• Sonuç bulunamadı

Müslüman Araplarla Müslüman Türkler Arasındaki İhtida Farkı

4- Araştırmanın Kaynakları

3.1. İHTİDANIN BAŞLAMASI

3.1.2. Müslüman Araplarla Müslüman Türkler Arasındaki İhtida Farkı

Anadolu’nun ihtidası Arap fetihlerinin Yakın Doğu coğrafyasına taşmasıyla başlar. Ancak Anadolu’nun politik üstünlüğünün tam olarak Arapların eline geçmemesi ve bazı iktisadi avantajları öncelikleri dâhilinde değerlendirmeleri yüzünden mevcut Emevi hükümetleri Anadolu’yu zımni, mevali kapsamında ele almış dolayısıyla sürecin

      

219 Hökelekli, a.g.e., s. 293

220 Volkan Sarı, Türklerin İslâmiyet’i Kabulünün Sosyolojik Analizi, KSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek

Lisans Tezi, Kahramanmaraş 2005, s.14

221 Ali Köse, Neden İslâm’ı Seçiyorlar, TDV Yay., İstanbul 1997, s. 8 222 Sarı, a.g.e., s. 15

aktivasyonuna katılmamışlardır. İşte bu noktada Vryonis, Arap ve Türklerin ihtida hareketlerindeki farklı politik duruşları inceler.

VII. yüzyılın ilk yarısında Bizans ağır bir askerî yenilgiye uğramış ve ülkesinin üçte ikisini Güneyde Araplara, Kuzey Doğuda da Slavlara kaptırmıştı. Aynı zamanda, bir dünya imparatorluğu olma özelliğini de yitirmişti224. İmparatorluğunun yalnızca doğu coğrafyasını elinde tutabilen Bizans’ın, bu bölgelerinin de Türk fetihlerine maruz kalması çok zaman almayacaktı. Fetih, askeri olmakla birlikte aynı zamanda kültüreldi. Daha önceleri de pek çok akınlara, istilalara uğrayan coğrafya bütün yaşamsal fonksiyonlarına kadar böylesi bir değişimi daha önce yaşamamıştı.

Vryonis’e göre yedinci yüzyılın Arapları (Emeviler), fetihlerden öncelikle kendi çıkarları için yararlanmakla ilgilendikleri ve kitle olarak dönüştürme onları belli bir ekonomik kayba uğratabileceği için din değiştirmeyi teşvik etmediler225. Yine de Anadolu da ilk İslâmlaşma hamlesinin Hulafâ-i Raşidin, Emevi ve Abbasi dönemini kapsayan VII. ve X. yüzyılları arasında olduğunu söyleyebiliriz.

Müslümanların Anadolu ile ilk temasları, Hz. Muhammed’in 628 yılında Heraclius’a gönderdiği mektupla başlar226.

Söz konusu dönemde topraklarının çoğunu Araplara, Slavlara ve Avarlara kaptırarak güç bir dönem geçiren Bizans, balkanlarda yeni ve ciddi bir tehlike olarak Bulgarlar’ın devlet oluşturmasını gördü. Diğer yandan imparatorluğun içinde köle ekonomisi yıkılmaya başladı ve keskin toplumsal çatışmalar baş gösterdi. Bunlara ek olarak, Pavlikanlar, yönettikleri devrimci hareketlerle Araplara destek oldular. Fakat bu durum, Arapların ihtida hareketlerinde herhangi bir başarıya yansımadı227.

İlk İslâm fetihleri akabindeki İslâmlaşma hareketi karşısında Bizans, askeri, ekonomik, sosyal hatta kiliseye ilişkin reformları yaparak, Roma’dan miras güçlü devlet geleneği ile bu durumdan kendini kurtarabilmiştir228. Bu durum Arapların ihtida hareketlerindeki başarısını da engellemiştir. Fakat Arapların (Emeviler) Bizans topraklarında ihtida hareketlerine girmemeleri, Türk fetihlerinde karşılaşacağımız iskân politikasından uzak       

224 G. L., Seıdler , Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete Tuncay, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Yayınları, Ankara 1980, s. 8

225 Vryonis, a.g.e., s. 356

226 Kadir Özköse, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında Tasavvufi Zümre ve Akımların Rolü”,

Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. VII, Sayı:1, 2003, s. 250

227 Seidler, a.g.e., s. 14

sadece İstanbul’un fethine yönelik bir politika olmasından da kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan Arapların ihtida hareketlerinde, daha çok ekonomik yön ön plana çıkmış bu sebeple kitlesel ihtida hareketlerinden kaçınılmıştır.

