• Sonuç bulunamadı

Doğan (2016) yaptığı çalışmada, cinsellik ve eşcinsellik ile detaylarını konu almıştır. Cinsellik tarihi kadar eski olan eşcinsellik toplumdan topluma derecesi farklılık gösterse de sürekli toplumsal yaptırımlarla ve cezalarla baskı altında tutulmuş, ötekileştirilmiştir. Kadın cinselliğinde var olan kontrol altında tutma durumu eşcinsellikte reddedilme biçiminde gelişmiştir. Toplumdan dışlanma ve marjinal sayılarak sistem dışı bırakılma korkusu yaratılarak toplumsal cinsiyet unsuru aracılığıyla "öteki" cinsel kimlikler baskılanmış ve yok sayılmıştır. Bu yapılırken kültür, din ve sınıfsallık kullanılmış ve cinsiyetler tipleştirilmiştir. Sanat üretimi ataerkil iktidar ve egemen sistem etkisi altında kalmaktan kurtulamamış, topluma uyumlu birey olma anlatıları sanat üretimi içerisinde her zaman var olmuştur. 20. yy. itibariyle yükselen ve iktidarın en önemli kitleye seslenme aracı olarak kullanılan sinema bu politik ve toplumsal cinsiyetin yeniden üretim sisteminde yer almıştır. Sinemada eşcinselliğin görünür olması ve güldürü unsuru ya da aşağılanan karakter dışında canlandırılması Dünya Eşcinsel Hareketinin ortaya çıkmasıyla paralellik gösterir. Aynı paralellik Türk Sineması ve Türkiye Eşcinsel Hareketi için de geçerlidir. 1990'lı yıllara kadar sadece yan unsur olarak işlenen eşcinsellik son dönem Türk Sinemasında konu eksenli

işlenebilmektedir. Sayısal olarak hala Dünya Sinemasına göre oldukça geride olan Türk Sineması'nda az da olsa dikkate değer örnekler verilmeye çalışılmaktadır.

Bolat’ın (2016) yaptığı çalışmada, heteroseksizm; arzunun, cinsel pratiklerin ve cinsiyet kimliklerinin norm eksenini belirleyen tarihsel ve toplumsal bir sistem olarak ifade edilmektedir. Zorunlu heteroseksüellik koşullarında örgütlenen toplumsal dünyada yalnızca “kadın” ya da “erkek” olarak cinsiyetlendirilmiş bedenler arasındaki heteroseksüel arzu ve cinsellik “doğal” ve “normal” kabul edilirken, diğer bütün cinsel edimler, duygular ve arzu durumları “anormal”, “sapkın” ya da “istisna bir hal” olarak kabul edilir. Fakat Bolat’a göre heteroseksizm ne bir soyutlamadır ne de kendisini işleten toplumsal faillerden yoksundur. Bir baskı ve dışlama sistemi olarak heteroseksizm, toplumsal alanlarda, döngüsel ritimler ve farklı mekanizmalar aracılığıyla işlenmekte ve yeniden üretilmektedir. Bu çalışma Pierre Bourdieu‟nun alan kuramına dayanarak Türkiye muhalefet alanı ile zorunlu heteroseksüellik arasındaki bağı incelemektedir. Bu bağ incelendiğinde, muhalefet alanının hangi mekanizmalarla heteroseksüel olarak örgütlendiği, alanda deneyimlenen cinsel rejimin heteroseksizm, homofobi, transfobi, muhafazakârlık ve genel ahlak ile nasıl bir bağının olduğu ve L/G/B/T/İ kişilerin alanda nasıl ve hangi stratejilerle varlık gösterdikleri sorularına cevap aranmıştır.

