• Sonuç bulunamadı

Kurgusallık Teorileri ve Kurgusallık Göstergeler

Yukarıda da belirttiğimiz gibi klasik-sonrası anlatıbilimin kurgusal-olmayan an- latıları da inceleme nesnesi hâline getirmesi ve dolayısıyla disiplinlerarasılığı dikkate almasıyla birlikte “kurmaca” ve “kurgusallık” kavramları, anlatı teorisyenleri tara- fından yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Bu bağlamda anlatıya kurmaca-temelli bir yaklaşımın geliştirilmesi gerekliliği vurgulanmış hatta Dorrit Cohn gibi araştırmacılar “fictionology” (kurmaca bilimi) şeklinde adlandırılabilecek bir kurmaca bilimi kuru- labileceği yönünde çağrı yapmışlardır. Anlatı teorisyenlerinin çoğu, gerek kurgusal gerek kurgusal-olmayan bütün anlatıları kapsayacak genel bir kurgusallık yaklaşımının gerekliliğini vurgulamıştır.

Kurgusallıkla ilgili araştırmalara ve teorilere geçmeden önce “kurmaca” ve “kur- gusal” terimleri arasındaki farka değinmek istiyoruz. Schmid’in belirttiği gibi sanatsal bir anlatı metninin en temel özelliklerinden biri onun “kurgusallığı”dır yani orada temsil edilen dünyanın “kurmaca” olmasıdır. Burada “kurgusal” terimi metni karakterize eder; “kurmaca” terimi ise kurgusal metinde temsil edilen şeyin durumuna işaret eder. Mesela roman kurgusaldır, resmettiği dünya ise kurmacadır.11

Kurgusal metinlerin kendilerine has özelliklerle ayırt edilip edilemeyeceği meselesi oldukça tartışmalıdır. Esasında bu tartışmayı başlatan, 1950’li yıllarda Kate Hamburger olmuştur. Hamburger, “kurgusal ya da mimetik” türün tekliğini savunmuş; üçüncü şahıs anlatısı, tiyatro ve filmi buna dahil ederken lirik şiiri ve birinci şahıs anlatısını dışarda bırakmıştır. Ona göre kurgusal tür, edebiyatın ikinci temel türü olan “lirik ve varoluşsal tür”den şu belirtilerle ayrılır:12

1. Geçmiş zaman kipi, gramatikal olarak geçmişte olanı gösterme işlevini kaybeder; bu durum, bir fiilin geçmiş zamanda çekimlenmiş hâlini deiktik bir gelecek zarfıyla birleş- tirme ihtimali söz konusu olduğunda görülür (Örnek: Yarın Christmas’tı.) ve genellikle kurmacada gramatikal zamanın zamansızlaştırılmasına yol açar.

2. Anlatılan şey gerçek bir kaynağa değil kurmaca kaynağa, temsil edilen karaktere ya da karakterlere gönderme yapar.

3. Üçüncü şahıslara atfen kullanılan iç eylem fiilleri bir bilgi kaynağından kaynaklanmaz. Hamburger’in konuyla ilgili pek de bütünlük arz etmeyen görüşleri, özellikle de kurmacadaki geçmiş zaman meselesiyle ilgili tezi çeşitli eleştiriler almıştı. Başlıca itiraz, burada anlatıcının ve karakterin bakış açılarının birbirine karıştığı yönündeydi, yani “Yarın Christmas’tı” derken “-tı” geçmiş zaman ekiyle belirtilen kısımda anlatı- cının bakış açısı, deiktik zaman zarfı “yarın” ise aksine karakterin bakış açısını ifade

11 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 61. 12 Akt. Schmid, Narratology: An Introduction, s. 25-26.

etmektedir; çünkü eylemin bu anında Christmas ertesi gün olacaktır. Hamburger’in verdiği örnekler genelde serbest dolaylı söylem yapısındadır. Ayrıca karakterin iç konuşmasının bu şekilde anlatıcısal aktarımı üçüncü sahıs anlatıyla da sınırlı değildir, birinci şahıs anlatıda da pekâlâ görülmektedir. Sonuç olarak Hamburger’in kurgusallığı objektif metinsel özelliklerle açıklama çabasının çürütüldüğü ve günümüzde geçerli bir görüş olmadığı söylenebilir.13

