• Sonuç bulunamadı

2. TÜRK SİYASETİ VE PARTİLER HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

2.2. İKTİDAR VE MUHALEFET PARTİLERİ HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

2.3.12 MART 1971 MUHTIRASI VE İKTİDARI HAKKINDA GÖRÜŞLERİ

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının imzaladığı bildirinin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunulması ve 12 Mart 1971 günü TRT radyosundan okunarak halka duyurulmasıyla gerçekleştirilmiştir. Muhtıranın gerekçesi ve amacı ülkenin içine düştüğü anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzlukları önlemek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak olduğu ilan edilmiştir. Muhtırada mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak, kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkil edilmesinin zaruriyetine vurgu yapılmıştır. Muhtıra sonrasında Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanına istifasını sunmuştur.539

Dündar Taşer 12 Mart 1971 muhtırası için “12 Mart, silahlı kuvvetlerin en yüksek yetki ve sorumunu taşıyan kumandanlarının, başka çarelerin tükendiğini görerek yüklendikleri, ağır bir görevdir.”540 açıklamasında bulunmuştur. Silahlı Kuvvetlerin ülkedeki anarşi ortamına son vermek için sorumluluk aldığını düşünmektedir. Süleyman

537 Dündar Taşer, Mesele, ss. 311-315.

538 Dündar Taşer, Mesele, ss. 487-491.

539 Doğacan Başaran, “12 Mart Askeri Muhtırası ve Türk Demokrasisi”, Uluslararası Demokrasi Sempozyumu “Darbeler ve Tepkiler”, 15-16 Aralık 2016 Giresun, Divan Kitap, 2017, ss. 112-131.

540 Dündar Taşer, Mesele, s. 482.

130

Demirel iktidarının aczi neticesinde büyüyen anarşi ortamının bir sonucu olarak değerlediği 12 Mart muhtırasını “Mukadder Son” olarak adlandırmıştır.541 Muhtıranın solu tasfiye için yapıldığını, Süleyman Demirel’in de solun çıkardığı anarşiyi önleyemediği için bertaraf edildiğini ifade etmiştir.542 12 Mart muhtırasının anti-komünist tavrı nedeniyle milliyetçi siyaset tarafından desteklendiği ifade edilir. “12 Mart’ta ülkücü gençliğin nöbeti Mehmetçiğe devrettiği” yönünde beyan edilen söylemler, desteklendiğinin bir göstergesi olarak kaydedilir.543

Dündar Taşer, demokrasi ve hürriyet kavramlarının istismar edilerek, ülkenin geneline sirayet eden anarşi karşısında Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetlerin, nizamı tesis etme, devleti koruma refleksiyle hareket ettiklerine dikkat çekerek; devletin varlığının devamı için hayatiyet arz eden beka ve nizamı, hürriyet ve demokrasiye tercih edildiği kanaatindedir. Muhtırayı, askeri bir disiplinde değerlendirdiği aşikârdır. Zira devletin varlığını koruyabilmesini, hürriyet ve demokrasiden daha önemli görür. Devleti olmayan milletlerin, hürriyetlerinin de olmayacağına vurgu yaparak izahlarda bulunur.544

12 Mart muhtırasını “Devletin kendini koruması” olarak görmüştür. Silahlı Kuvvetlerin ülkedeki anarşi ortamını, iktidara müdahalede bulunmadan halletme imkânı kalmadığını gördüğünden, bu yolu tercih ettiğini ifade etmiştir. Demokrasinin bir liderler rejimi olduğu görüşüne atıf yapan Dündar Taşer, “Bütün siyasi ve toplumsal hareketler ciddi bir liderden yoksunsa, başarısızlığa mahkûmdur.” diyerek; gelinen süreçte hükümetin başarısızlığını ve ülkenin içine düştüğü kaotik ortamı, Süleyman Demirel’in gerçek bir lider olamamasına bağlamıştır. AP’nin ve hükümetin başında olmasına rağmen, liderlik vasıflarını taşımadığı için gerçek manada iktidar da olamadığını düşünmektedir.545

