• Sonuç bulunamadı

Aralarında Mâna Bağıntısı Olan Lafızların Takdîm ve Te’hîri

C. KUR’ÂN VE BELÂGAT

3. Belâgat-İ’câz İlişkisi

1.5. ZİKİR VE HAZİF

1.6.2. Aralarında Mâna Bağıntısı Olan Lafızların Takdîm ve Te’hîri

Beyzâvî, uyuklama-uyku, şükür-iman, iman-infak, yer-gök, kız-erkek, tevekkül- duâ, tevekkül-ibadet kavramları gibi, aralarında anlam yönünden irtibat olan lafızların aynı ibarede yer aldıklarında önce veya sonra gelmelerinin edebî bir nükteye bağlı olduğuna inanır ve bu nükteyi keşfedip açıklamaya çalışır. Müfessirimizin konuyla ilgili bazı uygulama örnekleri şöyledir.

1.6.2.1 Uyuklama-uyku Örnek:

ا م و نا لّ وا ة نِسا ه ذ خ ا تا لّ “O'nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku” (Bakara, 2/255). Beyzâvî önce âyette geçen “ا ة نِس” ve “ا م و ن ” kelimelerine şu şekilde mâna verir. “ا ة نِس” uykudan önce görülen gevşeme ve uyuklama halidir. “ا م و ن ” ise, “canlılara (mideden) yükselen buharların rutubetinden dolayı beyin sinirlerinin gevşemesinden meydana gelen bir haldir. Öyle ki dış duyuların hisleri direkt olarak durur.” Daha sonra “ا ة نِس: uyuklama” lafzının “ا م و ن : uyku” lafzından önce zikredilmesindeki nükteyi şu şekilde açıklar. “Mübalağa için olumsuz cümlede ne uyur ne de uyuklar demek lazım gelirken, varlık durumu dikkate alınarak önce “ا ة نِس: uyuklama” sonra da “ا م و ن : uyku”

zikredilmiştir.”458

Yani ا م و نا لّ وا ة نِسا ه ذ خ ا تا لّ cümlesi olumsuz bir cümle olduğundan kıyasa göre mübalağa için ibarenin “ةنسالّواموناهذخأيالّ :ne uyur ne de uyuklar” şeklinde gelmesi gerekirdi. Zira mübalağa murad edildiğinde olumlu cümlede önce zayıf, sonra güçlü zikredilirken, olumsuz cümlede önce güçlü sonra zayıf zikredilir. Bu kaidenin dışına ancak edebî bir nükteden ötürü çıkılabilir. Buradaki bu nükte varlıktaki tertibe riâyettir. Çünkü canlıya uyuklama hali uykudan önce gelir. İbare de bu tertibe göre gelmiştir.459

1.6.2.2. Şükür-iman Örnek:

ا ياا م

ا م ت ن م ا وا تُ ر ك شا نِاا م كِبا ذ عِبا ّللّاا ل ع ف “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki?” (Nisa,4/147) . Beyzâvî burada şükrün (ا تُ ر ك ش) imana (ا م ت ن م ا) takdîmini son derece ince bir nükteyle şu şekilde izah eder: “Âyette, şükrü imandan önce zikretmesi şundandır. Bakan biri önce nimeti görür ve belli belirsiz bir şekilde şükreder, sonra dikkatli bakar nimet vereni görür (bilir) ve ona iman eder.”460

1.6.2.3. İman-infak Örnek:

اِ ّللّاِبااو ن م اا و لا مِه ي ل عاا ذا م وااًنيار قا ءا سا فااًنيار قا ه لا نا ط يَشلااِن ك يا ن م واِرِخ لّااِم و ي لاِبا لّ واِ ّللّاِباا نو نِم ؤ يا لّ واِساَنلااا ءا ئِرا م لَا و م ااا نو قِف ن يا نيذَلا و ااًميل عا مِِبها ّللّاا نا ك وا ّللّاا م ه ق ز رااَِمِااو ق ف ن ا واِرِخ لّاا ِم و ي لا و “Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın verdiği rızıktan (gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir” (Nisa, 38-39). İman ikinci âyette infaktan önce zikredilip birinci âyette infaktan sonra zikredilmiştir. Çünkü ikinci âyette zikrinden maksat teşvik iken

