• Sonuç bulunamadı

MÛCİZENİN GEREKLİLİĞİ VE NÜBÜVVETE DELÂLETİ

İlâhi dinlerde peygamberlik müessesesinin varlığı kabul edilmekle birlikte peygamberlik iddiasında bulunan şahsın gerçek peygamber olup olmadığının nasıl anlaşılacağı sorusu âlimler arasında görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Âlimlerden bir kısmı mûcizeyi mutlak gerekli görürken bir kısmı ise nübüvvetin ispatında zorunlu olmadığını savunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün milletlere kendi içlerinden peygamber gönderildiği ve bu peygamberlerin çeşitli delil ve işaretlerle desteklendiği bildirilmektedir.388 Söz konusu âyetler gerek hissî gerek aklî mûcize olsun

384 İlyas Çelebi, “İnşikâku’l-Kamer”, DİA, XXII, 344-345. 385 el-İsrâ 17/1.

386 Salih Sabri Yavuz, “Mi‘râc”, DİA, XXX, 134. 387 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 37.

388 el-Mâide 5/32; Yûnus 10/74; İbrahim 14/9; en-Nahl 16/43-44; er-Rûm 30/47; Fâtır 35/24-25; el-

72

peygamberliğin bilinmesinde mûcizenin gerekliliğini ve peygamberlerin doğruluklarına delil olduğunu gözler önüne sermektedir.389

İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı -aralarında farklar olmakla birlikte- mûcizenin gerekli olduğunu savunmuşlardır. Sadece İbâdiyye ve Kerrâmiyye fırkaları nübüvvetin ispatında mûcizeye gerek olmadığını iddia etmişlerdir. Onlara göre bir kimse peygamberlik iddiasında bulunduğu takdirde bu çağrıyı işiten herkes ona itaat etmelidir.390 Ancak bu fırkaların söylemleri aklî ve naklî delilden yoksun bir iddiadan başka bir şey değildir.391

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğu mûcizenin aklen mümkün, fiilen de gerçekleşmiş olduğunu kabul eder. Bir kısım Ehl-i Sünnet âlimi mûcizeyi mutlak zorunlu kabul ederken diğer bir kısım mûcize olmadan da peygamberliğin sabit olabileceğini savunmaktadır. Birinci kısım âlimlerin görüşüne göre peygamberlik iddiasında bulunan kişilerin diğer insanlardan ayırt edilebilir bir özelliğinin olması gerekmektedir. Zira peygamberlik iddiasının yalan olması aklen mümkündür. Bu sebeple Allah elçilerinin doğruluğunu destekleyecek bazı deliller göstermelidir ki insanların zihninde şüphe kalmasın. Bu da ancak iki yolla mümkün olabilir; ya peygamberin getirdiği mesaj olağanüstüdür, diğer insanlar tarafından meydana getirilemez ya da peygamberin elinde insanların benzerini getiremeyeceği olağanüstü bir durum zuhûr etmelidir. Ancak bu şekilde peygamberlik iddiasında bulunan şahsın doğruluğu kanıtlanabilir. Mûcize göstermediği takdirde o kişiye inanmak vacip olmaz.392 Son devir âlimlerinden Manastırlı

İsmail Hakkı ve Reşid Rızâ da bu görüşü paylaşmaktadır.393

Ehl-i Sünnet âlimlerinin diğer bir kısmı ise mûcizeyi kabul etmekle birlikte onu yegâne delil olarak görmez. Nübüvvet mûcize olmadan da ispat edilebilir. Söz konusu âlimler, Hz. Hatice ve Hz. Ebû Bekir’in mûcize görmeden iman ettiklerini görüşlerine delil getirmektedir.394 Bu âlimlerden biri İmam Mâtürîdî olup, Hz Peygamber’in

389 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 101-104. 390 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 115. 391 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 117.

392 Sâbûnî, el-Bidâye, s. 47; Kâdî Abdülcebbâr, Usûli’l-Hamse, II, s. 430; Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s.

236; Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 106.

393 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 107.

