• Sonuç bulunamadı

FERÎD VECDÎ’YE GÖRE ÖNCEKİ PEYGAMBERLERİN MÛCİZELERİ

Ferîd Vecdî’nin mûcizeler konusundaki görüşlerini daha iyi anlayabilmek için öncelikle onun muhkem ve müteşâbih âyetler hakkındaki görüşlerini ele almak gerekmektedir. Zira onun Hz. Peygamber ve diğer peygamberlere verilen mûcizeler karşısındaki tutumu farklılık göstermekte olup, bunun sebebi Vecdî’nin müteşâbih âyetler hakkındaki görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Ona göre muhkem; anlamı açık, kolay, sağlam ve yanlışa mahal vermeyecek şekilde akılla anlaşılan âyetler olup, dinin esasını oluştururlar. Bu nedenle insanlar muhkem âyetlerle mükellef kılınmıştır. Müteşâbih ise anlamı kapalı, zâhire uymayıp maksadı anlaşılamayan ve farklı mânâlara gelebilecek olan âyetlerdir. İnsanlar bu âyetlerle mükellef kılınmamıştır.536 Ona göre müteşâbihler te'vîle ihtiyaç

duyar ve kabul edilmesi ya da reddedilmesi câizdir. İslâm ile Kur'ân’a yönelik şüpheler bu âyetler sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Kur'ân’da zikredilen mûcizeler akla ve ilmin verilerine aykırı olup, Kur'ân kişiyi bilmediği şeyin peşine düşmekten alıkoymuş ve bu konuda akla yetkinlik vermiştir. Akıl muhkem ve müteşâbih âyetleri ayırmalı ve müteşâbihlerin peşine düşmemelidir. Zira Âl-i İmrân sûresi 7. âyette537 müteşâbihleri

sadece Allah’ın bildiği vurgulanmaktadır. Mü’minlere düşen “bu âyetlere imân ettik” diyerek bunlar hakkında mutlak hüküm vermemektir.538 Ona göre Kur'ân’da zikredilen

mûcize âyetleri zâhirî anlamını almada engel bir durum olan ve kabul veya reddedilmesi

536 Vecdî, İslâm Dînun Amun Hâlidun, s. 90-91.

537 “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'ân'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır.

Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu te’vil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Hâlbuki Onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selîm sahipleri düşünüp anlar.”

538 Vecdî, “Vâdi’n-Neml ve Mezhebü’l-Kur'ân”, Mevkıfu’l-Akl, VI (içinde), Mustafa Sabri, s. 397-

112

konusunda herhangi bir delil olmayan âyetlerdir. Onları bu şekilde ele almak âyetleri şüphelerden uzak tutacaktır.539

Vecdî mûcize âyetleri hakkındaki görüşlerini el-Mushafu’l-Müfesser isimli tefsirinde bariz bir şekilde uygulamıştır. Hz. Mûsâ’nın mûcizeleri hakkındaki âyetleri olduğu gibi vererek herhangi bir te'vîl ya da yorum yapmamış, bazılarında kendisine dokuz mûcize540 verildiğini zikrederek bundan şüphe olmadığını söylemekle

yetinmiştir.541 Aynı şekilde Hz. İsâ’nın mûcize âyetlerini de aynen zikrederek yorum

yapmamış sadece Hz. Meryem’e kerâmetler verildiğini belirtmiştir.542 Hz. İbrahim’in

ateşe atılması ve ateşin onu yakmamasını olduğu gibi zikretmiş, söz konusu olaydan önce Hz. İbrahim’in putları kırdıktan sonra kavmi ile arasında geçen diyaloğu vermekle yetinmiştir.543 Bununla birlikte Hz. Salih’in deve mûcizesi544 ile Yûsuf Sûresi 93-96.

âyetlerde Hz. Yâkub’un gözlerinin Hz. Yûsuf’un gömleğini yüzüne sürünce açılması,545

Neml Sûresi 40. âyette Hz. Süleyman kıssasında Belkıs’ın tahtının göz açıp kapayıncaya kadar getirilmesi546 ve Sâd Sûresi 42. âyette Hz. Eyyûb’un ayağını yere vurup çıkardığı suyla tedavi olması547 anlatılmakta fakat Ferîd Vecdî bunlar için bir yorum

yapmamaktadır.548

Müteşâbihler hakkındaki bu görüşlerinin yanında Ferîd Vecdî bazı müteşâbihlerin te'vîline karşı değildir. Özellikle âyetlerde geçen Allah’ın eli, yüzü gibi ifadelerin te'vîl edilmesi gerektiğini, aksi halde müşebbihe gibi akımların zuhûr edeceğini belirtir. Ona

