• Sonuç bulunamadı

THE BIRTH OF THE HUMAN IN YAŞAYAN ÖLÜ BY SÂMİHA AYVERDİ

A. Leylâ’nın Yolculuğu /Yüce Bireyle Kar şılaşma

Yaşayan Ölü romanına arketipik unsurlar açısın- dan bakıldığında; kişiliğin ve ruhsal bütünlüğün merkezi olan “iç/tüm benlik/ özben” (bk. Namlı 2007; Fordham 2011; Stevens 1999; Jacobı 2002 ) ve özün ortaya çıkmasına yardımcı olan “yüce birey” (bk. Namlı 2007:1213) arketiplerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir.

İç benlik/ özben, -bilinçlilik ve bilinçsizlik – her ikisine de uygun düşen bir orta nokta kanalıyla birleşmesine yol açan arketipsel bir imgedir ve kişiliğin merkez noktası olarak bireyleşme yolundaki son duraktır. Özbenin doğuşu kişinin yaşam algısını bütünüyle değiştirir ve tam bir dönüşüm sağlar (Jacobı 2002:170).

Ruhsal bütünlüğü ve tamlığı sağlayan öze ulaşma, Leylâ’nın serüveninde de yüce birey aracılığıyla ortaya çıkar. Romanda, yüce birey arketipini kişisel düzlemde temsil eden bir tasavvuf ehli olan Gerçek Çelebi’dir.

Jung’un kendilik kavramlarıyla ifade ettiği öze ulaşmak sancılı bir süreçtir ve ona kavuşmak için, kişinin doğasındaki akılcı olmayan karma- şık olduğu kadar aşağılık olan yönleri de kabul etmesi gerekmektedir (Fordham 2011:80). Mer- kezde Tanrı yer almaktadır ve değişim/dönüşüm sürecinde dıştan içe yönelen kahraman, bütün- lüğünü tamamlamayı da başarabilir (Fordham 2011:87). Jung’un içe yönelmek ve merkezdeki özü keşfetmek olarak gösterdiği gelişim, tasav- vufta, kendini bilmek dolayısıyla orada var olan Rabbini bilmektir. Bunun için fena sürecinde kişinin “ölmeden önce ölmesi” gerekmektedir. Nihai amaç, “fena” haline yani Yaratıcı ile bir- lik içinde yok olmaya erişmektir. Erişilen nefsin (kendiliğin) bir bütünlük halidir; bu bütünlükte nefs sınırlanmıştır ve geçici bir hal almıştır. Bu sıklıkla ikiliklerin ve çelişkilerin merkezi bir nefs tarafından kuşatıldığı bir bütünlük durumu, bir başka deyişle bir bireyleşme sürecidir (Shaalan 2003:146).

Kendilik değerine, önce kendisini ve sonra çevresindeki herkesi çözerek ulaşan kahraman, hem kendinde hem de çevresindeki insanlarda yaratıcının varlığını görür. Bu görüş ve bilme hali kendiliğinden ve rastgele oluşmaz. Aksine değişen ve farklılaşan değerler dünyasında bir yol göstericinin varlığıyla/yardımıyla ve acı çekerek ortaya çıkar. Bir diğer ifadeyle kahraman, hepi- mizin içinde saklı duran, yalnızca bilinmeyi ve yaşama katılmayı bekleyen tanrısal yaratıcı ve kurtarıcı(nın) (Campbell 2010: 51) varlığını zor ve zahmetli bir yoldan geçerek keşfeder. Anlatı başkişisi Leylâ, başlangıçta büyük bir iç huzursuzluğuyla, ben’in merkezinde dönmektedir. Sıkışmış, hapsolmuş benliği, dıştaki çağrılardan

