• Sonuç bulunamadı

MÜTESELSĐL SORUMLULUĞUN SINIRI VE FARKLILAŞTIRILMIŞ TESELSÜL

EĞĐLĐMLER VE KURUMSAL YÖNETĐM ANLAYIŞ

4.4. MÜTESELSĐL SORUMLULUĞUN SINIRI VE FARKLILAŞTIRILMIŞ TESELSÜL

Müteselsil sorumluluk kavramını yukarıdaki bölümlerde detaylı şekilde incelemiş idik. Genel olarak müteselsil sorumluluk, birden çok kimsenin, bir zararın tazmininden müteselsil, bir başka ifade ile zincirleme olarak, sorumlu olmaları şeklinde tanımlanabilir235. Keza müteselsil borçlulukta da, birden fazla kişiden her biri, alacaklıya karşı borcun tümünden sorumlu olma yükümü altındadır.

Gerçekten de, hayatın olağan akışında, aynı zarardan dolayı, birden fazla kişinin, zarara uğrayan kişiye karşı sorumlu olmaları imkan dahilindedir. Zira, birden fazla kişi, bir kişiye karşı, aynı zarara sebep olmuş olabilir veya bu kişilerden biri zarara sebep olmuş ve diğerleri de zarara sebep olmamalarına rağmen, kanunen veya akden zararı tazmin etmekle yükümlü olabilirler. Müteselsil sorumluluğun ve borçluluğun hüküm ifade edebilmesi, yani geçerli olabilmesi için, bu hususun yasada açıkça belirtilmiş olması gerekir ve bu durumda zarar gören, zarar verenlerden birine veya aynı anda hepsine karşı tazmin talebinde bulunabilir ki, sorumluların, diğer sorumlulardan talepte bulunulmadığını iddia ederek savunma yapmaları mümkün değildir.

Müteselsil sorumluluk esası kabul edilen olaylarda temel olarak kanunkoyucu tarafından amaçlanan, zarar görene, zararının tazmini aşamasında daha güçlü, ayrıcalıklı ve pratik bir süreç yaratmaktadır. Bu tür sorumluluğun geçerli olduğu durumlarda zarar gören doğal olarak tazminat talebini, ödeme gücüne en fazla sahip olan borçluya veya vak’a bakımından ispatı en kolay olan zarar verene yöneltecektir. Yasal müteselsil sorumluluğun geçerli olduğu hallerde, asgari olarak sorumlulardan birinin, tüm zararı ödeme gücü bulunması halinde, zarar

234

Bkz. T.C. YARGITAY 4. HUKUK DAĐRESĐ, 20.5.1998 Tarih; E: 1998/421; K: 1998/3622 sayılı kararı, Yargıtay Kararları Dergisi, C. 24, S.6, s. 836.

235

cxxv

görenin tazmin edilmeme riski sıfır olacaktır. Dolayısı ile, ödeme gücüne sahip olan sorumlu kişi/ler, diğer sorumluların ödeme imkanı bulunmadığı hallerde, tüm riski bizzat kendileri taşıyacaktır. Bu durumda, ödeme gücü olan sorumlular arasında bu risk, eşit olarak veyahut bu kişilerin sorumluluk payları oranında bölünecektir.

Acaba, zarar görene bu şekilde bir kolaylık ve ödemeye hızlıca kavuşabilme imkanını tanımak, borçlular açısından bir hakkaniyetsizlik yaratır mı, yaratması asgari seviyede kabul edilebilir dahi olsa, bunun sınırı nedir? Müteselsil borçluların, kendi aralarındaki rücu ilişkisi bakımından, zararı tazmin eden sorumlunun, diğer borçlular tarafından, maddi ödeme imkansızlığı sebebi ile kusurları oranında tazmin edilememesi, müteselsil borçluluk ve hukukun genel ilkeleri ile ne kadar bağdaşmaktadır?

Bu sonucun, ağır ve adaletsiz olduğu ve ayrıca müteselsil sorumluluk anlayışının amacını da aştığı kanaatine varılması halinde, sınırsız bir müteselsil sorumluluk anlayışı yerine, belirli bir tavan ile sınırlı bir teselsül anlayışına varmak gerekir. Bu tür bir anlayışta, müteselsil sorumluların, belirli bir tavan meblağına kadar zarardan müteselsilen sorumlu olmaları ve bu tavanı aşan meblağın tahsilat riskinin ise, alacaklıda bırakılması gerektiği kanaatindeyiz. Zararın tazmininden sonraki aşamada, müteselsil sorumluların, birbirleri ile olan rücu ilişkisini de nazara alarak, konuyu bir sonuca bağlamanın doğru olacağı kanaatindeyiz.

