• Sonuç bulunamadı

Julia Kristeva: Ölü Bedenden Konuşan Bedene

PRATİKLER

3. BEDENİ MERKEZE ALAN BİR DİSİPLİN OLARAK BEDEN SOSYOLOJİSİ SOSYOLOJİSİ

3.6 Kadın Bedeni ve Özgürleşme

3.6.3 Julia Kristeva: Ölü Bedenden Konuşan Bedene

Tarih sahnesinde çoğu zaman en üst basamaklarda hep erkekleri görülmektedir. Örneğin onlar hep iyi bir yönetici, iyi bir şair ya da yazar, çoğu zaman kahraman konumundadırlar. Hem Türkiye'de hem de diğer ülkelerde okunan romanlar ya da şiirlerde, çoğunlukta hep erkekler var olmaktadırlar. Tabi ki de bu demek değil ki kadınlar yazmadı ya da yazsalar da iyi değiller. Genel olarak ele alındığında onlar toplumda nasıl ikinci planda bulunmakta ise bu alanlarda da ikinci konumda bulunmaktadırlar. Bu yüzden Kristeva onların dile yönelip yazmaya çağırmaktadır.

Kristevaya göre kadınlar iki tarzdan biri içinde yazmaya eğilimlidirler. Ya büyük oranda aile yapısını taklit etmeye çalışan, ailenin yerini dolduracak yaşamöyküsü romanları, aşk romanları, aile tarihleri kaleme almaktadırlar böylece gerçek bir ailenin yerine koydukları öyküler imgelemekte ve hatta düşlemler üretmektedirler ya da bedene ve onun ritmine bağlı histerik özneler olarak yazmaktadırlar (Sorup, 2004: 185).

Julia Kristea, Cixous ve İrigaray gibi kadının batı kültürünün fallus ve logos merkezli yapısı içindeki konumuna karşı çıkmaktadır. Bedenden kaynaklanarak kadının konumunu dönüştürme önerisi getirmektedir. Ötekinin bundan dolayı kadının bedeninin Batı kültüründe iğrenç olmakla özdeşleştiğini vurgulayan Kristeva iğrenç olmanın öznenin karşısındaki nesnenin bir özelliği olduğunu söylemektedir (Işık, 1998: 82). Kristeva (2014: 13) ''iğrenmeyi'', varlığın kuralsız içeriden veya

88

dışarıdan kaynaklandığı düşünülen tahammül ve tahayyül edilebilir ihtimalini bir tehdide karşı şiddetli isyanlardan biri şeklinde ifade etmektedir.

Kristeva, kadına karşı işleyen baskı ve ayrımcılığın işleyişini açıklarken ''abjection''(dışlama) kavramını kullanmaktadır. Abjection, bir grubun ya da bir öznenin varoluş sınırlarını tehdit eden her şeyi dışlama nedeni olabilecek psikolojik bir tepkidir. Kristeva annenin işlevi ile abjectionun birbirinden ayrılamayacağını belirtmektedir. Anne bir arzu öznesi ya da nesnesini değil süreklilik ilişkisini belirtmektedir (Kaylı, 2011: 172-173).

Kristeva, beden düşüncesinin toplum bilimlerine girmesi gerekliliğini vurgulamakta ve öznelliğin oluşumunda anne-kız ilişkisi üzerinde durmaktadır. O ''konuşan beden'' fikrini ortaya atarak bedenin sosyal bilimlere girmesini amaçlamaktadır. Dil ve öznellik ilişkisi üzerinde yoğunlaşan Kristeva, düşüncenin merkezine kendini yerleştirmiş batılı beyaz erkek yönetici dünyanın, fallus ve logos merkezci düşüncesine karşı çıkmaktadır. Bu düşüncenin kadının öteki konumunu beden ekseninde dönüştürmeye çalışmaktadır. Kristeva, dili erkeğin oluşturduğu bir dil olarak gördüğü için, tıpkı gündelik hayatta erkeğin otorite ve gücünü simgelediği gibi dilde de aynı otorite ve gücü simgelediğini düşünmektedir. Dili üretken olarak gördüğünden konuşan özneleri tekrar canlandırmayı hedeflemektedir. ''Kristeva konuşan bedenin önemini iki nedenden hareketle açıklamaktadır. İlki, dilin mantığı sembolik düzene geçişten çok önce bedensel işleyişlerde yani semiyotik düzende mevcuttur. İkincisi, bedensel dürtülerin dildeki etkileri göz ardı edilememektedir. Anlam semiyotik ile sembolik arasındaki diyalektikten ortaya çıkmaktadır'' (Kaylı, 2011: 168-169).

