• Sonuç bulunamadı

PRATİKLER

3. BEDENİ MERKEZE ALAN BİR DİSİPLİN OLARAK BEDEN SOSYOLOJİSİ SOSYOLOJİSİ

3.1 Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet İkiliğ

Kadın ve erkek ikiliği, geçmişten bugüne kadar var olan en temel ve en eski ikilik özelliğini taşımaktadır. Kadın ve erkeğe olan bakış açısı kalıplaşmış bir niteliktedir. Bu temel ikilik beraberinde cinsiyet-toplumsal cinsiyet kavramlarını ortaya çıkarmaktadır. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarının temel tartışmasını ise; biyoloji temelli bir bakış açısı mı söz konusu yoksa içinde bulunulan toplumun, kültürün etkisi ile oluşan bir bakış açısı mı söz konusudur soruları oluşturmaktadır. İnsanları kadın ve erkek olarak sınıflandıran unsurlardan biri olan cinsiyet, biyolojik farklılıklar üzerinde durmakta iken, toplumsal cinsiyet, içinde yaşanılan toplum ve kültürüne bağlı olarak gelişen bir kadınlık ve erkeklik algısının olduğunu vurgulamaktadır. ''Toplumsal cinsiyet (Gender) tartışmalarında temel sorun, erkekler ve kadınların toplum içindeki davranışlarının biyoloji tarafından mı yoksa aksine

54

kültür tarafından mı belirlendiği sorunu üzerinde odaklanmaktadır'' (Uluocak-Aslan, 2011: 25).

Cinsiyet, topluma egemen olan düzen algısının ilişkiler, söylemler ve pratikler yoluyla inşa edilme biçimidir ve cinsiyet farklılığı üremeye dayanan bir ikiliği içerisinde bulundurmaktadır (Kaylı, 2011: 27). Bu bakış açısına göre biyoloji tarafından belirlenen kadın-erkek anlayışı doğuştan olma özelliği taşıdığından değişmemektedir. Var olan eşitsizliğin sürekliliğine vurgu yapan cinsiyet, kadınların ikincil konumunu meşrulaştırmaktadır. Cinsiyet terimi üzerinde duran ve kabul edenlerin temel görüşleri ise; erkeklerin kadınlardan fiziksel olarak daha güçlü olduklarını ve bu yüzden toplum üzerinde daha çok söz sahibi olduklarını, kadınların ise çocuk doğurdukları için daha çok pasif ve özel alana bağımlı olduklarını kısacası kadının yaşam alanının ev, erkeğin ise iş olduğunu savunmaktadırlar.

Cinsiyet kavramı daha çok genetik anlamlar içermekle birlikte toplumsallığı da içerisinde barındırmaktadır. Kadın ve erkek toplumsaldır ve toplum hem kadın hem de erkek için doğumundan itibaren belirli davranışları yüklemektedir. Toplum tarafından kadın ve erkeğe verilen roller ve statüler mevcut doğrular olarak kabul edilmektedir ve her iki tarafında mevcut doğrulara uygun olarak hareket etmesi beklenmektedir. Toplumsala uygun olarak davranan insan, mevcut doğrularla düzenin devamını sağlamaktadır. (Kahyaoğlu, 2013: 34). Cinsiyet kavramı genel anlamda biyoloji üzerinden tanımlanmaktadır. Ancak kadın ve erkeğin toplumsal bir niteliğinin olduğu da bir gerçekliktir. Toplumun koyduğu kurallara bağlı kalındığında oluşacağına inanılan düzen algısı, toplumsalın ortaya koyduğu bir kuraldır ve doğru olduğu kabul edilmektedir. Ancak toplumun ortaya koyduğu kurallar düşünüldüğünde kadın, konumu itibariyle hep daha öteki rolündedir. Bu durum var olan sözde düzen algısının düzensizlik ve de eşitsizliği barındırdığını göstermektedir.

