• Sonuç bulunamadı

Mantık, Felsefe veya Teolojide bir iddiayı yine kendisiyle ispatlamaya, Arap düşünürler “Müsadere

Tartışmadaki Yazılar Üzerine Bir Değerlendirme

52 Mantık, Felsefe veya Teolojide bir iddiayı yine kendisiyle ispatlamaya, Arap düşünürler “Müsadere

ale’l-matlub” demektedir. Burada “matlub” hüküm içindir. “Tanrının var olduğunu nereden anlarız?” sorusuna “Çünkü İncil öyle söyler” demek buna bir örnektir.

kaidesine benzer bir şey yapmaktadır. “Doğrusu tenkit mi yoksa intikad mıdır? Bilmem ve bilmek için de uğraşmak istemem” sözleriyle konuya başlaması ve “henüz lisanımız- da ıstılahı takarrür etmeyen bu şube-i sanat nasıl vücut bulmuş olabilir” demesi daha sözün başında zihinleri bu değerlendirmelere alıştırmak içindir. Yazısının neticesi bizde müntekid yoktur dolayısıyla intikad yoktur hükmüne varmaktadır. Alıntı cümlesinde tenkidi “sanat” sayması da ayrıca dikkat çekicidir. Rıza Tevfik’e göre Mehmet Rauf da benzer bir yaklaşımla görüşlerini dile getirmektedir.53

Rıza Tevfik için Raik Vecdi’nin parlak bir üslupla yazdıklarını okuyan azıcık felsefe meraklıları yazılanları “mutlakiyetin tarifi” yahut “gayr-ı mer’inin ifadesi”; eski Şark’ın meraklıları da yeni üslupla güzelce kaleme alınmış “Simurg Anka hikâyesi” zanneder. Hâlbuki gerçekte bir “hiç” bir “vehim”dir.54 Rıza Tevfik de Ayın. Nadir gibi Raik Vecdi’yi

eleştirirken mantığa ve mantıkbilime değer vermektedir. Fikirlerini değerlendirip izah eder- ken mantıksal hataları da ortaya koymaktadır. Bununla birlikte bir münekkitte bulunması gereken şartlar ve özelliklere dair görüşlerine “açıktan açığa” katılmaktadır. Eleştirinin ne kadar zor bir iş olduğuna dair fikirlerini bazı eleştirilerinin yanı sıra tasdik etmektedir.55

Raik Vecdi’nin zevk-i selim, hüsn-i mutlak ve zevk-i milliyi reddetmesini ve yazısının sonunda bizde gerçek anlamda tenkit ve münekkidin olmadığı, dolayısıyla meseleyi “asrın ruhu”na, “tarih” ve “zaman”a bırakarak eleştiri ve eleştirmenlikten vazgeçmemiz gerektiği konusundaki düşüncelerini de eleştirir. “Mantık pek hoşa gitmiyorsa da” bunu yine izah etmek istediğini söyler. Buna göre, “zaman” filozof ve matematikçilerin metafizik bakımdan mahiyetlerini anlamak istedikleri “zaman” değil- dir. Raik Vecdi’nin bahsettiği “zaman” Rıza Tevfik’in anladığı manada “insanlar”dır. İnsanlar zamanın ifadesi olduğuna göre eleştirmen de Adam Smith, Darwin, Spencer gibi dâhileri en büyük vasıta olarak dikkate almak durumundadır. Rıza Tevfik burada benzer görüşte olan Ayın. Nadir’e katıldığını söyler. “Zaman”ın geçmişle de ilgisi var- dır. Fransa’da klasikler eski Yunanlıları, sembolistler Orta Çağ’ı diriltmeye çalışmıştır. Raik Vecdi’nin bahsettiği “ruh-ı asır” ve meseleyi gelecek zamanlara bırakmak bu bakımdan pek doğru görülmemekle birlikte gülünçtür. Çünkü onca eleştiriye rağmen Platon ve Aristoteles’in eski eserleri ve görüşleri hâlâ tartışılmaktadır.56

53 Rıza Tevfik, a.g.m., s. 967.

54 a.g.m., s. 967. (Rıza Tevfik konunun daha iyi anlaşılması için Fransızların meşhur sembolistlerinden

Stephane Mallarme ile ilgili bir makalede okuduğu bir hikâye anlatır. Hikâye özetle şöyledir: Mallarme bir gün sevenlerinden birine eserlerinden yeni bir şiir okumuş sonra ne anladığını sormuş. Zavallı adam edebî güzelliğin yarı gölgeli sanat içinde çok zor görülebilen bir incelik ve nezaketin gizemli güzelliğini şimdi keşfedebildim zannıyla: “C’est la definiation de l’absolu” yani “Mutlakın tarifidir” diye cevap vermiş. Mallarme tam bir hayretle: “Hayır Mösyö... Yazıhanemdeki masanın tarifidir” demiş.).

