gerçeklememişti. Dünyada bir değişiklik var mıydı? Ya da bütün bunlar insanın insana sonsuz zulmünün bir tekrarı mıydı?
Mahkumların dar geçit boyunca tek sıra halinde ve ölüm sessiz
l iğinde yürüyerek her gün yarım saatliğine çıkartıldıkları havalan
dırmaya va rmıştık. Surlarda, her an tetiği çekmeye hazır muhafız
lar, en u fak bir itaatsizlik bekleyerek onları süzerdi. Ve Romanbvlar bütün bunları Kışlık Saray'ın pencerelerinden izler, düşmanlarının bir daha asla kendilerine tehdit oluşturamayacağını düşünerek tat
min olurlardı. Ancak, Petropavlovsk bile çarla rı zamanı n ve devri
min elinden kurtaramamıştı. Aslında, bir şeyler değişiyordu; ağır ve sancılı b ir süreçte de olsa, değişim vardı.
Havalandırmada Angelica Balabanov ve İtalyan Heyeti ile ka r
şılaştık. Hep beraber bu büyük cezaevini gezmeye devam ettik. H iç
kimse gördüklerinin etkisini üzerinden atamamıştı; herkes kendi düşüncelerine gömülmüştü. Acaba Angelica da duvardaki yazı
yı görmüş müydü?
"Bu gece öldürüleceğim; ç ünkü ben, bilgili
biri-. I"
yım.
Birkaç gün sonra, bir gezi de Çarizm'in politik düşmanları için çok daha dehşet bir yer olan
Schlüsselburg'a
düzenledik. En az ruh halimiz kadar serin, kurşuni bir gün, enfes Neva Nehri 'nde b otla yapılan bir iki saatlik yolculuğun ardındanSchlüsselburg'a
vardık.Zindanlar çok sıkı korunuyordu; ancak, Müzemiz derhal giriş iz
nimizi çıkarmıştı.
Schlüsselbu rg,
açık denizde yüksek bir kayaya oturtulmuş bir taş yığınıydı. Onyıllarca, sadece mahkeme entrikalarına kurba n gidenlerin ve kraliyete karşı suç işleyenlerin hapse
dildiği bu aşılmaz duvarların ardı, sonraları Çarist rejimin politik düşmanlarının Golgota'sı1 olmuştu.
Ailemle birlikte Petersburg'a taşındığımızda,
Schlüssel
b urg
hakkında birkaç şey duymuş olmama karşın,Peter ve Paul Zi
ndanları'
nın aksine, buraya karşı kişisel bir tepkim hiç olma mıştı.
Schlüsselburg'u
benim için bir ev kadar a nlamlı kılan şey, Rus devrimci edebiyatı olmuştu. Özellikle deVolkenstein'ın
öyküsü ve öykünün iki a na karakterinden biri olan kadının bu dehşetli yerde geçirdiği uzun yıllar, bende çok derin izler bırakmıştı. Yine de okuduğum hiçbir eser bu taş yığınını aşıp yasak geçitlerde ilerlerken hissettiğim gerçeklikten ve vahşetten daha iyi resmedilmiş olamaz
dı.
Peter ve Pa ul Zindanları
üzerindeki gözle görülür etkisinin aksine, devrim burayla hiç ilgilenmemişti. Cezaevine el sürülmemişti;
tüm ürkütücülüğüyle, yeni rejimin kullanımına hazır halde bekli
yordu. Ancak, artık
Schlüsselburg
yoktu. Proletaryanın gazabı, bu ölü evini toprağa gömmüştü.İ nsan aklı, ne kadar acımasız ve gaddardı ki bir
Schlüsselburg
yaratabiilmiştH Doğrusu, hiçbir vahşi, bu heybetli surlarla gizlenen şeytani ruhun suçlusu olamazdı. Hücreler çanta gibiydi; kapı yok, pencere yok; sadece kurbanları bu canlı mezarlarında aşağılamak
