• Sonuç bulunamadı

Manasçıların Müzisyen Yönü

İKİNCİ BÖLÜM : MANAS DESTANI’NDAKİ MÜZİKAL UNSURLARIN SAPTANMASI VE YORUMLANMAS

2.2. Manasçılar

2.2.6. Manasçıların Müzisyen Yönü

Bir destanın anlatılırken ilgi çekmesi, akılda kalması, eski dönemlerin özelliğini yansıtabilmesi, her şeyden önce de sevilmesi için müzik son derece önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Türk destanlarının en önemli özelliklerinden birisi de genellikle müzik eşliğinde söylenmesidir.

Destanların müzik eşliğinde söylenmesi, ilgi çekiciliğini, kulağa hoş gelmesini arttırarak, eserin fikrî ve sanatsal seviyesini yükseltir (Öztürk, 2007: 34).

Dursun, destanların da dâhil olduğu sözlü geleneksel şiir sanatının var olması için, şu dört ana ögenin mutlaka olması gerektiğini vurgular: 1. Söz, 2. Yaratıcı, 3. Musikî, 4. Dinleyici çevre (Yıldırım, 1998: 180). Manasçılar, var olan söz birikimini, yaratıcılıklarını da katarak, bir melodi eşliğinde dinleyici çevreye sunmaları bakımından, bu dört aşamayı da içeren bir güç olarak karşımıza çıkarlar. Aktarımlarında müziğin şüphesiz büyük bir etkisi vardır.

Destanların müzik eşliğinde söylenmesi, destanın manzum (şiir biçiminde) veya mensur (düz yazı) olmasına göre değişmez. Mensur destanları da, destancı bir müzik eşliğinde anlatır (Yıldız, 1995a: 7; Geyikoğlu, 2001: 202). Manas Destanı‟nda da durum böyledir.

Tamir‟in A. İnan üzerine yaptığı bir çalışmada, Manas Destanı, yüzyıllar boyu sürüp giden “Manas”çı denilen saz şairlerinin kolektif eseridir (Tanir, 1995: 234) diye tanımlanır. Ancak manasçıları her zaman “saz şairi” olarak nitelendirmek doğru olmayabilir. Manasçıların kimi zaman kopuz başta olmak üzere, çeşitli çalgılar çaldıkları bilinse de, genellikle sadece seslerini kullandıkları görülmektedir.

Manas Destanı çoğu kez çalgısız, resitatif / reçitatif tarzda (konuşma ritmine yakın) okunmaktadır. Manasçılar söyledikleri destanın ritmini, içeriğe bağlı olarak değiştirirler ve farklı karakter yapılarına sahip müzikal tuvaller oluşturular (Gorina, 2008: 163).

Manasçıların destanı icra ettikleri ortamlar, bahşıların, âşıkların, akınların, jıravların (Kazakistan sahası, sözlü edebiyat geleneği temsilcilerine “jırav” denilmektedir) ve toolçu‟ların anlatım ortamlarından çok farklı değildir. Örneğin Anadolu sahasında âşıklar, uzun kış gecelerinde, Ramazan aylarında, köy odalrında, kahvehanelerde, eğlencelerde sazlarıyla şiirler söylerken, Türk dünyasının en uzak yerlerinden olan Tuva bölgesinde destancılar (toolçu) ise çadırlarda, av esnasındaki dinlenme vakitlerinde, ziyafetlerde, yeni yıl bayramı “şagaa” ve cenaze törenlerinde şiirler söylemişlerdir (Şahin, 2006: 439). Yani Türk dünyasının hemen her yerinde ozanlar, birbirine az ya da çok benzer ortamlarda, az ya da çok benzer şekillerde mesleklerini icra etmişlerdir. Ozanlar kimi zamansa şiir veya destan dinleme amacı güdülerek düzenlenen toplantılarda saz çalarak, destanlarını, şiirlerini okumuşlardır. Manasçılar da yüzlerce yıldır bu gibi yerlerde Manas Destanı‟nı söylemişlerdir.

Anlatıcılar, taklit yapma, müzik aleti eşliğinde türküler söyleme ile hızlı ve güzel konuşma gibi önemli yeteneklere sahip ayrıca geniş hayal dünyası olan “sıra dışı” bir insanlardır (Aktaran: Azar, 2007: 122). Manasçılar da bu özellikleri taşıdıkları takdirde, başarıya ulaşırlar.