458 Beyzâvî, I, 552-553.

459 Konevî, V, 383. 460 Beyzâvî, II, 272.

birincisinde illet bildirmedir. (İman etmemeleri infak etmemelerinin illetidir.)”461 Teşvik makamındaki lafzın hakkı takdîm iken, illet makamındaki lafzın hakkı te’hîrdir.462

1.6.2.4. Yer-gök Örnek:

ذَلاا ِ ِّللّا د م لَ ا

ا ض ر لّا وا ِتا و مَسلاا ق ل خا ى “Hamd; gökleri ve yeri yaratan Allah’a mahsustur” (Enam, 6/1). Âyette “اِتا و مَسلا:gökler” lafzının “ا ض ر لّا:yer” lafzından önce yer almasındaki nükteyi Beyzâvî şu şekilde açıklar: “Allah Teâlâ “اِتا و مَسلا” lafzını şerefinden, konumunun yüceliğinden ve varlıktaki sırasından (önce yaratıldığından) dolayı “ا ض ر لّا” lafzına takdîm etmiştir.463

Müfessirimiz, اِءا مَسلاا ِفا لّ وااِض ر لّاا ِفا ةَر ذا ِلا ق ثِما نِما كِّب را ن عا ب ز ع ياا م و “Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinizden gizli kalmaz” (Yunus, 10/61) âyetinde “yer:اِض ر لّا ” ا lafzının “gök:اِءا مَسلا ” lafzından önce zikredilmesiyle ilgili ise şunları söyler: “Yerin ا gökten önce zikredilmesi sözün onun halkı hakkında olmasındandır.”464 ا

از ن ت ا ق ل خا نَِمِا ًلاي ى ل ع لاا ِتا و مَسلا و ض ر لّا “Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından azar azar indirildi. (Taha, 20/4). Âyetinin tefsîrinde ise şunları kaydeder: “Yüce Allah âyette “yer”i önce zikretti; çünkü hisse en yakın olan odur ve “yüksek göklerden” önce göze çarpmaktadır.”465

Görüldüğü gibi Beyzâvî, makam ve halin gereğine uygun olarak “yer” ve “gök” lafızlarının âyetlerde yer alış sırasının değişiklik gösterdiği düşüncesindedir.

1.6.2.5. Kız-erkek Örnek:

ا رو كُّذلاا ءا ش يا ن مِلا ٍ ه ي وا اًثا نِاا ءا ش يا ن مِلا ٍ ه ي “O, dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir” (Şura, 42/49). Âyette, “اًثا نِا:kızlar/dişiler” lafzının “ا رو كُّذلا:erkekler” lafzından önce zikredilmesiyle ilgili Beyzâvî birkaç nükteden bahseder: “Belki de 461 Beyzâvî, II, 189. 462 Şeyhzâde, III, 323. 463 Beyzâvî, II, 387. 464 Beyzâvî, III, 204. 465 Beyzâvî, IV, 41.

“dişiler”in öne alınması nesli daha çoğaltıcı olmalarındandır ya da dişilerin de insanların dilemesine göre değil Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu göstermek içindir. Ya da sözün bela (kötülük) hakkında olmasındandır. Zira Araplar kızları bela sayarlardı. (zikirleri öne alınarak böyle olmadıkları vurgulandı). Ya da âyet sonlarının tutması (fasıla) içindir. (ا ري / اد قا رو كُّذلا / ااا رو ف ك).466

1.6.2.6. Tevekkül-duâ Örnek:

مِلاَظلاا ِم و ق لِلاًة ن تِفاا ن ل ع تُا لّاا نَ ب راا ن لَك و تاِ ّللّااى ل عااو لا ق ف