1 Golgota: İsa'nın çarmıha gerildiği yer. Ç.N.
a macıyla kullanıla n küçücük gözler vardı. Diğer hücreler, insanın aklını kaçırtan, kalbini parçalayan taş kafeslerdi. Yine de bu iğrenç yere yirmi yılı aşkın süre katlanabilmiş kadınlar ve erkekler olmuş
tu. Nasıl bir metanet, nasıl bir dayanıklılık, nasıl bir yüce inanç onları ayakta tutabiilmiş, inatla yaşama bağlayabilmişti? Burası,
Neçaev' in, Lopatin'in, Morosov'u n, Volkenstein'ın, Figner'ın
ve daha pek çoklarının işkence dolu yaşamlarının geçtiği yerdi. Burası,Ulianov'un, Mişkin'in, Kalayev'in, Balmasçev'in
ve d iğer pek çok insanın gömüldüğü bir toplu mezardı. Oysa şimdi bu insanların kara tabletlere yazılı adları sonsuza dek susturulmuş seslerinden daha gür bir şekilde haykırılıyor veSchlüsselburg'un
taşlarına çarpan gür dalgalar dahi bu karşı sesi dindiremiyor.
Petropavlovsk
veSchlüsselbu rg,
insanoğlunun kendi yarattığı Franke
nşta
yn
lardan kaçma ümidinin ne kadar da boş bir ümit olduğunu gösteren somut kanıtlar ola rak oracıkta duruyorlar.
S EN D İ K A L A R
Haziran ayı gelmiş çatmıştı; artık yolculuğumuza sayılı günler kalmıştı. Petrograd, gözüme hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu.
Beyaz geceler başlamıştı; gün ışığının saçtığı aydınlığı aratmayan o gizemli ve berrak geceleri Petrograd'ın. Etrafta karşı-devrimci teh
dit söylentileri yayılmış, kent olası saldırılara karşı sıkı bir koruma ağıyla örülmüştü. Sıkıyönetim sürüyordu. Her taraf apaydınlık ol
masına karşın, geceleri saat birden sonra dışarı çıkmak yasaktı. A ra sıra da olsa, arkadaşlar a racılıyla özel izin alabiliyor, ıssız sokak
larda ya da Neva kıyı şeridi boyunca yürüyüşler yapıyor, mevcut karışıklığa ilişkin yayılan söylentiler üzerine konuşuyorduk. B en bu bulanık tabloda göze çarpan kimi öğeler bulma peşindeydim;
Rus Devrimi, tüm dünyayı aydınlatan büyük ateş topu; bastırılmış
lık ve reddedilmişlik çağlarının karanlık ufuklarını ışıtan güneş;
devrim, yeni u mut, büyük uyanış; ve bütün bunların orta yerinde duran ben bu büyük vaatlerin, gelişmelerin hiçbirini göremiyor
dum. Devrimin anlamını ve doğasını yanlış mı anlamıştım? Belki de geçen beş ay süresince gördüğüm yanlışlıklar ve kötülükler dev
rimin ayrılmaz parçalarıydı. Yoksa Bolşeviklerin ya rattığı politik makine miydi devrimin kafasını ezen? Şayet son söylediğimin do
ğuşuna tanık olmuşsam, şu anda onu kolaylıkla yargılıyor olmam gerekirdi? Ama hep aynı sona varıyordum: Bir insanın varabileceği en acıklı sona. Her şey öylesine karışık ve aşılmaz görünüyordu ki hep aynı çıkmaz sokakta, Rusların deyimiyle, tupikte buluyordum kendimi. Yal nızca zaman, içten çalışma ve hoşgörülü bir yaklaşım
beni bu girdaptan kurtarabilirdi. Bu arada, cesaretimi asla yitirme
meliydim; Petrograd, dan uzaklaşmalı ve insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan kaçınmalıydım.
Nihayet uzun süredir beklediğimiz an gelmişti. 30 Haziran, 1920,de, vagonumuz,
"Maksim Gorki "
adlı trene bağlandı ve Nikolayevski lstasyonu'ndan Moskova,ya doğru ağır ağır yola koyul
duk.