Kıraç’ın (2013) yaptığı çalışmasında, ülkemizde yaşayan gey ve biseksüel bireylerin, eşcinsellikle ilgili bazı dini ve psikolojik algıları ile maneviyat (anlam duygusu, Tanrı algısı ve dindarlık) düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Araştırmaya yaşları 18 ile 59 arasında değişen (X=28, S=7,31), 543 gey (% 89,3) ve 65 biseksüel (% 10,7) birey katılmıştır. Katılımcılardan 382'si (% 62,8) dini inancı olduğunu, 226'sı (% 37,2) ise dini inancı olmadığını belirtmiştir. Katılımcılara, Eşcinsellikle ilgili Dini-Psikolojik Algılar Soru Formu, Hayatın Amacı Ölçeği, Tanrı Algısı Ölçeği ve Dindarlık Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonuçları, ülkemizdeki İslam dinine inanan gey ve biseksüel bireylerin, eşcinselliğin dini ve psikolojik boyutları ile ilgili farklı düşüncelere sahip olduklarını ve bu düşüncelere göre oluşturulan grupların, anlam duygusu ve dindarlık düzeyleri arasında anlamlı farklar olduğunu, fakat Tanrı algılarında anlamlı bir fark olmadığını göstermiştir. Örneğin cinsel yönelimini kabul etmekte zorlanan gruba göre, cinsel yönelimini kabul etme eğilimi gösteren grubun anlam duygusu yüksek, dindarlık düzeyi düşük bulunmuştur. Fakat her iki grubun Tanrı algısı düzeyinde anlamlı bir fark çıkmamıştır. Dini inancı

olmayan eşcinsel bireylerin de eşcinsellikle ilgili farklı psikolojik algılara sahip olduğu fakat bu algılara göre oluşturulan grupların anlam duyguları arasında anlamlı bir fark olmadığı gözlenmiştir. Bütün bulgular dikkate alındığında, yüksek dindarlık düzeyinin eşcinsel bireylerin hayatlarında olumsuz bir etkiye sahip olduğu düşünülmüştür. Bu olumsuz etkiden eşcinsellikle ilgili çevreden gelen olumsuz mesajların sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. Eşcinsellikle ilgili algılar ya da tutumlar ne olursa olsun, bireylerin Tanrı algısının değişmemesi ve bu algının oldukça olumlu olması ise eşcinsel bireylerin yaşamında dini inançtan bağımsız olarak, Tanrı'nın özel bir yeri olduğu yönünde yorumlanmıştır.

Keniş’e (2012) göre, Türkiye'de son birkaç yıldır İslam ve eşcinsellik tartışmaları siyasi arenada sıkça gündeme gelmeye başladı. Aralarında sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve pek çok etkin yazarın bulunduğu bazı İslami aktörler son yıllarda eşcinsellik ve LGBTQ haklarına karşı açıkça pozisyon almaya başladılar. Keniş çalışmasında ilk olarak, eşcinsellik ve LGBTQ haklarına yönelik İslami karşı çıkışların temel dayanaklarını, ikinci olarak ise, LGBTQ haklarını savunan Müslümanların bu argümanlara ne tür stratejilerle itiraz ettiklerini tartışıyor. Bu çalışmada, eşcinselliği İslam'la bağdaşmaz kabul eden İslami söylemin, Batı evrenselciliğin eleştirisi, kültürel özcülük ve komünitaryanizm gibi temel özellikler taşıdığı iddia ediliyor. Diğer yandan, küçük bir azınlık dahi olsalar diğer bazı Müslümanların gerek İslami değerleri gerekse LGBTQ haklarını yeniden yorumlayıp birbiri ile uyumlu hale getirerek LGBTQ hakları karşıtı İslami argümanlara karşı çıktıkları ve İslam'ın içinden LGBTQ haklarını savunabildikleri açıklanıyor. Bu Müslümanların bir kısmı için eşcinsellik ve İslam arasındaki gerilim çözülmemiş olsa dahi, bu yeniden yorumlara ve anlamlandırma süreçleri, onların LGBTQ bireylere İslam içinde özgürlük alanı açmalarını ve İslami değerlerle LGBTQ haklarını bağdaştırabilmelerini sağlıyor. Böylece, neo-oryantalist homomilliyetçilik söylemi ile kültürelci komünitaryanizmin ötesine geçebilen ve eşit derece özcü olan bu iki paradigmaya sıkışmayan bir söylem üretilebilmiş oluyor. Keniş (2012) bunun, LGBTQ haklarının İslam'ın içinden savunulabilmesi evrenselcilik ile kültürel tekelcilik kutuplaşmasını aşabilen üçüncü bir yol olarak ifade etmektedir.

