• Sonuç bulunamadı

nın her gün yeni değişiklikler beklemelerine neden oluyor ve sanırım, sırf bu yüzden Treugolnik eski sahiplerine iade edilecek. Onları iyi

Belgede 12.RA>IKARS 1 YAYINLARI (sayfa 72-75)

tanırım. Alman patronlar bu makineleri getirmezden çok önceleri başladım burada çalışmaya."

Fabrikanın çeşitli bölgelerini gezerken, korkulu gözlerle bize bakan kadınları fark ettim. Proletaryanın efendi olduğu bir ülke için oldukça tuhaf bir durumdu. Açık ki korunan tek şey makineler değildi; eski katı disiplin de hala mevcuttu: İşçiler, Bolşevik müfet­

tişler tarafından gözetleniyordu.

Sırada, kuşatma altındaki bir ülkeyi andıran Petrograd'ın büyük un fabrikası vardı. Her yer, tersaneler bile eli silahlı asker kaynıyor­

du. Bize söylenen, büyük oranda unun ortadan kaybolduğuydu. As­

kerler, kürek mahkumlarının başında bekler gibi işçilerin başında bekliyor, işçiler de bu aşağılanmalara göğüs germek zorunda kal ı­

yorla rdı. Hemen hiç konuşmuyorlardı. İçlerinden genç biri, maruz kaldıkları bu durumdan yakınarak,

"burada m üebbet nıahkumları gibiyiz" dedi . "lzinsiz adım dahi ata­

mıyoruz. Sekiz saa t boyunca, bu şekilde çalıştırılıyoruz ve sadece o n dakikalık kipyatok [sıcak su] molamız var. Buradan kurtulnıanın bir yolun u bulabilsek!" Tüm bu sıkıntılara neden olan, un hırsızı değil mi, diye sordum. "Pek öyle sayılmaz" dedi. "Komiserlik ve askerler unun nereye gittiğini bal gibi biliyorlar; kimi kime şikayet edeceksin ki? Böyle bir şeye kalkışan kişi provokatör ve karşı-devrim ci sayılıp derhal tutuklanır." Devrim size h içbir şey vermedi mi, diye sordum.

''Ah, Devrim ha! O iş, bitti " dedi kederle.

Ertesi sabah,

Laferm

tütün fabrikasını ziyaret ettik. Fabrika, tam kapasiteyle çalışıyordu. Buraya getirilen ham tütün, işlenme ve paketlenme işleminin ardından satım ya da ihraç için gönderi­

liyordu. Tersanelere sert, insanın genzini yakan bir koku haki mdi.

Kadınlar buna alışkındır,

dedi rehberimiz,

aldırm azlar.

Çalışanla r

a rasında, hamileler ve henüz on dördüne basmamış kız çocukları da vardı. Hemen hepsinin avurtları çökmüş, göz altlarında siyah halkalar oluşmuştu. Bazıları ara a ra dehşetli öksürük nöbetlerine yakalanıyor, veremli gibi kıpkırmızı kesiliyorlardı.

"Birazcık temiz hava alabilecekleri, bir şeyler yiyip içebilecekleri bir yer yok m uydu?"

Hayır, yoktu. Sekiz saat boyunca çalışıyorlardı ve çayları, siyah ek­

mekleri sıralarında duruyordu. Parça hesabıyla çalışıyorlar, ücret olarak ise satış ya da takasta kullanabilecekleri günde yirmi beş si­

gara alıyorlard ı.

Kadınlardan bazılarıyla sohbet etme fırsatım oldu. Fabrikanın evlerine uzaklığı dışında bir şikayetleri yoktu. Pek çoğunun işyeri­

ne gidip gelmesi iki sa ati buluyordu.

Laferm

yakınlarında bir yer­

lere yerleştiril me talebinde bulunmuşlar ve hatta bu konuda söz de almışlardı; ancak, hepsi bu kadardı.

Hayat insana ne tuhaf oyunlar oynuyor böyle. Amerika, da çok zor koşullar altında çalışan onlarca işçiye tanık olmuştum. Ancak, Sosyalist Rusya' daki bu boğucu tütün kokusunu içlerine çeke çeke çalışan ve hem kendilerini hem de doğmamış çocuklarını zehirle­

yen hamile kadınla r beni derinden sarsmıştı. Buna bir çözüm bu­

labilme ümidiyle, konuyu Liza Zorin,e açtım. Liza,nın cevabı netti:

"Parça işi ",

kadınları da çalışmaya katmanın tek yoluydu. Dinlen­

me odalarına gelecek olursak, kadınlar, bunun için epey mücadele etmişlerdi; ancak, fabrikada boş bir yer olmadığı için hiçbir şey ya­

pılamamıştı.

O halde, küçücük iyileştirmeler dahi sağlayamadıktan sonra, Devrim ne için yapıldı,

diye karşı çıktım. Liza, yanıtladı:

"Şimdi güç onların ellerinde ve dinlenme odalarında oturmaktan çok daha önemli işleri var; korumak zorunda oldukları bir devrim var. " Liza daima proleter kalmıştı; ancak, kendini kiliseye adamış bir rahibe mantığıyla hareket ediyordu.