55 a.g.m., s. 968.

Rıza Tevfik’e göre Mehmet Rauf’un Ha. Nazım’a yazdığı “Şu Tenkit Meselesine Dair” yazısı “bayağı”dır. Rauf’un bazen hüsnüniyet ve masumiyetinden bahseden tavrı, halis bir kalbe sahip olduklarına hâkimleri ikna için yalancı şahitlik yapanla- ra benzemektedir. Yazının “dereden tepeden bahsoluşuna rağmen” neticede tertibi bir “reklamdan” ibarettir. Ha. Nazım’a Servet-i Fünun’un son beş yıldaki sayılarını okumasını tavsiye etmesine bakılırsa dergiyi ansiklopedi zannetmektedir. Hâlbuki Servet-i Fünun dergisinin eski yazarlarından Ha. Nazım, Servet-i Fünun’dan bir şey öğrenenlerden değil o dergiyle birçok şey öğretenlerdendir.57 Rıza Tevfik bu bakımdan

Ha. Nazım hakkındaki iyi düşüncelerini asla değiştirmemiştir. Tartışmada Ha. Nazım gerçekten polemik bir tarz yerine bir vukuf üzere düşüncelerini ortaya koymaktadır.

Hüseyin Cahit’e gelince onu “oldukça samimi bir muharrir” saymakla birlikte kitaplarda gördüğü düsturların tatbikatında yanlışlıklardan kendini kurtaramadığı ka- naatindedir. Ayrıca bazı tabirleri güzelce tercüme etmesine rağmen hakiki manalarını dedirtemeyecek kadar gafil görünmektedir. Şöyle ki eski sanat felsefesine göre güzelli- ğin tarifinden olan “gayr-ı merinin ifadesidir” gibi batıl bir düsturu Ha. Nazım’a karşı fırlatması sadece “bir hata değil bir büyük beceriksizlik”tir. Bu tarif Raik Vecdi’nin o hiç doğmayacak olan “müntekid-i hakiki”si hakkında sadıktır. Hüseyin Cahit Bey bilmeyerek arkadaşını vuran şaşı bir avcı kadar beceriksizlik etmiş oluyor”.58

Sonuç olarak, Servet-i Fünun ve Malumat yazarları arasında tenkit etrafında gelişen tartışma genelde sanat eserlerinin değeri, mahiyeti ve bu değer ve mahiyetin anlaşılmasına ilişkin mantık ve estetiğin önemine dikkatleri çekmiştir. Basında harf, hareke yanlışlıkları, terkip hatalarına odaklanan ve bir aşama daha kaydederek lafızlara yönelik dikkatlere yönelen tenkit, Malumatçılara karşı Servet-i Fünuncuların –özel- likle Raik Vecdi’nin (Cenap Şahabettin)– yerinde vurgusuyla yazar ve sanat eserlerini anlamada yetersizdir. Çünkü bir eserin bütünü ve mahiyeti onu meydana getiren par- çadan farklıdır. Eleştirmenin vazifesi kusurları ortaya dökmek değil eserin kıymet ve mahiyetini göstermektir. Eleştiriyi bir çeşit açıklama, izah ve aydınlatma sayan Servet-i Fünunculara göre tenkit bir sanat; mantıklı muhakemeler silsilesi sayan Malumatçılara göre ise bir bilimdir. XIX. asır Türk edebiyatının son çeyreğinde hakiki manada bir eleştiri ve eleştirmenin bulunmadığı görüşü genel olarak kabul görmüştür. Yine de bir eleştiri ve eleştirmende aranan özelliklere baktığımızda Malumatçıların -özellikle Ha. Nazım’ın (Ahmet Reşit Rey)- Servet-i Fünunculara göre daha tutarlı kriterler ortaya koyduğu görülmüştür. Sanatta zevk ve güzellik bahsinde Servet-i Fünuncular subjek- tif Malumatçılar objektif eleştiriye yönelmektedir. Tabii eserle sanat eseri farkından hareketle fikir yürüten Malumatçılar sanat ontolojisi bakımından Servet-i Fünunculara göre daha modern ve objektiftir. Sanatta güzelin ifade ve tarifi polemiğe kaçan bir