Genellikle, Hıristiyanların maddi beklentiler, İslâm uygarlığının cazibesi ve çekiciliği ve Türk kültürünün sunduğu daha büyük ahlaki değerler ve Selçukluların siyasi alanda ortaya koyduğu adalet nedeniyle din değiştirdiği iddia edilir. Selçukluların, Anadolu’ya ulaştığı ilk dönemlerde Bizans ile İslâm arasındaki dinî savaş zaten dört asırdır (VII. X. yüzyıllar) sürüyordu. Türklerin ortaya çıkmasıyla, bu dinî savaş Bizans’ı tam kalbinden vurdu ve bir dört asır daha sürmesine yol açtı. Arap fetihleri zamanında var olmayan dinî kurumların (Tarikatlar ve Ahi birlikleri) gelişmesi Anadolu’daki Müslüman topluma daha bir coşku ve dönüştürmeci bir motivasyon kattı. Ancak Yunan Hıristiyanlığına karşı hiçte müspet olmayan bir bakış açısını, on altıncı yüzyıl tarihçisi Saadeddin (1536 -1599) , Bizans’ın başkentinin fethini tasvirinde görüyoruz229.

“Bu geniş bölge, bu güçlü ve mağrur şehir, nefretin ülkesi (dar-ul harb) olmaktan paranın basıldığı (dar-ul zarb) şehir haline geldi, kötü nefesli baykuşların yuvası olmaktan zafer ve onurun başkenti haline geldi. Sultan Mehmet’in asil çabalarıyla, utanmaz kâfirlerin kötücül çan sesleri, Müslümanların muzaffer Toplanma İnancı’nın tatlı, beş-vakit tekrarlanan ezan sesiyle değiştirildi ve cihat toplumunun kulakları ezanın ezgisiyle doldu. Şehrin içindeki kiliseler, rezil putlarından arındırıldı ve aşağılık iffetsizliğinden temizlendi ve resimlerinin silinmesi, İslâmi mihrap ve minberlerin kurulmasıyla çoğu manastır ve şapel, Cennet Bahçelerini kiskândıracak bir hale geldi. Kâfirlerin tapınakları, dindarların camilerine dönüştürüldü. İslâm’ın ışığı, çok uzun zamandır zelil zinacıların ikametgâhı olan karanlığın ev sahiplerini yerlerinden sürdü. İnancın şafak ışıkları, zulmün korkunç karanlığını kovdu ve bu anlamda, kader gibi kaçınılmaz, talihli sultan bu yeni memleketin yönetiminde en üst makam haline geldi… (Fetihten sonra) İlk Cuma günü, ibadet edenler Aya Sofya’da toplandı ve sultanın muzaffer ismi adına Muhammed Hutbesi okundu (Cuma namazı, hükümdarın ismini içerir). Böylece, bu eski büyük yapı Ortodoks İnancının ışıklarıyla aydınlatıldı. Kutsal Kitabın mis kokusu sindi ve Muvahhidinlerin (Allah’ın bir olduğunu şahitlik edenler) kalpleri, İmanın simgelerinin kurulmasıyla zevkle dolarken ve bu nedenle tapınakların en arzu edileni,

      

mağrur cami, bu kalplere huzur veren tapınak, Müslümanlarla doluydu ve onun, Şahadet’le perdahlanmış olarak hoşnutluğu yansıtan içi, cilalanmış bir ayna kadar parlak hale geldi”230 Müslüman yöneticilerin, Emeviler devrinde olduğu gibi Anadolu’da Hıristiyanların ihtidası faaliyetlerini mali kayıplarla durdurma girişiminde bulunduklarına dair hiç bir işaret yoktur. Böylece belki tebliğ hevesinin verdiği tatmin, varlık vergisinin kayıplarını arttırmış olabilir. Gerçekten, fetihler, ticaret ve tüm imparatorluğun yağmalanması, cizye gibi hatırı sayılır vergi geliri kaynağının kaybını telafi etmiş ve hafifletmiştir231.