O nun

"Devrim i korumak"

dediği şeyin, gerçekte partiyi koru­

mak a nlamına geldiği ni düşündükçe afakanlar basıyordu. Kaldı ki çalışma koşullarındaki iyileşti rme gir işimlerim de sonuçsuz kalmıştı.

İ NGİ L İ Z İ Ş Çİ H EY ET İ

İngiliz İşçi Heyeti'nin karşılanmasını organize etmekle görevlendi­

rilen Angelica Balabanov'un Petrograd'a gelişi beni oldukça sevindir­

mişti. Moskova' da kaldığım süre boyunca, Angelica'nın yüce gönüllü kişiliğine defalarca tanık olmuştum. Benimle yakından ilgilenmiş, özellikle de hastalandığım dönemde, zamanının çoğunu bana harca­

mış, sadece Kremlin ecza deposunda bulunabilecek ilaçları temin etmiş ve hatta hastalara tanınan özel paydan yararlanmamı dahi sağlamıştı.

Dostluğu içten ve cömertçeydi; elinden gelen hiçbir şeyi benden esirge­

memişti.

Narişkin Sarayı, Heyet için hazırlanıyordu ve Angelica, kendisine yardımcı olmam için beni de yanına çağırmıştı. Moskova' daki haline oranla, çok daha yılgın ve gergin görünüyordu. Sohbetlerimiz sonu­

cunda, bunların biricik nedeninin, hiç de idealleriyle örtüşmeyen ger­

çeklerle yüzleşmekten duyduğu derin keder olduğunu görmüştüm. Ne var ki o, bana başarısızlık olarak görünen şeyin, hayatın kendi içinde şekillenen bir başarısızlık olduğunu; hayatın kendisinin en büyük başa­

rısızlık olduğunu savunuyordu, inatla.

Neva Nehri'nin güney kıyısında bulunan Narişkin Sarayı,

Peter ve Paul Zindanları'nın

neredeyse tam karşısındaydı. Mekan, beklenen ko­

nuklar ve onların isteklerini yerine getirmekle yükümlü bir grup hiz­

metçi ve aşçı için hazırlandı. Kısa süre sonra da çoğunluğunu tipik işçi delegelerinin oluşturduğu -bunlara birkaç gazeteci ve Bayan Snowden da eşlik ediyordu- heyet Petrograd'a ulaştı. İçlerindeki en dikkat çekici karakter, Bertrand Russell' dı. Gelir gelmez özgür kişiliğini sergilemiş ve her şeyi kendi başına araştırmak istediğini belirtmişti.

Heyet onuruna, Uritski Meydanı'nda büyük bir tören düzenlendi.

Kadın, erkek binlerce insan, İngiliz işçi temsilcilerine Devrim Rusya­

sında gövde gösterisi yaparcasına alanda toplanmıştı.

"Enternasyonal"

ile açılan gösteriyi şarkılar ve konuşmalar izledi. Konuşmalar, Balaba­

nov tarafından tercüme ediliyordu. Bunların ardından, sıra, askeri gös­

terilerdeydi. Bayan Snowden'ın burun kıvırmaları,

" bu nasıl bir askeri gösteri"

türünden homurdanmaları karşısında kendimi daha fazla tu­

tamadım:

"Madam, büyük Rus ordusunun sizin kendi eserin iz olduğunu ne de çabuk unutnıuşunuz! Rusya'nın işgaline finansal destek sağlayan ln­

giltere değil nıiydi? So1ıradan, işte bu askerleri faydalı işçilere dönüş­

türm üş/er" deyiverdim.

İ ngiliz Heyet, krallara layık bir şekilde ağırlanıyor; tiyatro oyun­

la rı, bale gösterileri ve konserler ile eğlendiriliyordu. Halk açlıkla pençeleşirken, bu insanlar için hiçbir harcamadan kaçınılmıyordu.

Sovyet Hükümeti, konuklarını etkilemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Angelica, bütün bunlardan büyük rahatsızlık duyuyor,

"Neden bu insanlara Rusya'nın gerçek yüzü gösterilmiyor ki; neden Rus halkının çektiği sıkıntılar gizleniyor"

diyerek için için yakınıyor­

du. Gel gör ki kısa süre sonra,

"Belki de ben yanılıyorum; bütün b un­

lar gerekli ki, yapılıyor"

diyerek kendini avutuyordu. İki haftanın so­

nunda, konuklara bir ziya fet verildi. Angelica, katılmam konusunda ısrarcıydı. Her zamanki konuşmalar, kadeh tokuşturmalar eşliğinde gece ilerliyordu. Balabanov ve Madam Raviç'in konuşmaları birbirine benzer nitelikteydi. Madam Raviç, konuşmasını yorumlamamı istedi ve bunu yaptım da. Rus kadın proletaryası adına, onların kendilerini devrime adamışlığını öven bir konuşma olmuştu.

"lngiliz proletarya­

Belgede 12.RA>IKARS 1 YAYINLARI (sayfa 72-75)