ا ي “Biz yalnız Allah'a güvendik. Ey Rabbimiz! Sen bizi zâlimler topluluğu için imtihan vesilesi yapma. Bizi rahmetinle o kâfir topluluktan koru” dediler” (Yunus, 10/85-86). Hz. Musa’ya kavminden iman eden bir topluluğun dilinden aktarılan bu cümlelerde mü’minlerin “biz yalnız Allah'a güvendik” diyerek önce imanın en büyük alametlerinden biri olan tevekküle başvurup, ardınan “Ey Rabbimiz! Sen bizi zâlimler topluluğu için imtihan vesilesi yapma. Bizi rahmetinle o kâfir topluluktan koru.” sözleriyle Allah'a, zâlimleri üzerlerine hakim kılıp da bunu dinde imtihan vesilesi yapmaması, kendilerini onların tuzaklarından koruması için niyazda bulunarak “tevekkül”ü “duâ”dan önce zikretmeleriyle ilgili olarak Beyzâvî şöyle der: “Tevekkülün (Allah'a güvenip dayanmanın) duâdan önce zikredilmesi, duâ edenin duâsının kabul edilmesi için önce tevekküle sarılmasının gerekli olduğuna dikkat çekmek içindir.”467

1.6.2.7. İbadet-tevekkül Örnek:

اِه ي ل عاا لَك و تا واا ه د ب عا ف “Ona (Allah’a) ibadet et ve ona tevekkül et.” (Hud, 11/123). Beyzâvî, âyette ibadet lafzının tevekküle takdîm nedenini son derece ince bir nükteye bağlayarak şöyle der: “İbadet emrinin tevekkül emrinden önce zikredilmesi, tevekkülün ancak ibadet edene fayda sağlayacağını vurgulamak içindir.”468

466 Beyzâvî, V, 135.

467 Beyzâvî, III, 212. 468 Beyzâvî, III, 270.

1.6.2.8. Harun-Musa Örnek:

ى سو م وا نو ر ها ِّب رِبااَن م اااو لا قااًدَج سا ة ر حَسلاا ىِق ل ا ف “Sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ'nın Rabbine inandık” dediler” (Taha, 20/70). Beyzâvî âyette “ا نو ر ه:Harun” lafzının “ى سو م:Musa” lafzından önce zikredilmesiyle ilgili olarak üç ihtimalden bahseder. “Birinci ihtimale göre, Harun Musa’dan yaşça büyük olduğu için önce zikredilmiştir. İkinci ihtimale göre, âyet sonlarının uyması için önce Harun sonra Musa zikredilmiştir (fasılaya riayet). Zira âyetlerin fasılaları “ى سو م/ اى ت ا /ى ل ع لّا / اا ى سو م ” şeklinde sıralanmaktadır. Üçüncü ihtimal ise şudur. Firavn Musa’yı küçükken büyütmüştü. Eğer sadece Musa’nın Rabbi denilse idi, ya da Musa önce zikredilmiş olsaydı, zihne Rabden kastın Firavn olduğu, Harun’un da ona tabi olduğu için zikredilmiş olduğu ihtimali gelebilirdi”469

görüldüğü gibi müfessirimiz burada “Harun” lafzının “Musa” kelimesinden önce yer almasını “yaşına hürmet”, “fasılaları gözetmek”, “şüpheyi izale etmek” şeklinde üç nükteye bağlamaktadır. 1.6.2.9. Rauf-rahim Örnek: ار ح ا ينِم ؤ م لاِبا م ك ي ل عا صي ا ف ؤ ر ا ح ر

ا مي “O (Peygamber), size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 9/128). Âyette,“ا ف ؤ ر: çok şefkatli” lafzının “ ح را مي :çok merhametli” lafzından önce yer almasının kelâmı güzelleştirdiğine inanan Beyzâvî şunları kaydeder: “Merhametin daha şiddetlisi ve daha beliği olan ‘reuf’un ‘rahim’den önce zikredilmesi âyet sonlarının tutması (fasıla) içindir. (ميظع / ميحر)470

1.6.2.10. Şakir-kefur Örnek:

