• Sonuç bulunamadı

münistlerin büyük çoğunluğun un Yah udi olduğun u düşünüyor. Ko

Belgede 12.RA>IKARS 1 YAYINLARI (sayfa 151-155)

münizm, zorunlu vergiler, ağır cezalar ve Çeka anlam ına gel iyor­

du. Dolayısıyla, genel komünist rejim karşıtlığı, tüm Yahudi ı rkına karşı bir nefrete dönüşmüştü. Bolşevik tiranlığı da Ukrayna'da önüne geçtikleri Anti-Semitizmden besleniyordu. Dahası, Yahu­

dileri kayırmadıklarını kanıtlamak gayesiyle, Bolşeviklerin diğer uca geçtiklerini ve

Gentilelerin

en ufak bir cezaya çarptırılmada n rahatlıkla giriştiği işleri yapan Yahudileri sık sık tutukladıklarını ve ağır cezalara çarptırdıklarını belirtmişlerdi. Ayrıca, Bolşevikler bir yandan güneydeki Ukraynaca yürütülen tüm kültürel çalışma­

ları desteklerken, İbranice girişilen her çabaya engel oluyorlardı.

Kulturliga'nın varlığını sürdürdüğü doğruydu; ancak, çalışmaları her adımda baltalanıyordu. Kısacası, Bolşevikler Yahudilerin sade­

ce fiziksel anlamda yaşamala rına izin vermişti. Kültürel anlamda, cezaları yine ölümdü.

Yevkom

[Yahudi Komü nist Seksiyonu] elbette hükümetten destek alıyordu; ancak, onların görevi, proletarya dik­

tatörlüğünün kitabı mukaddesini Ukrayna'daki Yahudilere ezber­

letmekti. Yevkom'un Ukraynalılardan daha Anti-Semitik olduğuna

1

özellikle dikkat edilmeliydi. İ mka nları olsa, bunlar komünist olma­

yan tüm Yahudileri kendi elleriyle katleder, Yahudi eğitim çalışma­

larını toptan yok ederlerdi. Bu gençler, ne Bolşevik Hükümeti'nin düşmesini istiyorlardı, ne de onları destekliyorlardı.

İki Yahudi grubunun da Rusya' daki duruma saf milliyetçi bir gözle baktığını düşünüyordum. Öte yandan, onların kişisel tepki­

lerini gayet iyi anlıyordum; Yahudi ırkı çok büyük acılar ve kat­

liamlar yaşamıştı. Oysa benim için asıl mesele, devrim ve onun bütün Rusya üzerinde yarattığı etkilerdi. Bolşeviklerin Yahudilerce desteklenmesi ya da desteklenmemesi onların Yahudilere ve Yahu­

di sorununa bakış açılarını değiştiremezdi, üstelik. Bu, elbette çok büyük bir sorundu; özellikle de Ukrayna' da. Ne var ki temel sorun daha derinlerde yatıyordu. Bu sorun ancak Yahudiler de dahil ol­

mak üzere, Rusya' daki tüm insanların sosyal ve ekonomik bağım­

sızlıklarını kazanmaları ile aşılabilirdi. Eğer Bolşevik yöntem ve uygulamalar insanlara zorla kabul ettirilmişse, eğer Bolşevikler in­

sanlara kendi teori ve prensiplerine uymalarını emrettilerse ve eğer tek dertleri ellerindeki gücü korumaksa, onları destekleyemezdim.

Bolşeviklerin Yahudi katliamlarında bir suçları olmayabilirdi; an­

cak, eğer onla r tüm Rusya'yı katlediyorsalardı, işte o zaman dev­

rimci bir parti olarak görevlerini başa rıyla yerine getirememişler demekti. Tüm sorunların kaynağına indiğimi söyleyemezdim; an­

cak, şu ana değin yaşadığım deneyimlerim beni Bolşeviklerin dev­

rimi yanlış anladığını ve bunun da tüm Rusya'yı felakete sürükledi­

ğini düşünmeye sevk ediyordu. Yahudilerin trajedisi bunu n sadece küçük bir bölümüydü.

