• Sonuç bulunamadı

4- Araştırmanın Kaynakları

2.2. BİZANS’IN, ANADOLU’NUN KAYBI ÜZERİNE DÜŞÜNCE VE

2.2.2. Çöküş Üzerine, Bizans’ın Aldığı Dinî ve İdari Tedbirler

2.2.2.1. Dinî Tedbirler

Papanın bir Krala taç giydirerek onu dinen kutsamasıyla, Bizans’ın kendini hem siyasi hem de dinî yönden ökümenik kabul edip ona göre davranması da tarihe karışmıştır. Bu hareket artık kültürel, ırki ve de mezhepsel yönlerden farklı olan iki kilisenin halklarının birbirinden daha fazla nefret etmesine sebep olmuş, 1054’teki ayrılığın alt yapısını da hazırlamıştır. Bizans için XI. yüzyıl itibariyle başlayan askeri ve politik kayıp ve ardından

      

gelen yalnızlığa, kilisenin kan kaybı da eklenince kilise kurumunun yeniden ihyası adına dinî tedbirler alınma yoluna gidildi.

Mikhail VIII. döneminde Ortodoksluğu eskiden beri en kutsal varlığı olarak kabul eden ve Latin düşmanlığı içine kadar işlemiş bulunan Bizans ecdadının dinîne ihanet eden İmparatora isyan ediyordu188. İmparator ise bütün bunları görmezlikten geldi ve devleti için kurtuluş addettiği Union’a189 sıkıca sarıldı.

Bizans kilisesi zaten dinî bölünmelerden dolayı hâkimiyet mefhumunu yitirirken artan Türk fetihleriyle de bu mefhumun ekonomik detaylarını kaybetmişti. O detaylar, Bizans kilisesini ayakta tutan kolonlardı. Çünkü bölünmüş doğu kiliseleri zenginliklerini cemaâtlerinin kalabalığından değil onların iktisadi varlıklarının desteklerinden alıyordu. XI. yüzyıl başında Bizans dinî yapısının görüntüsü şöyleydi:

Türk fethi ve yerleşimi Hıristiyan devletin sadece etkili politik kontrolünü mahvetmekle kalmadı, aynı zamanda çok etkili bir şekilde Ortodoks kilisesini de parçalamıştır. Türk fetihlerinin bu üst üste ve tahrip edici yapısı kilise kurumlarını yavaş yavaş yok etti ve üst düzey ilişkilerini aşındırdı. Fatihler, kilisenin mallarına, gelirlerine, yapılarına el koymak suretiyle kiliseyi sonsuz bir fakirliğe mahkûm ettiler. Ganimetler, onları İslâmi bir kurum olarak takipçilerine ve Müslüman cemaâte paylaştıran sultanlara ve galip olanlardan yardım talep edenlere aitti. Episcopal kurum, kilisenin temel yapısıydı ve pasif bir kültürel araç halinde bitmiş bir devletin içinde varlığını sürdürdü. XV. yüzyıl itibariyle burada sadece 17 metropolitan, 1 başpiskoposluk, 3 piskoposluk vardı oysaki bir zamanlar burada elliden fazla metropolitenlik ve dört yüzden fazla piskoposluk yok muydu? Episcopal kurumu eskiden Bizans idari bürokrasisine paralel olarak geniş bir dinî bürokrasiyi meydana getirmişti, gerçi sonraki Constantinople merkezliydi. Türk fethinin şartları öyle bir boşluk ortaya çıkardı ki, kilise kurumunun Constantinopolitan merkezliliği kilisenin sürekli işlevine ve varlığına ağır sorumluluklar getirdi. Her metropoliten ya da başpiskopos Constantinople’da imparatorun kuvvetli bir politik temsilcisi olmak babında, imparator için İslâm’a hasımlık görevinin yanı sıra kilisenin de başıydılar. Piskoposluk, Bizans taşra idaresinde olduğu gibi, officia denilen

      

188 Ostrogorsky, a.g.e.,s. 425-426

189 Bizans Kilisesi’nin, Vatikan Kilisesi’nin üstünlüğünü kabul etmek şartıyla iki kilisenin birleştirilmesine dair

sayısız kadro ve uzmanlık görevleriyle birlikte yüksek gelişmiş bir idari yönetimi de üstlendi190.