Manasçılar, destanı kendine has bir melodi ile söylerler (Argunşah, 1995: 27). Onlar, kimi zaman obuz (kopuz) çalıp, türküler söyleyerek anlatan, el – kol ve baş hareketleriyle, destan kahramanlarının konuşmalarını, yer ve olaya uygun olarak, ses

tonlarıyla canlandıran, ozan-aşık-meddah-aktör karşımı meziyetleri bünyesinde toplayan sanatçılardır. Gülensoy, Manasçıları, ustalarının yanında iyi bir hikâyeci, iyi bir aktör, iyi bir türkücü ve çok iyi bir bestekâr olarak yetişen kişiler olarak tanımlar (Gülensoy, 2002: 12). Hatta onların bu yönlerini vurgulamak için hem bestekâr hem de aynı anlama gelen, yabancı kökenli kompozitör kelimelerini bir arada kullanır. Destan anlatıcılarının iyi bir hikâyeci, aktör ve iyi türkü söyleyen kişiler olduğu muhakkak doğrudur ve birbirlerine benzemekle beraber, kendilerine özgü bir melodi ve ritim kalıbı yarattıkları da gözlenmektedir. Ancak melodilerin ses aralığı, motifsel zenginliği; ritimlerin ise çeşitliliği göz önünde tutulduğunda, bu besteciliğin sınırlı bir yapıda kaldığı söylenebilir. Çünkü asıl amaç, sözleri aktarmaktır ve genellikle yenilenen bir kalıp içindeki müzik, bu sözleri ve heyecanı desteklemekle mükelleftir. Her ne kadar çok ileri bir bestecilikten söz edilemese de, Manasçılar için destanı müzik eşliğinde söylemek zaruridir. Geleneğe göre, her manasçı, bu mesleğe hazırlanırken metinle beraber, yapacağı hareketleri, mimikleri ve destanı söyleyeceği besteyi (besteleri) de öğrenir. Bu konuda diğer manasçılardan yararlanır. Manas destanının varyantları kadar besteleri de çeşitlidir. Bestelerin birbirinden farklı yönleri, hangi manasçıya ait olduğunun tanınmasını sağlar (Gölgeci, 1995: 63).

Manasçının, hadiseyi anlatırken, el hareketleri, davranışları, mimikleri ile halkı canlandırılabilmesi çok önemlidir (Kırbaşev, 1995a: 135) ve bunları heyecanlandırıcı bir ritim ve melodi eşliğinde söylemelidir. Bunları etkili şekilde gerçekleştiren manasçılar, Kırgızlar arasında büyük üne ve saygınlığa kavuşmuştur.

Örneğin 1873‟te ölen Balık Ooz Mekmurat Oğlu, sanatkârane üslubu ve akıllığı ile kısa süre içinde tanınmış bir manasçıdır. Manas Destanı‟nın yanı sıra çeşitli manzume ve lirik şiirleri de okuyan Balık‟ın, destanları okurken, konularına göre bestelerini de değiştirdiği ifade edilmektedir (Gölgeci, 1995: 68-69). Farklı destan bölümlerinde müzikal açıdan farklı bir üslup kullanmak, oldukça çarpıcı ve dikkat çekici bir yöntem olarak dikkat çekmektedir. Bestelerdeki bu farklılık, gerek bölümlerin değiştiğini vurgulamak gerekse dinleyicinin ilgisini çekmek için yapılmış olmalıdır.

Bir başka ünlü manasçı olan Tınıbek, pek çok manasçı gibi bu mesleğe başlama nedenini, gördüğü bir rüyaya bağlamaktadır. Tınıbek anlattığı rüyasına göre: “… Manas ona bakıp, Ey Tınıbek, bizim yaptıklarımızı unutma, herkese anlat! der ve

gözlerini yere indirir. Bu sırada “Yürüyün, ordunun karşısına çıkacak vakit geldi!” diye bir ses duyulur. Zurna çalar. Ordu heybetle tozu dumana katarak bir anda gözden kaybolur (Gölgeci, 1995: 72).” Ünlü Manasçının rüyasındaki bir ayrıntı, Manas ve onun ordusu ile askeri müziğin, çalgıların ne kadar içiçe olduğunu göstermektedir. Tınıbek, Manas okumaya başlama nedeni olarak anlattığı rüyada, zurna sesi duyduğunu söylemektedir. Manas Destanı‟nda da yer yer belirtilen bu zurna sesi, şüphesiz ordunun harekete geçişini ve ihtişamını ifade etmek için vurgulanmıştır. Tınıbek, rüyasının ne kadar gerçekçi ve Manas Destanı‟na ait olduğunu ifade etmek için bu anlatıma başvurmuş olmalıdır.

1800-1880 yılları arasında yaşamış olan Muzooke, manasçılık dışında ırcılık ve kopuzculuk da yapmıştır (Çeribaş, 2012: 81-82).

