, Batı’nın bu ilim ve tekniğini yakalamanın toplumu eğitmekle mümkün olacağını savunmaktadır.

Avrupalıların zamanı kullanma adına rasyonel plânlamacı davranışları, onların büyük eserler ortaya koymalarını sağlamıştır. Buna şahit olan Ahmet Mithat Efendi, Avrupalıların bu özelliğine hayran kalmış ve seyahat süresince bu durumdan etkilenmiş, sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar yaptığı plânlar üzerine seyahatini geçekleştirmiş ve bu konuda zamana ve plana sadık kalmıştır. O Avrupa’dan döndükten sonra da zaman konusunda Avrupalılar gibi davranmış, çalışma hayatına bunu yansıtmıştır. Seyahatlerin bir öncesi ve bir de sonrası vardır. Ahmet Mithat Efendi seyahatinin öncesinde Avrupa üzerine zihnen yolculuğa çıkmış bir seyyahtır. Bu Plân yapmak, hangi mekânların gezileceğini belirlemek seyahat öncesi yapılacak işler arasındadır. Birinci elden kaynaklar olması sebebiyle seyahatnamelerin, Avrupa toplumunun tanınmasında önemli bir yeri vardır. Avrupa kültür ve medeniyetini Osmanlı toplumuna tanıtma, ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Bu bakımdan Osmanlı’nın son döneminde Avrupa’ya yapılan seyahatnamelerin incelenmesi, bazı konuların açıklanmasında belirginlik kazanmaktadır. Avrupa’ya yapılan seyahatlerde seyyahlar, canlı gözleme dayanan Avrupa’yı Osmanlılara tanıtmıştır. Bu anlamda seyyahlar bir medeniyetin tanınmasında oldukça önemli rol oynamaktadır.

135

Ahmet Mithat Efendi, seyahatini belli mekân ve şehirlere yoğunlaştırsa da, o Avrupa üzerine daha genelleyici ve bütünsel bir yaklaşım ortaya koymuştur. Seyahatname, sadece Avrupa’nın tarihini, coğrafyasını, kurumlarını, kültür ve medeniyetini yansıtmamış, aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemine ait Batılılaşma hareketine bazı çözüm önerileri de getirmiştir. Bu anlamda, bu seyahat eseri toplumda büyük değişikliklere yol açtığı söylenemez. Ancak, Avrupa kültürüne ait yaşam biçimleri, kılık kıyafetteki değişiklik hemen kendini göstermiştir. Avrupa’nın giyim tarzı, eğlence şeklindeki biçimsel taklitlerin yanı sıra Osmanlı’da eğitim ve teknik anlamda, bazı yenilikler geç olsa da yaşanmıştır. Özellikle sanat alanında ve müzeciliğe ilişkin fikirleri çok sonraları toplumun birer parçası haline gelecektir. Bu bakımdan seyahatin toplumu değiştirici ve dönüştürücü özelliğinin bulunması bakımından sosyal bilimler için önemli eserler haline gelmektedir. Osmanlı’daki bu değişimler elbette yalnızca seyahat eserlerine bağlı kalarak yaşanmamıştır. Ancak bu değişikliklerde seyahatname en azından belli bir çevrede etkili olmuştur.

Ahmet Mithat, Avrupa’da modern şehircilik anlayışı ve bu alandaki düzenlemelere dikkat çekmiştir. Onun cadde ve sokaklara döşenmiş kaldırım taşları, kanalizasyon şebekesinin kurulmuş olması dikkat çektiği bazı hususlardır. Osmanlı’da da bu tür yeniliklerin olmasını arzu etmektedir. Özelikle Avrupa’da büyük kentlerdeki şehircilik planı, sokakların büyük meydanlara çıkması, meydanlardaki sanat eserlerini de hayranlıkla gözlemlemiştir. Bilim ve tekniğin buluştuğu bu şehirlerde, sanayi sergileri, botanik ve zooloji bahçeleri, yeni ulaşım araçları, iletişim vasıtaları, eğitim binaları da şehirlerin temel ögeleridir. Kültür ve medeniyet unsurları olan, kütüphane, tiyatro ve müzeler, Avrupalıların her işi azim ve gayretle yaptıklarının birer örneğidir. İlmin pratik ürünlerini teknikte görmek mümkündür. Teknik insanın gündelik yaşantısındaki bazı kolaylıkları sağlamaktadır. İşte Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da bulunan bazı gündelik kolaylıkları sağlayan âletlerin ayrıntısına varıncaya kadar Osmanlı toplumuna anlatmıştır.

Ahmet Mithat Efendi’de seyahat, fikirleri dönüştürücü etkiye sahiptir. Onun