Kristeva Rus Dilbilimci ve edebiyat eleştirmeni M. Bakhtin'in dialog ve karnaval kavramlarını ödünç alarak semanalizde kullanmaktadır. Bakhtin, Saussurecü geleneğin tanımladığı dil ve yazı yaklaşımlarından daha farklı bir çözümleme biçimiyle romana ve roman yazarının konumuna yaklaşmaktadır. Sürekli ötekine karşı aşkın olan egonun yerine başka bir şey ortaya çıkarılmak istenmektedir (Işık 1998: 83-84). 20.yüzyılın başında meydana gelen değişimlerle birlikte dil düşünsel etkinliklerin merkezinde yer almaktadır. Julia Kristeva, Bakhtin'in söyleşim kavramından yola çıkarak metinlerarasılık kavramını ortaya çıkarmaktadır. Metinlerarasılık hem postyapısalcı hem de postmodern düşünceyi etkilemektedir.

Kristeva, metinden ve metinlerarasılık tanımından her türlü insan izini silmekte, onu yalnızca bir dil olgusu çerçevesinde tanımlamaktadır. Kristeva’da

89

öznelerarasılık kavramının yerini metinlerarasılık almaktadır. Bu noktada Kristeva, Bakhtin’den tümüyle ayrılmaktadır. Çünkü Bakhtin için söylem, yarı yarıya başkasının söylemidir. Barthes de “Metin Kuramı” adlı yazısında, kısa bir bölümde metinlerarasılıktan söz etmektedir ve Barthes’e göre her metin metinlerarasıdır. Her metin içinde farklı düzeylerde tanınabilecek başka metinler bulunmaktadır. Her metin eski alıntıların yeni bir örgüsüdür. Ona göre, metinlerarası yoluyla önceki ya da çağdaş “dil”, bir dağılım işlemiyle metne girerek metne bir üretkenlik sağlamaktadır. Barthes bu anlamda Kristeva’yla uzlaşmaktadır ve metni, bütünüyle bir dil olgusu olarak görerek metinlerarasılığı onun bir ölçütü yapmaktadır. Barthes, Metnin Hazzı adlı yapıtında, metinlerarasılığı yeniden ortaya koyarak; onu, sonsuz bir metnin dışında yasama olanaksızlığı olarak tanımlamaktadır (Rızvanoğlu, 2007: 7-8).

Karnaval kavramı kimliklerin maskelendiği bir kahkaha ile bütünleşerek kurulu düzene karşı geçici bir tavır almayı göstermektedir. Kristeva dilin heterojen yönüne semiyotiğin analize geçilebileceğini ileri sürmektedir. Kristeva semanalizin merkezine chora kavramını yerleştirmektedir. Chora, kesintileri ve kopuşu başka bir zamanı temsil etmektedir; chora ritmdir. Chora bir anlamda karnaval kargaşasının yerini alırken bu ritmde karnaval kahkahasının yerini almaktadır. Kristeva kadın yazısının annenin bedenden hareketle oluşturarak bir tarz olarak hem kadın yazısının çözümlenmesi için bir bakış açısı ortaya koymak istemektedir, hem de karşıtlıklarla kurulu düşünce sisteminden kopuşu gösteren bir dialogun mümkün olduğunu düşünmektedir (Işık, 1998: 85).

Kristeva Platon'dan khora kavramını ödünç almaktadır. Platon bu kavramı biçimsiz, anlaşılmaz olarak tanımlarken, Kristeva anlaşılmaz terimini çıkararak biçimsiz anlamını kabullenmektedir. ''Chora'' kavramı Türkçe'ye uzam olarak çevrilmektedir. ''Kristeva’ya göre konuşan özne, imsel khora ve simgesel araçların her ikisine de ait olarak ortaya çıkmakta ve sonuçta, kendi bölünmüş doğasına göre açıklanmaktadır. Bu durumda imleme süreci, metnin iki özelliği aracılığıyla çözümlenmekte yani iletişimin dili ve dilbilimsel çözümlemenin nesnesi olan olgu- metin (phenotext) ve dilin belirli öğeleri veya görünümleri aracılığıyla saptanan ürem-metin (genotext) aracılığıyla, yazının birçok farklı biçimi, çeşitli biçimlerde bu hetorojen işlemlerden etkilenmektedir''(Rızvanoğlu, 2007: 104).

Kristeva'nın çağdaş düşünceye en önemli katkılarından bir tanesi konuşan beden düşüncesini sosyal bilimlere dâhil etmesidir. Dil ve öznellik ilişkisi üzerinde

90

yoğunlaşan Kristeva, düşüncenin merkezine kendini yerleştirmiş batılı, beyaz erkek yönetici dünyanın, fallus ve logos merkezci düşüncesine karşı çıkmaktadır. Kristeva, konuşan bedenin önemini iki nedenden hareketle açıklamaktadır. İlki, Lacan'ın ayna teorisinin aksine, dilin mantığı sembolik düzene geçişten çok önce bedensel işleyişlerde yani semiyotik düzende mevcuttur. İkincisi, bedensel dürtülerin dildeki etkileri göz ardı edilemez. Anlam semiyotik ve sembolik diyalektikten ortaya çıkmaktadır ( Kaylı 2011:168-169).

91