12 Mart muhtırası ile 27 Mayıs askeri darbesi arasında bir de karşılaştırma yapan Dündar Taşer; her iki hareketin bir birinden tamamen farklı olduğunu kaydeder. 12 Mart’ı devleti koruma içgüdüsüyle isyan bastırıcı niteliklere sahip; ihtilalci ve devrimci yönü olmayan, bu sebeple de partileri ve meclisi muhafaza eden, demokratik devlet esasına zıt düşmeyen bir hareket olarak “27 Mayıs ihtilalinden” farklı olduğunu ifade eder. 12 Mart’ın liderini bulup, kadrosunu kurarak sosyal bünyeye uygun düzenlemeler ve

541 Dündar Taşer, Mesele, s. 321.

542 Dündar Taşer, Mesele, s. 343.

543 Tanıl Bora, Cereyanlar Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s. 310.

544 Kösoğlu, a.g.e., s. 71.

545 Aksun, a.g.e., ss. 200-203.

131

icraatlar yapması durumunda, Türkiye’nin her bakımdan ileri bir atılım yapabilme kabiliyeti olduğunu iddia eder. Ancak bu hususta kuvvetli bir ümidi olmadığının da notunu düşmüştür.546

Muhtıra sonrası yaşanan çelişkileri eleştirmiştir. Muhtıra sahiplerinin “Hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokulmuş. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği, ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.” kanaatiyle, Süleyman Demirel Hükümeti’ni düşürmelerine rağmen, yeni hükümet kurulana kadar Süleyman Demirel kabinesini yerinde bırakmalarını, muhtıranın gerekçesi ile çeliştiğini ortaya koymuştur.

Muhtırada parlamentonun da itham edilmesine rağmen, yeni kabinenin yine mevcut parlamentodan ihdas edileceğinin ilan edilmesini de bir çelişki olarak değerlendirir. Zira sosyalist teşebbüsler içinde yer aldıkları gerekçesiyle general ve subaylar emekli edilirken, aynı münasebetler içerisinde yer alan siyasetçilerin, daha üst devlet hizmetlerine getirilmesini, bu çelişkinin bir göstergesi olduğundan doğru bulmamıştır. Üniversitelerde anarşi ortamının solcu teşekküllerce çıkarıldığı ve üniversite yönetimlerince solun himaye edildiği kabul edilmesine rağmen, yine sola yakın isimlerin üniversite yönetimlerine getirilmesini, muhtıra sonrası kurulan düzenin bir başka çelişkisi olarak saymıştır. Ayrıca hükümetin düşürülmesiyle iktidarın muhtıra sahiplerine geçtiğini; ancak sorumluluğun hala hükümette kaldığına dikkat çeker. Bu durumun yetki ve sorumluluğu ayrı ellere verdiğini ifade ederek “yetkilinin sorumsuz, sorumlunun yetkisiz” olduğu bu nizamın da yürümeyeceği uyasında bulunur. Nihat Erim tarafından kurulacak hükümetin, bu riskleri beraberinde getirdiğini şu sözlerle ifade edecektir.

“Sayın Erim hükümette her ne icraat yaparsa, mes’uliyeti ve günahı, kendisini oraya getiren kumandanlara ve Cumhurbaşkanı’na atıf ve izafe edilecek, başarı ve sevabı kendi meziyeti sayılacaktır. Parlamento içinden ve dışından yüzde elliye yakınını aldığı Cumhuriyet Halk Partisi çevreleri bu hükümetin hizmetinden yararlanacak fakat icraatının sorumunu kabullenmeyecektir. Yani, kumandanlarla Cumhurbaşkanı’ndan gayri her müessese yalnız kar’a ortak olacaktır.”547

