• Sonuç bulunamadı

Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmes

3. Mültecilere İlişkin Uluslararası Belgeler

3.1 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmes

Birinci Dünya Savaşı sonrası mülteci sorununa çözüm bulma çabaları, uluslararası örgütlerin bu büyük sorun karşısında yetersiz kalmaları nedeniyle insanların büyük acılar çekmelerine neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda birçok insanın yerinden edilmesi, kendilerine yaşayacak daha güvenli yerler bulabilmek için yollara düşmeleri, yani kısaca vatansız ya da mülteci olmaları, Birleşmiş Milletler’i bu konu hakkında bir düzenleme yapmaya zorunlu kılmıştır. (Özcan, 2005: 1) Bu konunun araştırılması amacıyla bir komite kurulmuştur. Bu komite yaptığı toplantılar sonucunda 1951 yılında bir sözleşme hazırlamıştır. Böylece “Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme” 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. (Odman 1995: 35) Türkiye bu sözleşmeyi 1961 yılında onaylamış, sözleşme bu tarihten itibaren iç hukukun bir parçası olarak yürürlüğe girmiştir. (Kirişçi, 2001: 154)

Bu sözleşmenin hazırlık aşamasında en çok üzerinde durulan konu mülteci kavramının tanımı olmuştur. Tanımın Fransa, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri temsilcilerinden oluşan bir komite tarafından hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu komite, gelecek yıllarda dünyada meydana gelecek olayları öngöremediğinden dolayı tanımda sözleşmenin hazırlandığı 1951 yılını baz almış ve bu tarihten önce olan olaylar sonucunda yerinden edilmiş insanların mülteci sayılmasına karar vermiştir. Bu sınırlamalara bir de “Avrupa’da meydana gelen olaylar” cümlesi eklenerek coğrafi yönden de sınırlamalar yapılmıştır. (Odman, 1995: 36)

Sözleşmenin 1. maddesi mülteciyi tanımlamakta, kimlerin mülteci sayılacağını, kimlerin sayılamayacağını, bu sözleşmenin maddelerinin kimlere uygulanacağını, kimlere uygulanamayacağını ve hangi durumlarda bu statünün kaybedileceğini saymaktadır. Bu tanım birinci bölümde “Uluslararası Belgelerde Mülteci Kavramı” adlı birinci başlıkta verilmiştir.

1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 1. maddesinin c fıkrasına göre; vatandaşı olduğu ülkenin korumasından tekrar yararlanan, vatandaşlığını kendi isteği ile tekrar kazanan, başka bir ülkenin vatandaşlığını kazanıp kendi isteği ile yararlanan, terk ettiği ülkeye kendi isteği ile tekrar dönen, mülteci olmasını sağlayan koşullar ortadan kalkan kişiler için bu sözleşmenin uygulanması sona ermektedir. (Cenevre Sözleşmesi mad. 1.c, http://www.multeci.org.tr/index.php/mevzuat/88-muelteclern- hukuk-statuesuene-lkn-1951-cenevre-soezlemes)

Sözleşmenin 1. maddesinin d fıkrası, BMMYK dışında diğer bir Birleşmiş Milletler organı veya örgütünden halen koruma ve yardım gören kişilere sözleşmenin uygulanmayacağını düzenlemektedir. (Cenevre Sözleşmesi mad. 1.d)

Sözleşme’nin maddeleri, madde 1 - f’ye göre; savaş suçu, barışa karşı suç, insanlığa karşı suç işleyen; sığınmadan önce siyasi olmayan ağır bir suç işleyen, Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğu konusunda hakkında ciddi kanaat bulunan kişilere uygulanmamaktadır. (Cenevre Sözleşmesi mad. 1.f)

Sözleşme taraf devletlere, ülkelerine sığınan kişilere ırk, din, dil ayrımı yapmadan eşit şekilde muamele yükü verirken, sığınmacı ve mültecilere de bulunduğu ülkenin kanunlarına, yönetmeliklerine ve kamu düzeni için alınmış

ibadetlerini yerine getirme özgürlüklerini en az kendi vatandaşlarına uyguladığı muamele kadar uygulamakla yükümlüdürler. (Cenevre Sözleşmesi, mad. 2-3-4)