Cinsiyet kavramının ele alınışında, cinsiyet özellikleri olarak ele alınan biyolojik-fizyolojik ve psikolojik süreçler dikkate alınarak doğuştan sahip olunan faktörlere yönlendirmektedir. Cinsiyet davranışı, davranışın toplumsaldan bağımsız olamayacağını, sosyal bir nitelik taşıdığını ve cinsiyetin toplumsal kültürel gereklilikleri taşıdığını belirtmektedir (Ersoy, 2009: 211).

Toplumsal cinsiyet terimi ise kadınlık ve erkeklik rolleri üzerinde durmaktadır. Toplum tarafından bireylere aktarılan bu roller zamanla içselleştirilerek davranışlara yerleşmektedir. Toplumsal bir nitelik taşıyan insan bağlı olduğu toplumun kültür ve

55

değerlerinden bağımsız değildir. Toplumsal yaşam içerisinde kadın ve erkeğin gerek özel alanda gerekse de kamusal alandaki davranışları toplumsal cinsiyet yaklaşımı ile belirlenmektedir. ''Erkeklik ve kadınlık konusundaki toplumsal cinsiyete ilişkin davranış kalıplarının toplumsal onay ve reddetme pratikleri üzerinde kurduğu zorlayıcı baskı söz konusu sosyalizasyon süreçlerinin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. Onay ve reddetme pratikleri üzerinden bireyler, toplumsal cinsiyete ait belirli davranış örüntülerini gerçekleştirdiklerinde toplum tarafından benimsenecekleri, gerçekleştirmediklerinde ise ayıplanacakları ya da cezalandırılacakları öngörüsünü edinmektedir'' (Uluocak vd, 2015: 26-27) . Burada vurgulanan temel esas, kültürel boyuttur çünkü eğer doğaları gereği olgusu kabul edilirse bu esasta değişim ve dönüşüm mümkün olmamaktadır. Kadın ''toplumsal hayata uygun davranış biçimleri'' sergilediğinde o topluma ait ve güvenli hissetmekteyken, toplumun normlarından saptığında ya da toplumsala uygun davranış biçimleri geliştiremediğinde dışlanma ve yok sayılma korkusu ile karşılaşmaktadır. Bu durum onu istemeden de olsa aynı davranış kalıplarına mecbur bırakmaktadır. Çünkü toplum ona ''güçsüz ve zayıf ''olduğu yanlış bilincini aşıladığından kadın çoğu durumda karşı çıkamamaktadır.

Toplumsal cinsiyet, bütün kültürlerde farklı biçimlerde olmakla birlikte toplumsal olarak oluşan kadınlık ve erkeklik tanımlamalarını empoze ederek kadının ve erkeğin yapması ya da yapmaması gereken görev ve davranışlarını ifade etmektedir (Bilton vd, 2009: 70). Kadınlık ve erkeklik rolleri her iki gruba da toplumun görünmeyen kuralları olarak çocukluktan başlayarak yansıtılmakta ve pratiğe dönüşmektedir. Bu durum çoğu toplumda benzer niteliklerde gelişmektedir. Toplumsal cinsiyet, medya aracılığı ile pekiştirilmekte, kadın kimliğini nesneleştirerek topluma sunmaktadır.

Toplumsal cinsiyet terimini savunanlar biyolojik ve psikolojik farkların büyük olmadığını göstermek amacıyla bir takım araştırmalar yapmaktadırlar. Örneğin erkeklerin fiziksel olarak kadınlardan daha güçlü olduğuna ilişkin yapılan testlerde kadınların da erkekler gibi dayanıklılık olarak iyi sonuçlar aldıklarını ortaya çıkarmaktadırlar. Zekâ testlerinde sayısal zekâya erkeklerin, sözele de kadınların yatkın olduğu görüşüne ise aslında kadınların da erkekler gibi sayısal zekâya sahip olduğunu ve erkeklerinde sözel zekâya sahip olabileceğini olduğunu belirterek ama kadınların bunu göstermekten ya da erkeksi görünmekten çekindiklerinden dolayı bunu daha çok erkeklere bırakma eğilimindedirler. Erkeklerde kadınlar gibi duygusal

56

olarak algılanmaktan korktuklarından dolayı belli etmemeye çalıştıklarını belirtmektedirler. Ayrıca kadın ve erkeklerin davranışlarındaki değişiklikler toplumdan topluma kültürden kültüre değişip farklılaşmaktadır (Slattery, 2003: 343).