12 Mart muhtırası sonrası ihdas edilen Nihat Erim hükümetine, ülke önceliklerini esas alarak bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Emniyet ve asayiş temin edildikten sonra başta

546 Aksun, a.g.e., s. 204.

547 Dündar Taşer, Mesele, ss. 325-326.

132

Milli Eğitim olmak üzere devletin tüm kurumlarında yetki makamlarında bulunan komünist unsurların temizlenmesi, ordunun komünist unsurları temizleme faaliyetine, bakanlıklarında iştirak ederek devleti, milliyetçi mefkûreyle yetişmiş, milliyetçi ellerle yönetmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Ayrıca toprak reformu fikrinden vazgeçerek, sermayeyi sanayiye yönlendirilmesi önerisinde bulunmuştur. Daha az gelir ve uzman personelle, Atatürk’ün de devleti bu şekilde yönettiğini ifade etmiştir.548

Nihat Erim Hükümeti’nin 12 Mart muhtırasının gölgesinde kalmasının, Türk ordusuna zarar verdiği kanaatindedir. Hükümetin her icraatında ordunun adını kullanması, muhalif parti ve kişilerin karşısına ordu adına çıkması, halkın genelinde ordunun bir baskı aracına dönüştüğü, intibahı uyandıracağı uyarısını yapmıştır. “Türk milleti 50 tane parti kurabilir; ama ordu yenilenmez.” diyerek, Vaka-i Hayriye tecrübesine atıfla, ordunun adı ve itibarının riske atılmaması gerektiğini ifade etmiştir.549

Nihat Erim Hükümeti’nin resen ve müstakilen iktidarda kalma niyetiyle, köklü bir geleneğe sahip meşveret ve meclis geleneğini küçümseyen, devlet reisine ve kendisini iktidara getiren gerekçeye ve orduya karşı sorumluluk taşımadığına yönelik değerlendirmelerde bulunur. Böylesi bir durumla hükümet ömrünün fazla olmayacağının kaydını düşer. Bu hükümetinde kısa ömürlü olacağını sezen Dündar Taşer’in “Her hareket çıkış istikametine tabi olarak gelişir, onu saptırmak isteyenler hareketin altında ezilmeye mahkûmdur.”550 ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, kısa zaman sonra gelinecek noktayı öngördüğünü söylemek mümkündür. Neticede Nihat Erim hükümetlerinin ilki sekiz ay, ikincisi altı ay hükümet ederek son bulmuştur.

548 Dündar Taşer, Mesele, s. 356.

549 Dündar Taşer, Mesele, s. 438.

550 Dündar Taşer, Mesele, s. 440.

133

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DÜNDAR TAŞER’İN FİKİR HAYATI

Bu bölümde Dündar Taşer’in Türk düşünce hayatındaki yeri ve etkileri üzerinde durulacaktır. Fikirlerini paylaştığı sohbet mekânları, düşüncelerini kaleme aldığı yayınların ve eserlerin tespit ve tetkiki yapılarak; üzerinde önemle durduğu meseleler üzerinden Türk düşünce hayatına katkıları tespit edilmeye çalışılacaktır. Son kısımlarda ise vefatı hakkında bilgi verilerek, Türk milliyetçileri üzerinde bıraktığı fikri ve manevi etkiler değerlendirilecek ve dostlarının ardından kaleme aldığı bir kısım şiirlere yer verilecektir.

1. FİKİR VE DÜŞÜNCE ADAMI DÜNDAR TAŞER

Dündar Taşer, aktif siyasetin içinde siyasi görev ve yetkileri olan birisidir.

Mensubu olduğu MHP’de siyasi görev ve sorumluluklar üstlenmiştir. Partisinin siyaseten güçlenmesi ve dahi iktidara gelebilmesi için, başta ideolojik duruşu ve siyasi görüşlerinin oluşturulmasında en fazla gayret gösteren şahsiyetlerden olmuştur. MHP’nin ülke çapında milliyetçi, maneviyatçı görüş etrafında teşkilatlanmasını sağlamak üzere, Anadolu’nun değişik şehir ve kasabalarına ziyaretler gerçekleştirmiştir. Seçim dönemlerinde meydan ve salon toplantılarında yaptığı konuşmalar, kitlelerde heyecan uyandırmıştır.