Amanat (2011) çalışmasında, erkek homoseksüel ve heteroseksüellerde depresyon ve suçluluk-utanç düzeylerinin cinsiyet rolüne göre karşılaştırılması amaçlamıştır. Araştırmanın örneklemi 75 (%50)’i erkek homoseksüel, 75 (%50)’i erkek heteroseksüel olmak üzere toplam 150 katılımcıdan oluşmuştur. Homoseksüel grubun

yaş ortalaması 26.4 (ss:6.16), heteroseksüel grubun yaş ortalaması ise 25.7 (ss: 4.84 )’dir. Araştırmanın verileri Kişisel Bilgi Formu, Bem Cinsiyet Rolü Envanteri Beck Depresyon Ölçeği ve Suçluluk-Utanç Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın sonucunda erkek homoseksüellerin depresyon ve utanç düzeyleri erkek heteroseksüellerden, anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. Cinsel yönelim ve cinsiyet rolünün kişilerin depresyon ve utanç düzeyleri üzerindeki ortak etkisinin anlamlı olmadığı gözlenmiştir. Ancak her iki grupta androjen cinsiyet rolüne sahip bireylerin yüksek düzeyde suçluluk duygularına sahip olduğu saptanmıştır.

Çabuk’a (2010) göre, eşcinsellik uluslararası sınıflandırma sistemlerinden uzun yıllar önce çıkartılmış olsa bile bazı tıp çevrelerinde halen tedavi edilmeye çalışılan bir durum olmaya devam etmektedir. Eşcinsel bireylerin toplumda karşılaştığı olumsuz tutum ve davranışlar, bir takım ruhsal sorunlar yaşamalarına neden olduğu gibi benzer tutum ve davranışlara sağlık çalışanlarından da maruz kalmaları, sağlık hizmeti alma temel haklarını engellemektedir. Bu çalışmada; sağlık hizmeti sunan psikiyatri hekimleri, psikiyatri dışı hekimler ve tıp fakültesi birinci sınıf öğrencilerinin eşcinsellik hakkındaki tutum ve yargılarının saptanması ile gey ve lezbiyen cinsel yönelimi olan insanların sağlık hizmeti alırken karşılaştıkları tutumların araştırılması hedeflenmiştir. Çalışmada eşcinselliğe karşı tutumları belirlemek için 4 alt ölçekten oluşan (heteroseksizm, homofobi, homonegativizm, yansızlık) geçerli ve güvenilir yeni bir ölçek oluşturulmuştur. Çalışmanın sonuçlarına göre tüm gruplarda erkeklerin kadınlara, bekârların evlilere, meslek lisesi ve imam hatip lisesi mezunlarının düz lise ve Anadolu lisesi mezunlarına, öğrenciler ve akademisyenlerin uzmanlara, üniversitede görev yapanların diğer kurumlarda görev yapanlara oranla eşcinselliğe karşı daha olumsuz tutumlar taşıdıkları saptanmıştır. Kırdan kente geçtikçe ve dini inançlar arttıkça yine olumsuz tutumlar artmaktadır. Üç grup içinde en olumsuz grup öğrenci grubuyken, onları sırasıyla psikiyatri dışı hekimler ve psikiyatrlar izlemiştir. Eşcinsel bireylerin yaşadıkları deneyimlerden; eşcinsel bireylerin sağlık sisteminde de olumsuz tutum ve davranışlara maruz kaldıkları ve mağdur oldukları, homofobik ve heteroseksist tutumların özellikle ruh sağlığı alanında daha ziyade örtük şekilde kendisini gösterdiği ve hekimlerin eşcinsellik konusunda oldukça bilgisiz oldukları sonuçları ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlara bakıldığında; Türkiye'deki özellikle tıp eğitimi başta olmak üzere yükseköğretimin kalitesini artırmanın, hem eşcinsel bireylerin hak ve özgürlüklerinin toplumdaki diğer bireylerle eşit düzeye taşınmasına, hem de sağlık