Ev sahibim ve a rkadaşlarım benimle aynı görüşte değillerdi:

Meseleye karşıt kutuplardan bakıyorduk. Yine de toplantı oldukça ilgi çekici geçmişti; kentten ayrıl mazdan önce bir kez daha topla n­

ma kararı aldık ve yanlarından ayrıldım.

Bir gün vagonumuza dönerken, istasyonda bekleyen bir müf­

reze Kızıl Ordu askeriyle karşılaştım. Olayı araştı rdığımda, Moskova' dan gelmekte olan yabancı delegelerin beklendiğini ve

as-kederin de konukların onuruna düzenlenecek karşılama törenine katılma emri aldıklarını öğrendim. Üniformalı erkeklerden oluşan küçüklü büyüklü gruplarda gelecek olan heyet hakkında konuşulu­

yordu. Uzun süredir öylece bekliyor olmaktan duydukları memnu­

niyetsizlik yüzlerinden okunuyordu.

"Bütün bu insanlar Rusya 'ya bizi yoklamak için geliyor" diyordu bir Kızıl Ordu askeri, "peki, bizim hakkımızda en uf ak bir bilgileri var mı ya da nasıl yaşadığımız o nları ilgilendiriyor mu? Hiç sanmam. Bu, onlar için bir tür tatil. Hükümetin kesesinden yiyip içiyorlar; yanı­

m ıza gelip tek kelime ediyorlar mı? Onların tek gördüğü, önlerinden nasıl geçtiğim iz. Biz burada sarı sıcağın altında saatlerdir yolların ı gözlerken, onlar kim bilir hangi istasyonda tıkın ıyor/ardır! Al sana yoldaşlık ve eşitlik!"

Benzer yakınmaları daha önceden de duymuş olmakla b era­

ber, bunları askerlerden duymak beni oldukça şaşırtmıştı. İtalyan Heyeti'ne eşlik eden ve şu an yolda olan Angelica Balabanov'u dü­

şünüyordum; bu insanların neler hissettiğini bilseydi, o ne düşü­

nürdü acaba? Büyük olasılıkla, askeri üniformalar içindeki "v

ur

­

dumduymaz Rus köylülerin"

resmi bir törene nasıl baktığına h iç tanık olmamıştı.

Bir gün sonra, Balabanov'un davetini aldık. İtalyan delegeler onuru na resmi bir ziyafet veriliyordu. Yabancı konuklarla tanışma­

ya can ata n kimi heyet üyelerimiz daveti memnuniyetle kabul etti.

Ziyafete ev sahipliği eden eski Ticaret Odası bina sı özenle ha­

zırlanmıştı. Taze çiçeklerle süslenmiş uzun masaların Üzerleri güneyin çeşit çeşit meyveleri ve şaraplarıyla doluydu. Eski burju­

va ziyafetlerini andıran bir tabloydu ve Angelica'nın da bütün bu kaba gösterişten ne kadar rahatsızlık duyduğunu görebiliyordum.

Konuklar, Lenin, Troçki, Kızıl Ordu ve Üçüncü Enternasyonal şere­

fine içkileri p eşi sıra kafalarına dikiyor, her kadehten sonra hep bir ağızdan devrim marşları söylüyorla rdı. Katı ordu disiplini altında konukların karşısında dimdik bekleyen asker ve memurlarla tablo

tamamlanıyordu.

Delegeler arasında iki Fransız Anarko-sendikalist de yer alı­

yordu. Ki ev, de olduğumuzu duymuş ve gün boyu bizimle irtibat kurmaya çalışmışlardı. Nihayet kendileriyle görüşmüştük. Ancak, ziyafetin hemen ardından Petrograd,a dönecek olmaları bize çok az sohbet etme imkanı tanıdı. İstasyona doğru yürürken, bu iki delege, devrime ilişkin kimi önemli belgeler bulduklarını ve bun­

ları Fransa'ya götürme niyetinde olduklarını belirttiler. Bolşevik rejimde her şeyin güllük gülistanlık olmadığına ikna olmuş görü­

nüyorlardı: Proletarya diktatörlüğünün büyük oranda Komünist Partrnin tekelinde olduğunu ve işçilerin eskiden olduğu gibi, yine köle gibi çalıştırıldıklarını düşünüyorlardı. Niyetlerinin ülkelerin­

deki yoldaşlarına her şeyi açıkça anlatmak ve ellerindeki belgeleri onlarla paylaşmak olduğunu söylüyorlardı.