469 Beyzâvî, IV, 61.

اًيرع س وا ًلّ لا غ ا وا لاِس لا سا نيارِفا ك لِلاا ن د ت ع اااَنِااااًرو ف كاااَمِا وااًرِكا شااَمِاا ليبَسلاا ها ن ي د هااَنِا “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör. Doğrusu biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık” (İnsan,76/3-4). Yüce Allah ilk âyette “ااًرِكا شااَمِا اًرو ف كاااَمِا و” buyurarak önce “şükreden”i daha sonra “inkâr eden nankör”ü zikretmiştir. Fakat daha sonra “ا نيارِفا ك لِلا ا ن د ت ع اا اَنِا: Doğrusu biz, kâfirler için hazırladık” diyerek birincisinden (şakir) önce ikincisini (kâfir) söz konusu etmiştir. Devamındaki âyette “ا را ر ب لّاا َنِا” diye başlayarak tekrar “şakir”in zikrine geçmiştir. Kâfirlerin ilk âyette sonra zikredilip ikinci âyette önce zikredilmesinin nüktesini Beyzâvî şöyle izah eder: “Allah Teâlânın, kâfirlerin zikirlerini sona bıraktığı halde (ilk âyet) tehdidlerini öne alması (ikinci âyet), uyarmanın daha önemli ve daha faydalı olmasındandır. Bir de sözü mü’minlerin zikri ile başlatıp yine onların zikri ile sonlandırmanın daha güzel olmasındandır.”471

1.6.2.11. Muhtal-fehur Örnek:

ا رو خ فا لا ت مخاَل كا ٍُِّ يُا لّا ّللّااَنِاااًح ر ما ِض ر لّاا ِفا ِش تما لّ وا ِساَنلِلا كَد خا رِّع ص تا لّ و “Küçümseyerek insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalım satarak yürüme. Zira Allah kendisini beğenen ve çok övünen hiç kimseyi sevmez. (Lokman, 31/18). “Âyette yer alan “ا رو خ ف: çok övünen” kelimesi, “هّدخا رّعصملل:kibirle yüzünü çeviren” ifadesinin mukabili, “ا لا ت مخ: kendisini beğenen” kelimesi ise “احرما يشاملل, çalım satarak yürüyen” lafzının mukabili olduğu halde,“ا رو خ ف” kelimesinin “ا لا ت مخ” kelimesinden sonra zikredilmesi kezâ âyet sonlarının uyması içindir. “اِير / ام لَا ا رو خ ف / ااِرو م لّا / اا يرب خ ”472

Eğer bu nükte olmasaydı sözün akışına göre ifade ا لا ت مخ ا رو خ ف şeklinde gelecekti. Çünkü “ا رو خ ف” kelimesinin mukabili (ا كَد خا رِّع ص تا لّ و) âyette önce, “ا لا ت مخ ” kelimesinin mukabili (اًح ر ماِض ر لّاا ِفاِش تما لّ و) ise sonra zikredilmişti.

471 Beyzâvî, V, 426.

1.6.2.12. Azap-mağfiret Örnek:

ا ءا ش يا ن مِلاا رِف غ ي وا ءا ش يا ن ماا بِّذ ع ي “Dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar” (Maide, 5/40). Hırsıza verilecek olan el kesme cezasının akabinde yer alan bu âyetteki “azab” kelimesinin “mağfiret” lafzından önce yer almasıyla ilgili Beyzâvî üç vecih zikreder. Buna göre azabın mağfirete takdîmi; ya geçen tertibin de öyle olmasındandır (önceki âyette önce ceza, ardından da mağfiret (tevbe) zikredilmişti). Ya da azabı hak etmenin önce olmasındandır, veyahut azabın buradaki anlamı “kesme”dir ki o da bu dünyadadır.473 1.6.2.13. Türîhûn-tesrehûn Örnek: فا م ك ل و ا لا جَاا هي ح ا نو يُر تا ي ا ح و