Döneminin bolgede yaşayan en meşhur komuzcusu (kopuzcu), ırcısı (şairi), sancıracısı (şecerecisi) olan ve Kırgızlar arasında anlatılmakta olan efsaneleri, tarihi vakaları, masalları cok iyi bilen Muzooke, Togolok Moldo‟yu her acıdan hayata hazırlamıştır. Muzooke‟nin kendisi uzerinde tesirini Togolok Moldo şiirlerinde şoyle dile getirir:

Özümdün babam Muzooke, Kendi dedem Muzooke,

Çertip cürgön komuzdu. Çalıp durur kopuzu.

Komuzuna keltirip, Kopuzuna getirip,

Koşup cürgön dobuştu. Ekleyip durur sesi. (Çeribaş,2012:80-81)

Muzooke‟nin döneminin ünlü aşık ve kopuzcusu Astanbek ile aytışa (aşıkların atışması) düştüğü, Arstanbek‟e şiirdeki sözler bakımından yenildiği, ancak ezgi bakımından da onu yendiği halk arasında anlatılagelmiştir. Kırgızların en buyuk şairi, birçok şairin ustası sayılan Toktogul Satılganov, Muzooke‟yi “Bülbül Şair” olarak vasıflandırır (Aktaran: Çeribaş, 2012: 82).

Muzooke‟nin eğittiği yeğeni (bazı kaynaklara göre torunu) Togolok Moldo da, Muzooke‟den kopuz çalmayı öğrenmiştir. Çok ünlü bir manasçı olan Togolok Moldo‟nun söylediği “Talım Kız Menen Köböktün Aytışkanı” deyişi, halk arasında türkü olarak söylenmeye devam etmiştir (Arvas, 2011: 515).

Manasçı Çoyuke Ömürov‟un sesinin yüksekliği, müziğinin ahenginin çok uzak yerlere kadar giderek ve yankılanıdığı da belirtilmiştir (Kaya, 2007: 1295).

Destanın Semetey kısmını okuduğu için Semeteyci olarak bilinen Nazar Bolotov, gür ve güzel sesi ile tanınmıştır. Kıdırbayeva‟nın belirttiğine göre, Nazar‟ın sesi, kilometrelerce uzaktan tanınırmış. Anlatılanlara göre, bir gün Nazar Bolotov, Kızıl-Kiya belini geçerken destan söylemeye başlar. Kuturgan Bulak yaylasında oturan Cürgen, onun uzaklardan gelen sesini duyar ve hemen bir koyun kesilmesini ve Nazar geldiğinde bunun hazır olmasını ister (Gölgeci, 1995: 74). Efsaneleşmiş bu bilgilerin tam doğruluğu tartışılsa da, destan okuyucuların güzel ve gür sesli olmalarına verilen önemi ortaya koyması bakımından bu örnek önemlidir. Böylesine uzun süren destanların izleyici bulabilmesi için, konunun yanı sıra, destan anlatıcısının ifadesi, yorumu, mimikleri, hareketleri ve elbette sesi, müzikal yeteneği büyük önem arz etmektedir. Çünkü gerek destanın ritmik yapısını dinleyicilere güzel aksettirmek, gerekse melodik kısımların hoşa gitmesini sağlamak için, belli bir düzeyde müzik yeteneği olmalıdır.

1869-1942 yılları arasında yaşamış olan Canıbey Kocekov, Manas ve Semetey destanlarını anlatmıştır. Canıbey, bir manasçı olmanın yanı sıra, ırçı (türkücü) olarak da tanınmaktadır (Kaya, 2007: 1296).

Güzel sesi ile ünlü olan bir diğer manasçı ise, Moldobasan Musulmankulov‟dur (Gölgeci, 1995: 84-91). 1883-1961 yılları arasında yaşamış olan Moldobasan, manasçılığının yanında iyi bir ırcıdır. Halk müziği çalgılarını başarıyla çaldığından söz edilir (Kaya, 2007: 1296).

Yirminci yüzyılın en büyük destancılarından sayılan Sayakbay Karalayev ise, destan söylemeye başlamadan önce, tek yeteneğinin türkü söylemek olduğunu ifade etmiştir (Kaya, 2006: 25). Bu durum, bir manasçı olduğunda onun başarısında büyük bir etken olmuş olmalıdır.

Dünyaca ünlü yazar Ç. Aytmatov da S.Karalayev‟i: “Karalayev, sadece ozan degil, aynı zamanda hem aktör, hem de bestecidir. Onun her olaya, karaktere göre buldugu besteleri kelimelerin etkileyici gücünü oldukça artırır” diye nitelendirmistir (Kulamshaeva, 2008: 2).