57 a.g.m., s. 971.

tarzla dile getirilmişse de her iki tarafın güzele ilişkin değerlendirmeleri edebiyatta klasik estetik anlayıştan vazgeçildiğini ve sanat eserlerinin de artık Batılı düşünür ve filozofların görüşleri ışığında değerlendirildiğini göstermektedir. Servet-i Fünuncular bir yandan Malumatçıların edebî eserlere dair hükümlerde bulunmalarına karşı çıkarken diğer taraftan bu eserlere ilişkin tenkitler yayımlamaktadır. Eserlere yönelik analizlerde bulunmak, bazı kıstas ve kategorilere göre edebî verimleri yorumlamak uygulamalı bir eleştiridir ve burada hüküm vermek kaçınılmazdır. Bu bakımdan Servet-i Fünun- cuların hüküm verdikleri yönünde Malumatçılara karşı çıkmalarında bir tutarsızlık vardır. Malumatçılar tenkidi mantıklı bir muhakeme silsilesi olarak görürken edebî eserlere dair dizgeler ortaya koymaya çalışmaktadır. Servet-i Fünuncular eleştiriyi bir sanat olarak gördükleri için bu duruma karşı çıkmıştır. Edebiyatta modern eleştiri teorilerinin hükme dayalı dizgeler oluşturmaya çalıştıkları da bir gerçektir. Hüseyin Cahit ve Mehmet Rauf Malumatçıların tenkitte mantığı bir vasıta olarak kullanmasını eleştirirken Cenap Şahabettin’in de aynı usulü bazı yazılarında denediğini görememiş- tir. Bu durum da bir tutarsızlık örneğidir. Malumatçıların eleştiride mantık bilimine dikkatleri çekmesi önemli bir ayrıntı olmakla birlikte polemiğe kaçan üslup mantığı ortadan kaldırmıştır. Anlaşılan bugünkü edebiyat tartışmalarında yitirilen bir değer olarak mantık, tartışmanın vuku bulduğu yirminci yüzyılın başında kaybolmuştur. KAYNAKLAR

Abrams, M. H., A Glossary of Literary Terms, U.S.A.: Published by Heinle & Heinle Pub: Boston, Massachusetts, 1998.

Akyüz, Kenan, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, Tarihsiz.

, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, Tarihsiz.

Ayın. Nadir (Ali Ekrem Bolayır), “Şiirimiz”, Servet-i Fünun, 2, 9 Teşrinisani 1316 (15, 22 Kasım 1900), nr. 505-506., s. 163-170.; 178-186.

, “Musahabe-i Edebiyeye Cevap”, Malumat, c. XII., nr. 285., 19 Nisan 1317 (2 Mayıs 1901), s. 892-898.

, “Cevap”, Malumat, C. XII., nr. 289., 17 Mayıs 1317 (30 Mayıs 1901), s. 950-954. Cenap Şahabettin, “Musahabe-i Edebiye 26, Menafi-i Edebiye”, Servet-i Fünun, nr. 329, 19

Haziran 1313 (1 Temmuz 1897), s. 259-261.

, “Musahabe-i Edebiye 43: Tefrit ve İfrat”, Servet-i Fünun, nr. 387., 30 Temmuz 1314 (11 Ağustos 1898), s. 356-359.

, (Raik Vecdi), “Müntekid-i Hakiki”, Servet-i Fünun, 12 Nisan 1317 (25 Nisan 1901), nr. 528, s. 114-116.

Coşkun, Menderes, Eski Türk Şiirinde Edebî Tenkit (Şairin Şaire Bakışı), Ankara: Akçağ Yayınları, 2007.

Emiroğlu, İbrahim, Klasik Mantığa Giriş, Ankara: Elis Yayınları, 2005.

Enginün, İnci, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013.

, Cenap Şahabettin, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1044, 1989. Ercilasun, Bilge, Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit, İstanbul: MEB Yayınları, 1998.