Klasik siyasetçi anlayışıyla sadece partisinin seçmen sayısını artırtmayı hedefleyen, günlük siyasetin değişkenlerine göre eylem ve fikri savrulmalar yaşayan birisi değildir. Fikir, düşünce ve dava adamı hüviyetiyle zamanın çoğunu milliyetçi gençlerin eğitimine ayırmıştır. Gençliğin siyasi kadrolar ve programlar peşinde değil, fikir ve ülküler etrafında toplanması gerektiğine inandığından gayreti bu yönde olmuştur.551 Planlı ya da plansız bulunduğu ortamlarda, etrafında oluşan sohbet halkalarında, seminer ve konferanslarda yanında daha çok gençler bulunmaktadır.

Kendisini ilk defa dinleyenler, onun yüksek hitabet gücünden, zarif konuşma üslubundan, sağlam karakter ve kişiliğinden, engin kültürel ve tarih birikiminden, günlük siyaseti yorumlama kabiliyetinden fazlasıyla etkilenmişler ve sonrasında sohbetlerinin müdavimi olmuşlardır.

551 Güngör, Dünden Bugünden…, s. 122.

134

Mütefekkir şahsiyetine, düşünce dünyası ve fikri temellerine bakıldığında;

düşünce mihverinin İslam İmanı ve İ’la-yı Kelimetullah Aşkı, Tarih Şuuru, Millet Sevgisi ve Milliyetçilik, Devlet-i Ebed Müddet Düşüncesi, Büyük Türkiye İdeali, Türk İslam Medeniyeti’ni yeniden kurma ülküsü gibi temel esaslara odaklandığı görülür. Yazı ve sohbetlerine hâkim olan anafikrin milliyetçilik, bakış açısının ise derin bir tarih şuuru ve bu şuurdan beslenen engin tarih felsefesi olduğu müşahede edilebilir.552

Akademik disiplin dâhilinde ilmi çalışmalar yürüten birçok bilim insanının Dündar Taşer’in sohbetlerine katılarak onun fikir ve düşüncelerindeki derinliğe hayran kaldığı kaydedilir. Erol Güngör gibi bir fikir kutbu553, ona olan saygı ve sevgisini

“Fazileti kıskanan biri olsaydım, bu adamdan nefret etmem için her türlü sebep mevcuttu.

İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı ve ben onu bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim. Hayatta olduğu sürece ona olan yakınlığımı şiddetli bir dostluk gibi görüyordum; şimdide bu dostluğun hatırası bana sonsuz gurur veriyor.”554 sözleriyle ifade etmiştir. Engin tarih bilgisi ve şuuru, Türk ve İslam tarihine bütüncül bakışı, tarihi meseleleri yorumlama kabiliyeti, yüksek devlet şuuru, Türk milletine tutku derecesinde sevgisi, sağlam karakteri ve en önemlisi “Büyük Türkiye” idealinin neferleri addettiği milliyetçi gençliğin eğitiminde gösterdiği üstün gayretlerle, çevresini fazlasıyla etkilediği anlaşılmaktadır.555