Bu hiyerarşi kiliseye, sadece büyük kalabalıkların ruhanî yönetimini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda onu dünyevî alanlarda da yetkili kıldı. O gün devletin sorumluluğunda olan yani yetimlerin, hastaların, fakirlerin, yaya olarak yolculuk eden yabancıların bakımı ve eğitimi ile ilgili alanlarda da kilise hiyerarşisi sorumluluk sahibi idi. Çok eskiden, Piskoposluk Bizans yargı sisteminin tamamlayıcı bir parçası idi ve zaman geçtikçe Türk fetihleri Bizans’ın mahkemelerini Hıristiyanların temel yargı kurumu haline getirdi. Bu yüksek derecede gelişmiş kilise yönetimi maddi, sosyal, ruhanî fonksiyonlarını yerine getirmek için çok geniş eleman ve gelirler talep etti. Fetihler, metropolitanları ve piskoposları idari kadrosundan, sadaka kurumlarından mahrum bırakarak ve onları sadece ruhanî görevleri olan yoksul ruhbanlar durumuna dönüştürerek Anadolu kilisesinin iktisadi temelini telâfisine imkân vermeyecek şekilde tahrip etti. Onlar artık daha fazla yeni ve muhteşem hastaneler, imaretler, medreseler, camiler ve pek çok şeyler lütfetmekle övünen İslâmi muhatapları karşısında dayanamadılar. İslâm kurumları sadece eskiden Hıristiyan toplumuna (XIV. yüzyılda kiliseyi ilave ağır bir vergi yüküne maruz bırakmıştı.) ait olan varlıkları, yapıları ve toprakları alarak onları vakfetmekle kalmadılar aynı zamanda çok sayıda Hıristiyan serfine de aynı durumu uyguladılar. Bizans dinî kurumunun kuruluşuna hizmet etmiş olan aynı ekonomik refah şimdi Türkler’in eline geçmişti ve muzaffer, mütecaviz Anadolu İslâm’ının temel ekonomisi oldu. Kilisenin çökmesindeki bu ekonomik faktör muazzam derecede önemli olsa da tek bir etken değildi. Süregelen akınlar (özellikle XI. ve XII. yüzyıllardaki ile XIII. ve XIV. yüzyılların sonundakiler) Anadolu kilise yönetimini ciddi şekilde böldü. Eskiden beri var olan dinsel bürokrasinin yüksek derecede merkezileşmiş olması ve Hıristiyan bir devletten sivil desteğin kesilmesi, metropolitanların, piskoposların ve onların idari kadrosunun yokluğu karşısında artık hiç bir şey yapılamazdı ve bu şartların Hıristiyan toplumlar için ciddi geri dönüşümleri olacaktı. Politik istikrar, düzen ve barışçıl şartların eksikliği her şeyi zorlaştırdı. Türkler ruhbanları, azletti ve onların kilise makamlarına girmelerine engel oldu. Sonuç olarak Grek toplumunun çok uzun zaman lidersiz bırakılması bastırılmış sınıflarda, topluluklarda Hıristiyan canlılığının ciddi şekilde azalması sonucunu doğurdu ve kültürel bağlar ve sosyal bileşkeleri üzerinde genel bir rahatlamaya sebep oldu. Böylece Anadolu kiliselerinin Constantinople ile bağları koptu ve sanki fırtınalı ve vahşi bir denizde rehbersiz, dümensiz başıboş tekneler gibi

      

kalakaldılar. Türk fethinin bu muzaffer esintileri Anadolu’daki Bizans toplumunu kültürel değişime hazırlayacak, sosyal bağlarını koparan bir dizi kuvvetli değişikliklere maruz bıraktı191.

Anadolu Yunanlılarının, kitlesel din değiştirmesi ve aynı zamanda çok büyük sayılarda Türk Müslüman’ın Anadolu’ya girişi ile karşılaşan Bizans devleti ve kilisesi Yunanlıların dinî tabiiyetini sağlam tutmak ve kısmen de olsa Türkleri değiştirmek için çeşitli önlemler aldı. Türklerin yarımadayı fethinin fitillediği kültürel dönüşüme pasif şekilde boğun eğmediler. Aldıkları önlemlerden bazıları, basit polemik yazını olmaktan çok daha önemliydi. Dinîn toplum yaşamında en yayılgan ve birleştirici güç olmasına binaen imparatorlar Küçük Asya’da kilisenin yapısını korumak için her çabayı gösterdiler. Çünkü Bizans’ın politik gücünün geniş oranda yitirildiği şu anda sadece kilise Küçük Asya Hıristiyan toplumunu kısmen koruyabildi. Bu nedenle imparatorlar, Alexius Comnenus’tan başlayarak, doğu eyaletlerinde kilise yapısını korumak için her çabayı gösterdi. Bunlar çoğunlukla, piskoposluk yönetiminin işlerinin büyük bir kısmının uzun bir süre boyunca, şartlar başpiskopos ve piskoposların kendi Anadolu makamlarına tekrar gidebilecekleri durumuna gelinceye kadar Constantinople’da sürdürülmesini içeriyordu192.

