• Sonuç bulunamadı

MEÂNÎ İLMİNİN GENEL ÇERÇEVESİ

C. KUR’ÂN VE BELÂGAT

3. Belâgat-İ’câz İlişkisi

1.1. MEÂNÎ İLMİNİN GENEL ÇERÇEVESİ

“Meânî:نياعم” kelimesi, sözlükte “kastedilen şey” anlamına gelen“نىعم: mâna”nın çoğuludur. Bir belâgat ıstılahı olarak meâni: “Arapça lafızların muktezâ-i hâle uygunluğunu bildiren durumlarını inceleyen ilim” olarak tarif edilmiştir.188

Başka bir ifade ile meânî, sözün yerinde kullanılmasını, muhatap veya mütekellimin durumuna uygun olarak ifade edilmesini sağlayan ve cümlenin dil kuralları çerçevesinde uğradığı değişikliklerden bahseden bir ilimdir.189

İlk dönemden itibaren pek çok dil ve belâgat âlimi, müsned-müsnedün ileyh, takdîm-te’hîr, tarif-tenkir, zikir-hazif, îcâz-ıtnâb, iltifât, fasl-vasl (kat’-atıf), hüsn-i nazm, hüsn-i te’lif, lafız anlam uygunluğunun gerekliliği, mânaların değerinin durum ve konuma uygun düşmesinden ileri gelmesi, mânaların dinleyicilerin kültür seviyesine göre ayarlanma zarureti, lafızların yerine göre yumuşak, hafif, akıcı veya tumturaklı olarak seçilmesi, te’lif güzelliği, kelâmın muktezâ-i hâle mutabakatı, sözün dinleyicilerin durumuna uygunluğu gibi meânî ilminin nüvesini oluşturan konulara eserlerinde dağınık olarak yer vermişler190

fakat bu ilmin tanımını yapmamışlar ve konularını belirtmemişlerdir. Meânî kavramının mantıkçı filozof Metta b. Yunus el- Kunnaî (ö. 328/939) ile dilci Ebû Sa’id es-Sırafî (ö. 358/968) arasında vuku bulan

188 Kazvînî, Îzâh, s. 23; a. mlf., Telhîsu’l-Miftâh, Şarih, Abdurrahman el-Berkuki, Dâru’l-Fikri’l-‘Arabi, (İkinci Bsk.), Kâhire 1350/1932, s. 37; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 104

189

M.A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi “Belâgat”, Gökkubbe, Sekizinci Bsk. İstanbul 2010, s. 55. 190 Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 11, Erzurum 1993, s. 280-285; İsmail Durmuş, “Meânî”, DİA, TDV, Yay., Ankara 2004, XXVIII, 205.

“Nahiv-Mantık” münazarasında kullanıldığını görmekteyiz. Bu Münazarada es-Sırafî, Aristo mantığına karşı “Arap dil mantığı” (Me’âniu’n-Nahv) anlamına gelen bir nahv’i savunmuştur. Es-Sırâfî’nin bu nahiv anlayışı, Abdülkahir el-Cürcânî’nin “Delâilü’l-

İ’câz”ına, özellikle bu eserinde ispatlamağa çalıştığı “nazm nazariyesi”ne esas teşkil

etmiştir.191

Meânî deyiminin bir belâgat tabiri olarak beyân ve bedî’den sonra ortaya çıktığı kesin olarak bilinmekle birlikte ne zaman ortaya çıktığı hususu henüz tam olarak netlik kazanmamıştır. Cürcânî, Zemahşerî, Râzî gibi belâgat alanında söz sahibi âlimler de “İlmü’l-Meânî” deyinini kullanmışlar fakat buna dair tanım ve açıklamalara yer vermemişlerdir. Meânî ilmini müstakil olarak belâgat ilminin üç bölümünden biri olarak kullanan ve tarif eden ilk kişi olarak Sekkâkî bilinmektedir.192

Bazı âlimlerce bu ilmin kurucusu olarak Abdülkâhir Cürcânî kabul edilmektedir.193 Onun nazm nazariyesini açıklamak için ortaya koyduğu konular, sonraki belâgatçılar tarafından İlmü’l-Me’ani adıyla belâgat konularından birisi olarak tespit edilmiştir.194

Cürcânî’nin, gerek beyân ilmine dair olan Esraru’l-Belâğa’sında gerekse meânî ilmi alanında te’lif ettiği Delâil’ül-İ’cazı’ndaki derin analizleri ve engin yorumları hayranlıkla karşılayan belâgat âlimleri, onun görüşlerini tekrar etmenin ötesinde konuların tertibi ve derli toplu ifadesiyle ihtisar çalışmalarından başka bir şey yapamamışlardır.195

1.1.1. Meânî İlminin Konusu

Cümlelerin kuruluşları, müsned-müsnedün ileyh, lafızların zikr-hazf, takdîm- te’hîr edilmeleri gibi durumları, îcâz-itnâb gibi edebî sanatların uygulanış biçimlerini, zamir yerine zâhir, zâhir yerine zamir koymak gibi kelime değişikliklerinin muktezâ-i hâle uygun olarak değişik mânalara delâlet etmeleri, fiil sîgalarının belâğî incelikleri

191 Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, s. 285. 192 Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 105-108.

