• Sonuç bulunamadı

2.1. Türkiye’de Eşcinsellik

2.1.3. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Türk Toplumunda Eşcinsellik

Ülkemiz, genel olarak ataerkil bir toplum düzenine sahiptir. Ancak özellikle sosyologlar tarafından, eşcinsel bireylere karşı sergilenen olumsuz tutumların toplumsal düzeyde bir sorun olarak nitelendirilmesi ve erkeklik algısının değiştirilmeye çalışılarak kadınlar ile eşit görev, hak ve özgürlüklere sahip olmaları gerektiğini vurgulayan düşünceler de çoğalmaktadır. Özellikle medya, bu konuda ciddi bir göreve sahiptir.

Özellikle ataerkil iktidar yapısından kurulan Türkiye’de son yıllarda şekillenen siyasi etkiler de erkek ve kız çocuklarında toplumsal normlara göre yetiştirilmeyi arttırmıştır ve özellikle eşcinselliğe bakış açısı daha toleranslı iken yeniden açık görüşlülük geri planlara itilmeye başlanmıştır (Öntaş ve ark., 2013:215).

Neredeyse tüm dünyada kadın ve “öteki” olarak nitelendirilen eşcinseller, zenciler, etnik gruplar genel olarak dışlanmışlardır. Ancak 20. Yüzyılda hızlanan modernleşme hareketleri ve bilimin toplum tarafından daha fazla merak konusu haline gelmesi, bu bireylere karşı önyargılı tutumların da azalmasına neden olmuştur. Tüm dünyada hoşgörü görülmeye başlanmıştır. Bu durum Türkiye’de de hissedilir olmuştur. Ancak halen toplumda LGBT bireylerin ciddi anlamda dışlandığından, imkânlardan mahrum bırakıldığından ve haklarını özgürce savunamadıklarından da bahsetmek gerekmektedir (Kozlu, 2009:1).

Kimi araştırmacılara göre modern dünya, kadının daha fazla eve hapsolduğu ve ev kadınlığının “kıymetinin anlaşıldığı” bir dönem haline gelmiştir. Bu durum kadınların seçme haklarını da ciddi anlamda ellerinden almıştır (Bora, 2012:179). Günümüz koşullarına bakıldığında; eğitim, siyaset ve diğer sosyal imkânlardan faydalanma konusunda kadınların erkeklere göre daha geride olmasının sebebini bu duruma bağlamak mümkün hale gelmektedir.

2.1.3.1. 1990 Öncesinde Toplumun Eşcinselliğe Bakışı

Özellikle 1960’lı yıllar ve sonrasında toplumların “yeni” konuları olmaya başlamıştır. Bu konular beraberinde yeni toplumsal hareketleri getirmeye başlamışlardır. Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşcinsellik gibi konular da toplumun bu

dönemde gündemine girmiştir ve kafalardaki kadın ayrımcılığı, LGBT bireylerin dışlanması gibi algıların değişmeye başladığı dönemler ortaya çıkmıştır. Bu süreç, toplum içindeki sınıfsal ayrımlara karşı yeni direnişlerin başladığı, insanların daha demokratik yaşamak istediği ve haklarını talep etmeye başladığı dönemler olarak görülmektedir (Erdoğan ve Köten, 2014:93).

Dünyadaki çağdaşlaşma adımları ve özellikle 20. Yüzyılın son dönemlerinde bazı İslami çevrelerin eşcinselliğe bakış açısının yumuşaması Türkiye’de de etkili olmuş, insanların katı tavrı yumuşamaya başlamıştır. Korkmaz (2010), dinlerin toplumların yaşayış biçimlerinde çok büyük bir etkisi olabildiği gibi, toplumsal değişimlerin dinleri ve din algılarını etkileyebildiğini de belirtmektedir. Yazara göre, toplumların eşcinselliğe bakış açısındaki değişim, İslam’ın buna karşı geliştirdiği katı kurallarını da yumuşatmaya başlamıştır ve toplumsal düşünce biçiminin dinlerin algısını değiştirmesi konusunda bu durum nadir karşılaşılan örnekler arasında yer almaktadır. Batı toplumlarında ardı ardına yaşanan Rönesans, Reform, Aydınlanma, Rasyonalizm, modernizm ve sosyalizm, batının dışında kalan ancak onlarla iletişim halinde olan toplumları da etkileyerek düşünce biçimlerinin farklılıklara daha toleranslı olmasına yardımcı olmuştur (Korkmaz, 2010:440).