Kurgusallığın bir araştırma alanı olarak kabul görmesi ve irdelenmesi 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. 1970 ve 80’li yıllarda edebiyat teorisinden ziyade dil felsefesi ve mantığın ilgi gösterdiği kurgusallık meselesi daha çok semantik (anlambilim) ile pragmatik (edimbilim) arasındaki tartışmayla sınırlı kalmıştır. Semantik, çoğunlukla kurgusal ifadelerin önerme değerini tartışmak için kipsel (modal) mantıktan fayda- lanmıştır; kurgusal söylemin içeriğinde ayırt edici olan şeylere, mesela özel isimlerin kullanımına, kurmacada –şayet varsa– göndermenin ya da doğruluğun rolüne, kurgu- sal varlıkların tabiatına vb. odaklanmıştır. Pragmatik ise doğruluk değeri taşımayan ifadelerden oluşan kurmacanın bir bildirişim biçimi olarak nasıl işlediğini tartışmak için söz edimleri teorisinden ilham almıştır; kurmacanın üretimi ve alımlanması, yani kurmaca üretme faaliyeti (niyetler, uzlaşmalar ve kurmacanın oynadığı toplumsal rol) üzerine odaklanmıştır. Bu tartışmalar kurmaca türüyle ilgili olmaktan ziyade özel isimlerin göndergeselliği ve münferit cümlelerin incelenmesi vb. üzerine odaklanmıştı. Tarihsel olarak bakıldığında teorisyenlerin çoğu bu yaklaşımların birini ya da diğerini tercih etmiştir; ancak bu iki teori arasındaki ilişki irdelendiğinde, bunların birbirini tamamladığı öne sürülebilir. Netice itibarıyla semantik teoriler kurgusal söylemin içinde ne olduğuyla ilgilenir, pragmatik teoriler ise dışarda ne olduğuyla ilgilenir.14

Kurmacayla ilgili dikkate değer çalışmaları bulunan Dorrit Cohn’un 1990 yılında yazmış olduğu “Signposts of Fictionality: A Narratological Perspective”15 (Kurgusal-

lığın Göstergeleri: Anlatıbilimsel Bir Bakış Açısı) başlıklı makalesi, bu tartışmaların yarattığı önyargıları gidermeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte Cohn’un asıl amacı, “göndergesel olmayan anlatı” olarak tanımladığı, anlatı ile kurmacanın postmodern birleşimine karşı koymaktı. Onun metodu, Kate Hamburger ve Ann Banfield gibi araştırmacıların edebiyata getirdiği dilbilimsel yaklaşımlarla benzerlikler taşıyordu ve kurmacayı, kurmaca-olmayandan ayırmak için kurmacanın kendi statüsüne işaret edecek metinsel unsurları belirlemeyi amaçlıyordu. Cohn’un ve diğer araştırmacıların etkisiyle kurgusallığın göstergeleri meselesi ve kurgusallıkla ilgili kapsamlı felsefî so- rular, takip eden yıllarda ivme kazanmış ve konuyla ilgili tartışmalar günümüze kadar uzanmıştır. Ancak tartışmalara şiddet ve canlılık kazandıran asıl kişi Richard Walsh

13 a.g.e., s. 26.