Ha. Nazım (Ahmet Reşit Rey), “Musahabe-i Edebiye: 51: Tenkit Hakkında”, Servet-i Fünun, nr. 411., 14 Kânunusani 1314 (26 Ocak 1899), s. 323-326.

, “Şiir ve Fen”, Malumat, C. XIII., nr. 282., 29 Mart 1317 (1 Nisan 1901), s. 831. , “Tenkit”, Malumat, C. III., nr. 284., 12 Nisan 1317 (25 Nisan 1901), s. 867-871. , “Cevap”, Malumat, C. X., nr. 277., 10 Mayıs 1317 (23 Mayıs 1901), s. 939-943. Halit Safa “Tekâmül-i Tenkit”, Maarif, nr. 22., 23 Mayıs 1312 (4 Haziran 1896), s. 342-345. Hüseyin Cahit, “Hayat-ı Matbuat I, III”, Servet-i Fünun, nr. 530., 26 Nisan 1317 (9 Mayıs

1901), s. 156-158.; nr. 532, 10 Mayıs 1317 (23 Mayıs 1901), s. 178-180.

, “Tenkit Numuneleri: Balzac”, Servet-i Fünun, nr. 533-538., 17, 24 Mayıs 1317 (30 Mayıs, 6 Haziran 1901), s. 194-199.; 215-220.; 31 Mayıs, 7, 14 Haziran 1317 (13, 20, 27 Haziran 1901)., s. 231-236.; 247-253.; 259-266.; 21 Haziran 1317 (4 Temmuz 1901), s. 277-283.

J.C. Carloni – Jean C. Filloux, Eleştiri Kuramları, çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Multilingual Yayınları, 2000.

Mehmet Rauf, “Tekâmül-i Tenkit 6 On Dokuzuncu Asır İkinci Devir Yine Sainte-Beuve”,

Servet-i Fünun, 28 Mayıs 1314 (9 Haziran 1898), nr. 378, s. 217-220.

, “Tekâmül-i Tenkit 6 On Dokuzuncu Asır İkinci Devir Hippolyte Taine”, Servet-i Fünun, 18 Haziran 1314 (30 Haziran 1898), nr. 381., s. 269-270.

, “Şu Tenkit Meselesine Dair”, Servet-i Fünun, nr. 531., 3 Mayıs 1317 (16 Mayıs 1901), s. 171-175.

Okay, Orhan, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2005.

, Sanat ve Edebiyat Yazıları, “Edebiyatın Üstünlüğü”, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1990. Önertoy, Olcay, Edebiyatımızda Eleştiri Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemleri, Ankara: Dil

ve Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, 1980.

Özön, Mustafa Nihat, “Edebiyatımızda Münakaşalar”, Oluş, Ankara, 1. İkinci kânun 1939, C. 1., S. 1., s. 7-9.

Rıza Tevfik, “Mübahesat ve Tenkidat-ı Edebiye Hakkında”, Malumat, C. XII., nr. 290., 24 Mayıs 1317 (6 Haziran 1901), s. 966-972.

Tarakçı, Celal, Cenab Şahabeddin’de Tenkit, Samsun: Eser Matbaası, 1986.

Tevfik Fikret, “Musahabe-i Edebiye: 51: Hafta-i Edebî”, Servet-i Fünun, nr. 509, 31 Kânunuevvel 1314 (12 Ocak 1899), s. 295-298.

Tunalı, İsmail, Sanat Ontolojisi, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2002.

Wellek, Rene, Concepts of Criticism, “The Term and Concept of Criticism (Terim ve Kavram Olarak Edebî Tenkit”, Fifth Printing October 1969, USA., Çev. Sıddık Yüksel, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2014, s. 331-343.

Şahbaz Şamıoğlu (Musayev)

*

MATTERS RELATED TO PRESS IN THE LETTERS OF M. F. AKHUNDZADE

ÖZ: Makalede Rusya Müslümanlarının ve Azerbaycan Türklerinin ilk gazetesi olan H. M. Zerdabî’nin Ekinçi gazetesinin ortaya çıkışında M. F. Ahundzade’nin rolünden, bu iki şahsın mektuplaşmalarından söz edilmektedir. Aynı zamanda Ahundzade’nin bazı mektuplarında dile getirdiği matbuat, matbuat dili, gazetecilik gibi konulardaki tenkit ve görüşleri de ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: M. F. Ahundzade (Ahundov), Azerbaycan matbuat tarihi,

Azerbaycan edebiyatı, tenkit, mektup, dil ve üslup, matbuat, gazetecilik. ABSTRACT: The article discusses M.F. Akhundzade’s role in the emergence of

Ekinçi, the first newspaper of Azerbaijani Turks founded by H. M Zerdabi, and

the correspondence between these two figures. In addition to this, the study covers Akhundzade’s views and criticism expressed in some of his letters on such issues like the press, the language of the press, and journalism.

