• Sonuç bulunamadı

C. Selçukluların Horasan Bölgesine Gelişi ve Nîşâbûr’un Selçuklu Hâkimiyetine

1. Medreselerin Yapı ve İşleyişi

1.1.1. Medreselerin İdarî Yapısı ve Öğretim Kadrosu

1.1.1.1. Müderris

Müderris kelimesi ilk önceleri, medreselerdeki fıkıh kürsüsünde bulunan âlimler için kullanılmıştır. Her medresede sadece bir fıkıh kürsüsü bulunur ve bu kürsüde de bir müderris görev yapardı (Makdisi, 2007: 213). Hadis, kıraat, tasavvuf ve nahiv gibi ilimleri öğreten âlimler için daha çok şeyh kelimesi kullanıldığı görülmekteydi (Bozkurt, 2006: XXXI, 467). Ancak Nizâmiye medreselerinin kurulmasıyla birlikte “müderris” kelimesi resmî bir kimlik kazanmış (Bozkurt, 2006: XXXI, 467) ve Nizâmiyelerle birlikte bütün medreselerde, alanında ders veren kimse için müderris tabiri kullanılmıştır. Medreselere müderris seçimi, bugün üniversitelere hoca seçimiyle neredeyse aynı idi. Nizâmiye medreselerindeki müderrislerde bulunması gereken şartlara bakıldığında, medreselere nasıl müderris seçildiği görülmektedir. Nizâmiye medreselerinde müderris olmak isteyenlerde, zamanın seçkin bilgini olması ve ilimde ehliyetini ispat etmiş olması, yabancı dil bilmesi ve dindar olması ilk başta aranan şartlar arasında olmuştur (Kazıcı, 1983: 55). Ayrıca Nizâmiye medreselerine müderris seçiminde dikkat edilen diğer husus, müderrisin eser verip vermediği idi. Çünkü müderrislere verilen ilmî makamlar, verdikleri eserlerle eş değerde tutulmuştur (Sallâbî, 2013: 348). Nizâmiyelerden önceki medreselerde müderrislik için belirli bir şart aranmazken, Nizâmiyelerde müderris olabilmek için özel şartlar aranması (Ocak, 2002b: V, 723), Nizâmiye medreselerinin kalitesini ve önemini ortaya çıkarmaktadır.

Selçuklular döneminde medreselerin kurumsallaşmasıyla birlikte müderrisler, Divan-ı Vezaret’ten Nizâmülmülk’ün imzası ile çıkan menşurla tayin edilmiştir (Bozkurt, 2006: XXXI, 467). Nizâmiye medreselerine müderris seçiminde bizzat kendisi ilgilenen Nizâmülmülk, medreseye tayin edeceği müderrisleri çeşitli vesilelerle test ediyordu. Âlimlere ilmî sorular soruyor ve onları ilmî derecelerine

göre çeşitli görevlere tayin ediyordu. Özellikle eğitim ve öğretime yeteneği olan kişileri ise hemen medreselere müderris olarak tayin ediyordu (Sallâbî, 2013: 346). Örneğin Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’ne İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin atanması ve Cüveynî’nin talebesi olan İmâm Gazzâlî’nin de Bağdat Nizâmiye Medresesi’ne tayini bu şekilde olmuştur. İmâm Gazzâlî bir gün Nizâmülmülk’ün meclisine gitti. Zira onun meclisi âlimlerin toplandığı yerdi. İmâm Gazzâlî, o mecliste âlimler ile münâzarada bulunarak, ilminin üstünlüğünü ispatlamıştı. Bunun üzerine Nizâmülmülk onu Bağdat Nizâmiye Medresesi’ne müderris olarak tayin etmişti (Hümâyî, 1938: 120; Sallâbî, 2013: 341; Zerrînkûb, 2014a: 49). Müderris atamalarında sultan ve vezîr yetkili olmasına rağmen, bazı durumlarda halife tarafından atamaların yapıldığına da şahit olunmuştur (Bozkurt, 2006: XXXI, 467; Ocak, 2013: 448). Atamalarda ilmî yeterliliklerinin yanında müderrislerin kalitesi ve aldıkları icâzetin türü kıstaslar arasında yer almıştır. Müderrislerin atanma belgelerinde ilmi korumanın öneminden, tayin sebebi ve müderrisi öven cümlelere yer verilmiştir (Bozkurt, 2006: XXXI, 467)

Müderris, ilk medreseye tayin edildiğinde üzerinde siyah cübbe ve başında da müderrislerin taktığı mavi bir sarık olurdu. Medreseye gittiği ilk gün medresede tören yapılır ve ilk derse ileri gelen devlet adamları, âlimler ve şairler katılırdı. Dersi bitirdiğinde onu övücü konuşmalar yapılır ve kasideler söylenirdi (Sallâbî, 2013: 346). Örneğin, Ebü’l-Hayr el-Kazvînî’nin Bağdat Nizâmiye Medresesi’ne müderris olarak tayin edildiği zaman hilat giydirildiği, öğrencilerin, müderrislerin, devlet adamların ve halkın oluşturduğu kalabalık bir grupla medreseye geldiği ve hatim duası yapıldıktan sonra ilk dersini verdiği rivayet edilmektedir (Bozkurt, 2006: XXXI, 467).