14 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 74-75; Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 164. 15 Cohn, Dorrit “Signposts of Fictionality: A Narratological Perspective”. Poetics Today, s. 775-804.

olmuştur. Walsh, 2007 yılında yayımlanan The Rhetoric of Fictionality: Narrative Theory and the Idea of Fiction16 (Kurgusallığın Retoriği: Anlatı Teorisi ve Kurmaca

Kavramı) başlıklı kitabında, bu çalışmasının “artmakta olan bir paradigma değişimi eğiliminin habercisi” olduğunu ileri sürmüştür. Walsh, çalışmasında kurgusallığın re- torik tabiatını esas alan yeni bir anlayışla anlatı teorisinin temel meselelerini yeniden değerlendirmiştir.17

Walsh’ın konuyla ilgili görüşlerine geçmeden önce kurgusallığın göstergeleri bağlamında çeşitli araştırmacıların söylediklerine kısaca değinmek istiyoruz. Bir söylem parçasında kurgusal olarak tanımlayabileceğimiz göstergelerin olup olmadığı meselesinin gündeme gelişi, Searle’in konuyla ilgili fikirlerine tepki gösterilmesiyle gerçekleşmiştir. Searle’ün sürekli alıntılanan “Bir metni kurmaca bir eser olarak ta- nımlayacak sentaktik (sözdizimsel) ya da semantik hiçbir metinsel özellik yoktur.” sözü ve arkasından Gregory Currie’nin “Eğer kurgusallık metnin kendine ait bir şey değilse, bağıntısal bir özellik yani metnin diğer unsurlarla ilişkisi vasıtasıyla kazanılan bir şeydir: Metnin bağıntısal özellikleri arasında gönderme (atıf) ve doğruluk gibi se- mantik özellikleri yer alacaktır.” iddiası tartışmaların fitilini ateşlemiştir. Dilbilimden ve göstergebilimden anlatıbilime yapılan bu metaforik transfer, ilk defa Charles Morris tarafından yapılan pragmatik, semantik ve sentaktik ayrımıyla birlikte son noktaya ulaşmıştır.18 Günümüzde Morris’in bu üçlü tasnifini ve terminolojisini benimseyen

tek anlatıbilimci Jean-Marie Schaeffer’dir.19

Esasında Gorman’ın belirttiği gibi Searle’ün, dilsel ya da metinsel hiçbir özelliğin onun kurgusallığı açısından bir ölçüt işlevi göremeyeceğini genellemesi, dil felsefe- cilerinin büyük kısmı tarafından kabul görebilirdi ancak edebî söylemin kendine has nitelikleri konusunda hassasiyet gösteren bazı edebiyat teorisyenleri bunu sorgulama ihtiyacı duymuştur. Bu teorisyenlerden en önemlileri 1950’lerde dil fenomenolojisine dayanan bir edebiyat poetikası geliştirmeye çalışan Kate Hamburger’in eserini refe- rans gösteren Gerard Genette ve Dorrit Cohn’dur. Hamburger, araştırması esnasında, kurgusal söyleme has dilsel biçimler olduğunu gözlemlemiştir ancak bu gözlemlerini sistematik olarak geliştirmemiştir, yukarıda belirttiğimiz gibi sadece bir tespit olarak değinmekle yetinmiştir. Cohn, Genette, Hamburger ve bu araştırmacıların fikirlerini derinleştiren diğer teorisyenlerden ilham alan Gorman, kurmacanın belirleyici ölçüt- lerini şu şekilde listelemiştir:20

16 Walsh, Richard, The Rhetoric of Fictionality, Ohio State University Press, 2007. 17 Ayrıntı için bk. Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75-76.

18 a.g.e., s. 78.

19 Bk. Schaeffer, Jean-Marie, “Fictional vs. Factual Narration”, The Living Handbook of Narratology. 20 Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 167.

• Her şeyi bilen anlatma ya da sınırsız odaklanma.

• Diyalog, serbest dolaylı söylem ya da iç monoloğun yaygın kullanımı. • Öncülü olmayan zamirlerin artgönderimsel (anaforik) kullanımı.

• Sadece iç kronolojiyi belirtmek için fiil zamanlarının ve zaman zarflarının zamansız şekilde kullanımı (Örnek: “Şimdi zamanıydı.”).

• Deiktiklerin ve yer zarflarının sadece iç çerçeveye atıf yapmak amacıyla kullanımı (Örnek: “İşte sol tarafta ada vardı”).