Keywords: M. F. Akhundzade (Akhundov), the history of the Azerbaijani press,

Azerbaijani literature, criticism, letter, language and style, the press, journalism. ...

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 15, Nisan 2017, s. 75-88.

* Doç. Dr., Azərbaycan Millî Elmlər Akademiyası Nizami Adına Ədəbiyyat İnstitutu, Bakû, (shindi61@

Mirza Fethali Ahundzade (1812-1878)’nin Azerbaycan edebî-medenî fikir tarihinde özel bir yeri vardır. O, bütün Doğu’nun, o cümleden Türk dünyasının ilk dramaturgudur. 1850-1855 yılları arasında yazdığı altı komediyle Azerbaycan tiyatro yazarlığının, 1857 yılında kaleme aldığı Aldanmış Kevakib ile modern bediî nesrin temelini atmıştır. Bütün bu eserleri 1859’da Tiflis’te Temsilât ismiyle basılmıştır. Aynı zamanda Azerbaycan’ın ilk edebî tenkitçisi ve nazariyecisi olan M. F. Ahundzade, hayatta iken bazı eserleri başta Rusça olmak üzere bazı Avrupa dillerine çevrilerek neşredilmiş, Avrupa’nın önemli dergilerinde ondan yaratıcı, orijinal bir sanatkâr olarak söz edilmiştir.

M. F. Ahundzade hayatı boyunca Müslümanların medenî seviyesinin daha da yükselmesine, dünyanın gelişmiş milletleri arasında layık oldukları yeri almalarına çalışmıştır. O, zengin bediî ve ilmî yaratıcılığında, Azerbaycan Türklerinin Avrupa’ya entegrasyonunun gerekli olduğunu her zaman ileri sürmüş, bu sahadaki düşünce ve görüşlerini mükemmel bir bütünlüğe ulaştırmıştır.

M. F. Ahundzade’nin tarihî hizmetlerinden biri de o dönemde kullanılan fakat Türk dilleri için uygun olmadığını düşündüğü Arap harfli alfabenin ıslahı veya değiş- tirilmesi idealini ileri sürmesi, bu konuda sürekli çaba göstermesidir. O, yeni alfabe tasarısının müzakere edilmesi için 1863 yılında İstanbul’a gitmiş, orada sadrazam Fuad Paşa, Hariciye Nazırı Ali Paşa, Maarif Nazırı Edhem Paşa ve diğer resmî şahsiyetlerle görüşmüş ve bu konuda tartışmıştır. Onun alfabe tasarısı görkemli Türk âlimi ve devlet adamı Münif Efendi’nin başkanı olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de müzakere edilmiştir. O dönemde objektif sebeplerden dolayı M. F. Ahundzade’nin yeni alfabe tasarısı gerçekleşmese de uzun yıllar boyunca bu problem ilmî çevrelerde gündeme getirilmiştir. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin (1918-1920) Bolşevikler tarafından yıkılmasıyla yeni alfabe meselesini gerçekleştirmek mümkün olmamıştır. 1929 yılında Azerbaycan Türkleri Latin harfli alfabeye geçseler de 1939 yılında Sovyetler Birliği yönetiminin doğrudan doğruya Moskova’dan gönderdiği emrin ve baskının sonucu olarak Kiril (Rus) alfabesine geçilmiştir. M. F. Ahundzade’nin yeni alfabe arzusu ancak Azerbaycan’ın yeniden bağımsızlığını elde etmesinden sonra (1991) gerçekleşmiştir.

