• Sonuç bulunamadı

C. Selçukluların Horasan Bölgesine Gelişi ve Nîşâbûr’un Selçuklu Hâkimiyetine

1. Medreselerin Yapı ve İşleyişi

1.3. Medreselerin Kuruluş Amaçları

1.3.4. İlmi Himaye Etme ve Yüceltme Düşüncesi

Selçukluların ilmi himaye etmelerine yönelik pek çok örnek bulunmaktadır. Mesela Ebû Nasr b. Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde Eşʻarî mezhebi hakkında bilgi verirken Hanbelîleri eleştirip kötülemişti. Bunun üzerine

Hanbelîler Ebû İshâk eş-Şîrâzî ve yandaşlarını da Kuşeyrî’ye yardımda bulunup destek oldukları gerekçesiyle Bağdat’ta büyük bir karışıklığa neden oldular (İbnü’l- Cevzî, 2014:120-121; Girâylî, 1978: 515-516). Nizâmülmülk, Bağdat’ta Eşʻarîler ve Hanbelîler arasındaki tartışmalardan sonra kavgalar başlayınca Bağdat Nizâmiye Medresesi müderrisi Ebû İshâk eş-Şîrâzî’ye gönderdiği mektupta: “Mezheplerde bir tarafı bırakıp diğer tarafa yönelmek vecip değildir. Ne siyaset ne de halka adalet anlayışı bunu gerekli görmez. Biz fitneyi körüklemektense sünneti (Peygamberin söz ve fiilleri) teyit etmeyi daha uygun görürüz. Biz bu medreseyi, anlaşmazlık, ikilik ve ayrıcalık için değil, bilim ve yarar sağlasın diye kurduk.” şeklindeki ifadeleri Nizâmiye medreselerinin esas kurulma amaçlarından birinin, ilmi himaye etmek ve yüceltmek olduğunun en açık delillerindendir (Sıbt İbnü’l-Cevzî, 2011: 223; İbnü’l- Cevzî, 2014: 124-125; Kisâî, 1995: 67; Turan, 2011: 323). Yine diğer bir örnekte, İsfahan Nizâmiye Medresesi’ni kurduran Melikşah, medresenin vakfiyesi yazılırken bu imaretten kimlerin faydalanmasını istediğini sordukları zaman: “Ben Hanefî mezhebinden olsam da bu imareti halîs bir niyetle Allah Teâlâ’nın rızasını gözeterek yaptırdım. Bir kavmî kazançlı kılmak ve faydalandırmak, diğer taifeyi ise mahrum ve üzgün bırakmak gibi bir amacım yoktur.” demiştir (Mîrhând, 2015: 142).

İbnü’l-Adîm (2011: 71), Nizâmülmülk’ün Şâfiî mezhebine olan bağlılığından dolayı, Şâfiî mezhebine mensup olanların sayıları çoğalsın diye müderris olarak atarken, Hanefî mezhebinden olan kimseleri de hukuk işleriyle uğraşıp çoğalamasınlar diye kadı olarak atadığını kaydetmektedir. Ancak bilinmektedir ki Nizâmülmülk, Nizâmiye medreselerinin kuruluş amacını ifa etmesi için azamî gayret gösteriyor ve ehlisünnet mezhepleri arasında taraf tutmuyordu. Ehlisünnete mensup bütün âlimleri aynı seviyede tutup, fitne ve kargaşanın çıkmasına müsaade etmiyordu. Ehlisünnete mensup olanlar arasında itikadî noktada farklılıkları olanlara hiçbir baskının baskı uygulanmayacağı konusunda da garanti veriyordu (Sallâbî, 2013: 345). Birçok araştırmacı tarafından Nizâmülmülk’ün sadece Şâfiî ulemânın hamisi gibi görülmesi, Selçuklu sultanların Hanefî mezhebinden olmasından dolayı bir nevi denge kurma çabası olarak da görülebilir. Nizâmülmülk’ün ehlisünnet mezhepleri arasında taraf tutmadığına dair birçok örnek verilebilir. Örneğin, Abdullah el-Herevî (ö. 482/1089) sıkı bir Hanbelî taraftarı olduğu için Şâfiî ve

Hanefî âlimler tarafından çok sık eleştirilmiş, hatta onu eleştiren bazı kimseler ona yönelik suçlamalarla vezîr Nizâmülmülk’e bile başvurmuşlardır. Nizâmülmülk’ün huzurunda yapılan münâzarada Herevî haklılığını kabul ettirmiştir. Nizâmülmülk de Herevî’nin haklılığını kabul etmiş ve Herevî’yi eleştirenleri ise hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu münâzaradan sonra Nizâmülmülk, Herevî’ye kıymetli hediyeler göndermiş ve böylece Herevî’nin şöhreti daha da artmıştır (Safi, 2002: V, 357; Uludağ, 1998: XVII, 223-224). Esasında, Nizâmülmülk’ün kurduğu bütün medreseler Şâfiî ekolde eğitim vermelerine rağmen, bu kurumlar hiçbir zaman ayrılıkçı bir Şâfiî siyaseti gütmemişlerdir. Nizâmülmülk, Nizâmiye medreselerinin hamisiydi, ancak fanatik bir Şâfiî değildi. Nizâmülmülk’ün Şâfiîlere ayrı önem vermesini kendisinin Şâfiî olmasında ve ondan önceki dönemlerde Şâfiîlere uygulanan baskılarda aranması gerekmektedir (Bulliet, 1972: 74).