• Yazar ile anlatıcının birbirinden ayrılabilir nitelik taşıması. • Metalepsisin kullanımı.

• Metin-dışı göstergelerin kullanılması.

Tabii bu listenin mutlak kabul gördüğünü ve bu maddelerin kurgusallığın evren- sel göstergeleri sayılabileceğine dair bir fikir birliği oluştuğunu iddia etmek mümkün değildir. Nitekim oldukça ihtilaflı bir konu olan kurgusallık teorisi son yıllarda onto- loji, semantik, söz edimleri teorisi, pragmatik ve diğer disiplinler arasında şiddetli bir tartışmanın konusu olmuştur. Schmid’in gayet yerinde tespitiyle, “edebiyatın kendine has statüsü, temsil edilen nesnelerin ontolojisi dikkate alınarak mı belirlenmeli yoksa temsil eden söylemin pragmatiği dikkate alınarak mı belirlenmeli” meselesinden bir anlaşmazlık doğmuş ve devam etmiştir.21 Bu alternatifler, söz konusu tartışmada iki

düşünce ekolüne tekabül etmektedir. Birinci ekol, edebî eserde temsil edilen nesnelerin kurmaca oluşunu ontolojik bir sorun olarak ele almıştır. İkincisi ise beşerî bilimlerde dilbilimin önem kazanmasının ve analitik felsefenin hâkim olmasının etkisiyle nes- nelerin ontolojisi yerine söylemin kendine mahsus özelliklerini ilgi odağı yapmış, bu bağlamda kurgusal bildirişimin semantiğini ve pragmatiğini incelemiştir. Bir süre John Searle’ün “söz edimleri teorisi” özel bir rağbet görmüştür. Bu teoriye göre kurgusal metnin yazarı sadece sözce biçimine sahip sözceler üretmektedir, ancak gerçekte bunların hepsi -sözce olmanın koşullarını yerine getirmediği için- sahte sözcelerdir. Yazarın ürettiği bu sözde “edimsiz edimleri”nden doğan çelişki, Searle’e göre kur- gusallığın esasıdır.22

Tabii Searle ve onun gibi düşünen dilbilimciler ve felselecilerin görüşlerine ciddi itirazlar gelmiştir. Cohn, Genette ve Walsh çeşitli argümanlarla söz konusu teori(ler)i eleştirmişlerdir. Cohn’un itirazı yazarın niyetiyle ilgilidir, nitekim Searle’ün teorisinde yazarın niyeti pek ciddiye alınmamaktadır. Searle, “-miş gibi yapmanın” içerdiği iki anlamdan “aldatma” çağrışımı yapanı kastetmediğini, sadece “-mış gibi” eylemini kastettiğini ve burada yazarın en ufak bir aldatma niyeti bile taşımadığını özellikle vurgulamıştır. Ancak bu “-miş gibi” modelinin ister istemez ima ettiği yapaylığın, ya-

21 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 24.