193 Hacımüftüoğlu, “Belâgat İlminin Gelişmesine Müessir Olan Kaynaklar”, s. 280; Ahmed Hâşimî, Cevâhiru’l-Belâğa fi’l-Meânî ve’l-Beyân ve’l-Bedî, el-Mektebetü’l-‘Asriyye, (Birinci Bsk.), Beyrût 1999, s. 47.

194 Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 106. 195 Durmuş, “Meânî”, XXVIII, 205.

gibi hususları, bir nükteden ötürü nazmın zâhirin hilâfına gelmesinin incelikleri,196

bir cümlenin ne zaman haber ne zaman inşâ yapılacağı, kasr, fasl ve vaslın ne zaman gerekli olduğu ve benzeri konuların hepsini bu ilim dalı ele alıp inceler. Bu konuların bilinmesi de Kur’ânı Kerîm’in i’cazının anlaşılmasında büyük katkılar sağlar. Okuyucusunu fesâhat ve belâgatının sırlarına vakıf eder.197

Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere bu ilim kısaca, belâgatın dil felsefesi ile ilgili konularını ele alır. “Muktezâ-i hâle mutabık” olan sözün hallerinden bahseder. Her söz de bildirdiği anlama göre ya haber ya da inşâ adını alır. Eğer bildirilen söz hakkında bu doğrudur veya yanlıştır diye hüküm verilebiliyorsa haber; verilemiyorsa inşâdır. Her haber ve inşâ cümlesinde “mahkümün aleyh” ve “mahkümün bih” olmak üzere temel iki unsur vardır. Birincisi müsnedün ileyh/özne, ikincisi ise müsned/yüklem olarak isimlendirilir.198

Bu ikisi arasında oluşan bağıntıya da, “isnâd” denilir.199

1.1.2. Haber ve İnşâ Cümlesi

Haber cümlesi, haber verme ve bilgi aktarma amacıyla düzenlenen, onaylama (tasdîk) veya yalanlama (tekzîb) ihtimali olan, söyleyeni için “doğru sözlü” veya “yalancı” demenin uygun olduğu cümledir. “ دممحاا رفاس :Muhammed yolculuk yaptı” örneğinde olduğu gibi. Eğer söylenen söz gerçeğe uygun ise, onu söyleyen şahıs sözünde doğrudur. Şâyet söylenen söz gerçeğe uygun değilse, onu söyleyen şahıs sözünde yalancıdır. Haberin doğru olmasından maksat, onun gerçeğe uygun olmasıdır. Yalan olmasından maksat ise gerçeğe uymamasıdır.200

Burada sözü söyleyenin niyetine, inancına vs. değil vâkıaya mutabık olup olmamasına bakılarak hüküm verilir.201

196 ‘Abdurrahmân Hasan Habenneke el-Meydânî, el-Belâğatu’l-’Arabiyye, Üsüsühâ ve ‘Ulûmuhâ ve Funûnuhâ, I-II, (Birinci Bsk.), Beyrût 1416/1996, I, 137-138.

197

Hâşimî, s. 47; Hikmet Akdemir, Belâğat Terimleri Ansiklopedisi, Nil Yayınları, İzmir 1999, s. 228. 198

Kazvînî, Îzâh, s. 24; Nasrullah Hacımüftüoğlu- Rabia Çelebi, Teshîlu’l-Belâğâ, İzmir, 1997, s. 13; Ali el-Cârim-Mustafa Emîn, el-Belâgatu’l Vâzıha, Dâru’l-Fikr, Beyrût 2007, s. 118.

199 Hâşimî, s. 48-49; Kerîme Mahmud, İlmü’l-Meânî, s. 38.

200 Râzî, Nihâyetü’l-Îcâz fî Dirâyeti’l-İ’câz, s. 74; Kazvînî, Îzâh, s. 24-25; Telhîs, s. 38-39; Hâşimî, s. 55; Meydânî, el-Belâğatu’l-’Arabiyye, I, 166.

201 Bekrî Şeyh Emîn, el-Belâgatu’l-‘Arabiyye fî sevbihe’l-cedîd –‘ilmu’l-Meânî, Dâru’l-‘ilm li’l-Melâyîn, Beyrût 1990, s. 55-56; bkz. Mustafa Kayapınar, Belâğatta Talebî İnşâ, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2006, s. 37.

Doğrulaması ve yanlışlaması yapılamayan cümleler ise inşâ cümlesi adını alır. Örneğin, “دممحا ايا ا رفاس:Ey Muhammed yolculuk yap!” cümlesi bir inşâ cümlesidir.202

Çünkü bu cümle doğru ve yanlış yargılarından uzaktır. Bir eylem, bir hüküm bildirmez, muhataptan bir iş yapmasını talep eder.