Kadın ve erkek davranışlarını ilişkisel düşünmek gerekmektedir. Her ikisi de birbirine bağlı olarak belirlenip dönüşmektedir. Kadın ve erkeğin farklı özellikler taşıdıklarına ilişkin genel önyargıya en iyi örnek sosyoloji bölümü öğrencileri oluşturmaktadır. Sosyoloji bölümünün ilk açıldığı zamanlardaki kız ve erkek öğrenci sayıları oldukça dengesiz bir dağılım sergilemektedir. Daha çok kız öğrencilerin oluşturduğu bir bölüm olarak sosyolog mesleği ''kız mesleği'' gibi bir yanlış anlaşılmaya sebep olmaktadır. Ancak son zamanlarda bu yanlış anlaşılma artan erkek öğrenci sayısıyla yavaş yavaş giderilmeye başlamaktadır. Erkeklerin daha güçlü olduğu yanılgısı ise bizzat erkeklerin psikolojik süreçlerini olumsuz etkileyen bir önyargı niteliğindedir. Çünkü ''erkekler ağlamaz'' gibi var olan sözler karşılığında duygularını belli etmeye çekinen ve duyguları zayıflık olarak nitelendiren bir yanlış bilinç oluşturmaktadır. Kadınları olduğu kadar erkekleri de yıpratan yeniden üretim döngüsü yanlış bilinçler eşiğinde ortaya çıkmaktadır.

Toplumlar kadın ve erkeğin nasıl davranması, nasıl giyinmesi gerektiğini belirleyerek, kadına ve erkeğe özgü alışkanlıkları da meydana getirmektedir. Kültürel yapının oluşturduğu cevap farklılıkları toplum içerisindeki konumlarına bağlı olarak şekillenmektedir. Kültürün cinsiyete ilişkin yönelimi toplumda cinsiyet kültürünü meydana getirmektedir. Cinsiyet kültürü, paylaşılan kültürün cinsiyetlere ilişkin belirlediği ortak tutumlar, değerleri ele almaktadır (Ersoy, 2009: 215). Cinsiyet kültürü kavramı çoğu durumu bütünselleştiren bir kavram niteliği taşımaktadır. Cinsiyet rollerini ve toplumsal cinsiyet kavramlarını da içerisinde barındıran bu kavram, tutum ve davranışlara yol göstermektedir.

Birey sosyalliğe ilişkin bir yatkınlık içinde doğmaktadır ve topluma dâhil olmaktadır. Bu yüzden her bireyin hayatında toplumsal diyalektiğe katılmaya başladığı esnada zamansal bir ardışıklık söz konusu olmaktadır. Bu sürecin başlangıç noktası ise içselleştirmedir (Berger- Luckmann, 2008: 190). Toplumun vazgeçilmez bir parçası olan insan, toplumun görünmez kurallarını içselleştirerek o topluma daha iyi empoze olmaktadır. Bu durum toplumsal davranış biçimlerini geliştirmesinde oldukça kolaylık sağlamakta ve topluma göre şekil almaktadır. Sonuç itibari ile toplumsal eşitsizlik biçimleri ortaya çıkmaktadır.