zarın mimetik faaliyetini yeterince betimleyip betimlemediği konusunda sürekli şüphe duyulmuştur. Dorrit Cohn, bu bağlamda şu soruyu sormuştur: Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü başlıklı romanında gerçekten “bir biyografi yazıyormuş gibi” mi yapmaktadır? Cohn, gerçekte, Tolstoy’un hiçbir şey yapar gibi görünme niyetinde olmadığını, ol- dukça ciddi bir eylem gerçekleştirme niyetiyle okuyucularına kurmaca bir karakterin ölümüyle ilgili kurmaca bir hikâye aktardığını öne sürmektedir. Bir başka eleştiri de Searle’ün “bir eserin kurgusallığını saptayabilecek olan yegane otorite yazardır” şeklindeki görüşüne getirilmiştir. Genette, Searle’e sert bir cevap vererek bu kararı verenin ancak okuyucular olabileceğini söylemiştir. Öte yandan Walsh çok daha sert bir tavırla kurgusallıkla ilgili felsefî teorileri toptan reddetmiştir. Ona göre bu teoriler sorunludur çünkü kurgusallığı bir doğruluk meselesi olarak ele alırlar ve kurmaca eylemini doğruluk alanından, yani dilden ayırarak açıklamaya çalışırlar. Walsh, hem söz edimleri teorisine dayanan “-miş gibi” modeline hem de edebî eserlerin bağımsız bir kurgusal dünyaya gönderme yaptıklarını savunan “mümkün dünyalar teorisi”ne karşı çıkar. Walsh’a göre bu teoriler, apaçık bir kültürel güce sahip güçlü bir söylem olarak kurmacanın retorik gücünü etkisiz hâle getirmektedir. Walsh, bunun yerine, kurgusallığı bildirişimsel bir çerçevede dilin kullanılması olarak irdelemeyi önermiş ve ona bir doğruluk probleminden ziyade bağıntı (relevance) meselesi olarak yaklaş- mıştır. Walsh’a göre okuyucuların kurgusallık varsayımından elde ettiği bilişsel fayda, bir ifadenin doğruluk statüsünü belirlemeye değil, eserin onlar için nasıl bir anlam ve önem arz ettiğine dayanmaktadır. 23

Görüldüğü gibi gerek kurgusallığın göstergeleri gerekse kurgusallığa karar ve- renin kim olduğu konusunda uzlaşmaya varılmış neticeler yoktur. Hamburger’e göre kurgusallık, metindeki münferit “semptomlar”la kendini gösteren nesnel bir şeydir ve dolayısıyla kurgusallığı belirleyen, metnin kendisidir. Searle’e göre buna karar veren yazarın niyetidir. Genette ve onu takip edenlere göre ise kurgusallık, göreceli ve prag- matik bir kategoridir. Onlara göre bir metnin kurgusal olarak okunup okunmayacağı, okuyucuya ve okuyucunun tercihlerine bağlıdır. Ayrıca kurgusallığın göstergelerinin bildirişim-ötesi işlevlerle açıklanabileceğini, bu işlevlerin de “başlık, alt başlık, önsöz, ithaf vb.” gibi metnin kurgusallığına az ya da çok gönderme yapan metin-dışı göster- gelerle gerçekleşeceğini savunanlar da mevcuttur.

Son olarak Walsh’ın kurgusallıkla ilgili ortaya attığı ve konuyla ilgili güncel tar- tışmaların odağında yer alan fikirlerine değinmek istiyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Walsh 2007 yılında yayımlanan The Rhetoric of Fictionality: Narrative Theory and the Idea of Fiction24 (Kurgusallığın Retoriği: Anlatı Teorisi ve Kurmaca Kavra-

mı) başlıklı kitabıyla kurgusallığa retorik odaklı bir yaklaşım geliştirmiştir. Walsh,

23 a.g.e., s. 24-25; Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75-76.

pragmatik bir perspektiften kurmacanın tür olarak statüsünü belirleyecek gerekli ve yeterli metinsel göstergelerin mevcut olmadığını ve bizim kurmacayı fark etmemizi sağlayan şeyin sadece bağlamla, yani eserin kurmaca olarak sunulması ve alımlan- masıyla gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Ona göre kurgusallık, kurmaca türünün bir niteliği değildir, ancak tarihten biyografiye kadar uzanan geniş bir söylem yelpazesi boyunca karşımıza çıkan “bildirişimsel retoriğin bir özelliği”dir. Dawson’un tespitine göre buna benzer iddialar daha önce de ortaya atılmıştı.25 Mesela Siegfried Schmidt

1980 yılında “Kurgusallık, metnin bir niteliği değildir ancak bildirişime atfedilen bir niteliktir.” demiştir. Aynı yıl Wildekamp, Van Montfoort ve Van Ruiswijk “kurgusal sözcelerin sadece ‘edebî’ metinlerde karşımıza çıkmadığını, ancak bütün bildirişim du- rumlarında genel bir toplumsal olgu inşa ettiklerini” ileri sürmüştür. Bu araştırmacılarla kıyaslandığında Walsh’ın asıl amacı, anlatıbilimi, kurmaca anlatıdan bahsedildiğinde ontolojik meselelerden uzaklaştırıp başka taraflara yönlendirmekti.