73

nübüvvetinin ispatında öncelikle onun ahlâkî özelliklerini, fazîletini, sîretini ele alır, daha sonra hissî mûcizelerine yer verir.395 Gazzâlî, Şehristâni ve Fahreddîn er-Râzî de söz

konusu âlimler arasındadır. Onlara göre önyargısı olmayan insaf sahibi kişilere inanmaları için olağanüstü mûcizeler göstermek gerekmez. Ehli-i Sünnet âlimlerinin bu iki görüşünü, “inatçılar için mûcizeler gerekli ve zorunluyken, akıl ve izân sahibi kişiler için zorunlu değildir” şeklinde birleştirmek mümkündür.396

Mu‘tezile âlimleri ise mûcizenin gerekliliğini savunarak Ehli Sünnet âlimleri ile aynı görüşü paylaşmakla birlikte aslâh prensipleri gereğince hem peygamber göndermenin hem de onları mûcize ile desteklemenin Allah’a vâcip olduğu görüşü ile onlardan ayrılmaktadır.397 Zira daha önce de belirttiğimiz gibi Ehl-i Sünnet âlimleri bu

konuda Allah’a bir zorunluluk atfetmeyip mûcizeyi aklen mümkün, fiilen gerçekleşmiş olarak kabul ederler. Mu‘tezile’ye göre peygamberlik iddiasında bulunan şahsın ahlâken üstün ve fazîletli oluşunun nübüvvet iddiasına delil olarak kabul edilebilmesi için öncelikle olağanüstü bir mûcizenin gerçekleşmiş olması gerekir.398

Kelâmcılar genel olarak mûcizenin nübüvvete delil oluşunu “gâibin şâhide kıyası” yoluyla izâh etmeye çalışırlar. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi Allah’ın elçisini sözlü olarak tasdik etmesi mümkün olmayıp, bunu fiilî olarak gerçekleştirmesi gerekmektedir. Kelâm eserlerinde bu konuyla ilgili çoğunlukla hükümdar-elçi örneği verilmektedir. “Şâyet bir insan, kralın huzurunda onun askerlerine, kral tarafından gönderilen bir elçi olduğunu ve kralın ona itaat edilmesini zorunlu kıldığını söyleyerek meydan okusa ve doğruluğunu ispat için krala şöyle dese: Ey kral! Eğer ben bu iddiamda haklıysam alışkanlığının tersine peş peşe üç kere tahtından kalkıp oturarak beni tasdik et! Bunun üzerine kral istenileni yapsa orada bu insanın kralın elçisi olduğuna dair zorunlu bir bilgi oluşur. Kralın bu davranışı ‘Doğru söyledin, ben seni elçi ve vekil tayin ettim’ demesi yerine geçer.”399

395 Mâtürîdî, Tevhîd, s. 308-310.

396 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 109-111. 397 Kâdî Abdülcebbâr, Usûli’l-Hamse, II, s. 430. 398 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 111-112.

399 Gazzâlî, el-İktisâd, s. 164; Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 237; Kâdî Abdülcebbâr, Usûli’l-Hamse, II,

74

Fakat kelâmcıların bu yöntemine en önemli tenkid İslâm filozofu İbn Rüşd’den gelmiştir. İbn Rüşd bu yöntemin halk tabakasında etkili olacağını ancak detaylarında bazı eksiklikler olduğunu söyler. Elçilik iddiasının doğruluğu ancak elçinin üzerinde hükümdara ait bir takım işaretlerin görülmesiyle mümkün olur. Bunun için daha önceden hükümdarın halka “bana ait alâmetlerden olan şu alâmeti kimin üzerinde görürseniz o benim elçimdir” demiş olması gerekir. Buna göre peygamber elinde gerçekleşen mûcizelerin sadece rasûllerin elinde gerçekleştiğinden nasıl emin olabiliriz? İbn Rüşd’e göre bunun iki yolu vardır ya şeriatle bilinir ya da akılla idrak edilir. Şeriatle bilmek imkânsızdır, zira peygamberlik henüz ispat edilmediği için şeriat sabit olmamıştır. Akıl ise mûcizenin peygamberlik alâmeti olduğuna hükmetme imkânına sahip değildir.400 İbn

Rüşd hissî mûcizelerden çok aklî mûcizelere önem vermiştir. Doktor olduğunu iddia eden bir zatın iddiasını tedavi ile ispatladığı gibi, nebî de iddiasını dinî kurallar ve ahlâkî özellikleriyle ispatlamalıdır. Bu sebeple ona göre risâletin esası aklî deliller olup, Hz. Peygamber’in mûcizesi de Kur’ân’dır. Diğer mûcizeler ise ona göre nübüvveti destekleyici niteliktedir.401

Aslında kelamcıların bu yöntemi kullanmasındaki amaç kesin bir sonuca varmak değil konuyu anlaşılır kılmaktır. Çünkü şartlarına uygun gerçekleşen mûcizenin nübüvvetin doğruluğuna delil olduğu açıktır. Bundan başka hükümdar-elçi örneğinde hükümdarın halkını şaşırtmak (idlâl) için yalancıyı tasdik etmesinin mümkün olduğunu söyleyenler de olmuştur. Ancak böyle bir durumda yani yalancı peygamberin tasdik edilmesi durumunda, peygamberlik müessesesi hidâyet değil dalâlet vesilesi olur ki; bu da bazı âlimlere göre li-zâtihî imkânsızken,402 bazılarına göre Allah’ın hikmeti ve adaleti

gereği, bazılarına göre ise bu durum Allah’ın kudreti dâhilinde olsa da âdetine aykırı olacağı için imkânsızdır. Bu anlamda kelamcılar yalancıdan mûcize zuhûr etmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir.403