Mülteciler, sığındıkları ülkelerde, bir takım haklara sığındıkları ülkenin vatandaşları gibi sahip olabilmektedirler. Bu haklardan bazıları, hukuk mahkemelerine serbestçe ve kolayca başvurabilmek, ülkenin korumasından yararlanabilmek, temel eğitim hakkı, sosyal güvenlik konusundaki kazanılmış ya da kazanılmak üzere olan haklar, sınaî mülkiyet hakkı ve sanat ve bilim alanında verdikleri eserlerin haklarını elinde bulundurabilme, kişinin kazandığı bireysel statü ve evliliğe bağlı haklar gibidir. (Cenevre Sözleşmesi,

http://www.multeci.org.tr/index.php/mevzuat/88-muelteclern-hukuk-statuesuene-lkn- 1951-cenevre-soezlemes)

Mülteciler bazı haklar bakımından da, o ülkedeki yabancı kişilere uygulandığı şekliyle sahip olabilmektedirler. Bunların başında mülkiyet hakkı, menkul ve gayrimenkuller için kira ve diğer sözleşmelerle ilgili haklar, siyasi amaç ve kar amacı taşımayan dernekler ve meslek sendikaları ile ilgili haklar, gelir getiren bir işte çalışma hakkı, tarım, sanayi, ticaret alanlarında kendi küçük işletmelerini açma hakkı, ülke içinde ikamet edeceği yeri seçme ve özgürce seyahat edebilme hakkı gelmektedir. (Cenevre Sözleşmesi,

http://www.multeci.org.tr/index.php/mevzuat/88-muelteclern-hukuk-statuesuene-lkn- 1951-cenevre-soezlemes)

Sözleşme, bir ülkeye yasal olmayan yollardan izinsiz giren sığınmacıların; kaçtıkları ülkede hayatlarının tehdit altında olması durumunda, en kısa zamanda yetkili makamlara başvurup durumu anlatması halinde yasadışı girişleri nedeniyle ceza verilmeyeceğini de düzenlemektedir. Ayrıca taraf devlet, kendisine sığınmış olanların hareketlerine gerekli olanlar dışında sınırlama getirmeyecektir. Bir ülkede yasal olarak bulunan mülteci, kamu düzeni ve ulusal güvenlik ile ilgili tehditler

dışında taraf devletler tarafından sınır dışı edilemeyecektir. (Cenevre Sözleşmesi,

http://www.multeci.org.tr/index.php/mevzuat/88-muelteclern-hukuk-statuesuene-lkn- 1951-cenevre-soezlemes)

Cenevre Sözleşmesi madde 33/1, mülteci hukukunda var olan en önemli ilke olan “geri göndermeme” (non-refoulement) ilkesini düzenlemektedir. Bu maddeye göre “hiçbir taraf devlet bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek ya da iade etmeyecektir.”

Aynı maddenin 2. fıkrası ise 1. fıkranın istisnasıdır. Buna göre, “bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yönünde ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci bu hükümden yararlanmayı talep edemez.” (Cenevre Sözleşmesi,

http://www.multeci.org.tr/index.php/mevzuat/88-muelteclern-hukuk-statuesuene-lkn- 1951-cenevre-soezlemes)

1951 Cenevre Sözleşmesi’nin Türk Mevzuatındaki yerine bakıldığında, sözleşme Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesine göre kanun hükmü taşımaktadır. Madde 90 “Usulüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” demektedir. Anayasanın bu maddesi, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin hükümlerinin kanun değerinde olduğunu ve maddelere karşı Anayasa

içinde bu konu ile ilgili bir kanun bulunmaması, düzenlemelerin yönetmelik düzeyinde yapılmış olması, otomatik olarak Sözleşme’nin hiyerarşik üstünlüğünü doğurmaktadır.

Her ne kadar konunun başında 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni mültecilerin anayasası olarak tanımlasak da anlaşma, zaman içinde bir takım değişikliklere ve eklemelere ihtiyaç duymuştur. İlk olarak mülteci tanımında sayılan kriterlerde eksiklikler bulunmaktadır. Ülkesini terk etme nedenleri arasında doğal afetlerin ve ekonomik durumların yer almaması birçok kişinin mülteci kabul edilmemesine ve evsiz, vatansız kalmasına neden olmaktadır. Diğer yandan tarihi ve coğrafi alanda konan sınırlamaların, bir süre sonra kaldırılması zorunlu hale gelmiştir. Bu yüzden 1967 yılında Birleşmiş Milletler 1951 Sözleşmesi’nde bir takım değişiklikler yapmak amacıyla 1967 Protokolünü hazırlamış ve imzaya açmıştır.