• Sonuç bulunamadı

4- Araştırmanın Kaynakları

2.1. BİZANS’IN ANADOLU’YU KAYBETMESİNİN DÂHİLİ VE

2.1.2. XI ve XII Yüzyılarda Bizans Gerileyişinin Tahlili

2.1.2.2. Etnik Çözülmeler

Çok uluslu imparatorlukların, içinde bulunan toplumları sevk ve idaresinin çok kolay olduğu söylenemez. Çok az imparator, bu toplumları eyleme geçiren koşulları ustalıkla hesaplayıp, toplumun dinamiklerini başarı ile yönetebilir ve içindeki bu milletlerin, klanların, cemaâtlerin, fraksiyonların bağlılıklarını sosyal ve siyasal alanlarda uyumlu hale getirebilir ve imparatorluğa bağlayabilir. Çok uluslu bir imparatorluğun egemen hamisi olan Bizans, parçası olduğu Roma’nın kişisel olarak belki ama kurumsal olarak liderlik kabiliyetini pek

fazla taşımıyordu. Çünkü imparatorluğun sarayı ve kilisesi, içindeki farklı etnik toplumlarla sürekli bir hâkimiyet mücadelesi yaşıyordu.

Bu etnik topluluklardan olan Pavlikanların dinî kimliği hakkında farklı görüşler ortaya konulmakla birlikte genel temayül, Hıristiyanlığın heretik bir kolu olduğu yolunda yoğunlaşmaktadır. Hıristiyanlık, tarihi süreçte diğer dinlerde olduğu gibi muhtelif cemaât, kilise ve mezheplere ayrılmıştır. Söz konusu ayrışmanın temelinde dinî inançların farklı yorumlanması, ibadet uygulamalarının farklı olması, cemaâtler arasındaki siyasi rekabet ve temsil yetkisi gibi sebepler etkili olur. Başlangıçta Hıristiyanlık, ilk yüzyıl içinde havariler arasındaki tartışmalardan kaynaklanan bölünmelere uğrar. Ardından sonraki yüzyıllarda Roma, İstanbul ve Antakya merkez olmak üzere üç büyük gruba ayrılır97. Bununla birlikte, Pavlikanlar ve Marcionlar98 gibi Hıristiyanlığın temel akidelerine ters düşen ve büyük mezhepler tarafından heretik kabul edilip sürekli dışlanan ve her yerde zulme uğrayan Hıristiyan cemaâtler de zaman zaman kendinî göstermiştir99.

Nitekim Bizans ordusunda da yer alan bu halkın baskılara ve zulme karşı çıkması Bizans’ı tedirgin etmeye başlamıştı. Ayrıca Bizans themalarından doğu Anadolu’daki ve Erzincan havalisini de içine alan Khaldia Theması, Pavlikanlar tarafından Bizans’ın elinden alınınca bu halkın doğudaki etkisini kırmak için dönemin Bizans İmparatoru Basil I. (867- 886) bu bölgeye akınlar düzenlemiştir. İlk seferde ağır mağlubiyet alan Bizans’ın 873’deki ikinci seferinde galibiyeti ve büyük bozgunu sonrası Pavlikanlar, Doğu Anadolu ve İç Anadolu’daki mekânlarından büyük oranda sürüldüler ya da göç ettiler100. Suriye’den Balkanlara, hatta İtalya ve Fransa’ya kadar çok geniş bir alana yayıldılar. XI. Yüzyıla kadar pek sahnede görünmeyen Pavlikanlar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ilk yıllarında, Anadolu’da Bizans ile yaptığı mücadelede Ortodoks kilisesinin zulüm ve işkencelerinden bıkarak Türklere yardım eden yerli halklar arasında Pavlikanlardan kalan bazı gruplar da mevcuttur101.

Diğer yandan Hıristiyanlıktan önce İran’ın hâkimiyeti döneminde Zerdüştlük dinî Ermeniler arasında yayılmıştı. Daha sonra, Hıristiyanlığı devlet dinî olarak ilk kabul eden       

97 Ömer Faruk Harman, “Hıristiyanlık”, Dinler Tarihi Araştırmaları II, Ankara 2002, s. 187

98 Sinop Piskoposu’nun oğlu olan ilahiyatçı Marcion, İncil şeriatına muhalefet eden St. Paul’ün öğrencisidir.

M.S. 144’te Roma toplumundan atılmıştır. Onun kilisesi V. yüzyıldan itibaren doğuda yaşamıştır. O, reddeden Tanrı ile bağışlayan Tanrı arasındaki uyuşmazlığı gösteren fikirleri ortaya koymuştur. (Mehmet Aydın,

Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Din Bilimleri Yayınları, Konya 2005, s. 473)

99 Çoğ, a.g.m., s. 75 100 Çog, a.g.m., s. 83 101 Çog, a.g.m., s. 83

Ermeniler (M.S.300) Gregorien Kilisesine mensup olarak mezhep bakımından Bizans’tan ayrıldılar ve hatta Bizans’a muhalif oldular102. Ermeniler kendi aralarında ayrıca Gregorien, Ortodoks, Pavlukien şeklinde çeşitli mezheplere ayrılmışlardı103.