Diğer taraftan Selçukluların ehlisünnet mezhepler arasında ayrım yapmamasının nedeni, bütün ilim adamlarının Selçuklu Devleti’ne bağlılığını sağlamak ve kontrol altında tutmak olduğu kaydedilmektedir (Köymen, 2011: III, 352). Ayrıca Nizâmülmülk, hangi mezhebi ekolden olunursa olunsun, mezhebi farklılıklardan azad bir bürokrasi sisteminin kurulmasını amaçlamaktaydı. Ancak Nizâmülmülk’ün kurmaya çalıştığı mezhepler arasındaki dengenin onun ölümüyle hemen bozulduğu görülmektedir. Nizâmülmülk’ün şehit edilmesinin ardından, Melikşah’ın oğlu Sultan Muhammed’in çok sayıda Şâfiî’nin öldürülmesi emrini vermesi bunun en açık delilidir (Safi, 2002: V, 357).

Nizâmülmülk Siyasetnâme’de, dünyada hem güzellik hem de dürüstlük üzerine kurulmuş olan mezheplerin Hanefîlik ve Şâfiîlik olduğundan söz etmektedir. Ayrıca Sultan Alp Arslan’ın Hanefî mezhebine sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve kendisi için de, “Yazık! Vezîrim bir de Şâfiî mezhebinde olmasaydı, ne kadar siyasetli, heybetli olurdu!” dediğini de nakletmektedir (Nizâmülmülk, 2015: 168-169). Ancak Büyük Selçuklu sultanlarının ehlisünnet mezhepleri arasında ayrım yapmadığı açıktır. Aksine, Selçuklu devlet adamları bu iki mezhep arasında denge siyaseti gütmüşlerdir. Örneğin Şâfiîlerin etkin olduğu bir dönemde, Nîşâbûr’da Nîşâbûr Nizâmiye Medresesi’nin kurulmasından önce, 437/1046 yılında Tuğrul Bey’in

verdiği emir ile Hanefîlere hizmet etmesi için Selçuklu döneminin ilk medresesi olan Sultanîye Medresesi inşa edilmiştir. Nizâmiyelerin ikincisinin inşa edildiği Bağdat’ta da mezhepler arası denge siyasetinin güdüldüğü görülmektedir. Sultan Alp Arslan tarafından Bağdat’taki halifeye elçi olarak gönderilen Şerefülmülk Ebû Saʻd el- Hârizmî, şehre vardığı zaman Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin inşa edildiğini görmüştür. Hemen Hanefî mezhebi ekolünde eğitim verecek Âzamiye Medresesi’nin inşasını başlatmış ve bu medreseyi Bağdat Nizâmiye Medresesi’nden önce açtırmıştır. Burada Şâfiî ekoldeki Nizâmiyelerin açılmasıyla güçlenecek olan Şâfiîleri dengelemek için, Âzamiye Medresesi’nin hemen açtırıldığı düşünülmektedir. Ayrıca Bağdat ve Nîşâbûr’da uygulanan mezhepler arası denge siyasetinin, diğer şehirlerde açılan Nizâmiye medreselerinde de uygulanması muhtemeldir (Piyadeoğlu, 2016: 228-229). Bu gayretler neticesinde, medreseler değişik mezhepler arasındaki dengeyi kurduğu gibi, Selçuklu’nun kendi içindeki fikrî ve inanç hayatından kaynaklanan farklılıklara son vermeye çalıştığı da kaydedilmektedir (Yüksel, 2013: 198).

Medreselerin kurulması ile ilmî ortam genişlemiştir. Medreselerdeki müderrisler ve öğrenciler geniş imkânlar ile ilmî çalışmalara yöneldiler. Özgür düşünce ortamında araştırmalar yapıp eserler vermeye ve farklı ilimlere yöneldiler. Medreseler sadece bilgi öğretmekle yetinmediler, bunun yanında öğrencilere geçmiş ve çağdaş milletlerin tecrübelerinden istifade ile yeni fikirler üretme ufkunu vermeye çalışmıştır. Geçmiş milletlerin bilgi birikimlerinden faydalanan öğrenciler, bu bilgi mirasına kendi bilgi birikimlerini de katarak medeniyete hizmette bulunmuşlardır (Sallâbî, 2013: 338-340). Medreseler bilgi üretmekten ve yaymaktan fazlasını yaparak, konuların kapsamını genişletmeye çalıştılar. Yapılan disiplinlerarası çalışmalar, entelektüel bir çevrenin oluşmasını sağlamıştır. Bunu gören Nizâmülmülk, aynı zamanda ilimlerin sistematize edilmesini desteklemiştir (Hodgson, 1993: II, 50). Bu nedenledir ki, Selçuklularda eğitim denince devlet adamlarının eğitim ve bilim severliği, örgün ve yaygın eğitim kurumları akla gelmektedir (Akyüz, 2007: 42).