La Petit'ye

-bu delege­

lerden biri- dönüp,

bu belgeleri dışarı çıkarabileceğinize inanıyor m usunuz,

diye sordum.

Umarım, tuttuğum notlara el konulaca­

ğından söz etmiyorsunuzdur,

dedi.

Bolşevikler bu kadarına cesaret edemezler; en azından yabancı delegelere bunu yapamazlar.

Ken­

dinden çok emin görünüyordu, konuyu kapattım. Delegeler o gece Kiev, den ayrıldılar. Kısa süre sonra da Rusya,yı terk ettiler. Ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Son derece gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş olmalarına en ufak bir yorum getirmeksizin, yalnızca bu olaydan birkaç ay sonra Moskova'ya döndüğümde duy­

duğum haberi aktarmakla yetiniyorum: Bu iki Anarko- sendikalis­

tin ve onlarla beraber yolculuk ede!l diğer birkaç kişinin Finlandiya sularında büyük bir fırtınaya yakalandığı ve hepsinin boğularak öldüğü söyleniyordu. Elbette bunun asılsız bir söylenti olduğunu düşünüyor, öte yandan, bir komploya kurban gittiklerine en uıak bir ihtimal vermiyordum. Özellikle de Anarko-sendikalistlerle be­

raber hayatını kaybedenler arasında Moskova' daki yüksek rütbeli bir komünistin de yer alıyor olması böyle bir şeyi imkansız kılı­

yordu. Öte yandan, bu insanların ellerindeki tüm belgelerle birlikte öylece kaybolmuş olmalarına hiçbir zaman tatmin edici bir

açıkla-ma getirilmemişti.

Ziyafeti n ardından, heyetimizin üyeleri Ne var Kiev'i n ana cad­

desi

Kresçatik 'teki

pasajla rdan birinde yer alan bir evin odaları tah­

sis edildi. Buralar eskiden kentin kalburüstü tabakasının ikamet ettiği son derece güzel evlerle doluydu ve daha sonraları önemlerini yitirmekle beraber, hepsi de hala oldukça etkileyici görünüyordu.

Pasajda ayrıca bir zamanlar bölgenin en iyi ellerinden çıkan ürün­

lerin satıldığı eski görkemden arta kalan çok sayıda dükkan vardı.

Bu dükkanlarda hala sebze, meyve, süt ve yağ bulunabiliyordu. Pek çoğunun sahibi, başka bir işten anlaınaya n ve

"işlerine çomak so ­ kan"

devrimi ve Bolşevikleri bir tür

bete noire3

olarak gören yaşlı Ortodoks Yahudilerdi. Bu küçük dükkanla rın sahipleri hayatta kal­

mala rını sağlayacak düzeyde bile kaza nç elde edemiyorla rdı; daha­

sı, dükkanla r sürekli Çeka tara fından yağmalanma tehdidi ile karşı karşıyaydı. Buna kimi durumlarda yiyeceklere el konulması da da­

h ildi. Öte yandan, bu dükkanla r o kadar içler acısı bir haldelerdi ki I-Iükümetin buraları yağmalamaya değer görüyor olması inanılır şey değildi. Bu dükkan sahiplerinden birine

Çekanın Kresçatik 'teki

b üyük şarküteri ve manavların mallarını haczetmesi daha mantıklı

olmaz mıydı?

d iye sordum.

"Pek sayılmaz"

dedi,

"onların dokunul­

Belgede 12.RA>IKARS 1 YAYINLARI (sayfa 151-155)