En ünlü manasçılardan birisi olan Sagımbay Orazbakoğlu, müzisyen bir aileden gelmektedir Babası bir hanın zurnacısı olarak çalışmıştır. 16 yaşında manasçılığa başlayan Sagımbay‟ın Manas okuduğu yerde, “insanların, hayvanların ağrılarının iyileştiği, çocuğu olmayanların çocuğunun olduğu” rivayet edilmiştir

(Gölgeci, 1995: 80-81). Bu inanış, Şamanist döneme ait itikatlarla ilişkilendirilebilir. Aynı zamanda ritmik ve melodik söyleyişin ruhsal bir sağaltım etkisi olduğundan da söz edilebilir.

Bu çalışmada incelenen Manas Destanı varyantlarından birisi Sagımbay Orazbakoğlu‟na aittir. Bu varyant Sagımbay tarafından 1912/13 ile 1930 yılları arasında 180.378 mısra olarak anlatılan ve 4 ciltte tahminen 105.000 mısrası yayınlanan Manas-Semetey-Seytek rivayetlerini içerir (Sertkaya, 1995b: 217). Bu araşatırmada sözü edilen varyantın A.İnan tarafından kısaltılarak yapılan bir özet mansur yayını kullanılmıştır. Sagımbay varyantının bu alt başlıkta söz edilme nedeni ise, diğer varyantlarla karşılaştırıldığında çok daha fazla müzikal öge barındırmasıdır. Bu durumda Sagımbay‟ın müzikle olan yoğun ilişkisi etken olmuş olabilir. Nitekim her Manasçı ilgi duyduğu kısımları detaylı şekilde anlatma eğiliminde olabilir.

Âşık olarak düğünlerde (toylarda) şarkı söyleyip, şiirlerini okuyup, ağıtlar söyleyip, hayatla ilgili şiirler yaratan Sağımbay Orozbakoğlu, Manas dışında da halk arasında tanınmış (Daniyarov, 1995: 95); müzisyen yönü ile de büyük bir saygı görmüştür.

Türkü söyleyen bir annenin oğlu olan Cusup Mamay ise, destan söylerken gerek ritmik yapıları, gerekse zarif müziği ile güçlü bir sanatsal etkiye sahip olmuştur ve bu özellikleri ile dinleyicileri derinden etkilemiştir (Ying, 2001: 229-235).

Urkaş Mambetaliyev ise müzik lisesinde okumuş bir manasçıdır. Müzik lisesinden sonra, Opera ve Bale Tiyatrosunda okumuş olan Mambetaliyev, Kırgızistan‟ın önde gelen manasçılarından birisidir (Kaya, 2007: 1299). Onun bu seviyeye gelmesinde, aldığı müzik eğitimi önemli rol oynamış olmalıdır.

Herkes gibi manasçıların meslek seçiminde ailelerinin büyük önemi vardır. Bu nedenledir ki, pek çok manasçının ailesinde şiir ve müzik ile uğraşan kişiler vardır. Yukarıda da söz edildiği üzere, ünlü manasçı Sagımbay Orazbakoğlu, müzisyen bir aileden gelmektedir ve babası bir hanın zurnacısı olarak çalışmıştır.

Hakkında bilgiler efsane ile karışmış olan manasçı Keldibek‟in babası Barıbos ise çevresinde ırçı ve sancıracı (şecereci) olarak bilinmektedir. Halk arasında anlatıldığına göre, toylarda carcılık (cığırtkanlık) yapan Barıbos, Manas Destanı‟ndan da parçalar söylemektedir. Keldibek‟in annesinin de babası gibi şairlik

yeteneği olan eğlencelerde şiir, yas törenlerinde koşok (ağıt) söyleyen birisi olduğu anlatılmaktadır (Çeribaş, 2012: 75).

Daha önce de söz edildiği gibi, manasçılar halk arasında büyük bir üne ve saygınlığa sahiptir. Ancak geçimlerini sağlayabilmek için, diğer pek çok sanatçı gibi han ya da beylerin himayesinde çalıştıkları görülebilmektedir.

Örneğin Balık Kumaruulu, Tınıbek Capıyuulu gibi Manasçılar da hanların, beylerin huzurunda, onların himâyeleri altında uzun yıllar Manas Destanı‟nı anlatmışlardır. Yine Radloff‟un Manasçıların dinleyiciler arasında zengin Kırgızların varlığı durumunda, onlara soylamalar sunduklarını, destandaki soylamaları özene bezene söylediklerini, bunun sonucunda memnun olan varlıklı dinleyicilerin destekleriyle maddi ve manevi olarak güç kazandıklarını nakletmesi de anlatıcı dinleyici ilişkisini, dinleyicinin icraya tesirini göstermesi açısından dikkate değerdir (Şahin, 2006: 441). Bu soylamalar, övgü ve yüceltme içeren melodik eserlerdir.