57

Toplumsal eşitsizlik sistemleri, yalnızca maddi boyutta ortaya çıkmamakla birlikte kültürel bir nitelik de taşımaktadır. Bireyler oluşan farklılıkların ya da toplumsal bölünmelerin sebebi olarak kendilerini görmektedirler. Yaşam içerisinde oluşan bölünmeler/ayrışmalar rutinleşmektedir. Rastlantı sonucu oluşmak yerine güç ve güce bağlı olarak oluşan baskın konumdaki bireyler tarafından şekillenmektedir ve yeniden üretime tabi tutularak kökleşmeye başlamaktadır. ''Rutinleşen eşitsizlik sistemleri itibari ile toplumsal cinsiyet algısını günlük hayatta daha yakın bir şekilde erkekler ve kadınlar olarak yaşansa bile bu etkileşimler kalıplaşmış eşitsizlik olarak görülmektedir. Erkek ve kadınların belli tarzda davranmalarının son derece doğal olduğu düşünülmektedir'' (Bilton vd, 2009: 70).

Tablo5. Eril ve Dişil Özellikler

Erkek Kadın Erkek Kadın

Yöneten Yönetilen Rekabetçi Uzlaşmacı

Sert Ilımlı/Yumuşak Bağımsız Bağımlı

Güçlü Zayıf Bireyci

Kollektivist Kollektivist

İsyankâr Sadık Rasyonel Duygusal/Sezgisel

Soyut

Düşünebilme

Somut Düşünme

(Demir, 1996: 96).

Yukarıdaki şekilde de görüldüğü üzere, toplumun kadın ve erkeğe yüklediği roller kadınları zayıf ve korunmaya muhtaç olarak konumlandırmakta iken erkekleri de güçlü ve korumacı olarak nitelendirmektedir. Kadın ve erkek her ikisi de kendilerinden beklenilen rollere uygun davranış kalıpları geliştirmediklerinde toplum tarafından dışlanma tehlikesi taşımaktadırlar. Bu durum her ikisi için zor bir süreci ifade etmektedir. Kültürün ve de toplumun ortaya çıkardığı bu özellikler aynı zamanda ataerkil bir yapıyı meydana getirmektedir. ''Ataerkillik, erkek egemenliği adına ürettiği cinsiyet temelli rol modeller çerçevesinde toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet biçimi halini alabilmektedir. Ataerkillik gerek öznel gerekse kamusal alanda toplumsal cinsiyet rollerinin dolayısıyla kadınlığın ve erkekliğin inşası açısından önemli rol oynamaktadır'' (Uluocak vd, 2015: 31).

Connell'e göre toplumsal cinsiyet düzeni toplumda mevcut olan erillik ve dişillik tanımlarını içeren erkekler ve kadınlar arasında tarihsel olarak kurulmuş bir

58

iktidar ilişkileri kalıbına işaret etmektedir. Toplumsal cinsiyet düzeni, toplumda erkekler ve kadınlar üzerinde güçlü bir etki uygulamaktadır fakat bu asla sabit ya da değişmez değildir. Toplumsal cinsiyet düzeni yapıları pratik ve insanların yaptıkları şeyler tarafından devam ettirilir ve herhangi bir anda sosyal pratik, toplumsal düzenini ya onaylar ya da değişme yönüne itebilir. Değişim, sosyal çıkarların oluşturulmasıyla ortaya çıkabilir (Bilton vd, 2009: 139).

Kültürün kadın ve erkek tanımlarının ortaya çıkmasında etkisi oldukça fazladır. Kültür, toplumsal kurum olan ailede kız ve erkek çocuklara yönelik uygulamalarda ayrıma dayalı bir rolü üstlenmektedir. Dil ise kültürün en önemli taşıyıcısı olmaktadır. Kültürden kültüre toplumsal cinsiyet rolleri aktarılmakta ve bunda da söylemin etkisi gerek ailede gerekse kitle iletişim araçlarında oldukça yoğun olarak görülmektedir. Örneğin; toplumdaki atasözleri ve deyimler bile bir kültürün eseri olup kadın ve erkek rolleri üzerinde geçmişten günümüze kadar gelmekte ve gittikçe içselleştirilip normalleştirilmeye başlamaktadır. Cinsiyet- toplumsal cinsiyet ikiliği kadın ve erkeğe yönelik tanımlamada ve eşitsizlik sürecinde yeterince etkili olamamaktadır. Her iki görüş de içerisinde tözcülüğü barındırmaktadır.