• Sonuç bulunamadı

PRATİKLER

3. BEDENİ MERKEZE ALAN BİR DİSİPLİN OLARAK BEDEN SOSYOLOJİSİ SOSYOLOJİSİ

3.3 Beden ve Beden Sosyolojisinin Tarihsel Gelişim

3.3.1 Emek ve Beden İlişkis

Marx’a göre, her gün yaşamlarını yeniden üreten insanlar, diğer insanları üretmeye kendi türlerini ise çoğaltmaya başlamaktadırlar: Kadın ve erkek, anne baba ve çocuk aile arasındaki ilişki ilk etapta tek toplumsal ilişkidir. Dolayısıyla şu sonuca varmaktadır: Hayatın üretimi hem kişinin emeğiyle kendi hayatını üretmesi hem de üremeyle yeni bir hayat yaratması artık ikili bir ilişki gibi görünmektedir; bir yandan doğal, diğer yandan toplumsal bir ilişkidir (Fish, 2015: 66).

İnsanlar ister içerde ister dışarıda başından sonuna kadar özgün anlamda tarihsel varlıklardır, çünkü emek süreci insan dışı canlıların yaşam sürecinde mevcut olmayan bir hareket ilkesine sahiptir. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla doğayı dönüştürürlerken, birbirleriyle ilişkilerini ve öz bilinçlerini de dönüştürmektedirler (Fish, 2015: 75). İnsan ilişkilerinin yanı sıra emek süreci de ilişkisel sosyolojinin inceleme alanını oluşturması gerekmektedir. Çünkü emek, insan hayatına dâhil hatta içkindir. Bu yüzden emeğin ilişkisel düşünümü mümkün olmalıdır.

Bedenin iş hayatındaki dönüşüm süreci bedensel görünümünde somutlaşmaktadır. Beden, iş hayatında uyum sağlamak için sürekli değişmekte ve kendini yenilemektedir. Bireylerin çalışma hayatlarında bilgilerinin yanı sıra dış görünümlerinin de farklılık yaratması toplum tarafından beklenmektedir. Bireyler bilgilerinin yanı sıra bedensel görünümleri ile kimliklerini oluşturmaktadırlar. Böylelikle bedenin dış görünümü yeniden üretilmektedir. Tüketim kültürü ile oluşan yeni kimlikler sunularak bireylerin denetimi artmaktadır (Çetin, 2009: 81). Kamusal ve özel alan ayrımı bedenleri farklı mekânlara konumlandırmaktadır. Mekânların ayrılması kadın ve erkeklerin rol ve statülerinin de ayrılmasına neden olan en önemli faktördür. Beden son zamanlarda pek çok alanda olduğu gibi iş hayatının yoğunluğu

68

ve sıradanlığına mahkûm olmaktadır. Giderek metalaşan beden, başarıdan ziyade daha çok iş yaşamında öne çıkmaktadır. Bu durum her iki taraf için de geçerli olmakla birlikte kadın açısından daha yoğun hissedilmektedir. Beden, giderek daha fazla denetim altına alınan bir nesne konumuna dönüşmektedir.

Sistem şunu sağlamaya çalışmaktadır: Sisteme göre kadın özgür olduğunu düşünerek evliliği koşulsuz kabul etmelidir. Wollstonecraft'a göre evlilik, " bu dünyada kadınların yükselmelerini sağlayacak tek yol’’ olarak görülmektedir. Bu yol bugünün toplumlarında çok az da olsa değişim göstermektedir. Kadının diğer insanlar gibi güvenli yaşamı arzulaması, toplumda yer edinerek ve birey olarak kabul edilerek gerçekleşeceğine inanmakta ve toplumsal ilişkiler kurarak başarıyı arzulamaktadır. Bunun yolunu ise evlilik olarak değerlendirmektedir (Soysal, 2012: 266). Kadının var oluşundaki en temel yanlış bilinç, kendisinin özgür olduğuna inanmasıdır. Bunu sağlayan ise toplumdur. Toplumun kadına yüklediği anlam ve davranış biçimleri kadının yapması gereken kurallar bütününü oluşturmaktadır. Kadın da pratikler ekseninde bu kurallar bütününe uymakta ve burada bir yanlış görmemektedir. Böylelikle sorgulanmayan sistem kendini tekrar etmeye devam etmektedir. Bu sistemdeki kilit nokta ise evliliktir. Evlilik, kadın ve erkeğin bir gün muhakkak uyması gereken bir prosedür gibi görünmektedir. Bu durumu her iki taraf için de söylemek mümkündür. Ayrışma noktası ise kadının evliliği bir kurtuluş olarak görmesi, erkeğin ise hayatını düzene koyması için başvurduğu bir eylem biçimi olarak ifade etmesidir. Çünkü kadın erkeğin özel hayatını düzene koyarak erkeğin kamusal hayattaki başarısını alkışlamakla yetinecektir. Bu durum kadını özel alana mahkûm etmektedir.

