• Sonuç bulunamadı

PRATİKLER

2.1.5 David Harvey: Faillik ve Toplum

Harvey'e göre (2012: 321) toplumsal yapı, failliğin biçimlendirildiği maddi ve kültürel araçlar sayesinde yalnızca kendi temellerini oluşturmamaktadır, insani faillik açısından da toplumsal yapıyı yeniden üreterek strateji ve eylemi sınırlandırmaktadır. Faillik toplumsal yapıyı toplumun maddi temellerini oluşturması açısından öznenin kendini dönüştürmesini engelleyen toplumsal kümelerini yeniden üretmektedir.

Fail yapı problemi, özcü alışkanlıklar sonucu temel bir muamma haline gelmektedir. Özcülükte bir şey ya faillik veya yapıdır ya da ikisinden birine sahiptir, ikisi birden değildir veya ikisine birden sahip değildir. Bir şey mikro veya makrodur ve her iki durumda da değişememekte veya dönüşememektedir. Düalizm, orantılı kavramsal sabitliktir (Fuchs, 2012: 140). Özcülük, tercihte bulunma zorunluluğunu ifade etmektedir. Bir şey hem o hem de diğerini ifade etmemektedir. Düalizm, bu tanımlama sonucu ortaya çıkmaktadır. Düalizmi yıkmak için nedensel hareketler ve etkileşimin süreçsel olduğunu kabul etmek gerekmektedir.

David Harvey, (2012: 307) Roy Bhaskar'ın eleştirel realizmi üzerinde durmaktadır. Bhaskar faillikle ilişkili kavramların natüralist sosyal bilimsel açıklama biçimleriyle nasıl bütünleştirileceğini göstermektedir.

45 Şekil 5. Bhaskar’ın Toplum/Kişi Bağlantı Modeli

………

(Harvey, 2012: 312).

Yukarıdaki şekil iki temel sonuç içermektedir; 1) Toplum Sosyalleşme Birey

2) Birey Yeniden Üretim/Dönüşüm Toplum

Birincisi toplumun sosyalleşme aracılığı ile bireye etki ettiğinden ve toplumun insanı yarattığından bahsetmekteyken, ikincisi ise bireyin yeniden üretim aracılığıyla toplumu meydana getirdiğinden ve insanın toplumu yarattığından bahsetmektedir (Harvey, 2012: 312-313). Her iki sürecin de ilişkisel olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.

Harvey, farklı insan pratiklerinin farklı mekân kavramlarını oluşturması dikkate alındığında, toplumsal davranış biçimlerinin araştırılması, günlük toplumsal pratik ile mekânsal biçim arasındaki ilişkinin, sorgulanmasıyla hem topluma, hem de mekâna dair anlamların, çözümleneceğini ifade etmektedir (Dervişoğlu, 2008: 36). İnsanların pratikleri ile mekânlar arasında ilişki bulunmaktadır. Bireyler, katıldıkları mekânlara bağlı olarak ilişki biçimlerini meydana getirmektedir. Bu yüzden toplumu anlamak için mekânları çözümlemek gerekmektedir.

Tuhaf bir ikilem ortaya çıkmaktadır. Bir taraftan, zaman ve mekân da dâhil olmak üzere her tür deneyimin temeli olarak tasavvur edilen bedene dönmek; toplumsal ve iktidar ilişkilerini, kurumlar ve maddi pratikleri tanımlayan ve toplumsal-siyasal ve ekonomik soyutlamalar ağını sorgulamaya yarayan bir araca,

TOPLUM TOPLUM

SOSYALLEŞME YENİDEN

ÜRETİM/VEYA DÖNÜŞTÜRME

46

dönüşmektedir. Fakat diğer taraftan, hiçbir insan bedeni toplumsal belirlenim süreçlerinin dışında değildir. Bedene geri dönmek, karşı çıkıldığı düşünülen toplumsal süreçleri destekleyen bir etki yaratmaktadır (Harvey, 2007: 129).

