tanırım. Alman patronlar bu makineleri getirmezden çok önceleri başladım burada çalışmaya."
Fabrikanın çeşitli bölgelerini gezerken, korkulu gözlerle bize bakan kadınları fark ettim. Proletaryanın efendi olduğu bir ülke için oldukça tuhaf bir durumdu. Açık ki korunan tek şey makineler değildi; eski katı disiplin de hala mevcuttu: İşçiler, Bolşevik müfet
tişler tarafından gözetleniyordu.
Sırada, kuşatma altındaki bir ülkeyi andıran Petrograd'ın büyük un fabrikası vardı. Her yer, tersaneler bile eli silahlı asker kaynıyor
du. Bize söylenen, büyük oranda unun ortadan kaybolduğuydu. As
kerler, kürek mahkumlarının başında bekler gibi işçilerin başında bekliyor, işçiler de bu aşağılanmalara göğüs germek zorunda kal ı
yorla rdı. Hemen hiç konuşmuyorlardı. İçlerinden genç biri, maruz kaldıkları bu durumdan yakınarak,
"burada m üebbet nıahkumları gibiyiz" dedi . "lzinsiz adım dahi ata
mıyoruz. Sekiz saa t boyunca, bu şekilde çalıştırılıyoruz ve sadece o n dakikalık kipyatok [sıcak su] molamız var. Buradan kurtulnıanın bir yolun u bulabilsek!" Tüm bu sıkıntılara neden olan, un hırsızı değil mi, diye sordum. "Pek öyle sayılmaz" dedi. "Komiserlik ve askerler unun nereye gittiğini bal gibi biliyorlar; kimi kime şikayet edeceksin ki? Böyle bir şeye kalkışan kişi provokatör ve karşı-devrim ci sayılıp derhal tutuklanır." Devrim size h içbir şey vermedi mi, diye sordum.
''Ah, Devrim ha! O iş, bitti " dedi kederle.
Ertesi sabah,
Laferm
tütün fabrikasını ziyaret ettik. Fabrika, tam kapasiteyle çalışıyordu. Buraya getirilen ham tütün, işlenme ve paketlenme işleminin ardından satım ya da ihraç için gönderiliyordu. Tersanelere sert, insanın genzini yakan bir koku haki mdi.
Kadınlar buna alışkındır,
dedi rehberimiz,aldırm azlar.
Çalışanla ra rasında, hamileler ve henüz on dördüne basmamış kız çocukları da vardı. Hemen hepsinin avurtları çökmüş, göz altlarında siyah halkalar oluşmuştu. Bazıları ara a ra dehşetli öksürük nöbetlerine yakalanıyor, veremli gibi kıpkırmızı kesiliyorlardı.
"Birazcık temiz hava alabilecekleri, bir şeyler yiyip içebilecekleri bir yer yok m uydu?"
Hayır, yoktu. Sekiz saat boyunca çalışıyorlardı ve çayları, siyah ek
mekleri sıralarında duruyordu. Parça hesabıyla çalışıyorlar, ücret olarak ise satış ya da takasta kullanabilecekleri günde yirmi beş si
gara alıyorlard ı.
Kadınlardan bazılarıyla sohbet etme fırsatım oldu. Fabrikanın evlerine uzaklığı dışında bir şikayetleri yoktu. Pek çoğunun işyeri
ne gidip gelmesi iki sa ati buluyordu.
Laferm
yakınlarında bir yerlere yerleştiril me talebinde bulunmuşlar ve hatta bu konuda söz de almışlardı; ancak, hepsi bu kadardı.
Hayat insana ne tuhaf oyunlar oynuyor böyle. Amerika, da çok zor koşullar altında çalışan onlarca işçiye tanık olmuştum. Ancak, Sosyalist Rusya' daki bu boğucu tütün kokusunu içlerine çeke çeke çalışan ve hem kendilerini hem de doğmamış çocuklarını zehirle
yen hamile kadınla r beni derinden sarsmıştı. Buna bir çözüm bu
labilme ümidiyle, konuyu Liza Zorin,e açtım. Liza,nın cevabı netti:
"Parça işi ",
kadınları da çalışmaya katmanın tek yoluydu. Dinlenme odalarına gelecek olursak, kadınlar, bunun için epey mücadele etmişlerdi; ancak, fabrikada boş bir yer olmadığı için hiçbir şey ya
pılamamıştı.
O halde, küçücük iyileştirmeler dahi sağlayamadıktan sonra, Devrim ne için yapıldı,
diye karşı çıktım. Liza, yanıtladı:"Şimdi güç onların ellerinde ve dinlenme odalarında oturmaktan çok daha önemli işleri var; korumak zorunda oldukları bir devrim var. " Liza daima proleter kalmıştı; ancak, kendini kiliseye adamış bir rahibe mantığıyla hareket ediyordu.