Fikir ve düşünce çalışmalarının asıl gayesi, gençlere Türk milletini tüm yönleriyle tanıtmak, Türk tarihi ve kültürü hakkındaki yanlış kanaatleri ortadan kaldırmaktır. Cami avlusunda bulunmuş bir çocuk olmadığını, şerefli bir aileye mensup olduğunu ve bir kargaşalıkta babasını kaybederek yetim haneye konan çocuğa, dünya kadar mirasa sahip olduğunu öğretmektir.556 Başarısının büyüklüğü ise; ülkede dağınık ve parçalı halde bulunan Türk milliyetçiliğini derleyip toparlaması, bir bütün haline getirerek ezilmekten kurtarmasıdır. Türk milliyetçiliğinin, tarihinde ilk defa onun çalışmalarıyla bir bütün haline gelebilmesidir. Bütün çalışmaların önünde bir ışık gibi durarak, itilaflı konularda daima hakem olduğu değerlendirilir. Onun gençlere öğrettiği Türk tarihinin yeni yorumu ve bu tarih içerisinde çağdaş Türk gençliğinin yeri ve vazifesine yüklediği anlam, fikri bakımından başarısının sırrı olarak tespit edilir. Başarısının en önemli unsurlarından

552 Güneş, a.g.e., s. 98.

553 Ş. B. Yahnici, Türkmen Ağası: Dündar Taşer, [Belgesel].

554 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1993, s. 136.

555 Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, ss. 135-156.

556 Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 149.

135

birinin de şahsiyetine ait vasıflar olduğunu kabul edilir ki; Dündar Taşer’in bu özelliğiyle

“Veli” ve “Alp” tipi örneklerinin her ikisinin özelliklerini taşıdığı genel bir kanaattir.

Hitap ettiği kesim üzerinde bıraktığı duygusal tesir, yine taşıdığı bu yüksek vasıflara bağlamaktadır.557 İnsanlar üzerinde bıraktığı tesir “büyülenme” olarak tarif edilir. Bunu her hangi bir büyü metoduna başvurmadan irticalen yapabilmesi ise; ona duyulan derin sevgi ve saygıyla şu şekilde izah edilmiştir.

“Ben bir gün bu klasik formüle başvurmadan karşılaştığı herkesi adeta büyüleyen ve kendine bağlayan bir adam gördüm. Büyük bir sihirbaz karşısında gibiydim. Çünkü büyü bir tarafa, normal hayat şartları içinde böyle bir cazibe sahibi olabilmek için gerekli her şeyi bir araya getirebilmek de imkânsızdı. Nasıl oluyordu da bu adam dost-düşman, muhalif-muvafık herkesi ilahi kelam dinliyormuş gibi bir deruni teslimiyet halinde bırakıyor, insanlar onun yanında saf aynalar gibi her türlü kir ve pastan arınmış kalıyorlardı? Niçin ona hayran kalmayan bir kişi bile yoktu? Bu sorularıma hala açık-seçik bir cevap bulmuş değilim. Sadece biliyorum ki böyle bir adam tıpkı kuyruklu yıldızlar gibi dünyada çok nadir zamanlarda görülür ve onun karanlık göğümüzde bir an aydınlatıp geçtiği şeyleri görme saadeti de ancak pek az kimseye nasip olurdu. Adı Dündar Taşer olan bu adamın büyüsünde onun şahsiyetinden gelen çok şeyler vardır ki kendisini görmeyenlere bunları anlatmak imkânsız gibidir.”558

Erol Güngör Türkiye’nin Batılılaşma ve yeni medeniyet inşasını izaha başlarken

“Biz kaybedilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız” der. Siyasi ve askeri güç kayıplarından sonra bir kısım aydın kimselerde, bilinçli ya da bilinçsiz bir düşünceyle “saldırgana benzemek” suretiyle yeniden toparlanma ve güçlenmenin mümkün olabileceği inancının hâkim olduğu söyler. Karşısındakini mutlak haklı; kendini mutlak haksız görmeye kadar varan bu görüşün, özünü inkâr ve tahribe yol açtığını, bununla başa çıkmanın da tek yolunun “ilmi şüphecilik” olduğunu ortaya koyar. Medeniyet kavramının neleri ihtiva ettiği ve gerçekte Batı medeniyetinin ileri olup olmadığı, başka medeniyetlerin insanlık tarihindeki yeri ve önemi, medeniyet tercihinde nelere öncelik verilmesi gerektiği, Türkler için Batı medeniyetinin tek yol olup olmadığı, eski medeniyete karşı çıkmakla nelerin kazanılıp, nelerin kaybedileceğinin sorgulanmasını elzem görür. Batıcı ve muhafazakâr aydınların eski medeniyeti yetersiz, yenisinin de tam olarak alınamayışı noktasında ortak kanaate sahip olmalarına eleştiriler yöneltir. Peşin hükümlerle, yerleşik