Ermeni Kilisesi, Bizans kilisesinden ayrıldıktan sonra Ermeni nasyonalizminin temeli ve birliğin ana unsuru haline gelmişti. Bunu fark eden Bizans imparatorları ve ruhban sınıfı sadece Ermenistan’ın feodal ailelerini ortadan kaldırmakla iktifa etmeyip, Ermeni kilisesinin otonomisini de yok etmeye çalışmıştı ve bu gaye için, her türlü ikna yoluna, tehdide ve hepsinin üstünde de zulme başvurdu104.

İşte bu durum Bizans - Ermeni çekişmesinin başı olacaktı.

Ermeniler’in Bizans’a bakış açısını gösteren en iyi örneklerden bir tanesi şöyledir: Muaviye döneminde Müslümanların hâkimiyeti altında yaşayan Ermeniler’i, Bizans'a çekmeye çalışan II. Jüstin'e Ermenilerin cevabı şöyle olmuştur: “Biz, kaç defa Greklerin

hâkimiyetine girdiysek, kötü anlarımızda onlardan hiçbir yardım görmedik. Aksine itaatimiz hakaretle karşılandı. Sadakatle bağlılığımız, yıkımımıza ve ölümümüze mal oldu. O halde bizi, himayecileriyle kuşatan şimdiki hâkimlerimizin, Müslüman efendilerimizin egemenliği altında bırakınız.” Ermeni yazar Papazyan ile Ermenilerin, İsa'da “Tek tabiat” bulunduğuna

inandıklarından dolayı, Bizans İmparatorluğu döneminde “Messe Ayini”ni ve ibadetlerini serbestçe “icra” edemediklerini ve bunun için Türkler’in İstanbul'u almalarını beklediklerini belirtmektedir. Hülasa Ermeniler ile Bizans hem dinî, hem siyasi bir tefrika içinde olmuştur105.

Ermeni kilisesi Chalcedon konseyine de girmemişti ve Kıpti ve Jakoben (Yakubi) kiliseleriyle de durum aynıydı. Bizans on birinci yüzyıl Anadolu’sunda, bir anlamda, yedinci yüzyılda Arap fethi arifesinde Suriye-Mısır eyaletlerinin durumunu andırır bir durumla yüz yüze geldi. Tüm on birinci asır boyunca Bizans yönetimi ve kilise dinî birleşmeyi Ermeni ve Suryaniler’e dayatmaya çalıştı. Küçük Asya’nın doğu bölgelerinde Yunan, Ermeni ve Süryaniler arasındaki bu dinî ve politik çekişme Bizans bölgelerindeki kargaşayı tam da Türk baskısının doruğa ulaştığı kritik bir zamanda tamamladı. Yunan birlikleri, neredeyse       

102 Yusuf Sarınay ve Diğerleri, Azerbaycan Belgelerinde Ermeni Sorunu (1918- 1920), Devlet Arşivleri Genel

Müdürlüğü, Ankara 2001, s. 7

103 Yaşar Kalafat, “Gregorien Türklerin Stratejik Boyutu” Hoşgörü Toplumunda Ermeniler Erciyes

Üniversitesi I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu, C. 4, Kayseri 2007, s. 542

104 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK, VII. Dizi- Sayı: 79, Ankara 1985, s. 25

105 Abdurrahman Küçük, “Belgelerin Işığında Türk-Ermeni Münasebetlerine Genel Bir Bakış”, Ankara

Türkler’den çekindikleri kadar Ermeni askerlerden de korkar oldular. Çünkü pek çok Ermeni hâlihazırda bu akıncı Türklere katılmıştı. Sonuçta ilan edilmemiş bir savaş çoktan bu iki grup arasında başlamıştı bile106.