539 Vecdî, “Mezhebü’l-Kur'ân fi’l-Müteşâbihât”, Mevkıfu’l-Akl, VI (içinde), Mustafa Sabri, s. 407-408. 540 Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mûcize; 1) Âsânın yılana dönüşmesi 2) Beyaz el 3) Tûfan 4) Çekirge 5)

Haşere 6) Kurbağa 7) Kan 8) Karanlık 9) Kızıldeniz’in yarılması ve 1) Âsâ, 2) Beyaz el, 3) Denizin

yarılması, 4) Kayadan su fışkırması, 5) Bulut, 6) Levhalar, 7) Cenab-ı Hak ile konuşma, 8) Bulutun gölge yapması 9) Hz. Mûsâ'nın yetmiş kişiyi seçmesi olmak üzere iki şekilde gösterilmektedir. Ömer Faruk Harman, “Mûsâ”, DİA, XXXI, 211-212.

541 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 10, 12, 14, 131, 209, 210, 218, 278, 280, 298-299, 330, 378, 407,

411, 413,482, 485, 511, 620-622, 652, 658, 790.

542 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 69-71, 159-160, 398-399. 543 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 427.

544 A‘râf 7/73, 77-78; Hûd 11/64; Furkan 25/38; eş-Şu‘arâ 26/155; Ankebût 29/38; Fussilet 41/13;

Zâriyât 51/43-44; el-Kamer 54/23, 27, 31; el-Hâkka 69/5; el-Fecr 89/6-14; eş-Şems 91/11-15. Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 204-205, 294, 343, 474, 489, 576, 631, 690, 706,761, 806, 810.

545 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 317. 546 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 499. 547 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 602.

548 Vecdî söz konusu âyetlerde geçen “beyyinât” ifadesini çoğunlukla “el-âyâtü’l-vâzıhât” olarak

açıklaması ve “mûcize” ifadesini nâdiren kullanmış olması dikkat çekicidir. Bkz. Vecdî, el-Mushafu’l- Müfesser, s. 52, 253, 330.

113

göre tıpkı önceki âlimler gibi akla uygun olmayan âyetler te'vîl edilmeli, aklın ve ilmin hükmüne tâbi olunmalıdır.549 Vecdî’nin bu görüşüne örnek olarak Hûd Sûresi 40. âyetin

tefsirini vermek mümkündür. Vecdî âyette geçen “fâra’t-tennûr” ifadesini müfessirlerin mûcize olarak nitelendirdiklerini fakat bu ifadenin ölçeğin dolup taşması gibi çokluktan kinaye olduğunu, âyetteki maksadın olayın şiddetini ifade etmek olduğunu belirtir.550

Ancak Vecdî’ye göre te'vîl edilecek olan müteşâbihler bunlarla sınırlı olup, mûcize âyetlerinin te'vîli uygun değildir ve keyfiyetini araştırmadan iman etmek gerekir.551

Vecdî’nin bu görüşleri, mûcizeleri müteşâbih kabul ederek inkâra elverişli hale getirdiği gerekçesiyle Mustafa Sabri tarafından eleştirilmiştir. Ona göre Kur'ân’da müteşâbih âyetler; lâfzen müteşâbih olan hurûf-ı mukataalar ve mânen müteşâbih olan Allah’ın eli, yüzü gibi âyetler olup,552 mûcizeler anlaşılır, aklen mümkün olaylardır ve

söz konusu âyetler de muhkemdir. Mûcizeler akla ve ilme değil, tabiata aykırı olup ona göre bu farkı göremeyenler mûcizeleri inkâr yoluna gitmişlerdir.553 Mûcize âyetlerini akla

ve ilme aykırı diyerek müteşâbih kabul etmek ve kabul edilmesi ya da reddedilmesini mümkün olarak görmek İslâm’a aykırı olup, yaratıcıyı ve O’nun mutlak kudretini, irâdesini ve sünnetullâhı kabul ettikten sonra mûcizenin imkânsız olduğunu söylemek mümkün değildir.554 Ona göre müteşâbih kavramıyla mûcize kavramı farklı şeyler olup,

mûcizeleri müteşâbih kabul etmek kişiyi bilinmezciliğe götüreceği gibi imana da zıt bir tutumdur. Mûcizelerde aklın kabul etmeyeceği bir şey olmayıp, insan düşünerek bu sonuca ulaşabilir ve mânâsını kavrar. Fakat mûcizeleri imkânsız gören kişi âyetin mânâsını anlayamadığı gibi bu durum onun mûcizeleri inkâr etmesi için de vesile olur.555

Peygamberi kabul ettiği halde mûcizeyi reddetmeyi ahmaklık olarak değerlendiren Mustafa Sabri, mûcizenin inkârı ile nübüvvetin inkârı arasındaki bağlantıyı fark edemeyenleri mûcizeleri görmezden gelmek suretiyle peygamberlerin Allah ile

549 Vecdî, İslâm Dînun Amun Hâlidun, s. 92-93.

550 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 290. Bu açıklamasına rağmen Vecdî, Mü’minûn Sûresi 26-30.

