• Sonuç bulunamadı

Büyük Selçuklu Devleti’nin Dinî ve Siyasî Politikalarını Belirlemesi

C. Selçukluların Horasan Bölgesine Gelişi ve Nîşâbûr’un Selçuklu Hâkimiyetine

1. Medreselerin Yapı ve İşleyişi

1.4. Medreselerin Kazanımları

1.4.1. Büyük Selçuklu Devleti’nin Dinî ve Siyasî Politikalarını Belirlemesi

kurulduğu günlerde Merv’de yaptıkları büyük kurultayda ittifakla aldıkları ilk karar, Abbâsî Halifesi el-Kāim Biemrillâh’a bir mektup yazmak olmuştu. Mektupta: “Biz Selçukoğulları daima Abbâsî Devleti’ne mutî ve taraftar, farzlara ve sünnetlere riâyetkâr bir tâife (güruh) idik. Çok vakit gaza ve cihat yolunda çalıştık.” demişlerdi (Reşîdüddin, 2011: 92-93; Köymen, 2011: I, 358-359). Selçuklular bu mektupla hem kurdukları devletin Halife tarafından tanınmasını istemişler, hem de Halife’nin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarılması için yardıma hazır olduklarını bildirmişlerdi (Ocak, 2002a: 384, Köymen, 2001: I, 362-363). Buradan anlaşılmaktadır ki, Selçuklu

sultanları her ne kadar iyi eğitim almamış olsalar da, bulundukları dönemin siyasî şartlarını kavramada mahir oldukları bir gerçektir. Özellikle Tuğrul Bey, Sünnîliğin bölgedeki önemini ve gücünü iyi kavramış, devletin kuruluş dinamiklerini Sünnîliğe dayandırmıştı (Karadaş, 2003: 103). Bu sebeple Selçuklular Sünnîliğin hamisi olmuşlar ve adeta bir devlet ideolojisi haline getirmişlerdi. Sünnîliğe karşı olan fikirlerle de karşı amansız bir mücadele başlatmışlardı. Hâkim oldukları topraklarda, Sünnîliğin tekrar filizlenip yeşermesi ve güçlenmesi için bütün fedakârlıklarda bulunmuşlardı (Ocak, 2002a: 384-385; Karadaş, 2003: 103-104).

Genelde Şiî-Bâtınî tehlikesini ortadan kaldırmak için kurulan Nizâmiye medreseleri, bir taraftan Sünnî inancı güçlendirirken, insanları devlet otoritesini tanıyan kanunlara itaat eden ve devleti koruyan fertler olarak yetiştiriyordu. Yani Nizâmiye medreseleri bir taraftan Şiî-Bâtınî fikirleri engellemek için mücadele

edecek kimseleri yetiştirmeye çalışırken, diğer taraftan fikrî çalışmaları canlandırarak Sünnîliğin yok olmaktan kurtulmasını sağlamışlardır. Ayrıca bu medreselerde yetişen ilim adamları sadece Selçuklu devrinde değil, bütün İslâm bilim tarihinde otorite sayılabilecek isimler olmuş ve İslâm ilim ve kültür medeniyetini yeniden inşa etmişlerdir (Ocak, 2013: 445). En önemlisi Nizâmiye medreselerinde yetişen öğrenciler, Sünnîliği tehdit eden Şiî-Bâtınî propagandasının yaymaya çalıştığı fikirler ve ortaya koymaya çalıştığı esaslarla, halk toplantıları bile tertip edecek boyutta bir mücadele yürütmüşlerdir. Büyük gayretle ve inanmışlıkla yürütülen bu mücadele karşısında Şiî-Bâtınî faaliyetleri başarısızlığa uğramış ve propagandacıların yardımıyla elde etmiş oldukları desteği kaybetmişlerdir (Talas, 2000: 119). Esasında eğitimin Selçuklular döneminde devlet himayesine alınması, eğitime geniş devlet desteği ve yardımının verilmesini, özellikle bu Şiî-Sünnî rekabetine bağlamak gerekir. Şiîlik Fâtımî devlet himayesinde geniş devlet desteği ve yardımı görür iken, diğer yandan Şiîliği İslâm için bir tehlike olarak gören Sünnî Selçuklu sultan, vezîr ve emîrler birer eğitim neferleri olmuşlardır. Eğitimin Şiîliğe karşı önemli bir silah olarak kullanılması, Nizâmiye medreselerinin inşa edilmesiyle mümkün olmuştur (Öymen ve Dağ, 1974: 117). Selçukluların Sünnî dünyanın liderliğine geçmesiyle, Sünnîlik eski güç ve ihtişamına yeniden kavuşmuştur. Selçukluların bu mücadelesi ile Sünnîlik, Şiî-Bâtınî ablukasında kurtarılmış, iç ve dış baskılar sebebiyle yok olma noktasına gelen Sünnî düşünce yeniden canlanıp gelişmiştir (Ocak, 2002a: 385).