Walsh’un dikkate değer görüşlerinden biri de anlatıcı meselesiyle ilgilidir. Walsh’a göre kurgusal anlatının kaynağı olarak bir anlatıcı varsaymak son derece yanlıştır. Yazar ile anlatıcı arasındaki ayrım her ne kadar uzun zamandan beri kurmacanın ta- nımlayıcı bir özelliği olarak kabul edilse de, Walsh, bir eserin kurgusallığını yok ettiği gerekçesiyle anlatıcıyı reddeder, çünkü bu durum anlatıyı icat edilmiş bir şey olmaktan ziyade nakledilen bir şey olarak okumaya davet eder. Walsh tabii ki bir karakterin bir öykü anlatabileceğini kabul eder, ancak karakterlere anlatıcı statüsü yüklenmemesi gerektiğini öne sürer, çünkü onlar temsil çerçevesinin dışında mevcut değildirler.26

Walsh’un kurgusallığa pragmatik ve retorik temelli bir yaklaşım geliştirdiği bu çalışması, Henrik Skov Nielsen ve James Phelan’a ilham vermiş ve bu durum, ortak bir çalışmanın filizlenmesini sağlamıştır. 2015 yılında Walsh, Nielsen ve Phelan bir araya gelip “Ten Theses about Fictionality”27 (Kurgusallıkla İlgili On Tez) başlığını

taşıyan bir manifesto yayımlamıştır. Bu çalışmada Walsh’un kurmaca düşüncesine radikal pragmatik yaklaşımı, Skov Nielsen’ın kurgusal-olmayan söylemde kurgusallığı araştırmak suretiyle sahanın kapsamını genişletme çabası ve Phelan’ın büyük ölçüde kurmaca anlatıda (ancak son zamanlarda kurgusal-olmayan anlatıda da) retoriğe ve anlatmanın etiğine olan ilgisi bir araya gelmiştir. Phelan’ın “birisinin bir başkasına bir vesileyle ve belli bir amaç(lar) için bir şeylerin olduğunu anlatması” şeklindeki retorik yaklaşımının etkisi, bu makaledeki temel soruları ortaya koyar: “Bir insan kurgusallığı hangi dinleyicilere hitaben hangi amaç(lar)ı elde etmek için, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl kullanır?” Walsh, Nielsen ve Phelan’ın amacı, kurgusallığa kapsamlı bir yak-

25 Ayrıntı için bk. Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75. 26 Ayrıntı için bk. a.g.e., s. 76.

27 Nielsen, Henrik Skov, James Phelan ve Richard Walsh, “Ten Theses about Fictionality”, Narrative, Vol

laşım geliştirmek için inceleme nesnesini yeniden kavramsallaştırmak ve sahaya yeni bir yön vermektir. Bunun için üç hareket noktası belirlemişlerdir: Kurmaca türünü ve kurgusallığın niteliğini birbirinden ayırmak, kurgusallığın gerçek dünya bağlamında bildirişimsel bir strateji olarak kullanımını vurgulamak, insan etkileşimini sağlayan “temel bilişsel beceri”den kaynaklanan kurgusallığın ne kadar yaygın olduğunu sa- vunmak. Araştırmacıların bunları yapmaktaki nihai amacı ise “aralarındaki farklılıkları yok saymayacak şekilde çeşitli türler ve söylemleri (edebî kurmacadan siyasî kampan- yalara, hukukî argümanlardan filozofların zihin deneylerine kadar) tutarlı bir şekilde açıklayacak bütüncül bir kurgusallık teorisi geliştirmek”ti.28

Walsh, Nielsen ve Phelan’ın çalışması son derece sistematik, kapsayıcı ve güncel olmakla birlikte bazı itirazları ve tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Paul Dawson’un bu çalışmaya cevaben yazdığı “Ten Theses against Fictionality”29 (Kurgusallığa Karşı