âyetlerini tefsirinde anlatılan tufanı mûcize olarak nitelendirmiş başka bir açıklama yapmamıştır.

551 Vecdî, “Mezhebü’l-Kur'ân fi’l-Müteşâbihât”, s. 435. 552 Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl, VI, s. 105.

553 Mustafa Sabri, Mısır Ulemâsıyla İlmî Münâkaşaları-1, (Mevkîfu’l-Akl ve’l-Âlem Tercümesi), çev.

İbrahim Sabri, sad. Osman Erdem, İstanbul: Gül Yayınları, s. 98-99.

554 Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl, VI, s. 413-415. 555 Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl, VI, s. 400-404.

114

bağlantısını koparmakla ve tıpkı filozoflarla insanlar arasındaki farkı açıklar gibi nübüvveti temellendirmeye çalışmakla eleştirir.556

Ferîd Vecdî bu eleştiriler karşısında mûcizeleri görmezden gelmediğini ifade ederek mûcizelerin sıradan olaylar şeklinde olağanüstü vasfından soyutlanarak izâh edilmesi durumunda Kur'ân’a yapılan bazı ithamlara karşı onun müdafaa edilebileceğini savunur. Daha önce müteşâbih olarak nitelendirdiği âyetleri bu kez muhkem olarak nitelendirmiş ancak yine de bunların izâhını uygun görmemiş ve bizzat Allah’ın fiili olarak keyfiyetini araştırmamak gerektiğini savunmuştur. Ona göre bunların müteşâbih oluşu, keyfiyetinin bilinememesi sebebiyledir.557

Görüldüğü gibi Vecdî Kur'ân’da zikredilen önceki peygamberlerin mûcizeleri hakkındaki âyetleri aklî izâhlarla açıklanamayacağı gerekçesiyle müteşâbih kabul etmiş ve Kur'ân’ı Batılıların eleştirilerinden bu şekilde kurtarmayı hedeflemiştir. Ona göre bu yaklaşımla Kur'ân’da birçok âyete müteşâbih olduğu gerekçesiyle “anlaşılmaz ve üzerinde yorum yapılamaz” hükmü verilerek onlara yönelik eleştirilerin yolu kapanmış olacaktır. Ancak Mustafa Sabri’nin de belirttiği gibi Kur'ân’ın çok az bir kısmı müteşâbih olup, Allah onu anlaşılmak ve yaşanmak için göndermiştir. Ferîd Vecdî daha sonra gelen eleştiriler üzerine mûcize âyetlerini muhkem olarak nitelendirmişse de hala anlaşılamayacağını ve keyfiyetinin bilinemeyeceğini söylemekle aslında onların müteşâbih olduğu fikrinden vazgeçmiş değildir. Onun bu tutumu XIX. yüzyılda dinî düşünceye hâkim olan aklî ve bilimsel yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere Vecdî aklî izâh yapabilmişse tefsirinde o âyete yer vermiş ancak aklî izâh yapılamıyorsa âyeti olduğu gibi zikretmiş ve nâdiren mûcize olduğunu belirtmiştir. Zira ona göre bir olay basit bir sebeple bile açıklanabiliyorsa, onun mûcize olarak kabul edilmesine gerek yoktur ve ilmî ilkelere bağlı olan bir araştırmacı için en uygun tutum budur. Bir olayın kabul görmesi için çağdaş dünyada karşılığı olacak şekilde tahlil edilmesi ve savunulması gerekmektedir.558 Ferîd Vecdî bunun bir örneğini Fîl

Sûresinde vermektedir. Ona göre söz konusu sûrede geçen kuşlar ifadesinin veba mikrobu

556 Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl, VI, s. 37-39

557 Vecdî, “Tafsîlü Ba’zi Mâ Ecmelnâhü fi’l-Müteşâbihât”, Mevkıfu’l-Akl, (içinde) VI, Mustafa Sabri,

s. 451-453.