sektöründe çalışan hekim ve diğer uzmanların eşcinsellik ve eşcinsel bireylerle ilgili farkındalıklarını artırmada gerekli ve önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tuna’nın (2004) yaptığı araştırma eşcinsellik olgusu ve onu var eden koşulları anlamaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmada eşcinselliğin kavramsal boyutunu ortaya koymak amacıyla anomi, sapma, yabancılaşma, normal ve anormal, cinsellik, heteroseksüellik, biseksüellik, homoseksüellik, transvestizm ve transseksüellik gibi kavramlar üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda, eşcinselliğin olası nedenleri üzerinde durularak biyolojik, psikolojik, sosyolojik yaklaşımların ve feminist teorinin eşcinselliğe bakış açısı incelenmiştir. Çalışmada ayrıca Eşcinsellik olgusunun tarihsel arka planına değinilmiş, farklı toplumlarda eşcinselliğin görünümü incelenmiştir.

Özkan’a (2004) göre, Türkiye'de eşcinsellik toplum nezdinde kabul görmeyen bir durum, eşcinseller genellikle dışlanan, aşağılanan ve türlü baskılara maruz kalan bireylerdir. Yalnız insanlık tarihi boyunca değil yaşadığımız topraklarda da yüzlerce yıldır var olan bu olgunun görünürlük kazanması ve eşcinseller arasında dayanışmanın sağlanması için özellikle 1990'lı yıllardan itibaren gey ve lezbiyenler tarafından belli gruplar oluşturulmuştur. Bu çalışmada 10 yıllık sürecin sonunda eşcinseller arasında etkin bir konumu olan Ankara merkezli KAOS GL eşcinsel grubu incelenmiştir. Dünyada eşcinselliği algılayışın ve eşcinsel mücadelesinin tarihsel gelişim seyri, Türkiye'de eşcinselliğin algılanışı mevcut durumu, KAOS GL grubunun ve grubun dergisinin gelişim seyri ve mevcut yapısının değerlendirildiği çalışmada grubun yerelle yaşayan eşcinsellerle bağlantısının ne ölçüde kurulduğuna odaklanılmıştır. Bu şekilde grubun bireyleri tarafından tanımlanan eşcinsellik kimliği ile hayatin içinde var olan eşcinselliğin ne ölçüde uyuştuğu, grubun eşcinselliğe dair politikaları ve eylemlerinin yerelde yaşayan eşcinsellerle ne ölçüde bağlantılı ve etkileşim içerisinde olduğu değerlendirilmiştir. Grupta yerelde yaşanan tüm eşcinsellik durumlarım içeren, onlarla birlikte bir eşcinsel mücadele geliştirme anlayışı zamanla yerini Türkiye koşullarında özellikle de, kentli, entelektüel katmanlarca kabul edilebilecek bir eşcinselliğin ve politika tarzının inşasına bırakmaktadır.

3. TÜRK SİNEMASINDA ANA KONUSU ERKEK EŞCİNSELLİĞİ OLAN FİLMLERDE EŞCİNSELLİĞİN TEMSİLİ

Çalışmanın üçüncü bölümünde konunun işleniş yöntemleri problem ve hipotezler hakkında genel bilgi verilmektedir. Buna göre problem tanımlanmış, çalışmanın amacı, gerekçeleri ve önemi üzerinde durulmuştur. Araştırma kapsamında verilerin hangi yöntemler ile elde edileceği ve bu verilerin nasıl analiz edileceği konusuna açıklık getirilmeye çalışılmıştır.