On Tez) başlıklı makale araştırmacılar arasında bir polemik başlatmıştır. Dawson’un eleştirilerine cevaben Walsh, Nielsen ve Phelan da “Fictionality As Rhetoric: A Response to Paul Dawson”30 (Retorik Olarak Kurgusallık: Paul Dawson’a Cevap) başlıklı bir

makale yazmıştır. Dawson’un amacı, üç açıdan kurmacaya retorik yaklaşımları sorgu- lamaktır. Araştırmacının birinci tespiti, bu tip yaklaşımların, kurgusallıkla ilgili daha önceki bilimsel çalışmalarla ilişkiyi kesin surette kesme iddiası taşımalarıdır. İkincisi, kurmaca anlatıyla ilgili araştırmaların dallanmasını (alt bölümlere ayrılmasını) isteme- leridir. Dawson, son olarak da konunun postmodernizmle ve anlatıya dönüş eğilimiyle ilişkisini irdelemektedir. Burada Dawson, çalışmasının polemik hüviyeti taşıdığını kabul etmekle birlikte, amacının bir araştırma sahası olarak kurgusallığın değerini ya da önemini azaltmak değil, onun gelişimini bir disiplin bağlamı içerisine yerleştirmek ve anlatı teorisine yaptığı katkıları açıklığa kavuşturmak olduğunu vurgulamıştır.31

Konuyla ilgili güncel tartışmaları yansıttığı için söz konusu polemikle ilgili birkaç önemli hususa değinmek istiyoruz. Öncelikle Walsh, Nielsen ve Phelan “kurgusallığa retorik bir yaklaşım, onu mantıksal ya da ontolojik bir mutlaktan ziyade kültürel bir de- ğişken hâline getirir; dolayısıyla kurgusallık, söylemin kendisine özgü bir şey olmaktan ziyade bildirişimsel bağlamla ilgilidir” tezinden hareketle kurgusallığa karşı pragmatik bir yaklaşım benimsemişlerdir. Yani kurgusallığın semantiğinden ziyade pragmatiğine odaklanmayı tercih etmişlerdir. Dawson, burada kurmaca anlatıya biçimci (yani seman- tik) yaklaşımlarla bağlamsalcı (yani pragmatik) yaklaşımlar arasında bir çekişmenin söz konusu olduğunu ve bu durumun semantik ile pragmatik arasındaki karşıtlık şeklinde

28 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 76-77.

29 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, Narrative, s. 74-100.

30 Nielsen, Henrik Skov, Phelan, James ve Walsh, Richard, “Fictionality As Rhetoric: A Response to Paul

Dawson”, Narrative, Vol 23, No. 1 (January 2015), s. 101-111.

tam anlamıyla betimlenemeyeceğini savunmuştur. Ayrıca dilbilimin içerisinde, semantik ve pragmatiğin farklı araştırma alanları olsa da birbirini dışlamadıklarını, dolayısıyla kurmaca araştırmalarında da ya o ya diğeri şeklindeki mutlakçı tavrın yanlış -ve modası geçmiş bir anlayış- olduğunu vurgulamıştır. Dawson’un bir başka tespiti de kurgusallığın dereceleriyle ilgilidir. Araştırmacı, kurgusallığın kurmaca olmayan eserlerde de buluna- bileceğini, bunun da kurgusallığın kurmacaya has işaretlerinin olmadığını kanıtladığını ve kurmaca söylemin hem kurmaca hem de kurmaca olmayan söylemde ne şekilde işlediğini gösterdiği iddia etmiştir. Dolayısıyla kurmaca söylemin kurmacayla zorunlu bir ilişkisi olmadığı görülmektedir. Dawson, gerçek bir hikâye anlatırken gayet doğal bir biçimde kurmacaya has yapı ve araçlardan faydalanıldığını hatırlatmış ve bu bağlamda Amerika’daki kompozisyon müfredatında “kurmaca”, “şiir” ve “tiyatro” başlıklarına