• Sonuç bulunamadı

3.3. Sosyal ve Kültürel Hayat

3.3.2. Kültürel Hayat

L.Weber şöyle ifade eder, bir cemiyette bazen yalnız maddi kültür, bazen de yalnız maddi olmayan kültür değişiklik gösterdiği zamanlar vardır (Aktaran, Turhan, 2017: 24). 1940’larda antropolog Robert Redfield’in görüşüne göre kültür iki ana

62

kola ayrılır: biri kırsal bir hayat yaşayan ve tarımla geçinen insanların kültürü, diğeri şehirde yaşayan insanların kültürü. Redfield, bunlardan birine küçük gelenek, diğerine büyük gelenek adını vermiştir (Mardin, 2014: 22). Ahmet Mithat, seyahatnamesinde Avrupa’nın büyük geleneğiyle ilgili bakış açısı ortaya koymaya çalışmıştır.

Ahmet Mithat’a göre Batı kültürünü bilmek, tanımak lâzımdır. Yenileşme istiyorsak karşımızda dev gibi bir Avrupa kültürü vardır; o halde Avrupa’nın kültürünü tanımak gerekmektedir (Okay, 2017: 351). Bu bağlamda Avrupa’nın faydalı bulduğumuz yönlerini alarak bir sentez oluşturmalıdır.

Avrupa’da sosyal yaşantının olduğu yerlerde; kahvelerde, lokantalarda vs. herkes kendi masraflarının karşılığını öder. Şark milletinin ikram etme usullerini bilenler bu ikramları kabul edebilir. Ancak Şark’ı bilmeyenler ise bu ikramı kendilerine yapılmış bir hakaret sayarlar. Bu ikramı sadaka olarak görebilirler:

“Vakıa Avrupaca hotellerde kahvelerde lokantalarda filanlarda herkesin kendi masarifini vermesi mutatsa da bazı bizim gibi Şarklıların ikramlarını kabul edenler dahi bulunur. Ahval-i Şarkiye’yi bilmeyenlerse böyle bir ikramı kendi nefisleri için hakaret sayarlar. ‘Yiyip içtiğim ve arzu ettiğim şeylerin tesviye-i bedeline kâfi param vardır. Kimsenin sadakasına muhtaç değilim.’ tarzında bir fikir ve itikatla ziyadesiyle müteessir olurlar” (Seyahatname, sayfa 129).

Ahmet Mithat, Kongre için bir otelde misafir edilmektedir. Uzun yolculuklar yapıldığı için bazı ihtiyaçların giderilmesi için bu gibi otellerin önemi büyüktür. Uzun yolculuklar sonunda insanların berbere ihtiyaç duymaları doğal bir durumdur. Ahmet Mithat da saç ve sakalı için berber talep eder odasına. Ancak gelen kişi karşısında şaşkınlığa bürünür. Yirmi beş yaşlarında bir genç kız çıkıp gelir. Bu gibi şeyler Avrupa’da alışkanlık dairesindedir. Gelen berber kız, yılışık olmayıp gayet ciddi bir tavırla işini yerine getirmektedir. Ahmet Mithat seyahatnamesinde bu olaydan şöyle bahseder:

“…yirmi beş yaşlarında nur gibi bir kız çıkıp selâmlayarak berber olduğunu anlattı… Böyle şeyler daire-i menüsiyetimizin (alışkanlık dairesi) haricinde bulunduğundan şu güzel berber fevkalhat istigrabımı (şaşkınlık) mucip olduysa da kadıncağız öyle Fransızlarda emsali kesir (çok) olduğu üzere

63

yılışık, sırnaşık bir şey olmayıp gayet ciddî tavırlı ve memuriyetini bir istikamet-i tammeyle rüyet (görme, yerine getirme) hususundaki azmi aşikâr bir şey…” (Seyahatname, sayfa 133-134).