Pratikte, müteselsil sorumlulardan en fazla ödeme gücüne sahip olan tarafın, zarar göreni öncelikle tazmin ettiğini görmekteyiz. Bu kişi, genelde, kendisi bakımından hâkim tarafından tayin edilen miktardan daha fazlasını ödemiş olmakta, arka tarafta fazla ödediği kısmı ise, diğer müteselsil sorumlulara rücu etmektedir. Burada, tazminatın tamamını, olayda, sırf müteselsil sorumluluk hükümlerinin cari olması sebebi ile ödeyen sorumlu kişinin, fazlaca ödediği kısmı, diğer müteselsil sorumlulardan tazmin edememesi ve nihayetinde tüm zarara tek bir sorumlulunun katlanması, müteselsil sorumluluk ve rücu sistemi açısından amaçlanan bir sonuç olabilir mi?

Tam teselsül veya eksik teselsül şeklinde tezahür edebilen bu zincirleme mesuliyetin, sınırı nedir, ne olmalıdır? Acaba, Tasarı ile Đsviçre hukukunda uygulama alanı bulan “farklılaştırılmış teselsül” sistemine geçiş, “müteselsil sorumluluk” kavramını ve uygulama hükümlerini ne şekilde değiştirmektedir? Bu

anlayışın benimsenmesi sonucu, yönetim kurulu üyelerinin sorumlulukları ve rücu ilişkileri bakımından, daha etkin ve hakkaniyetli bir sorumluluk sistemine geçiş sağlanabilecek midir?

Tasarı, Đsviçre’deki ilgili düzenlemelerden doğrudan etkilenmek sureti ile yönetim kurulu üyelerinin müteselsil sorumlulukları açısından “farklılaştırılmış teselsül” anlayışını benimsemiştir. Artık sorumlular, zarar görene karşı, bireysel indirim sebeplerini ileri sürebilecekler ve ileride, ilgili kişilere rücudaki tahsilat risklerini bir nevi bertaraf etmiş olacaklardır. Ancak ne var ki, Tasarı gerekçesi ve Đsviçre uygulamaları bir yana, bu yeni teselsül anlayışının Ülkemizde ne derece hakkaniyetli ve objektif uygulamalara yol açacağını, öncelikle Tasarı’nın yürürlüğe girmesi ve bu konuda ortaya çıkacak uyuşmazlıklarda, yerel mahkemeler ile Yargıtay’ın verecegi kararlar sonucunda net bir şekilde görebileceğiz.

Kanaatimizce, Türk hukukunda, bugüne kadar benimsenen mutlak teselsül anlayışının, Tasarı’nın yürürlüğü ile birlikte terkedilerek, Đsviçre doktrini ve mahkeme kararları ile daha hakkaniyetli bulunan farklılaştırılmış teselsül anlayışına geçiş, özellikle müteselsil sorumlular bakımından, çok daha adaletli ve nesnel bir sürecin uygulamaya alınacağını göstermektedir. Bu yeni müteselsil sorumluluk anlayışı kapsamında, zarar gören davacılar bakımından ise, aynı kanıya varmak, pek de mümkün görünmemektedir. Zira bu yeni düzenleme ile, sınırsız müteselsil sorumluluk yerine, sorumluların kişisel durumları da dikkate alınarak tespit edilecek tazminat tutarı ile sınırlı şekilde bir müteselsil sorumluluk anlayışının hakim olacağı anlaşılmaktadır. Bu durum, müteselsilen sorumlu kişilerce zarara uğratılan kişinin, mevcut düzenleme ve uygulamalardaki hareket kabiliyetini kısıtlayacak, zararın tazmini aşamasındaki müteselsil sorumlulardan dilediğine başvurarak, tüm zararı bir kişiden talep etme serbestisini engelleyecektir.

Kanımızca, sorumlular ile zarar gören arasındaki adalete uygun denge, bu yeni düzenleme ile sağlanabilecek, yönetim kurulunun hareket ve yönetim özgürlüğünü kısıtlamayacak ve böylelikle bağımsız yöneticilerin ortaklıklarda yer alması hızlanacaktır. Ortaklık yönetim kurullarında, bilinçli ve şirket içi yönetim mekanizmalarını çalıştırabilen, sermayeden bağımsız ve piyasa koşullarında karar alabilen üyelerin bulunması, ekonomik hayatın ve özellikle sermaye piyasalarının gelişimi için de önemli bir gelişme olacaktır.

cxxvii