1970 ve sonrasında Osmanlı’nın etkisinden kurtularak daha fazla batı kültürüne yönelen Anadolu toplumu içinde araştırmacılar LGBT ve kadın/erkek ilişkisi dışında kalan her türlü cinsel yaklaşıma daha fazla ilgi duymaya başlamış ve bunların nedenleri üzerine çalışmalarına hız vermişlerdir. Homofobinin ve eşcinsellik sebebi ile aile içindeki şiddetin önüne geçmek için hem tıbbi hem de sosyolojik alanlarda yapılan bu çalışmalar, medya tarafından da desteklenerek LGBT bireyler ile sosyal ilişkilerin kurulabileceği yönünde fikirler topluma aktarılmaya başlanmıştır.

Osmanlı sonrasında batılılaşma eğilimi ile birlikte kadının cinsel bir obje olarak görülmeye başladığı dönemin etkileri de yükselmiştir. Osmanlı döneminde eşcinsellik kavramı devletin yüksek mertebeleri ve zenginler arasında hoş görülmesine rağmen, halk arasında hoşnutluk yaratmamıştır. Bu durum, Cumhuriyet sonrasına da yansımıştır ve toplumun ataerkil yapısı modernleşmeye başlasa da bu oldukça yavaş ilerlemiştir. Bu dönemde kadınların eğitim almaya başlaması ve çalışma hayatında daha fazla yer edinmesi, onların edebi eserler üretmesini de beraberinde getirmiştir. 1960-1980 yılları arasında kadınlar tarafından üretilen edebi eserlerde toplumun ataerkil yapısının eleştirildiği ve kadınların değerinin yükseltilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu

dönemin etkilerinden biri de cinselliğin edebi eserlerde açıkça yer almaya başlaması ve kadınlar tarafından ortaya çıkarılan eserlerde eşcinsellik temalarına da değinilmesidir (Karataş, 2009:1670).

2.1.3.2. 1990 Sonrasında Toplumun Eşcinselliğe Bakışı

1990’lı yılların ardından eşcinsellik konusundaki araştırmalar hem batı hem de doğu toplumlarında artmıştır. LGBT bireyler ile sosyal ilişki kurmak konusunda detaylı araştırmaların yapılmaya başlanmıştır. Bu araştırmalardan da anlaşıldığı üzere, insanların bu bireylere olan olumsuz tutumları değişmiş ve eşcinseller daha az dışlanır hale gelmeye başlanmıştır. Polimeni ve arkadaşları 2000 yılında, Anderson 2004 yılında, Markman ve arkadaşları 2006 yılında ve Uğurlu ile Sakallı 2006 yıllında eşcinsel bireylerin neden dışlandığı hakkında araştırmalar yapmış ve bunun nedeninin dini tutumun yanı sıra demografik özelliklerle de ilgisinin olduğunu ortaya çıkarmışlardır.

Eğitim düzeyinin düşük olması da eşcinselliğe karşı önyargılı olma negatif yönlü bir ilişki içindedir. Araştırmaların sonucu toplumun eğitim düzeyinin yükseldikçe cinsiyetçi rollere yönelik dayatmaların azaldığını ortaya çıkarmışlardır (Şah, 2012:27). Buradan hareketle, kişisel gelişim, okuryazarlık ve üniversiteye gitme oranı ile küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin etkisi ‘farklı’ bireylere karşı önyargıları da azaltmaktadır. Ancak 1990 sonrasında ilk on yıl, eşcinselliğe karşı geçmişe oranla daha fazla önyargının oluştuğu dönemdir.