Avrupa’da hizmet sektöründe çoğunlukla kadınlar bulunmaktadır. Şirketlerde, bankalarda, telefon ve telgraf gibi iletişim araçların başında istihdam olunmaktadırlar. Burada iffet konusunda riyakâr olunduğu için hiçbir fenalık ve fesatlık görülmeyip istihdam edilenler de hoşnut olmaktadırlar:

“…burada şu hizmet erbabının aglebi (çok) kadınlardan olup ve hatta kadınlar posta ve telgraf ve telefon ve bankalar ve şirketler ve kitabet ve muhasebe hizmetlerinde de istihdam olmaktadırlar. Lakin bu memleketin gerek erkekleri gerek kadınları levazım-ı iffete ziyadesiyle riayetkâr olduklarından bu istihdamın hiçbir cihetle fesadı, fenalığı görülmeyerek müstahdemler de istihdam edilenler de hoşnut kalmaktadırlar” (Seyahatname, sayfa 136).

Hydromel: Bira içine bal katarak elde edilmiş bir tür içecek. Avrupa’da bu özel içecek Hydromel denilen sofralarda içilir. Hydromel’in özel bir kabı olarak boynuzla kullanılmaktadır. Çok içildiği zaman sarhoş edeceği aşikârdır. Bu özel içeceğin adı Hydromel olup boynuz boynuz hydromel içilir:

“…bizim eski şerbetçi dağları gibi bakırdan yapılmış azim kaplar ve onların yanlarında bir kulaç uzun ve bakır ve gümüşle çember ve ayak takılmış öküz boynuzları gördüm ki zaten dahi bi’t-tetebbu (araştırarak) peyda eylemiş bulunduğum vukuf üzerine bu sofraların hydromel sofrası ve bu dağarların hydromel kabı ve boynuzların da hydromel kadehleri olduklarını anladım… Hydromel denilen şey bira içine bal katarak ve biraz da bahar konularak yapılmış bir nev’ sirkencübin (bal ile sirke karışımı bir çeşit şerbet) olup bir aralık bu içkinin insanı gayet sarhoş edeceği hakkında zuhur eyleyen rivayet üzerine herkes tesirinden korkup pek az içmek suretiyle ihtiyat göstermeye başladılarsa da müteakiben bu rivayetin butlanı (yanlış olma) meydana çıkmakla boynuz boynuz hydromel içenler adi erbab-ı işretin tokaları gibi toka etmek arzusuna düştükçe boynuz boynuza geliyorlardı” (Seyahatname, sayfa 200-201).

Avrupa’da kadın elini uzattığı vakit öpülmesi adaptandır. Yaşlı bir profesörün genç bir kızın elini öpmesi bizim gibi Şark toplumlarına garip gelse de böyle bir durumla karşılaşıldığı vakit el öpülmesi adet olarak görülmektedir:

64

“…kadın elini uzattığı zaman tazimen öpmek bile tamam-ı adabdandır. Aksakallı bir profesörün yirmiden otuz yaşlarına doğru bir genç kadının kemal-i ta’zimle elini öptüğü zaman bunu görmek bile bize garip gelirse de o mevkide bulunduğumuz zaman bizim de öyle yapmaya mecburiyetimizi nazar-ı dikkate almalıyız” (Seyahatname, sayfa 252).

Avrupa’da özellikle gece hayatının yoğun yaşandığı mekânlarda bir kadınla muhabbette bulunduktan sonra ondan etkilenmemiş gibi görünmek asla doğru kabul edilmez. Böyle bir durum yaşandığında yanındaki kadın başka biriyle işi varmış gibi görünerek yanındakini başından defeder. Bu durum muhatabı olunan kişiye oldukça ağır gelir:

“Bir kadınla mülâki oldukta onun gençliğinden, hüsnünden, zarafetinden, süsünden bikayd (kayıtsız), bi-ihtisas (etkilenmemiş) görünmek asla zerafetten madut olmayıp kadın böyle bir kayıtsızlığı anlar anlamaz ya esnemeye veyahut yakınından geçen başka bir adamdan soracağı güya mühim ve mahremane bir şeyi varmış gibi onu çağırmaya başlayarak karşısındaki kayıtsız adamın oradan defolup gitmesine lüzum gösterir. Bu mağlubiyet bile dikkat ve gayret sahibi olan insana bir muvaffakiyetsizlik olmak üzere adeta ağır gelir” (Seyahatname, sayfa 252).