557 Güngör, Dünden Bugünden…, ss. 123-124.

558 Güngör, Dünden Bugünden…, s. 126.

136

düşüncelerle mücadele etmenin zorluklarına da dikkat çekerek, Türk medeniyetiyle ilgili genel görüşleri bir kenara bırakıp, onu yeniden değerlendirmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durulması gerektiğini ifade eder. Bu değerlendirmeyi yaparken de süre gelen

“önce iman sonra şüphe” yolunun terk edilerek; “şüphe ile başlayarak imanı arama”

önerisinde bulunur. Türklerin kendi medeniyetine dönüp onu bütün teferruatlarıyla incelemelerinin gerekliliği üzerinde durur. Bunu yaparken de daha evvelinden olduğu gibi Batı medeniyeti değer hükümlerine göre değil; Türk medeniyetinin kendi başına bir kıymeti bulunduğunu daima hatırda tutarak yapılması gerektiğini savunur.

Erol Güngör’e göre; Dündar Taşer Türk aydının içine düştüğü bu aldanmayı görmüş ve hareket noktasını, Türk medeniyetinin özündeki değer hükümleri üzerine oturtmuştur. Kendisinin kökleşmiş terim ve sosyal bilimlerin kuru kavramlarıyla izaha çalıştığı meseleleri, onun bir sanatkâr edasıyla tepeden bakmadan, bizzat yaşayarak ve etrafındakileri de o atmosfer içine katarak yaptığını kaydeder. Bu yönüyle onu Yahya Kemal’e benzetir. Ancak Yahya Kemal’in Türk kültür ve medeniyetini yaşamış, o medeniyeti görmüş biri olduğunu; Dündar Taşer’in ise, Batı nefesinin ülkenin ensesinde hissedildiği bir dönemde doğup büyümesine rağmen, kendisini dinleyenlerde “tarihin sayfalarında çıkmış bir adam” hissi verdiğini ifade eder.559 Kendisini dinleyenlerde bıraktığı tesiri ise şu ifadelerle anlatır.

“Taşer, bizim milletimizin dün yaşadığı gerçeği, bugünde gördüğü rüyayı temsil ediyordu. Bu yüzden onu dinlerken, onunla bir arada bulunurken kendimizi birden bire büyümüş hissediyorduk; üzerimizde yüz yılın biriktirdiği pis ağırlıktan eser kalmıyor, kaybolan şahsiyetimize yeniden kavuşuyorduk. Taşer efsunlu konuşmasıyla, parlak muhakemesiyle, bütün tavır ve hareketleriyle bizim gözlerimizdeki perdeyi aralıyor, önümüze yeni bir dünya açıyordu. Bu dünya aslında gerçekti, ama biz körlüğe alıştırıldığımız için onu yine kapalı gözle görülen bir rüya sanıyorduk.”560

Meseleleri izah ederken daima tarihin süzgecinden geçmiş sağlam ve değişmez verileri temel aldığı, güncel hadisleri dahi tarihi kökenlerine dayandırarak, geleceğe dair hükümler ortaya koyduğu kaydedilir. İleri görüşlü ve meseleleri derinlemesine ele alan bir fikir adamı hüviyetiyle; yüksek kavrama gücü, büyük devlet ve millet bilinciyle “Fena fi’d-devle ve’l mille” (Devlet ve millet kavramında erimiş.) olmuş, büyük bir devlet adamı olarak vasıflandırılmıştır. Devleti ve milletiyle kurduğu sarsılmaz bağ, “Devlet ve millet

559 Güngör, Dünden Bugünden…, ss. 125-132.

560 Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s. 136.