115

olması mümkündür.559 Öyle görünüyor ki Vecdî bu görüşünde Muhammed Abduh’tan

etkilenmiştir. Zira Abduh da fîl olayının gerçekleştiği yıl çiçek hastalığı görüldüğüne dair rivâyete dayanarak âyette geçen kuş sürülerinin sinek ya da sivrisinek olabileceğini ve ayaklarında mikrop bulaşmış çamurlar taşımış olabileceklerini ve bu mikropla Ebrehe ordusunun telef olmuş olabileceğini belirtir. Bu anlatımıyla Abduh Ebâbil kuşlarına sembolik bir anlam vererek akla yaklaştırmaya çalışmıştır. Fakat onun bu açıklamaları özellikle Elmalılı Hamdi Yazır tarafından Fîl olayını tabiat olayı gibi yorumlayarak mûcizeden uzaklaştırdığı gerekçesiyle eleştirilmiştir. Bununla birlikte Elmalılı Abduh’un söz konusu tefsirini mütevâtir olmayan haberlerle desteklediği için kendi fikirleriyle de çeliştiğini belirtir.560

Ferîd Vecdî’nin mûcize âyetleri hakkındaki bu görüşüne karşılık XIX. yüzyılda söz konusu âyetleri aklî ve ilmî verilerle destekleyerek bilimsel te'vîller yapan âlimler de bulunmaktadır. Örneğin Said Nursî Hz. Mûsâ’nın âsâsının kıraç ve kumlu yerlerden suların çıkartıldığı sondaj çalışmalarına, Hz. Süleyman’ın emrine rüzgârın verilmesinin uçağa, Hz. Yâkub’un oğlu Hz. Yûsuf’un kokusunu alması ve Hz. Süleyman’a Belkıs’ın tahtının süratle getirilmesini görüntü ve ses nakline işaret ettiğini savunur.561 Mûcizelerin

müteşâbihâttan olduğu konusunda Vecdî ile aynı görüşü paylaşan Milaslı İsmail Hakkı ise bunları te'vîl etmeyi tercih etmiştir. Çünkü ona göre müteşâbih âyetler gelecekte gerçekleşecek fennî keşifler olup, bunların anlamını tam olarak bilmek Allah’a mahsustur. Ancak ilimde ilerlemiş olanlar çalışmalar yapmalıdır. Müteşâbih âyetlerin maksadı dinin temellerini kuvvetlendirmek olup, aynı zamanda başka hakîkatlere de işaret ederler.562 Bu görüşüyle Milaslı, Hz. Mûsâ’nın âsâsını tedbir ve tevessül, Hz.

İsâ’nın çamura üfleyerek kuş haline getirmesini insanı terbiye etmek, yüksek makama iletmek olarak yorumlarken, ölüleri diriltmesini ve körleri iyileştirmesini kâfiri Müslüman yapmak şeklinde açıklamıştır.563

559 Vecdî, el-Mushafu’l-Müfesser, s. 822.

560 Mustafa Güven, “Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsir Anlayışındaki Modernlik Unsurları ve Bu

Bağlamda Muhammed Abduh’a Yönelttiği Eleştiriler –Fîl Sûresi Örneği-”, EKEV Akademi Dergisi, XIX/61, (2015):158-163; Bayram, “Elmalılı Muhammed Hamdi…”, s. 97-99.

561 İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi-2, s. 999-1000.

562 Resul Çatalbaş, “Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın Hayatı, Eserleri ve İslâm ile İlgili Görüşleri”,

Artuklu Akademi, I/1, (2014);123-124.

116

Dönemin düşünürlerinden Muhammed Abduh da daha önce zikrettiğimiz Fîl Sûresi’nde olduğu gibi diğer mûcizeleri de akla uygun hale getirmeye çalışmıştır. Örneğin “Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. ‘Haydi, şimdi (öldürülen) adama, (kesilen ineğin) bir parçasıyla vurun’ dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size âyetlerini (Peygamberine verdiği mûcizelerini) gösterir.”564

âyetinde ona göre bir mûcize değil hukukî bir gelenekten söz edilmektedir. Abduh bu görüşünü Tevrat’tan destekler. Katili bilinmeyen bir cinayet sonucu, buzağı kesilir, maktulün yakınları ve şüpheliler ellerini buzağının kanını batırmak suretiyle “bu kanı biz akıtmadık” demiş olurlar, aksi halde elini batırmayanın katil olduğuna hükmedilir. Âyette geçen kıssa da gizli yapılan bir işin açığa çıkarılmasını ifade etmektedir. Bununla birlikte Abduh’a göre Kur'ân tarih bilgisi sunmak amacıyla gönderilmediği için anlatılan kıssaların doğru olmasına da gerek yoktur. Zira bu kıssalar sadece öğüt ve ibret amacıyla zikredilmiştir.565