Harvey'e göre (2007: 164), beden güçlerin çarpışma alanını oluşturmaktadır. Beden kişiler kadar ilişkisel bir kavramdır ve dünyaya açık bir durumdadır. İlişkisel beden anlayışı maalesef, özellikle de akademik siyasette, kolayca idealizme dönüşebilmektedir. Beden, bölünmez bir monad değildir, ama kültür, söylemler, temsillerden ibaret olan uçucu bir cisim de değildir; bunlar bedenin somutluk kazanmasında önemli rol oynamaktadır. Beden anlayışı; maddi pratikler, temsiller, tahayyüller, kurumlar, toplumsal ilişkiler ve hâkim siyasal-ekonomik güç yapıları arasındaki gerçek uzam zamansal ilişkiler üzerinde temellenmesi gerekmektedir.

Beden, sosyo-ekolojik çelişkiler barındırmaktadır ve bedeni beden yapan çevresi ile kurduğu etkileşimdir. Beden değişen çevre koşullarına bağlı olarak dönüşmektedir. Beden toplumdan ve toplumdaki ekonomik, fiziksel süreçlerden bağımsız değildir. Bedenin üzerindeki hâkimiyet aynı zamanda bedensel pratiklere yönelik olarak da gerçekleşmektedir. Fiziksel ve toplumsal durumlar farklı bedenleri de üretmektedir. Toplumda var olan ayrımlar insan bedeni üzerinde bir iz bırakmaktadır (Harvey, 2007: 127). Mekân ile birlikte beden de oluşmaktadır. Mekâna bağlı olarak ortaya çıkan otoriteye de uyan beden özgürlük alanını daraltmaktadır. Beden var olduğu dönemin kültüründen, gelişen teknolojisinden ve mekânsal özelliklerine bağlıdır.

Önemli bir ilişki, bireyin bilişsel durumundan ve içinde bulduğu bağlamdan bağımsız belirlenememektedir. Bu nedenle sosyal ortam, bireyin çevresini bir bütün olarak oluşturmaktadır. Kişiler ve gruplar, dâhil oldukları mekânlarda oluşturdukları pratiklerde, davranış biçimlerinde benzer tavırlar sergilemektedirler. Kanıtlar kesin değildir ama şu aşamada, bireylerin (henüz belirlenememiş) bir oranda, üretilmiş bir "ortak imge"ye (ve muhtemelen bu imgeye göre oluşan bazı normlara) fakat bir oranda da özel ve önceden kestirilemeyen bir "benzersiz imge"ye sahip olduklarını geçici bir varsayım olarak kabul etmek mantıklı görünmektedir. Toplumsal mekânın gerçek doğası için ilk ilgilenilmesi gereken yer, mekânsal imgenin bu ortak olan yanı olması gerekmektedir (Harvey, 2006: 38).

Zaman ve mekâna ait olan müphemlik, öznenin toplum içerisindeki diğerlerine ilişkin gerçeklik algısına farkındalığın artması ile zaman ve mekân anlam kazanmaktadır. Zaman ve mekân özneden yalıtılmamıştır aksine özne ile bağlantılı

47

konumdadır. Beden başkaları ile varlık kazanan anlık bir zamana sığmayan mekansızlaşmayan, özneyi ifade etmektedir (Çağan, 2007: 141).

Mekânın ve zamanın oluşturduğu pratikler karmaşık bir süreci meydana getirmektedir. Toplumsalın yeniden üretim ve dönüşümünü sağlayan pratikler genellemeler yapmanın bir yolu bulunmak zorundadır. Toplumsalın tarihi zaman ve mekân anlayışları ekseninde ideolojik çerçeveler aracılığıyla kavranmaktadır (Harvey, 2010: 247).

Harvey, kentsel mekânı sermaye dolaşım süreci içerisinde ele almaktadır ve toplumsal ilişki üretim ve dönüşüm sistemindeki rolü kentsel mekânın sermaye ile ilişkisinin karşılıklı ele alınmasını içermektedir. Kentler ile bireyler arasında bağ kuran Harvey, kentlerin inşa sürecini gerçekleştirirken aslında kendimizi de inşa ettiğimizi belirtmektedir ve ilişkisel bir boyuta dikkat çekmektedir (Sönmez, 2012: 45).

48 2.2 Tözcülük Eleştirisi