• Sonuç bulunamadı

Luce İrigaray: Kadınsı Yazı ve Bedenin Gardiyanlığı

PRATİKLER

3. BEDENİ MERKEZE ALAN BİR DİSİPLİN OLARAK BEDEN SOSYOLOJİSİ SOSYOLOJİSİ

3.6 Kadın Bedeni ve Özgürleşme

3.6.2 Luce İrigaray: Kadınsı Yazı ve Bedenin Gardiyanlığı

İrigaray için kadının özne olması önemli bir konudur. Özne olarak var olmak ise kadının yalnızca dile girmesiyle değil toplumsal pratiklerin içinde bir özne olarak yer almasıyla mümkündür. Bu durum ise kadının kültürel siyasal gerçekliğin yapımında yer almasıyla olabilecek bir süreçtir. Luce İrigaray, Helen Cixous'ın kadın cinselliğinin ve kadın bedeninin kadın yazınının önemli sacayakları olduğu fikrine katılmasına rağmen birçok noktada ondan ayrılmaktadır (Kaylı, 2011: 181).

Bireyin davranış şekilleri kurallarla belirlenerek pratiğe dökülmekte ve birey rollerini nasıl yerine getireceğini öğrenmektedir (Berger-Luckmann, 2016: 61). Toplumsal pratiğe giren birey, beklentilere uygun davranış biçimleri sergileyerek normal kategorisine de dâhil olmaktadır. Gündelik hayatta sergilenen davranış biçimleri ve eylemler kişinin temel yatkınlıklarını oluşturmaktadır.

İrigaray'ın esas itibari ile ilgilendiği şey, kadına özgü bir toplumsal biçime öncülük etmek böyle bir düşünceyi cesaretlendirmektedir. Kadını erkekleştirmeye yöneltmek oldukça tehlikelidir ve eşitliğin anlamı erkek gibi olmak olarak tanımlanmamalıdır (Sorup, 2004: 171). Kadınların çoğu, onlara ''erkek gibi kadın'' diye hitap edilmesinden hoşlanmaktadır. Çünkü kadın kendini erkeklere biçilen rollere uygun görmektedir. Örneğin güçlü sıfatını benimsemektedirler. Hatta çoğu kadın sırf bu cümleyi duymak ya da bu cümleye layık olmak için çaba harcamaktadır. Bunu bir lütuf olarak değerlendirmektedir. Oysa ne kadının erkek gibi ne de erkeğin kadın gibi davranması gerekmektedir. Roller ve davranışlar o kadar keskin çizilmektedir ki herhangi biri diğerinin rolünü benimsediğinde -örneğin kadın erkek gibi davrandığında takdir görmekte, erkek ise kadın gibi davrandığında aşağılanmaktadır- yine aynı ayrım söz konusu olmaktadır. Elbette tersini düşünmekte mümkündür. Toplum benimsediği davranış kalıplarından çıkmakta oldukça zorlanmaktadır. Kadın ya da erkek fark etmez insanların olmak istedikleri gibi davranmaları gerekmektedir. İtibar görmek için değil o davranışı benimsediği ve gerçekten kendisi istediği için sergilemesi gerekmektedir. Bir erkek küpe takıyor diye aşağılanmaması gerekmektedir. Kişisel tercihler başkaları tarafından çok fazla sorgulanıp eleştirildiğinde toplumsal kalıp yargılar daha da güçlenmektedir.

85

İrigaray'a göre kadın gibi konuşmak ve kadın olarak konuşmak arasında bir ayrım bulunmaktadır. Kadın olarak konuşmak yalnızca psikolojik olarak şekillenmeyi değil aynı zamanda toplumsal konumlanmayı da içermektedir (Sorup, 2004: 178). Kadın gibi davran, kadın gibi giyin şeklindeki sözler normalin dışına çıkmaya çalışan insanlara söylenen ve eleştiri içeren cümlelerdir. Kadınları belirli kalıba koymaya çalışmaktadır. Kadın olarak konuşmak ile kadın gibi konuşmak bu yüzden farklılık içermektedir.

Erkek kadını öteki olarak kimliklendirdiğinden onu tam görememekte ve tam olarak anlayamamaktadır. Ötekinin görünmezliği ölçülemezliği ve sonsuzluğu söz konusudur. Burada şu soru akla gelmektedir, kadın nasıl kendini bu zihinsel karşıtlıkların dışında tanımlayabilmektedir? İrigaray’a göre bir kadının sembolik ve sosyal düzeni oluşturulması için kadının toplumsal kontratını önermektedir. Bu toplumsal sözleşmeyi oluşturabilmek için bir dile ihtiyaç bulunmaktadır. İrigaray’a göre var olan söylemsel işleyişlerin yıkılması ile dil oluşmaktadır. Erkek logosunun kurduğu erkek özneli düşüncenin dışına çıkmak için kadın kendi tarzını yazısını yaratmak durumundadır (Işık, 1998: 81). Birinin diğerini anlaması için öncelikle önyargıların kırılması ve tanımlamanın değişmesi gerekmektedir. Öteki olarak konumlandırmadan anlamaya çalışmak gerekmektedir. Erkeğin öteki olarak konumlandırdığı kadını anlaması için ona olan bakış açısını değiştirmesi gerekmektedir.