ا نو ح ر س تا ي “Onları akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken de sizin için bir güzellik (ve zevk) vardır (Nahl, 16/6). Hayvanlarda insanlar için birtakım faydalar bulunduğundan bahseden âyetler grubu içerisinde yer alan bu âyette, onların sağlıklı, besili, güzel yürüyüşlü manzaralarını izlemenin de onların güzelliğinden faydalanma olacağı ifade edilmektedir. Âyetle ilgili “özellikle akşam ve sabah vaktinin zikredilmesi o iki vakitte barınaklarının etrafı süslendiği ve sahipleri onları gören halkın gözünde büyüdüğü içindir” tarzında bir açıklama yapan Beyzâvî, “ا نو يُر تا ي ;akşamleyin getirirken” lafzının “ح ا نو ح ر س تا ي ;sabahleyin salıverirken” ifadesinden ا وح önce zikredilmesini son derece ince bir belâğî sırra bağlayarak şöyle der: “Hayvanların otlaktan dönmelerini sabahleyin meraya gitmeden önce zikretmesi, süsün onda açık bir şekilde görülmesindendir; çünkü karınları doymuş, memeleri şişmiş vaziyette dönerler.”474

1.6.2.14. Gemi-bulut-yağmur Örnek:

473 Beyzâvî, II, 324; Kâzerûnî, II, 324. 474 Beyzâvî, III, 386.

فاَنِا اا ِك ل ف لا واِرا هَ نلا وا ِل يَلاا ِف لاِت خا وا ِض ر لّا وا ِتا و مَسلاا ِق ل خا تىَل ا ّللّاا ل ز ن ااا م وا ساَنلاا ع ف ن ياا ِبِاِر ح ب لاا ِفاىر تُا ا ا ءا ما نِماِءا مَسلاا نِم ا باِرَخ س م لاا ِبا حَسلا وا ِح ايِّرلاا ِفير ص ت وا ةَبا دا ِّل كا نِما ا هيفا َث ب وا ا ِته و ما د ع با ض ر لّاا ِهِبا ا ي ح ا ف ا ر لّا وا ِءا مَسلاا ي ا نو لِق ع يا م و قِلا تا ي لّا ِض

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır” (Bakara, 2/164).

Beyzâvî âyette yer alan “اِك ل ف لا:gemi” kelimesi ve onun “bulut” ve “yağmur”dan önce zikredilmesiyle ilgili şu ifadeleri kullanır: “Gemiden maksat denizi ve onun bütün özelliklerini Allah’ın varlığına delil getirmektir. Özellikle onun zikredilmesi, denize dalmaya ve onun acayipliklerini görmeye sebep olmasındandır. Bundan dolayı onu yağmurdan ve buluttan önce zikretmiştir; çünkü bu ikisinin menşei genellikle denizdir.”475 1.6.2.15. Yiyecek- ekin-meyve Örnek: ذَلاا و ه اِب ن يا نو ميس تاِهيفا ر ج شا ه نِم وا با ر شا ه نِما م ك لاًءا ماِءا مَسلاا نِما ل ز ن ااى خَنلا وا نو ت يَزلا وا ع رَزلااِهِبا م ك لا ت ا ِّل كا نِم وا با ن ع لّا وا لي

ا نو رَك ف ت يا م و قِلاًة ي لّا كِل ذا فا َنِاا ِتا ر مَثلا “O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir. Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır” (Nahl, 16/10-11). Yukarıdaki âyetlerde önce hayvanların besinlerinden, ardından insanların yiyeceklerinden belli bir sıraya göre bahsedilmesi Beyzâvî’nin dikkatini çekmiş ve bu sıralanıştaki sırrı son derece veciz ifadelerle şu şekilde ifade etmiştir: “Belkide hayvanların otlayacağı şeylerin insan yiyeceklerinden önce zikredilmesi, onların neticede (et, süt gibi) hayvansal gıdalara dönüşmelerindendir. Bunlar da gıdaların en kıymetlileridir. Ekinin meyvelerden (zeytin, hurma, üzüm) önce zikredilmesi de üstünlüğündendir. Üç meyva cinsinin açıklanıp sıralanması da bu