137

kavramında erimiş, bunlardaki büyük ölçü ve sırlara ermiş bir adam. Bir devlet ve millet velisi” cümlesiyle özetlenmiştir.561

Adaşı Dündar Bey gibi kudretli ve büyük bir devlet idealinin davetçisi olduğunu kaydeden Ziya Nur Aksun; Dündar Taşer’in, Türk milletini milli oluşa, yüksek bir ideale ve birliğe davet ettiğine dikkat çeker. Onun “Kendine dön, kendi büyük idealine, cihan kadar geniş devlet anlayışına, milli görüşüne sarıl” sözüne atıf yaparak; büyük oluş ve toparlanmanın aziz müjdecisi olarak sayar. Büyük Türkiye idealinin gerçekleştiği günde, milliyetçi fikir ve hareket adamlarının en büyüklerinden birisi olarak,Dündar Taşer’in saygıyla anılacağını ve seçkin konumuna kavuşacağını ifade etmiştir.562

Sohbetlerine değişik siyasi partilerde görev alan insanlarda katılmaktaydı. Bu kişiler Dündar Taşer’in kendi partileri hakkında yaptığı eleştirilere hiç itiraz etmeden sohbetlerine devam ettikleri, hatta içlerinden bazılarının kendi lider ve partililerinden daha fazla onu sevdikleri ve tuttukları anlatılmaktadır. Bunun sebebi ise meseleleri daima milli ve doğru ölçülerle ele almasına bağlanmaktadır.563 Bu anlamda bütün görüş ve düşüncelerini, kendisinin büyük ve kudretli devlet inancıyla birlikte değerlendirmek gerekmektedir.564

Dündar Taşer’i dinleyenler, onun anlattıklarının doğru ya da yanlış olmasını yahut gerçekle ilişkisini daima ikinci planda tutmuşlardır. Onu tatlı bir rüyayı dinler gibi dinlemişlerdir. En bilinen ya da sıradan tarihi olayları dahi büyüleyici bir üslupla anlatışı, insanlara yeni şeyler öğrenmiş olmanın heyecanını yaşatmıştır. Günlük gelişmeleri tarih içerisindeki yeriyle değerlendirmesi, üç boyutlu bir canlılık sunduğu kaydedilir.565 Sohbetlerinde oluşan iklimden Türk’e düşmanlık duymayan herkesin, özellikle Osmanlı Devletine dair sohbetlerinden tazelenmiş hissiyle, milletine ve kendisine olan inancı yenilenmiş halde kalktığı dile getirilmiştir.566 Bu yönüyle ülkücü örgütlenmenin sağ entelektüellerle ilişki kurmasında önemli rol oynadığı kaydedilir.567

Çok okuyan, aynı zamanda okuduğunu hıfzeden bir insandır. Bir konu hakkında okuma yaparken, daima konu hakkında olumlu ya da olumsuz yazılmış tüm görüş ve

561 Aksun, a.g.e., s. 19.

562 Aksun, a.g.e., s. 27.

563 Aksun, a.g.e., s. 91.

564 Aksun, a.g.e., s. 148.

565 Kösoğlu, a.g.e., s. 31.

566 Kösoğlu, a.g.e., s. 62.

567 Kemal Can, “Ülkücü Hareketin İdeolojisi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Milliyetçilik, C. 4. Ed.

Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, ss. 663-685.

138

fikirleri okumaya gayret eden birisi olduğu bilinmektedir. Türk edebiyatına ve musikisine, bir icracısı kadar ilgi duymaktadır. Türk musikisi ve özellikle de Osmanlı

fikirleri okumaya gayret eden birisi olduğu bilinmektedir. Türk edebiyatına ve musikisine, bir icracısı kadar ilgi duymaktadır. Türk musikisi ve özellikle de Osmanlı