Moskova' da yerine geti rmemiz gereken pek çok formalite var
dı. Birkaç günümüzü alacağını düşündüğümüz bu işlemler ta m iki haftamıza mal olmuştu. Neyse ki zorunlu ikametimiz ilgi çekici ge
lişmelere sahne olmuştu. Üçüncü Enternasyonal'in İ kinci Kongresi için çok sayıda delege kente gelmişti; dünya nın dört bir yanındaki işçiler, yoldaşlarını bu vaatler karasına, devrimci Rusya'ya, yani, ilk işçi cumhuriyetine göndermişlerdi. Delegeler arasında, Bolşevikle
ri devrimin sembolü olarak gören anarşistler ve sendikalistler de vardı. (Altı ay öncesine kadar ben de onlarla aynı düşüncedeydim.) Moskova' dan gelen daveti büyük bir sevinçle kabul etmişlerdi. Ba
zılarıyla Petrograd'da görüşme şansım olmuştu ve şimdi bütün bu insanla r benden deneyim ve düşüncelerimi duymak istiyorlardı.
Ancak, onlara ne söyleyebilirdim ki? Ya da söylediklerime inanırlar mıyd ı? Rusya'ya gelmezden önce, ben kendim yapılan eleştirilerin hangisine inanmıştım ki? Dahası, Bolşeviklere yönelik düşüncele
rim halen tam anlamıyla şekillenmemiş, karmaka rışık bir tepki
meler yığınından ibaretti. Eski değerlerim yara alabilirqi; üstelik şu a na dek bunların yerine yenilerini koyamamıştım. Dolayısıyla, temel meseleler hakkında yorum yapmayıp arkada�larıma yalnızca Moskova ve Petrograd cezaevlerinin anarşistler ve diğer devrim
cilerle dolup taştığı bilgisini vermekle yetindim. Ayrıca, onlara araştırmalarını resmi rehberlerden bağımsız olarak yürütmelerini önerdim; etrafların ın sayısız rehber ve yorumcu tarafından kuşatı
lacağı ve bunların çoğunun Çeka'nın adamları olacağı konusunda uyarmayı da ihmal etmedim. Çünkü kararlı ve bağımsız bir çaba sarf etmeksizin, doğru veriler elde etmeleri imkansızd ı.
O sıralar Moskova, da gözle görülür bir telaş yaşanıyordu. Mat
baacılar Sendikası bastırılmış, idari kadrosunun tamamı tutuk
lanmıştı. Bunun üzerine, Sendika da İ ngiliz İşçi Heyeti üyelerinin de davet edildiği bir halk mitingi düzenlemişti. Mitingin beklen
medik bir katılımcısı daha vardı: Ünlü Sosyalist Devri mci
Çernov.
Çernov,u n Bolşevik rejime yönelik ağır eleştirileri işçilerin ezici çoğur
l uğu
tara fından büyük bir coşkuyla alkışlanmıştı. Konuşmasının ardından da, geldiği gibi, bir anda gözlerden kaybolmuştu.
Menşevik
Dan,
aynı başarıyı tekrarlayamamıştı. O da söz hakkı almış, ancak, sonrasında kaçmayı başaramamıştı: Çeka tarafından yakalanmıştı. Ertesi sabah, Moskova gazeteleri
Pravda
ve Izvestia,
Matbaacılar Sendikası hareketini karşı- devrimci ilan etti;Çernov,un konuşma yapmasına izin verilmesini ise şiddetle kına
dı. Gazeteler, Sovyet Hükümeti,ne meydan okuma cüreti gösteren matbaacılara emsallerine örnek teşkil edecek cezalar verilmesini istiyordu.
Oldukça aktif bir örgüt ola n Fırıncılar Sendikası da baskılardan payı na düşeni almıştı. Sendikanın idaresi komünistlere devredil
mişti. Aylar öncesinde, martta fırıncıların bir kongresine katılmış
tım. Bolşevik rejimi eleştirmekten hiç çekinmeyen, işçilerin haklı taleplerini dile getirmekte kararlı davranan delegeler beni oldukça etkilemişti. Bu idari değişikliğin ardından, komünistlerden sözünü asla esirgemeyen bu cesur insanların bir daha konferanslara katıl
malarına izin verilip verilmeyeceğini merakla bekliyordum. Bana fırıncıların
(CShkurniki "
[kavgacı] oldukları söylenmişti."Onlar sürekli grev kışkırtıcılığı yaparlar; bir işçi cumhuriyetinde ise grevi sadece karşı-devrimciler ister. "
Ancak, ben işçilerin bu türden bir ma ntık yürüttüklerine inanmıyordum. Evet, greve gittiler. Üstelik bununla da kalmayıp daha da adi bir suç işlediler: Komünist adayaoy vermeyi reddederek kendi a ralarından birini seçme cüretini gös
terdiler. Fırıncıların bu eylemini birçok aktif üyenin tutuklanması izledi. Doğald ı ki, işçiler hükümetin keyfi yöntemlerine oldukça içerlemişti.