1.4.2. Medrese Sistemine Yenilikler Getirmesi

Selçuklular, eğitim ve öğretim faaliyetleri açısından Türk-İslâm eğitim tarihinde bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Selçuklu dönemi; eğitim ve öğretim faaliyetlerinin bir sisteme bağlanması ve devletin himayesine alınması açısından ayrıca önem arz etmektedir. Bu dönemde Şiî-Bâtınî fikir akımlarına karşı etkili ilmî mücadele yapılabilmesi için, devrin Sünnî âlimlerine geniş imkânlar tahsis edilerek devlete bağlı bir ilim ordusu oluşturulmuştur. Böylece Türk-İslâm dünyasında, ilk defa müderrisleri maaşlı ve öğrencileri burslu, ders programları belirli, zengin kütüphane ile donatılmış ve parasız eğitim yapılabilinen medreseler kurulmuştur. Devrin ilim ve fikir hayatında önemli bir yeri olan bu Nizâmiye medreseleri, Türk-

İslâm dünyasına yayılan pek çok şöhretli âlim yetiştirmiştir. Öyle ki Nizâmiye mezunu gençler, her yerde itibar görmüş ve memleketin ileri gelen kimseleri olarak önemli makamları işgal etmişlerdir (Alptekin, 1992: VII, 209).

Nizâmülmülk’ün hamiliğinde kurulmuş olan Nizâmiye medreselerinin eğitime getirdiği en büyük yenilik, Nizâmiye medreseleri ağını kurarak eğitim sistemi ve müfredatta birliği sağlamış olmasıdır. O devirde görülmemiş bir ölçekteki bu eğitim kurumlarının kurulması, haliyle tarihî bir adım olmuştur (Makdisi, 2007: 255). İlk örneklerine X. yüzyılın ikinci yarısında rastlanılan medreseler, mimarî bakımdan herhangi bir özelliği olmayan basit ve sade yapılardan oluşmaktaydı (Acar, 2007: 355). Nizâmiyelerden önce kurulmuş olan medreseler, şahıslar tarafında kurulmuş medreseler olup resmî hüviyetlere sahip değillerdi. İsimlerini kurucusundan almasının yanında ders programlarını da medresenin başında bulunan kurucu tarafından belirlenmekteydi (Ocak, 2013: 447). Bu medreseler dağınık bir coğrafyada olduğu gibi, her müderrisin ihtisas sahası da farklıydı. İlim öğrenmek isteyen öğrenciler değişik beldelere seyahat etmek suretiyle buralardaki âlimlerden dersler alıyorlardı. Buna “rıhle” yani “ilim seyahati” denilmekteydi. Bu öğrenciler uzak mesafeleri aşarak ders görmek istediği müderrisin yanına gider ve derslerine katılırlardı (Öymen ve Dağ, 1974: 219; Çelebi, 1974: 333). Ancak Nizâmiye medreselerinden daha önce kurulmuş olan medreseler, yeni açılan Nizâmiyelere tayin edilebilecek önemli bir sayıda âlimler zümresini yetiştirmiş bulunuyorlardı (Rahman, 1996: 256). Nizâmiyelerle birlikte öğrenciler ve müderrisler devletin himayesine alınmış ve bütün ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Sağlanan bu imkânlar ve ilmî seviyenin yüksekliğinden dolayı, Nizâmiye medreselerine değişik yerlerden öğrenci akını olmuştur (Köymen, 2011: III, 405).

Nizâmiye medreselerin açılmasıyla ilmin belirli bir merkezde toplanması ve sahanın uzmanı müderrislerin eliyle yapılması imkânı doğmuş, uzun ve meşakkatli yolculuklara gerek kalmamıştır. Medreselerdeki öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için zengin vakıflar tahsis edilmiştir. Nizâmiye vakıflarından elde edilen gelirle müderrislerin maaşları verilmiş, öğrencilerin yeme ve içme, barınma, elbise ders kitabı, kâğıt, kalem ve mürekkep bütün ihtiyaçları karşılandığı gibi, öğrencilere

harçlık olarak burslar da verilmiştir (Ocak, 2013: 454). Medreseler; dershane, mescid, kütüphane, yatakhane, yemekhane ve hamam gibi bölümlere sahip olduğu için, burada okuyan öğrencilerin bütün ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Vakfiye şartları gereği, sahasının önde gelen âlimleri Nizâmiyelerde görevlendirilmişlerdi. Medreselerde okutulacak dersler yine vakfiye şartlarına göre belirlenerek bugünkü anlamda ders programları oluşturulmuştu. Bunun da ötesinde, Nizâmiyelerin değişik şubeleri açılarak öğrencilerin bu günkü yatay geçişlerine benzer şekilde bir şehirde okuduktan sonra başka şehirlere giderek orada eğitimlerine devam edebilirlerdi. Bütün bunlar devlet destekli olup, bilimin yayılması ve ehlisünnet fikrinin güçlenmesi için yapılan şeylerdi. Böylece medrese açmak ve ders vermek bireysel faaliyet olmaktan çıkmış; zengin vakıfları olan, sultan ve vezîrler tarafından desteklenen kurumsal kişiliği olan müesseseler haline gelmiştir (Ocak, 2013: 447; Piyadeoğlu, 2016: 227-228). Ayrıca eğitimde fırsat eşitliği sağlanarak, medreselerinin kapıları zengin fakir ayrımı yapmaksızın bütün öğrencilere açık tutulmuştur. Böylece akıllı ve yetenekli olan fakir öğrencilere bütün imkânlar ücretsiz olarak verilerek topluma ve devlete kazandırılmıştır. Selçukluların eğitim anlayışına göre zeki, yetenekli ve kabiliyetli öğrenciler en yüksek mevkilere erişebilmekteydi. Bu nedenle yetenekli öğrencilerin himaye edildiği ve desteklendiği söylenebilir (Arıcı, 2005: 114-115; Acar, 2007: 355; Akyüz, 2007: 44; Köymen, 2011: III, 298, 375).