Âyetlerin ilmî verilerle te'vîl edilmesi konusunda en büyük eleştiri yine Mustafa Sabri’den gelmiştir. Ona göre en küçük mûcize karşısında bile en büyük ilmî keşifler yetersizdir. Mûcizeler, sünnetullâha tâbi olan teknolojik gelişmelerle kıyaslanamaz. O mûcizelerin teknolojik gelişmelerle te'vîl edilmesinin kişiyi Kur'ân çizgisinden uzaklaştıracağını vurgulayarak, söz konusu te'vîlleri akıl dışı olarak nitelendirir. Bununla birlikte Ebabil kuşlarını sinek, balçıktan yapılmış taşları da veba mikrobu olarak te'vîl etmek de tutarlı olmayıp, söz konusu âyet Allah’ın kudretine delildir. Ona göre bu âyetleri ilmî şekilde te'vîl etmek onların tefsirini yapmak değil söz konusu âyetleri açık bir şekilde tağyir etmektir. Bu şekilde bir yaklaşım batılı müsteşriklere uygun bir İslâm oluşturma çabasından başka bir şey değildir.566 Mustafa Sabri’ye göre dönemin düşünürleri Kur'ân

ve hadislerde geçen mûcizeleri belirtildiği gibi yorumlasalar bile vahiy, nübüvvet, kitap indirme gibi tabiata aykırı daha birçok husus bulunmaktadır. Yeni ilmî anlayışa göre bunlar da reddedilmelidir ki bu da kişiyi Allah’ın inkârına götürür. Bu düşünürler Allah’ın varlığını ilmî delillerle açıklamaya cesaret edemeyip, mûcizeleri de inkâr yoluna

564 el-Bakara, 2/72-73.

565 İşcan, “Muhammed Abduh’un Nübüvvet Görüşü”, s. 49-51. 566 Mustafa Sabri, Mısır Ulemâsıyla İlmî Münâkaşaları-1, s. 175-176.

117

gitmektedirler. Fakat onlar nübüvvet müessesesinin başlı başına tabiata aykırı bir durum olduğunu unutmaktadırlar. Zira nübüvvet kesbî olmayıp, akıl sahiplerinin aklı, keşf sahiplerinin keşfi elde etmesinin çok üstünde bir gaybî özellik taşımaktadır. Bu sebeple ona göre gayb âlemini kabul etmedikleri için peygamberleri mûcizelerden soyutlamaya çalışmak boş bir çabadır.567

XIX ve XX. yüzyılda düşünürlerin Kur'ân’daki mûcizeleri akla ve ilme aykırı olduğu gerekçesiyle müteşâbihâttan kabul etmelerinin ve aklî verilerle te'vîl etme çabalarının altında batılı düşünürlerin İslâm’a ve Kur'ân’a yaptığı eleştiriler yer almakta olup, dönemin İslâm düşünürleri bu eleştiri ve şüphelere cevap verme ihtiyacı hissetmişlerdir. Ancak ne Ferîd Vecdî’nin yaptığı gibi onları müteşâbih olarak kabul edip, sıradan olaylar gibi görmek ne de aşırı bilimsel te'vîller yapmak mûcize konusuna çözüm getirmektedir. Zira hem Ferîd Vecdî’nin tutumu hem diğer ilmî te'vîl çabaları mûcizelerin aslî özelliği olan olağanüstülüğünü ortadan kaldırmakta, Kur'ân’ı salt toplumsal kurallar kitabı, peygamberleri de bir nevî filozof hâline getirmektedir. Söz konusu düşünürlerin bu tutumu sadece önceki peygamberlerin mûcizelerinde değil Hz. Peygamber’e atfedilen mûcizelerde de görülmektedir. Onlar batılı düşünürlere Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispat ederken de hissî mûcizeleri ikinci plana atarak aklî olanlara önem vermiş, onun şahsına ve gerçekleştirdiği toplumsal dönüşüme vurgu yapmışlardır. Ancak hissî mûcizeler Allah’ın kudretinin ve irâdesinin bir eseri olup, özellikle Kur'ân’da yer alması sebebiyle onları görmezden gelmek ya da asıl anlamından koparıp farklı anlamlar yüklemek dinî açıdan uygun değildir.