habersizdir ve ferdi bilinçdışının bodrum katını oluşturan gölgesinin (Fordham 1994: 61) ka- ranlığına gömülmüştür. Bu dönemde özün sahip olduğu güzelliği göremeyen kahraman, kendisini hayattan ve gerçek dünyadan soyutlayan itibar, soyluluk ve zenginliği reddetme çabasındadır. Hazin bir aşk hikâyesinin, mutsuz ve yaralı bir kahramanı olan Leylâ, “aşk”ın varlığını bütün benliğiyle inkâr eder. Ona göre; “Aşk beşeriyetin başına musallat olan en sahte histir. Bir başkasına çıkarıp verecek bir gönlü olmadığını belirterek aşkı daima baştan defedilmesi gereken bir hastalığa, mikroba benzetir.” (s.11) Bu dönemde Leylâ’yı esir alan duygu gururdur. Çocukluk arkadaşı Seniye’nin amcasının oğlu olan Macit’in neden olduğu travma, genç kızın aşka olan inancını yok etmiş ve aldatılmış olması da gururunu derinden yaralamıştır:

“Sevmek iptidai bir hülya… Evet ben de sevdim. Binaenaleyh o zamandan beri aynı, çürük ve temelsiz iptilaya tekrar yakalanmamak için aşılı ve muafım. Her sevgi, karşısında bir insan değil bir sanem buluyor.”(s.11)

Bu sözler, Leylâ’nın içinde bulunduğu duygu dünyası hakkında önemli ipuçları taşımaktadır. Leylâ, henüz benliğinde saklı duran hazinenin farkında değildir.

Yazar, inkâra gömülmüş kahramanın iç dünyası- nı, mektuplar yoluyla gözler önüne sermektedir. Romanda kullanılan mektuplar, şahısların hayat- larındaki önemli kesitleri aydınlatan ve onların bu durumdaki hislerini, duygularını an be an, inceden inceye işleyen, tahlil eden belgeler (olarak) bir nevi ‘iç monolog’lardır. (Kefeli 2002:32). Eserde mektup tekniğinin kullanılmış olması, Leylâ’nın

içsel yolculuğunun bütün detaylarıyla görülüp okunmasına imkân tanımaktadır.

Leylâ, “muhitini kasıp kavuran müstebit, mütehak- kim bir büyük annenin nüfûzundan kurtulmak için İstanbul’dan kaçmış, Konya’ya gelmiştir. Çünkü her ne kadar küçük yaştan beri onu ve muhitini tenkit etse de farkında olmadan, onun karakterinin mühim bir kısmına varis olmaktan yahut benim- semekten kendini kurtaramamıştır.”(s.28) Gerçek Çelebi’nin hanesi, tam bir içtenlik mekânıdır ve Leylâ’ya bu dünyada bir kendilik köşesi sunar (Bachelard 1996: 57). Bu hakikat diyarında kendisiyle yüzleşen kahraman, sonunda aradığı öze ulaşır. “Sadrazam Halil Paşa’nın to- runu, Âyan Reîsi Reşit Bey’in kızı kibirli, gururlu biraz da müstehzi Leylâ, bu basit ailenin sâfiyet ve sadeliği yanında bir anda küçülür ve söner.” (s.34-35) Kahraman, bu haneye girdiğinde bir farklılık hisseder, ancak büyük dönüşüm için seçilmiş ve buraya çağrılmış olduğunu daha sonra anlayacaktır.

Gerçek Çelebi, Leylâ’nın gözlerini gerçeğe çeviren Campbell’ın ifadesiyle:

Birden bire ortaya çıkıp korkunç canavarı öldürecek olan büyülü parlak kılıcı gösteren, (kahramanı) bekleyen kısmeti ve hazinelerle dolu kaleyi haber veren, en öldürücü yaralara iyileştirici merhemi süren ve sonunda büyülü geceye uzanan büyük maceranın ardından muzaffer kişiyi normal yaşama döndüren Yaşlı Bilge Adam’dır (2010: 20).