Hiyerarşi, sonrasında Hıristiyan toplumun liderleri haline gelerek sadece tebaa Hıristiyanlarının, Yunan âleminin kültür merkeziyle bağlantısını sürdürmekle kalmadı aynı zamanda yeni Türk liderlerle Hıristiyanlar arasında arabulucu görevi gördü. Fethedilen Hıristiyanların moralini yükseltmeye çalışanlar ve onları yönlendirenler piskopos ve başpiskoposlardı. Isaac Angelus (1185–1195–1203–1204), Andronicus II Palaeologus(1282– 1328), Andronicus III Palaeologus(1328–1341) ve diğerlerinin kilise hiyerarşi listesindeki oldukça garip çoğalma için olası bir açıklama, kısmen Anadolu kiliselerini gerilemeye başladıkları zamanda güçlendirmeyi amaçlayan bir idari önlem olduğudur. Müslümanların din değiştirtme salgını başlarken, Hıristiyanların din değiştirmelerine engel olmak için imparatorlar muhtemelen daha fazla hiyerarşinin gerektiğini hissetti. Ancak XIV. yüzyılın sonuna doğru ve XV. yüzyılda Hıristiyanların çoğunluğunun dinînden dönmüş ve Constantinople’un Türklerin eline geçmiş olmasından Hıristiyanlığın mücadeleyi kaybettiği açıktı. Her halükarda yıllık gelir böylesi bir politikayı uygulanamaz kıldı. Böylece XV.

      

191 Vryonis, a.g.e., s. 350 192 Vryonis, a.g.e., s. 439

yüzyılda kilise geniş sayıda Anadolu başpiskoposluğu ve piskoposluğundan vazgeçti ve sadece 17 başpiskoposluk ile 3 piskoposluğu elinde muhafaza etti193.

İoannes V(1332–1391), “union” müzakerelerinin başarısızlığa uğramasından dolayı yine de Türklerin Balkanlarda ilerlemelerine karşı tek yardımın Papalıktan gelebileceğini ümit ediyordu194. İoannes V. halkının tepkisine rağmen 18 Ekim 1369’da kiliseler birliğini gerçekleştirmek için Roma’ya gitti. Burada Roma inancına geçerek Roma usulüne göre vaftiz oldu. İmparator, Roma’da atalarının inancına ihanet ederken İstanbul’daki patrik, sadece Bizans ahalisini değil, devlet sınırlarının dışındaki Suriye, Mısır, Güney Slav ülkeleri ve Rusya’daki Ortodoks Hıristiyanlara, gönderdiği uyarıcı mektup ve yazılarla inançlarına sadakate teşvik ediyordu. Böylece İoannes V.’in büyük bir törenle icra ettiği Roma inancına dönüşü sadece imparatorun şahsını ilgilendiren bir davranıştan ibaret olarak kaldı195.Papalık ile Bizans Kilisesini dinî birleşme ile bütünleştirmeye çalışan Bizans imparatorunu ne kilise ne de Bizans halkı affetmedi. Zira bunun asıl amacı teolojik zeminde oluşturulmaya çalışılan ama aslında siyasi otoriteyi kimin elde edeceği hesapları üzerine yapılmış bir kurgu olduğundan bu “union” hiç gerçekleşemedi.

Bizans Kilisesinin, Roma Kilisesi ile siyasi ve dinî ilişkileri Kadıköy konsilinden sonra bozulmaya yüz tutmuş, ancak VIII. yüzyıla kadar Bizans İmparatorlarının bir kısmının Roma Kilisesiyle dinî ve siyasi gücünden dolayı tamamen kopmak istememelerinden dolayı bu ilişkiler gergin de olsa devam etmişti. Özellikle bu gerginliklerde, Doğu’daki diğer Hıristiyan cemaâtlerine Bizans Kilisesinin mezhepsel anlaşmazlıklardan dolayı uyguladığı baskı ve bazen de zulümlerin payı olmuştu. Roma Kilisesi, Hıristiyanlığın ilk ve önemli merkezlerindeki halklara karşı Bizans’ın bu baskıcı uygulamalarını yanlış bulmuş ve Bizans’ı ancak onlarla birlikte tanıyacağını belirtmişti. Bizans’ın Doğu’daki bu halklara baskı yapmasındaki tek neden dinî yönden anlaşmazlıklar değildi; bu merkezlerin birçoğunun oldukça verimli topraklar üzerinde olması ve buradaki cemaâtlerin refah seviyesinin yüksek oluşu bu nedenlerin başındaydı. Bizans Kilisesinin hem Roma Kilisesiyle hem de cemaâtlerle olan gergin ilişkileri Bizans siyasetini oldukça yıpratmıştı. Baskı uyguladığı bu cemaâtlerin XI.

      

193 Vryonis, a.g.e., s. 439

194 Arzu Taşcan, Bizans-Papalık İlişkileri (X.-XV. Yüzyıl), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek

Lisans Tezi, Elazığ 2000, s. 33

yüzyıldan sonraki Türk Arap saldırılarında Bizans’ın karşısında yer almış olması da bunun kanıtı olmuştur196.

Sonuç olarak, Bizans’ın çöküşü engelleme çabaları çerçevesinde aldığı hiçbir dinî önlem neticeyi değiştirme anlamında etkili olmadı. Dinî bölünme konusu kadim bir meseleydi ve telafisi çok zordu. Kilise örgütlenmesi ise kendini idame eden ekonomik yapının el değiştirmesi yüzünden ayakta durmakta güçlük çekiyordu.