Karataş’a (2009) göre, 1960 sonrasında dünya genelinde hızla yayılan eşcinselliğe karşı önyargısız yaklaşımlar, 1990 ve sonrasında yerini yeniden önyargılara bırakmaya başlamıştır. Kadınlar tarafından kaleme alınan edebi eserlerde çoğunlukla din temasının öne çıkarılması, cinsellik içeren eserlerin azalması ile sonuçlanmıştır. Eğitimli kadınlar, eğitimden uzak kalmış kadınların hurafelere inanışlarını sorgulamaya başlamışlar ve onları özgürlükleri ile din konusunda eğitme çabası içine girerek buna yönelik edebi eserler üretmeye başlamışlardır. Cinselliğin ve eşcinselliğin edebi eserlerden çıkarılmaya başlanması, 2000’li yıllara kadar toplum içinde eşcinsellere yönelik tutumun yeniden negatifleşmeye başlamasını da beraberinde getirmiştir (Karataş, 2009:1670).

Dünya tarihine bakıldığında, eşcinsellerin her zaman toplum içinde sorunlar yaşadığı görülmektedir. Bunun en önemli örneklerinden biri de 19. yüzyıl sonunda ünlü

İngiliz yazar Oscar Wilde’nin eşcinsel olduğunu açıklaması üzerine hapse atılmış olmasıdır. Dünya genelinde geçerli olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde insanların cinsel yönelim ve tercihlerine göre ayrımcılık ile karşılaşmamasına dair kuralların var olmasına rağmen bugün Türkiye’de dâhil, dünyanın pek çok ülkesinde eşcinsel birlikteliklerin evlilik ile sonuçlanması yasalara aykırı kabul edilmektedir (Şahin, 2015:508).

Bugün eşcinselliğin doğal bir şey olduğuna dair görüş yaygındır ve günümüzde pek çok coğrafyada insanlar eşcinseller ile yaşamayı öğrenmişlerdir. Ancak Türkiye bu konuda oldukça geridir. Diğer taraftan, Batı toplumlarında bile eşcinsellik tercihine saygı duyulmasına rağmen onlara normal yasal hakların (evlilik vb gibi) verilmemesi halen bir ayrımcılığın olduğunun da kanıtı niteliğindedir (Şahin, 2015:526). Bilhassa 20 yüzyıl Avrupa’da Eşcinsellerin maskelerini indirerek hissettikleri gibi yaşayabildikleri, bir nebze de olsa toplum içinde kabul görebildikleri bir dönem olmuştur. Bu dönemde eşcinsellik ve LGBT bireylere tanınması istenen haklar pek çok siyasi iradenin de kullandığı bir sorun olmuştur. Örneğin Hitler seçimler öncesinde çeşitli hakların getirileceğinden bahsederken, iktidara gelmesi ile eşcinsel Almanları da fişlemiş ve hatta Yahudiler ile birlikte kamplara göndermiştir (Kavas, 2014:10-11).

Sungur ve Yalnız tarafından yapılan bir araştırmada, transseksüalite ve eşcinselliğin 20. Yüzyıla oranla 21. Yüzyılda daha fazla arttığı görülmüştür. Ancak yazarlar bu durumun genetik sorunlar ya da hastalıklardan ziyade insanların cinsel kimlik ve eğilimlerini daha kolay dile getirir hale gelmelerine bağlamaktadırlar. Transseksüelitenin tanı ölçütleri, sıklığı, yaygınlığı, cinsiyetlere göre dağılımı ve etiyolojisi üzerine yapılan araştırmada transseksüalite, homoseksüalite ve transvestizim arasındaki farklılıklar incelenirken, 20.yüzyılda toplumların bu tür bireylerin tercihlerine daha toleranslı olduğu sonucuna varılmıştır (Sungur ve Yalnız, 1999).