İslâm filozofları ise -dehriyyûn (maddeciler) ve tâbî‘iyyûn (natüralistler) hariç- detaylarda farklılıklar olsa da genel olarak nübüvveti ve mûcizeyi kabul etmişlerdir.

400 İbn Rüşd, Felsefe Din İlişkileri-Faslu’l-Makâl el-Keşf an Minhâci’l-Edille, haz. Süleyman Uludağ,

İstanbul: Dergâh Yayınları, 2015, s. 122-123.

401 İbn Rüşd, el-Keşf, s. 236. 402 Gazzâlî, el-İktisâd, s. 165.

75

Fârâbî peygamberlerin ister düşünce yoluyla ister muhayyile vasıtasıyla olsun gaybî bilgiler aldığını, nur âlemini idrak ettiğini ve kendinde bulunan bu güç ile maddeye etki edip mûcizeleri gösterdiğini savunmaktadır. İbn Sînâ da psikolojik ve sosyolojik açından peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve doğruluklarının mûcizeyle ispatlandığını söylemiştir.404

Kelâm âlimleri mûcizenin nübüvvete delil oluşunun keyfiyeti konusunda da farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bunun dinî (sem‘î), ‘adî (âdete dayalı), vaz‘î ve aklî olmak üzere dört şekilde olacağını söylemişlerdir. Âlimler arasında mûcizenin dinî (sem‘î) delil olması görüşü genel olarak kabul edilmemiştir. Dinî delilden maksat henüz peygamberliği sabit olmamış bir kişinin nübüvvetini ispat için dinî referanslar vermesidir ki bu da mantık açısından geçerli olmamaktadır.405 Eş‘arîlerin genel görüşüne göre mûcize adî (âdete dayalı) bir delildir. Onlara göre insanın yüzü kızardığında utandığının bilindiği gibi tehaddî ile birlikte ortaya konulan mûcize de zorunlu olarak sahibinin peygamberliğini ispatlar ve insanlar bunu âdete dayalı olarak kesin bir şekilde bilirler.406 Vaz‘î delil ise belli anlamları içeren söz ve fiillerin delâletidir. Bu söz ve fiiller için halk arasında önceden bir uzlaşı olabilir, fakat hükümdar-elçi örneğinde olduğu gibi önceden bir anlaşma olması gerekmez. Bu anlamda mûcize Allah’ın fiilî bir tasdiki olup, önceden anlaşma olmaksızın vaz‘î bir delildir. Fakat İbn Teymiyye (ö. 728/1328) bu görüşe karşı çıkarak mûcizenin vaz‘î delil olabilmesi için insanla Allah arasında önceden bir anlaşma olması gerektiğini bunun da imkânsız olduğunu savunur.407 Bazı âlimler ise mûcizenin

gerekli şartlar oluşup gerçekleşmesi durumunda, Allah’ın peygamberini tasdik ettiğinin insanlar tarafından istidlâlî olarak bilinebileceğini, bu sebeple de mûcizenin aklî delil olduğunu savunmuşlardır.408

Genel olarak baktığımızda kelâm âlimleri detaylarda farklılıklar olsa da mûcizenin gerekliliği ve nübüvvete delil oluşu konusunda ittifak halindedirler. Peygamberlik iddiasında bulunan bir kişinin aklî ya da hissî bir mûcize getirmesi gerekmekte ve şartlarına uygun gerçekleşen bu mûcize Allah’ın elçisini tasdik ettiğine

404 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 112-113. 405 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 131.

406 Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 237; Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 132. 407 Bulut, Nübüvvetin İspatında Mûcize, s. 133-134.

76

delil olmaktadır. İslâm filozofları ise nübüvvet müessesesiyle aklı uzlaştırmaya çalışmış ve mûcizeyi tabiî kanunlar içinde peygamberler için olağan, insanlar için olağanüstü kabul ederek kelâm âlimlerinin görüşünden ayrılmışlardır. Onlara göre mûcize ilahî değil beşerîdir. Fakat bu görüş Kur’ân’da geçen açık nasslara aykırı olup, Ehl-i Sünnet âlimlerince eleştirilmiştir.