Toplum ev emeğini, bakım işlerini temel alarak tanımlamaktadır ve karşılıksız bakım emeği özel alanın ötesine aşarak düşük ücretli ve de düşük prestijli bakım emeği arasında süreklilik sağlamak önemli bir noktadır. Bu durum ev içi üretim ilişkisini reddetmeyi ifade etse de karşılıksız emeğin önemi görünmez kılınması anlamına gelmemektedir. Çünkü kadınlar meydana getirdikleri işleri değer verdikleri, sevdikleri kişiler için yapmaktadırlar. Bu durum sevginin dışa vurulması şeklinde algılanılmaktadır ve kadına ait olarak değerlendirilmektedir. Belirli saatleri bulunmayan bu işler, günlük yaşamla iç içe giren emek sürecin, oluşturmaktadır (Acar-Savran, 2014: 19-20). Kadınlar kamusal alanda da benzer birtakım işlere yönelmektedir. Bu durum geçmişte daha belirgin bir nitelikteydi ancak bugün başarının ve diğer mesleklere olan yönelimin de olduğu bir gerçektir. Yine de yeterli

69

bir oran değildir. Bugün hala evliliği bir kurtuluş aracı olan kadınları görmek mümkündür. Ancak bu tamamen toplumsalın verdiği yanlış bilinçtir. Kadınlar kamusaldaki işlerinden artan kalan zamanda hala büyük oranda ev işlerine de dâhil olmaktadırlar. Ancak bu durumu erkekler için söylemek bugünün toplumlarında yeterli değildir.

Yeniden üretimin en önemli aracı olan ev emeği, toplumun sürekliliğini sağlamak için oluşan bir emektir ve insanlık değeri paha biçilemezdir. Bakım işleri için sosyal güvenlik sisteminin yerleşmesi ve ücretlerin doyurucu olması gerekmektedir. Böylelikle bakım işlerine yönelik ilginin giderek arttığı görülmektedir. Kadına ve erkeğe her alanda eşit bir şekilde bakım işlerinin paylaşılması gerekmektedir. Tüm bunlar ekseninde bakım işlerini değersiz olarak tanımlayan erkek bakış açısı ile bakım işlerini kadın kimliğinin parçası olarak ele alan bakış açıları da ortadan kaybolmaktadır (Acar-Savran, 2014: 66). Değişimin iki yönde gerçekleşmesi gerekmektedir: Önce erkekleri ev içi alanıyla bütünleştirmek ve onlara, çocukların toplumsallaştırılması kadar daha sıradan ev içi görevleri de paylaşma fırsatını sunmak kaçınılmaz görünmektedir. Bunun ötesinde kadınların ekonomik üretime katılımlarının ve onun ürünlerini denetlemelerinin önemine ilişkin kültürler aşırı tanıklıklar kadınların statülerinin ancak kamusal iş dünyasına erkeklerle eşit biçimde katıldıklarında yükseleceğine işaret etmektedir (Acar-Savran, 2014: 148).

Bora (2010: 16), ev işlerini ve kadınlar üzerinde dururken, Bourdieu’nun sınıfın yeniden üretimi ve habitus kavramları ile Young’un ev işi/yuva işi ayrımını bir araya getirmektedir. Bourdieu için egemenliğin kaynağı yalnızca üretim araçlarına sahip olmak değil, toplumsal olarak onaylanan beğenilere ilişkin ayrım hatlarını belirleme yeteneğidir. Bu nedenle de egemenlik, beğeniler dolayımıyla kurulmaktadır. Tüketim toplumunu kapsayacak şekilde ise kavramsallaştırılması gerekmektedir.

Kadına dair yapılması gereken en önemli işlev ev işçiliği olmaktadır. Ev işçiliği ve ev hanımı terimlerini süzgeçten geçirmeli, ''hanımlık'' yerine ev işçiliği mesleği anlamlandırmak adına güzel bir başlangıç sayılmaktadır. Yalnızca kadın için dizayn edilmiş bir meslek değil aynı zamanda erkek içinde geçerli olabilecek bir meslek olması gerekmektedir. Kısacası ev emeğinin toplumsallaştırılması gerekmektedir. Meslekler kategorisinde öğrencilerin işaretlediği bir şık olmaktan

70

başka işlevi olmayan ev hanımlığı, ev işçiliği şeklinde değiştiğinde bu kategorinin yalnızca kadınlara has olmadığını belirlemek kolaylaşabilmektedir.