Yukarıda da dile getirildiği gibi, yüce birey olarak da ifade edilebilecek olan Gerçek Çelebi, nasihat yerine davranışlarını ve hayat biçimini rehber kılan, baştan ayağa tevazu kesilmiş, feragat ma-

kamına ermiş bir bilgedir. “Menfaatten, ihtirastan arınmış bu büyük insan, insanları kendi için değil, kendileri için hazırlayan bitaraf dosttur.” (s.76) Gerçek Çelebi’ye hayran olan Leylâ, onun kendi üzerindeki tesirini hemen fark eder. Beşer ma- kamından çıkışını onun rehberliğiyle yapacaktır: “Sana hayranım, … ben o dediğin sonsuzluklara uçup gitsem bile, rehberim gene sen olacaksın; gene seninle uçacağım.”(s.76)

Kendi ekseninde dönen Leylâ, gölgesinin ka- ranlığında kaybolmuşken, Ayşe ile karşılaşır. Ayşe, huzur veren sakin halleriyle bambaşka bir dünyanın insanıdır. Bütün varlığı, hayatı dedesi Gerçek Çelebi gibi gören, duyan ve düşünen Ayşe, Leylâ’nın karşısında yer alarak ona ayna olur. Biri zindanlar kadar karanlık, diğeri güneş gibi parlak ve aydınlıktır. Bu durum Leylâ’nın içsel bir sıkıntıya, bunalıma düşmesine, dolayı- sıyla kendini aramasına yol açar. Ayşe, Leylâ’da olmayanı temsil eder.

Leylâ’nın bu eşikten aşması, gerçeği ve kendini bilmesi kolay olmayacaktır. Çelebi ailesinde görüp de takdir ettiği vasıfları kendisinde gerçekleştire- memenin endişesi içindedir. Dünyayı beşer gözüyle değil de, onlar gibi insan gözüyle görebilmeyi, beşer gibi değil de insan gibi yaşayabilmeyi arzular. Ancak çengelini can damarına takmış olan ihtiraslardan yakasını kolayca kurtarabilecek midir? Çelebi gibi, müsterih, arızasız ve huzurlu bir hayata kavuşabilecek midir? (s.36-37) Ayverdi, anlatı başkişisinin ruhsal olgunluğa ve tamlığa erme yolculuğunda, birbirine zıt olan kavramları, kişiler düzleminde tanımlayarak hayatta aslında her şeyin zıddıyla var olduğunu gösterme arzusundadır. Leylâ’nın içinde yer aldığı dünyada menfaat, ihtiras, yalan, kıskanç-

lık, kibir ve bütün bunların neden olduğu büyük bir bunalım varken; Çelebi’nin dünyasında aşk, sadakat, teslimiyet, rıza ve feragatin bahşettiği huzur egemendir.

Leylâ, kabul etmese de, bir aile mirası olarak kibir ve gururun hâkimiyeti altındadır. İçine girdiği bu yeni mekânda, kendisi ile ötekiler arasındaki temel farkın, zenginlik ile yoksulluk durumuna göre belirlendiğini dillendirmesi bu bakımdan anlamlıdır. Leylâ, zenginliği ve asa- leti üzerinden atmaya çalışırken, hayatı yalnızca inkâr noktasından görüp değerlendirmek gibi kolaycı bir çözüme başvurur. Sonra içini dökmek, yolunu bulmak için kalemine sarılır. Seniye’ye yazdığı mektuplarda, en yüce duygu olan aşkı inkâr eder. İçindeki öfkenin tesiriyle reddettiği aşk, istemese de karşısına çıkacak ve onu insan makamına taşıyacaktır.

Gerçek Çelebi’nin varlığı, kendisiyle bir hesap- laşmaya girmesine yol açar. Romanda yer yer iç monolog şeklinde verilen bu hesaplaşma, aslında kahramanın iç dünyasına, kendi gerçeğine doğru yaptığı bir yolculuktur. Çelebi’nin huzur hanesinde hayatın keşmekeşlerinin ve ihtiraslarının olmadığını (s.48) hayretle idrak eden kahraman, uyanmaya, öze dönmeye başlar. Bütünüyle içgüdülerine göre giden hayatı durduran/duraksatan Gerçek, herkesin insan, fakat her görülen insanın insan olmadığını (s.37) söyleyerek bu acemi yolcunun farkındalığının oluşumuna yardımcı olur.