Medreselerde müderrisler, öğrencilerin oturdukları yerden yüksek bir kürsüde otururlar ve dersini o kürsüden anlatırlardı. Öğrenciler de müderrisin karşısında halka oluştur (ilim halkası), derslerini dinler ve not alırlardı (Kisâî, 1995: 131). Müderrisin derste yazdırdıkları ya da öğrencilerin derste dinleyip not aldıkları bilgiler kısa sürede yazılır ve müderrisin izni ile çoğaltılırdı. Çok geçmeden bu nüsha bütün araştırmacıların ve öğrencilerin eline geçerdi. Müderrisin anlattıklarını içeren

nüshalara “ta’lika” adı verilirdi (Sallâbî, 2013: 348).

Müderrislerin medreselerde fıkıh dersi verme ve mütevelli görevi gibi temelde iki sorumluluğu vardı. Dolayısıyla hem idarî görevi hem de eğitim ve öğretim görevi için medresenin vakfından maaş alıyordu. Bir müderris derslere kendi girebileceği gibi birden fazla medresede görevlendirildiği zaman, kendisine verilen paradan derslere girebilecek başka bir vekil müderris tutabilme hakkı da vardı (Bozkurt, 2006: XXXI, 468; Makdisi, 2012: 155). Çünkü müderrislerin birden çok görevleri ve çalışma alanları olduğu için bütün işlere yetişme imkânı olmuyordu. Örneğin Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi müderrisi İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yanı sıra imâmlık ve hatiplik görevlerini yürütmüş ve ayrıca münâzara ve vaaz meclisleri de düzenlemiştir (Köymen, 2011: III, 366).

Nizâmiye medreseleri sadece öğrencilerin değil, müderrislerin de bulunmak için gayret gösterdiği eğitim kurumlarıydı. Hatta müderrisin belirli bir mezhepten olması şartı olduğu dönemlerde mezhebini değiştirerek Nizâmiye medreselerinde ders veren âlimler olmuştur. Zira Hanbelî mezhebinden Şâfiî mezhebine geçişlerin olduğu bilinmektedir (Sallâbî, 2013: 344). Ebü’l-Muzaffer es-Semʻânî’nin de Bağdat Nizâmiye Medresesi’ndeki müderrislerden etkilenerek Hanefî mezhebinden Şâfiî mezhebine geçtiği, ancak bu durum ailesine tarafından hoş karşılanmayınca Nizâmülmülk’ün himayesine girerek Nîşâbûr’da ve Merv’de Şâfiî ekoldeki medreselerde dersler verdiği bilinmektedir (İbnü’l-Cevzî, 1992: XVII, 37; Fârisî, 2005: 376-377; Fârisî, 2013: 726-728; Zâkerî, 1978: 384-385; Aygün, 2009: XXXVI, 463).

Medreseler, seyahat ederek ilim arayan ilim ve fikir adamlarının uğrak yeri idi. Bu misafirlik bazen iki yıl kadar sürebilmekteydi. Yabancı âlimler, medreselerde ancak medresenin baş müderrisi tarafından verilen izin sayesinde medreselerde ikâmet etmekte ve gerek duyulduğunda vaaz ve ders meclisleri düzenleyebilmekteydi. Ayrıca devlet adamlarından müsaade ve izinleri olan âlimler de olmuştur. Mesela Nizâmülmülk’ün Bekrî adında bir âlim için Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde kalmasına izin verdiği bir mektubunun olduğu bilinmektedir. Yine Nizâmülmülk hattat Nâzımî’yi, Bağdat Nizâmiye Medresesi’ne bizzat kendisi

yerleştirmiştir (Köymen, 2011: III, 382). Diğer taraftan Nizâmiyelerde ders veren müderrislerin birden fazla olduğu dönemlerde, medreseye tayin edilen müderrislerin dönüşümlü olarak derslere girdiği anlaşılmaktadır. Örneğin Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’nde hadis dersini Ebü’l-Hasan el-Müfessir ile Ebû Saîd el-Hayr dönüşümlü olarak okuturken, yine Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde ise Ebû İshâk eş- Şîrâzî ile Ebû Abdullah et-Taberî aynı şekilde dönüşümlü olarak ders okuttukları bilinmektedir. Sadece Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde 6.000 öğrencinin ders aldığı göz önünde bulundurulursa, eğitim ve öğretim faaliyetleri için çok fazla müderrise ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu da değişik alanlarda çok sayıda müderrisin görevlendirilmiş olacağını düşündürmektedir (Ocak, 2013: 449).

Müderrislerin görev süreleri sınırlandırılmamıştır. İlmî şöhreti olan âlimler vefat edinceye kadar görevlerinde kalıyorlar, yaşları ilerleyince çoğu zaman büyük oğullarını ve ileri gelen talebelerinden birini kendine vekil tayin edebiliyordu (Sallâbî, 2013: 346). Nizâmülmülk tarafından tayin edilememiş olan İbn Sabbâğ’ın azli istisna kabul edilecek olursa, Alp Arslan zamanında hiçbir müderris görevinden azledilmemiştir. Buna karşılık kendi isteğiyle görevini bırakanlar olmuştur. Tayin edilen müderrisler arasında uzun yıllar eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürüten müderrisler vardı. Buna en güzel örnek ise Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’nde yaklaşık otuz yıl boyunca eğitim veren İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’dir (Köymen, 2011: III, 367). Eğer herhangi bir müderris medresedeki görevinden azledilirse, Nizâmülmülk’ün bir temsilcisi tarafından azledilir ve üzerindeki kıyafet çıkarılırdı (Sallâbî, 2013: 346).