O nun
"Devrim i korumak"
dediği şeyin, gerçekte partiyi korumak a nlamına geldiği ni düşündükçe afakanlar basıyordu. Kaldı ki çalışma koşullarındaki iyileşti rme gir işimlerim de sonuçsuz kalmıştı.
İ NGİ L İ Z İ Ş Çİ H EY ET İ
İngiliz İşçi Heyeti'nin karşılanmasını organize etmekle görevlendi
rilen Angelica Balabanov'un Petrograd'a gelişi beni oldukça sevindir
mişti. Moskova' da kaldığım süre boyunca, Angelica'nın yüce gönüllü kişiliğine defalarca tanık olmuştum. Benimle yakından ilgilenmiş, özellikle de hastalandığım dönemde, zamanının çoğunu bana harca
mış, sadece Kremlin ecza deposunda bulunabilecek ilaçları temin etmiş ve hatta hastalara tanınan özel paydan yararlanmamı dahi sağlamıştı.
Dostluğu içten ve cömertçeydi; elinden gelen hiçbir şeyi benden esirge
memişti.
Narişkin Sarayı, Heyet için hazırlanıyordu ve Angelica, kendisine yardımcı olmam için beni de yanına çağırmıştı. Moskova' daki haline oranla, çok daha yılgın ve gergin görünüyordu. Sohbetlerimiz sonu
cunda, bunların biricik nedeninin, hiç de idealleriyle örtüşmeyen ger
çeklerle yüzleşmekten duyduğu derin keder olduğunu görmüştüm. Ne var ki o, bana başarısızlık olarak görünen şeyin, hayatın kendi içinde şekillenen bir başarısızlık olduğunu; hayatın kendisinin en büyük başa
rısızlık olduğunu savunuyordu, inatla.
Neva Nehri'nin güney kıyısında bulunan Narişkin Sarayı,
Peter ve Paul Zindanları'nın
neredeyse tam karşısındaydı. Mekan, beklenen konuklar ve onların isteklerini yerine getirmekle yükümlü bir grup hiz
metçi ve aşçı için hazırlandı. Kısa süre sonra da çoğunluğunu tipik işçi delegelerinin oluşturduğu -bunlara birkaç gazeteci ve Bayan Snowden da eşlik ediyordu- heyet Petrograd'a ulaştı. İçlerindeki en dikkat çekici karakter, Bertrand Russell' dı. Gelir gelmez özgür kişiliğini sergilemiş ve her şeyi kendi başına araştırmak istediğini belirtmişti.
Heyet onuruna, Uritski Meydanı'nda büyük bir tören düzenlendi.
Kadın, erkek binlerce insan, İngiliz işçi temsilcilerine Devrim Rusya
sında gövde gösterisi yaparcasına alanda toplanmıştı.
"Enternasyonal"
ile açılan gösteriyi şarkılar ve konuşmalar izledi. Konuşmalar, Balaba
nov tarafından tercüme ediliyordu. Bunların ardından, sıra, askeri gös
terilerdeydi. Bayan Snowden'ın burun kıvırmaları,
" bu nasıl bir askeri gösteri"
türünden homurdanmaları karşısında kendimi daha fazla tutamadım:
"Madam, büyük Rus ordusunun sizin kendi eserin iz olduğunu ne de çabuk unutnıuşunuz! Rusya'nın işgaline finansal destek sağlayan ln
giltere değil nıiydi? So1ıradan, işte bu askerleri faydalı işçilere dönüş
türm üş/er" deyiverdim.
İ ngiliz Heyet, krallara layık bir şekilde ağırlanıyor; tiyatro oyun
la rı, bale gösterileri ve konserler ile eğlendiriliyordu. Halk açlıkla pençeleşirken, bu insanlar için hiçbir harcamadan kaçınılmıyordu.
Sovyet Hükümeti, konuklarını etkilemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Angelica, bütün bunlardan büyük rahatsızlık duyuyor,
"Neden bu insanlara Rusya'nın gerçek yüzü gösterilmiyor ki; neden Rus halkının çektiği sıkıntılar gizleniyor"
diyerek için için yakınıyordu. Gel gör ki kısa süre sonra,
"Belki de ben yanılıyorum; bütün b un
lar gerekli ki, yapılıyor"
diyerek kendini avutuyordu. İki haftanın sonunda, konuklara bir ziya fet verildi. Angelica, katılmam konusunda ısrarcıydı. Her zamanki konuşmalar, kadeh tokuşturmalar eşliğinde gece ilerliyordu. Balabanov ve Madam Raviç'in konuşmaları birbirine benzer nitelikteydi. Madam Raviç, konuşmasını yorumlamamı istedi ve bunu yaptım da. Rus kadın proletaryası adına, onların kendilerini devrime adamışlığını öven bir konuşma olmuştu.