Diğer taraftan II. Kılıçarslan İslâm’ın büyük gazilerinden sayıldığı halde, Malatya’daki Süryani Patriği Mihael’e gönderdiği bir mektupta, Bizans’a karşı kazandığı zaferlerin, patriğin duaları sayesinde olduğunu belirtecek kadar geniş bir anlayışa sahip olup ona dostluk göstermiştir232.

Çağın gözlemcileri, Türklerin, Hıristiyan tebaanın ve savaş esirlerinin din değiştirmesini beklediğini ve buna büyük ölçüde sevindiğini rapor etmişlerdir. Genellikle kendi tebaalarının durumunu gözlemlemiş olsalar bile, Schiltberger’in “Nasıl Bir Hıristiyan

bir Kâfir Haline Gelir” başlıklı yazısında belirttiği gibi, din değiştirmeyi cazip hale getirmek

için çok çaba sarf etmişlerdir233.

İslâm dinînin hoşgörüsü, Türk hoşgörüsüyle yoğrulmuş ve Anadolu’da Müslüman Türkler ile Hıristiyan yerliler arasında mevcut ahenk Moğol istilasıyla bile bozulmamıştır. Mesela bir ara hükümetsiz kalan Malatya’nın Müslüman ve Hıristiyan halkı, aralarında sadakat yemini yaparak, müşterek bir idare kurmuşlar ve şehrin patriğini başlarına geçirmişlerdir234.

Buna benzer bir uygulama Fatih’in Rumlara verdiği imtiyazdan da anlaşılmaktadır. Bu metnin aslı İstanbul yangınlarından birinde yanmıştır. Ancak Hammer’e göre: Fatih, Patrik Gennadios’un ruhani sıfatını kabul edip, fetihten önce yürürlükte olan adetlerinin devamını isteyerek, kiliselerin camiye tahvil edilmeyeceğini, izdivaç ve defin işlerini Rum kilisesi usulüne göre eskisi gibi yapabileceklerini söylemişti235 .

      

230 Vryonis, a.g.e., s. 357 231 Vryonis, a.g.e., s. 357

232 İsmet Kayaoğlu, “Türk Yönetiminde Gayri Müslimlere Gösterilen Tolerans”, Selçuk Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4, 2007, s. 386

233 Vryonis, a.g.e., s. 357

234 Turan, Selçuklular ve Türk-İslâm Medeniyeti, s. 257

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Türkler Anadolu’da ihtida meselesini politik bir yaptırım olarak değil, ekonomik kayıpları göz ardı ederek sadece tebliğ ve teşvik anlamındaki uygulamalar yoluyla ifa ederken İslâm’ın anavatanının sahipleri Arapların(Emeviler), Anadolu için sistematik bir ihtida politikası olmamıştır. Burada şu tespitte yapılmalıdır; Arapların, Anadolu’da ihtidayı politik hedefleri içinde görmemesinin sadece cizye vergisinin, hazineleri için sağladığı muazzam kaynağı kaybetmemek adına desteklemediğini söylemek biraz safdillik olur. Üstelik burada Emevi ve Abbasi olarak birbirinden hem sülale hem de politik anlayışlar bakımından çok farklı olan iki devletin farklı uygulamaları vardır. İki dönemin politik uygulamaları çoğu zaman birbirine muhaliftir. Arap coğrafyasının siyasi hâkimiyet sınırlarını Emeviler çizsede bu sınır dahilindeki kültürel çizimi Abbasilerin eliyle olmuştur. Araplar hiçbir zaman Anadolu’nun askeri ve idari olarak üstünlüğünü ele geçirememişlerdi. Oysa bu tarz üstünlüğü ele geçirdikleri coğrafyalarda Araplar, ihtida hareketlerini bizzat devlet eliyle ekonomik kayıpları düşünmeden desteklemişlerdir. Bundan hareketle Orta Asya’dan, Afrika içlerine oradan İberya’ya kadar uzanan politik hâkimiyet alanındaki Arap ihtida hareketleri çok sarihtir. Sonuçları bakımından da tamamen kalıcıdır.

3.1.3. Anadolu’da İhtida Sırasında, Var Olduğu İddia Edilen Cebri Örnekler ve