Daha sonra, bu fırıncıla rdan bazılarıyla görüşme fırsatım oldu;
Komünist Parti'ye ve hükümete ka rşı kinleri daha da artmıştı. Yan
larına Rus sendikaların ne denli güçlü oldukları ve ülkenin endüs
triyel yaşamının denetimini pratikte ellerinde tuttukları bilgisi ile geldiğimi belirterek fırıncılara sendikaların ın mevcut duru munu sordu m. Gülerek,
"Sendikalar, Hükümet yalakalarıdır"
dediler," hiçbir bağımsız işleve sahip değiller ve işçilerin en ufak bir söz hakkı yok. Sendikalar, h ükümetin hafiyeliğini yapıyor sadece."
Moskova'yı ilk ziyaretimde görüştüğüm Moskova Sovyet Sendikala rı genel başkanı
Melrıiçanski
tama men farklı bir tablo çizm işti oysa.O dönem, Melniçanski bana Konfederasyon merkezi olarak bi
linen
Dom Soyusov'u
gezdirmiş ve örgüt çalışmalarının nasıl yürütüldüğünü anlatmıştı. Konfederasyona üye işçi sayısının yedi milyonu bulduğundan ve tüm sendika ve iş kollarının da bu kon
federasyona bağlı olduğundan söz etmişti. Endüstri kollarını oluş
tura n işçiler, aynı zamanda onların sahibiyd iler.
"Şu arıda gezmekte olduğun bina da sendikaların kendi malı"
demişti büyük bir gururla,
"ki eskiden asilzadelerin eviydi."
İçinde bulunduğumuz oda, bir dönemin neşeli toplantılarına ev sahipliği ediyormuş ve büyük asilzadeler ortada duran masanın etrafına dizilmiş armalı sandalyelerde oturuyorlarmış. Melniçanski bana asilzadelerin herhangi bi r tehlike anında kaçmalarını sağlayan küçük döner bir masa ile gizlenmiş yeraltı geçid ini de göstermişti. Bir gün işçilerin özenle i nşa edilmiş mermer sütunlarla süslü bu odada topla nacaklarını, bu masa etrafında oturacaklarını hayal dahi edemezlerdi. Eğitsel ve kültürel çalışmaların da sendikalar tarafından yürütüldüğü nü belirterek sözlerine devam eden başkan, tabii ki üst mercileri n yol göstericiliğini de atlamamıştı.
"Çeşitli konularda kursların ve derslerin verildiği işçi okullarına ve diğer kültürel kurumlara sahibiz. Bütü n bu nlar da yine işçilerin ken
di sorumluluğunda. Sendikalar kendi eğlen celeri11 i kendileri düzenli
yorlar ve biz de tüm bunlara davet ediliyoruz. »
Anlattıklarından çıkan sonuç açıktı: Rusya, işçi örgütlenmesi anlam ında, Avrupa ve A merika'nın çok ilerisi ndeydi.
Benzer pek çok şeyi, ilk Moskova yolculuğum sırasında tanış
tığım Petrograd Sovyet Sendikaları genel başkanı Zipperoviç'ten de dinlemiştim. O da bana Petrograd sendikalarının bürolarının da yer aldığı güzel ve ihtişamlı Petrograd İşçi Binası'nı gezdirmişti.
Kaldı ki onu n i fadeleri Rusya işçilerinin nihayet kendilerine geldik
lerini de göstermişti.