475 Beyzâvî, I, 436.

hesaba göredir.” 476

Bitkiler, hayvanların ve insanların beslenmeleri açısından iki kısımdır. Normalde ibarede insanların beslenecekleri yiyeceklerin önce zikredilmesi uygun olurdu, ancak hayvanlar bitkilerle beslendikten sonra o bitkiler artık hayvandan bir parça oluyor ve et, süt gibi hayvansal gıdaya dönüşüyor. Bu tür gıdalar da bitkisel gıdalardan daha üstündür. Bu itibarla hayvan yiyecekleri insanınkinden üstün oluyor. Bunun için birinci ikinciye takdîm edilmiştir. Bitkisel gıdalar ayrıca ekin ve meyve olmak üzere de iki kısımdır. Âyette “ا ع رَزلا” lafzıyla ekine “ا با ن ع لّا وا ليخَنلا وا نو ت يَزلا و” lafzıyla da meyvelere işaret edilmiştir. Ekinlerin beslenme bakımından meyvelere göre üstün olduğunda şüphe yoktur. Meyvelerin en üstünleri de zeytin, hurma ve üzümdür. Bundan dolayı “her türlü meyveler” diyerek kapalı bir ifade kullanırken bu üçünün adını özel olarak zikretmiştir. Bu üç meyvenin de en üstünü zeytindir. Zira o pek çok faydasından dolayı gıda olarak tüketildiği gibi içindeki yağı dolayısıyla başka alanlarda da kullanılmaktadır. Hurma da üzümden üstündür. Bu yüzden ekini meyveye, zeytini hurmaya, hurmayı üzüme takdîm etmiştir.477

Müfessirimiz âyetin, “işte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır” lafzıyla sona ermesindeki hikmeti de şu şekilde açıklar: “Bütün bu açıklananlar yaratıcının varlığına işarettir. Çünkü kim şöyle düşünürse; Tohum yere düşer, ona topraktan nem sızar, içine işler, böylece üstten çatlar ve ondan bitkinin gövdesi çıkar. Alttan da yarılır ve buradan da kökleri çıkar. Sonra büyür, ondan yapraklar, çiçekler, tomurcuklar ve meyveler çıkar. Bunların her biri içine, şekilleri ve tabiatları ayrı cisimleri alır, halbuki maddesi, aşağıdaki tabii durumlar ve atmosfere ait etkiler hep birdir. İşte kim bu şekilde düşünürse bilir ki bu ancak seçme yetkisi kendisinde bulunan ve zıtların çekişmesinden azade bir yaratıcının işiyledir. Belki de âyetin bu şekilde sonlanması bu yüzdendir.”478 1.6.2.16. Toprak-hayvan-insan Örnek: 476 Beyzâvî, III, 388. 477 Şeyhzâde, V, 252. 478 Beyzâvî, III, 388.

هِبا ِيِ ح نِل ا

اًيرث كا َىِسا ن ا وااًما ع ن ااا ن ق ل خااَِمِا ه يِق س ن وااًت ي ماًة د ل ب “Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanları ve nice insanları sulamak için (gökten tertemiz su indirdik.) (Furkan, 25/49). Âyette Cenab-ı Hak önce toprağın (اًت ي ماًة د ل ب), ardından hayvanların (اًما ع ن ا), sonra da insanların (اَىِسا ن ا), sulanmasını zikretmiştir. Sıralamanın bu şekilde olmasındaki hikmeti Beyzâvî şöyle açıklar: “Hayvanlar insanların vazgeçemeyecekleri şeylerdir. En çok onlardan faydalanırlar, geçimleri de büyük oranda onlara bağlıdır. Bu yüzden onları sulamak insanlara içirmekten önce zikredilmiştir. Nitekim toprağın sulanması da hayvanlardan önce söylenmiştir, çünkü o da hayvanların hayat ve yaşamlarının sebebidir.”479

Görüldüğü gibi toprak hem hayvan hem de insanların hayat ve geçimlerinin sebebi olduğu için bu ikisinden önce zikredilmiştir. Hayvanlar da insanların geçim ve yaşam kaynaklarından olduğu için onlardan önce söz konusu edilmiştir.

Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere Beyzâvî takdîm ve te’hîr konusuna gerekli önemi vermiş, eserini bu türün güzel örnekleriyle tezyin etmiş, konuyla ilgili âyetlerdeki edebî nükteleri bir usta titizliğiyle keşfedip ortaya koymuş, bunu yaparken de çoğu zaman “lealle” (belkide/umarım) ifadesini kullanarak kesin bir dil kullanmaktan kaçınmıştır.