İrigaray toplumsal düzen kültür ve psikanalizin anneyi dışladığı ve yasakladığı savından hareketle kız çocuk ve anne arasında babanın yasakladığı bedensel temasın tekrar kurulmasının gerektiğini vurgulamaktadır. İrigaray'a göre kadının konumunun farklılaşması amacıyla anneye, kadınlar arasında kadınların içinde yeni bir hayat verilmesi gerekmektedir. Annenin arzularının babanın kanunu tarafından yok edilmesine karşı çıkmak ve ona zevk alma konuşma ağlama ve kızabilme hakkı tanınmalıdır. Bunu yapabilmenin yolu olarak önerilen ise yeni kelimeler yeni cümleler bulmaktır. Bunlar anne ve kızının bedeninin ilişkisini ortaya çıkaracak cümleler, kadının bedenini tercüme edecek kelimelerdir (Işık, 1998: 78-79).

İrigaray, kadınların annelerinden ayrılmalarında yaşadığı güçlük üzerinde duran psikanalitik görüşü onaylamaktadır. Bu görüşe göre kadınlar kendisi ve diğeri arasındaki ayrımın net olmadığı, kimliğinin yitimine neden olacak ilişkilere kolaylıkla kayabilmektedirler. Bu durum ise kadının simgesel düzendeki yerinin bir sonucudur. Kadına özgürleşme yolunu kapatan ve eksik erkek olarak kurgulayan

86

toplumsal düzenden ve kadından içinde yaşadığı toplumun kurallarını kabul etmesi beklenmektedir. Babanın toplumsal otoritesini kabul edip onunla özdeşleşemeyeceğini anlayan kız çocuğu başlangıçta reddettiği annesini taklit etmek zorunda kalmakta ve başka bir erkeğin sevgisini kazanma yoluna gitmektedir. Aksi takdirde, toplumun belirleyici egemen kalıplarının dışına çıktığı için kendini terk edilmişlik ve yalnızlık içinde bulmaktadır (Kaylı, 2011: 179-180).

Kadın, bedeninden ve arzusundan kaynaklanan yazıyla bu engeli aşabilmekte ve yine İrigaray'a göre anne ve kız arasındaki ilişkinin ortaya çıkacağı babanın dilinin yapmaya kalkıştığından farklı, bedensel temasın yerini almayan, cismani olanı örtmeyecek ve onu konuşacak kelimelerin, dilin keşfi gerekmektedir. İrigaray'a göre kadının sessizleştirilmiş bedenlerden çıkması gerekmektedir. Ama öte yandan tarihsel olarak bekçisi olduğu bedenin kendinde kalmasını sağlaması gerekmektedir. Bu bekçilik onda kalmalı ve bu yolla kendi bedeninin garantörü olmaya devam etmelidir. İrigaray kadınlara seslenerek şöyle demektedir: Hadi artık sessizliğin ölümcül sessizliğin bekçisi olmayalım. Böylece İrigaray'a göre zarafet, kelimenin arasından ve ötesinden sessizce konuşmaya başlamaktadır (Işık, 1998: 82). Kadın dili keşfederek yazıya dönüştürecek ve alışkanlık haline gelen tarihsellik sorgulanmaya başlanacaktır. Bedeni tanıyan kadın kendi bedeni üzerinde toplumdan daha çok söz sahibi olmaktadır.

İrigaray için kadınlar kendilerine özgü bir dil oluşturmak zorundadırlar. Erkekler her süreçte kendileri için evler kurmaktadırlar. Bu evlerin içini dille, ataerkil söylemle, kavramlarla ve kuramlarla donatmaktadırlar. İrigaray'a göre kadınların gereksinim duydukları şey üstlerinde tahakküm kurmadan esir etmeden her daim göz hapsine olanak vermeyen oturmaya elverişli bir evdir. İrigaray için kadın gibi konuşmak ile kadın olarak konuşmak iki farklı edimdir. Erkek gibi yazmanın ve konuşmanın yetenekle ilgili olduğu kadar, doğru nesnel bilginin iddiasıyla birlikte anlamın denetiminin de kontrol altına alınmasıyla ilgili bir süreç olduğu inancı hâkimdir. Kadın gibi yazmak ise anlamın bulanıklaşmasına yeteneğin olumsuzlamasına doğruluk ve bilginin denetiminde tutulamaması olarak görülmektedir. İddialarda bulunup dogmatik olma durumu, eril duruşun bir göstergesidir (Kaylı, 2011: 180).

İrigaray, kadınların kendilerini hissetmeleri için üç strateji önermektedir. Birincisi, kadınlar dilin doğasına dikkat etmek zorundadırlar. İçinde yaşanılan dünyada hâkim dil, erkekçil bir dil olsa bile cinsiyetten arındırılmış bir dil yaratma

87

çabasına karşıdır. İrigaray kadının da içinde özne olarak yer aldığı sembolik ve sosyal düzenin oluşturulması için kadının toplumsal sözleşme yapması bunun içinde yeni bir dil oluşturması gerekliliği üzerinde durmaktadır. İrigaray'ın özgürlüğe yönelik ikinci stratejisi, kadın cinselliğine ilişkindir. İrigaray'a göre kadın çifttir daha fazlası o çoğuldur. Kadının arzularını savunmayı öğrenmesi gerekmektedir ve hayatında erkeğe ihtiyaç duymadan var olmalıdır. Sessizleştirilmiş bedenlerden kadının çıkması gerekmektedir; fakat tarihsel olarak bekçisi olduğu bedenin kendinde kalmasını sağlamalıdır. Kadın babanın ve kocanın arasında özel alanda bir proleter gibi var olmaktan kurtulmalıdır. Son olarak Ataerkilliğe karşı verilen mücadelede üçüncü strateji erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladıkları mimikleri aynen iade etmektir. Eğer kadınlar erkeklerin gözlerinde imajlar olarak var iseler o zaman kadınlar bu imajları alıp daha da büyüterek erkeklere yeniden yansıtmalıdırlar (Kaylı, 2011: 182-183-184).