Ne var ki ben a rtık madalyonun öteki yüzünü de görmeye başla
mıştım. Rusya'daki diğer pek çok şey gibi, sendikaların da iki yüzü vardı: Biri yabancı konuklara ve
"gözlemcilere"
dönüktü bu yüzlerin; diğeri ise kitlelere. Fırıncılar ve matbaacıların şu son dönemde başlarına gelenler öteki yüzü bütün çıplaklığıyla gözlerimin önüne sermişti. Sosyalist Cumhuriyet'teki sendikaların kazanımlarına il işkin iyi bir ders olmuştu bu.
Mart ayı nda, Moskova'nın büyük fabrikalarından birinin işçi
leri tarafından tertiplenen bir seçime izleyici olarak katılmıştım.
Karşımda, Rusya'da o ana dek gördüğüm en ateşli kitlelerden biri duruyordu. Kendilerine uygulanan baskı ve zulümlerin tüm izle
rini yüzlerinde taşıyan kadın ve erkek işçiler loş bir ışıkla aydınla
tılmış fabrika toplantı salonunu hınca hınç doldurmuşla rdı. Bütün bu gördüklerim beni derinden yaralamıştı. Bir anarşisti kendilerine temsilci olarak seçmişlerdi; ancak, Sovyet otorite bu seçilmiş kişi
nin vekaleti ni kabul etmemişti. Bu, işçilerin Moskova Sovyeti'ne gönderecekleri delegeyi yeniden seçmek üzere toplandıkları üçün
cü seçi mdi. İki kez seçil miş olmasına ka rşın, Sovyet otorite ta rafın
dan kabul edilmeyen anarşist adayın rakibi, Sağlık Komiserliği'nin başı, Komünist Semasçko'ydu. Bilgili ve kültürlü birini bulacağımı ummuştum; ancak, komiserin kulla ndığı dil ve sergilediği tavır, tam anlamıyla, utanç vericiydi. Komünist olmayan birini seçmiş ola n işçiler karşısında esip gürlemiş, onları Çeka ve paylarında ya
pılacak kesinti ile tehdit etmişti. Ancak, bunun dinleyicileri üze
rinde onları ka rşısına almak ve temsil ettiği Partiye duydukları
nefreti artırmak dışında bir etkisi olmamıştı. Yine de nihai za fer Semasçko'nun olmuştu; işçilerin seçtiği anarşiste iftira atılmış ve daha sonra da bu masum işçi tutuklanıp cezaevine konmuştu. Bü
tün bunlar mart ayında olmuştu. Mayıs ayında, yani İngil iz İşçi Heyeti'nin ziyaretlerini sürdürdüğü dönemde, bu aday cezaevin
deki diğer politik mahkumlarla birlikte açlık grevine başladığını açıklad ı; bunun sonucunda da hepsi serbest bırakıldı.
Fırıncılardan d inlediğim seçim deneyimleriyse bana bizim Vahşi Batının ilk günlerini anı msatmıştı. Elleri silahlı Çekacıları n sendika toplantılarına katılmaları adettendi ve bu, komünist adayı seçmezlerse işçilerin başına neler gelebileceğini açıkça gösteriyor
du. A ncak, güçlü ve ka rarlı bir örgüt olan Fırıncılar Sendikası bu sindirme politikasına pabuç bırakmamıştı. Kendi seçtikleri aday kabul edilene değin, Moskova' da tek bir ekmek üretilmeyeceğini açıkla mışlardı. Toplantı sonrası, Çeka seçilmiş adayı tutuklamaya çalışmıştı ancak fırıncılar onu aralarına alarak korumuş ve evi
ne kadar bırakmıştı. Ertesi gün, fırıncılar otoriteye bir ültimatom göndermiş ve kendi seçtikleri adayı kabul etmelerini talep etmişti.
Taleplerinin reddedilmesi, grev anlamına gelecekti. Bunun netice
sinde, daha az öneme sahip işçi örgütlenmelerinde yer alan daha cesaretsiz kardeşlerinin aksine, fırıncılar büyük bir za fer kazan
mıştı. K ıtlık çeken Rusya'da fırıncılar en az hayatın kendisi kadar önemliydi.