Türklerin Anadolu’yu fethinden yüzyıllar önce Ermenilerin Roma tarafından dağlık bölgelere ve ücra yerlere sürgün edildikleri bilinmektedir. Bizans’ın dinî ve askeri baskısı karşısında Türklerin müsamahalı idareleri Ermenileri birçok defa Türklerin müttefiki durumuna getirmeye başlamıştı. Selçukluların, Van Gölü çevresindeki Ermeni Vaspurakan Krallığı’na son vermeleri üzerine, yoğun olarak Güney Anadolu Toroslarındaki feodal beylerin himayesinde yaşadılar. Selçukluların 1064 yılında Kars ve Ani’yi almalarından sonra ise Kilikya Bölgesine gelerek yerleştiler107. Bizans’a karşı Selçuklu Türklerinden yardım aldılar108. Diyar-ı Ermen vilayetindeki Ermeni ahalisi başlarında Selçuklu Sultanına bağlı bir Ermeni beyi bulunduğu halde, Türklerle dostane münasebetler içinde yaşamlarını devam ettirdiler109.

Pavlikan, Ermeni, Süryani110 gibi bazı yerli kavimler, Bizans zulmü karşısında Türklerin din ve fikir hürriyeti ile tanışınca, bulundukları havalide Türk kuvvetleri ile iyi geçinmişlerdir. Haliyle bu durum, Selçuklu kuvvetlerinin ilerlemesini kolaylaştırmış ve yerli halkla Türk göçmenlerin kaynaşmasını kolaylaştırmıştır111.

      

106 Vryonis, a.g.e., s. 404

107 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998, s. 155–156 108 Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Kastaş Yayınevi, İstanbul 1990, s. 35 109 İbn-i Bibi, El-Evamiru’l-Alaiyye Fi’l-Umuri’l-Alaiyye(Selçukname), C. I, çev. Mürsel Öztürk, Kültür

Bakanlığı, Ankara 1996, s. 58

110 Süryaniler, kökenleri M.Ö.5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Mezopotamya’da yeşeren ve uygarlığın

gelişiminde önemli rol üstlenen eski Mezopotamya halklarının köklü kültürünün mirasçılarıdır. İsa’dan önce putperest bir yaşam sürmekteydiler. Sonrasında Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Süryani kilisesi, Kadıköy iman ilkelerini kabul etmeyerek İstanbul kilisesi ile ilişkilerini kesmiştir. Bu ayrılıkta en önemli neden, Bizans’ın Doğu’da Süryaniler tarafından kurulan kiliselere kendi görüşlerini empoze etmeye çalışmasıdır. Bu konsilde öne çıkan isim ise, Süryani asıllı olan ve konsil esnasında Bizans Kilisesinin patriği olan Mor (Aziz) Nastur’dur. Ondan önce birçok, Süryani bilge, Bizans otoriteleri tarafından sindirilmiştir. Mor Nastur da sindirilmeyi göze almayınca sürdürülmüştür. Onu savunan herkese “Nasturi” damgası vurulmuştur. Bu anlaşmazlıkta Nastur’un görüşlerini benimseyen Süryaniler tarihte Nasturiler ismi ile anılmaya başlamıştır. Bu ad, onları küçümsemek için verilmişti. Bizans sınırları içinde yaşayan, Süryani halka karşı baskı ve şiddet mezheplerine yönelik eleştiriler yüzünden Bizans ile aralarında uzun yıllar bir çekişme olmuştur. İslâm hâkimiyetine girdikten sonra, Haçlı Seferlerine kadar bu baskı biraz olsun durmuştur. Süryanilere karşı baskı ve şiddet, Urfalı Mateos’un Vakayinamesinde şöyle dile getirilmektedir: “Antakya’daki Süryaniler çok zengin olup, debdebeli bir hayat

sürüyorlardı. Romalılar bunları kıskandılar, onlara karşı derin kin beslediler. Bu baskılar yüzünden, bazılarını zorla kendi mezheplerine döndürdüler. Şehirde, her gün mezhep yoklamaları ve nizalar vuku buldu, hatta Süryanilerin İncilini de yaktılar.” (Betül Sezer, “XI. - XIII. Yüzyıllarda Bizans Kilisesi” Fırat Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 2006, s. 111)

Sonuç olarak, Heretik olmakla suçlanan Pavlikanlar, Marcionlar ve diğer fraksiyonlar Bizans’a karşı hem siyasi, hem askeri olarak Türkler ile birlikte hareket edince Bizans imparatorluğunu inşa eden taşlar yerinden oynamaya başladı. Ayrıca, Yunan, Ermeni ve Süryaniler arasındaki dinî ve politik çekişme Türklerin geldiği döneme tesadüf etmişti. Bizans yönetimi ve kilisesinin, dinî birlik konusunu Ermeni ve Süryanilere dayatmaya çalışması Ermeniler ile ilan edilmemiş bir savaş ortamı meydana getirmişti ve bu durum esasında Bizans’ı, Türk ilerleyişi kadar korkutuyordu. Ancak, Bizans açısından gerilemeyi hızlandırıp, savunmasız bırakan bir diğer sebep şüphesiz Bizans’ın doğu ve batı hudutlarından gelen dış baskılardı.