Arap harfli alfabenin, dünyanın gelişme-ilerleme döneminde mensup olduğu halkın inkişafı önünde bir engel olduğunu katı bir şekilde kabul eden ve bu alfabenin ıslahı uğrunda sürekli mücadele eden M. F. Ahundzade, aynı zamanda kitap basma problemleri ve millî matbuatın yaratılması istikametinde de çalışmıştır. O, genel olarak faaliyetlerinde pragmatik olduğundan çok iyi anlıyordu ki bir bütün olarak edebiyat, cemiyete hizmet etmeli, onun inkişafında esas vesile olmalıdır. M. F. Ahundzade bu meselelerde tabii ki Avrupa tecrübesine dayanıyordu. Avrupa halkları XV. asırdan itibaren modern matbaalar vasıtasıyla kitaplar bastıkları hâlde, bin yıllık medeniyet tarihine sahip Şark halkları, hâlâ hattatların hazırladıkları el yazma kitaplarla yetini- yorlardı. M. F. Ahundzade, Avrupa’nın bu tecrübesinden yararlanarak kitap basma

işinin, matbuatın yaratılması için ilk basamak, gazeteciliğin temeli için de önemli bir merhale olduğu kanaatindeydi.

Avrupa ülkelerinde XV. asırdan itibaren ilk matbaalarda sırf kitap basılmış, bun- dan tahminen iki asır sonra da matbu gazeteler ortaya çıkmıştır. Azerbaycan’da haricî ülkelerin gazetecilik tarihi uzmanı Hemid Veliyev, haklı olarak şöyle diyor:

Kitab baskısı gazeteciliğin inkişafında mühim âmil olmuş; XV. asır, Gutenberg İmpara- torluğu dönemi olarak tanınmış; Venedik ise İtalya’da kitap basma işinin payitahtı olarak kabul edilmiştir. Venedik’te Aldus Pius Manutius’un matbaa neşriyatı 100 yıl faaliyet göstermiş, 40 yıl içinde Avrupa’nın 260 şehrinde 1100 matbaa açılmıştır.1

İlk matbaaların Rusya’da XVI., Türkiye’de XVIII. asırdan itibaren faaliyete başla- dığını belirtmeliyiz. Kısaca söylemek gerekirse Azerbaycan Türkçesinde sanayi ürünü sayılabilecek kitap basma işinin gecikmesi, tabii ki milletin medenî inkişaf seviyesine etki etmemiş değildi. Bu zarurî işin gerçekleştirilmesi uğrunda M. F. Ahundzade gibi bir aydının çalışmalara başlaması elbette tesadüfî bir iş değildir. Onun bu konudaki çalışmaları, kitap ve matbuat tarihimizin uzmanları tarafından defalarca dile getirilmiş- tir. Araştırmacı Reşid Mahmudov’un M. F. Ahundzade’yi Azerbaycan gazeteciliğinin kurucusu olarak adlandırması boşuna değildir: “Matbuatımızın, publisistika ve genel

olarak gazeteciliğimizin ortaya çıkışı, birinci derecede onun (M. F. Ahundzade’nin – Ş. Ş.) düşünce ve faaliyetiyle ilgilidir.” kanaatini ileri süren R. Mahmudov, görüşünü

şöyle savunuyordu: “Evet, doğrudur, M. F. Ahundzade şu veya bu neşriyatın başında

değildi; lakin ana dilimizde matbuat yaratmak için ilk teşebbüsü o göstermiş ve bu sahada çok iş görmüştür.”2

M. F. Ahundzade Türk dilinde kitap basmak için kendi öğretmeni ve dostu Mir- ze Şefi Vâzéh’le birlikte matbaa açmayı planlasa da “gerekli şartlar oluşmadığı ve Ahundzade’nin talep ettiği ‘uzlaşmalar’ reddedildiği için onun Azerbaycan Türkçesinde kitap basıp yaymak maksadıyla matbaa açma çabası” gerçekleşmemiştir. R. Mahmudov bunun sebebini doğru bir şekilde değerlendirerek, malum çevrelerin, neşriyat işinin M. F. Ahundzade elinde güçlü bir vasıtaya dönüşeceğini gördükleri için katı bir şekilde bu işe direnç gösterdiğini ve bu teşebbüsün gerçekleşmesine imkân vermediklerini belirtmiştir.3

Genellikle Çar yönetimi her veçhile Müslümanların, o cümleden Azerbaycan Türklerinin ilmî-medenî müesseseler kurmalarının sert bir şekilde karşısında olmuştur. Millî matbuatımızın kurucusu Hasanbey Melikzade Zerdabî’nin biyografisini yazan Ferhad Ağazade, devrin gerçekliklerini umumîleştirerek şöyle diyordu: