• Sonuç bulunamadı

THE CULTUREL LIFE IN NORTHWEST ANATOLIA BETWEEN XIII TO XV CENTURY: CANDAROĞULLARI PRINCIPALITY

CANDAROĞULLARI DÖNEMİ SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT

Kastamonu ve çevresi ile Kuzey Anadolu sa- hillerinin büyük bir kısmına sahip olan, İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümün- den sonra becerikli bir siyaset izleyerek XIV. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’nun en kuvvetli siyasal kuruluşlarından biri durumuna geçen Candaroğulları Beyliği’nin sosyal ve kültürel durumu, dönemin Anadolusu’nda mevcut durum ile doğrudan bağıntılıdır. Öyle ki Candaroğull- ları Beyliği döneminin sosyal ve kültürel hayatı

hakkında bir şeyler söyleyebilmek ve yazabilmek için dönemin köy ve şehir diye nitelenen yerleşim birimlerini öncelikle ele almak gerekmektedir. Zira Anadolu’nun kapıları Türklere açıldıktan sonra, yığınlar halinde Anadolu’ya gelen Türkmenler; bir yandan şehirlere yerleştirilirken bir yandan da daha önce buralara yerleşmiş vaziyette bulunan ve bu göçler ile yaşadıkları ve yerleştikleri top- rakları terk etmek zorunda kalan Gayrimüslim halkın terk ettiği yerlere yerleşmelerine ilaveten yeni köyler kurmak suretiyle kendilerine yeni yeni yurtlar açmışlardır (Yakupoğlu, 2001, s. 56). Diğer bir ifade ile tüm bunlar Türkmenlerin yerleşik hayata geçmelerini sağlamıştır.

Kastamonu, Sinop, Çankırı, Taşköprü, Boyabat, Koçhisar, Çerkeş, Araç, Tosya, Küre, Daday, Devrakani, Kurşunlu, Kargı ve Kalecik kazaları Türklerin adı geçen havalide yerleştikleri önemli kentlerdir (Yücel, 1991, s. 130). Candaroğulları Beyliğinin XIV. Yüzyılın birinci yarısı için kırk şehir ve bir o kadarda kalesi bulunuyordu (Ya- kupoğlu, 2001, s. 56).

Candaroğulları ülkesinde şehir halkının önemli bir kısmını devlet hizmetinde bulunan veya devlet gelirleriyle geçinen kimseler teşkil ederdi. Başkentte, merkezi idarenin mensupları oldukça kalabalık bir sınıfı teşkil ettikleri gibi, büyük idare merkezinde de mahalli idareye mensup olanlar epeyce kalabalık bir zümre vücuda getirirlerdi. Devlet hazinesinden, önemli tahsilâtları olan bu kimseler, büyük arazilere ve diğer zenginlik kay- naklarına sahiptirler (Yücel, 1991, s. 138-139). Memurlardan ve askerlerden başka; din âlimleri, müderrisler, vaizler, şeyhler, seyyidler ve benzeri görevliler devletten para alırlardı. Şehir halkının en yoğun kitlesini sanayi erbabı oluşturuyordu.

Şehir ticaret sermayesinin yoğunlaştığı bir merkez olduğundan şehirde görülen bir başka tabaka da sayıca çok olmakla birlikte tacir zümresiydi (Yücel, 1991, s. 139).

Büyük ticaretle uğraşan kimselerin zenginlikleri, devlete vergilerin toplanmasında ve çeşitli ihtiyaç- larının temininde gördükleri itibarın yanında, söz sahibi oldukları ve şehrin ileri gelenleri arasında yer aldıkları görülür.

İşte bu zengin, tüccar, tacir, memur ve ulemadan kişilerin oluşturduğu şehir hayatı, bol gelirli va- kıfların inşa ettiği dinsel ve sosyal yapıların da katkılarıyla klasik İslam şehir tipinin Candaro- ğulları topraklarında vücut bulmasını sağlamıştır. Öyle ki o dönem insanının yerleşme hususunda göz önünde bulundurduğu ölçüler evlerin bahçe içinde, avluya sahip müstakil evler olarak inşa edilmesi zaruriyetini doğurmuştur.

Buraya kadar ele alınan ve anlatılanlar, Canda- roğulları beyliği döneminde beylik topraklarında hâkim olan şehir hayatına dair ipuçları verirken; köy hayatının da nasıl oluştuğu konusunda araştırmacılara ilham kaynağı olmaktadır. Zira Orta Asya’dan gelen Türkmen köylüler derhal köy kurmaya ve tarımsal üretime başlıyorlardı. XIII. ve XIV. yüzyıllar Anadolu’sunda köyün toplumsal bünyesi tarım ile ya da hayvancılık ile uğraşan ve yaşayışları birbirinden farklı bulun- mayan çiftçi ailelerinden oluşuyordu (Yakupoğlu, 2001, s. 57).

Diğer bir ifade ile şehirlerde oturanlar ile köy- lerde oturanlar zaten seçimlerini yapmışlar ve yaşamlarına bu seçimleri ile devam etmekteydiler. Kimin nerede ve ne şekilde yaşayacağına zaten karar vermişlerdir. Herkeste bu kararlar doğrul-

tusunda uğraş edinmiş, hayatlarını ve kültürlerini şekillendirmekteydi.

Devlet otoritesinin yoğun şekilde hissedildiği ve ticaret potansiyelinin olduğu yerler şehirlerin kurulmasında belirleyici faktör olurken, köyler için ise durum biraz farklılık arz etmekteydi. Bir cami, mezarlık veya merkeze en yakın sulak alanda toplanarak yerleşik hayata geçen köylü- leri imam temsil ederken (Yücel, 1991, s. 131) şehirliler için ise durum farklılık göstermekteydi. Devlet hizmetindeki bir görevli, bir asker, bir tüccar veya bir ulema erbabının şehirliyi temsil ettiğini görürüz.

Yerleşik hayatin önemli bir birimi olan şehir, Anadolu Selçukluları ve Beylikleri döneminde Anadolu’nun iç ve dış ticaretini sağlayan önemli merkezlerdi. Büyük ticaret yolları üzerinde kuru- lan şehirlerde büyük bir refah göze çarpıyordu. Candarogullari’nın sahip olduğu Sinop büyük ticaret yollarının ulaştığı Karadeniz kıyısındaki önemli bir iskele idi. Cenevizliler buradaki ant- repoları vasıtasıyla Anadolu’daki malları ihraç ve kendi mallarını ithal ediyorlardı. Sivas’ta yerleşen Ceneviz tüccarları Doğu ve Güney’den gelen emtiayı kervanlarla Karadeniz limanlarından olan Trabzon’a, özellikle Samsun ve Sinop’a gönderiyorlardı. Dolayısıyla Samsun ve Sinop’ta çok canlı bir ticaret yapılıyordu. Nitekim Çelebi Mehmed zamanında Samsun üzerine sefer ya- pıldığında önce Ceneviz elindeki Kâfir Samsun sonra İsfendiyar Beyoğlu Hızır Bey idaresindeki Müslüman Samsun alındığında, Osmanlı padişahî Hizir Bey’e şehri niçin savunmadığını sormuştu. Bunun üzerine Hızır Bey “Bizim şehrimizin dirliği Kâfir Samsun sayesinde idi, o da sizin elinize geçti” diyerek Cenevizlilerle olan ticaret kapısının

kapandığını söylemek istemiştir. Beyliğin, Sinop limanı vasıtasıyla Venedik ve Ceneviz ile iktisadî- ticarî münasebetlerini geliştirdiği Venedik Devlet Arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır. Kastamonu ise önemli bakir ve demir madeninin çıkartıldığı bir merkez idi. Bakir madeninin bulunduğu Küre, Beylimin idaresinde bulunuyordu. Önemli bir sanayi maddesi olan bakir çok eski dönemlerden beri kullanıldığı gibi bu dönemde ve Osmanlılar devrinde de önemini sürdürmüştür (Yakupoğlu, 2001, s. 56, 63, 72, Yücel, 1991, s. 141). XIV. yüzyılın ilk yarısında Kastamonu’ya gelen ve Candaroğlu I. Süleyman Pasa ile görüşen Ibn-i Battuta, yazmış olduğu seyahatnamesinde; şehrin o zamanki durumuna ilişkin gözlemleri ve çevresindeki yolculuğu sırasında verdiği bil- giler içerisinde bu şehirde kendisine yapılan iyi muameleyi zikretmiş ve ucuzluktan söz etmiştir (Yücel, 1991, s. 125).

Seyyah, Kastamonu’yu Anadolu’nun en büyük ve en güzel beldelerinden biri olarak tanımladığı eserinde beyin etrafında teşekkül eden sosyal tabakayı ise şu şekilde dile getirmektedir: “Cuma günü ikametgâhından baîd olan mescide râkiben azîmet sultân’in adetidir. Mescid-i mezkûr ahsabdan üç tabakayi havidir. Sultan ile ricâl-i devlet, kadi, fukahâ ve vücûh-i asâkir alt tabaka- da ve Efendi yani Sultan’in biraderi ile ashâb u huddâmi ve ahâli-i beldeden bazilari orta tabakada ve Sultan’in esgar evladi olan ve Cevad tesmiye kilinan veliahdi ile ashâb-i memâlîk ve huddâmi ve sâir halk üst tabakada edâ-i salât ederler. Huffâz ictimâ ile mihrabin önünde halka teskil edip hatib ve kadi dahi bunlarla beraber oturur” (İbn Batuta Seyehatnamesi, 1919, s. 462).

Sözü edilen dönemde Candaroğlu kentlerinin yanı sıra, beylik sınırlarında 1500’e yakın köy, Türkmenlerle meskûn halde bulunuyordu. Artık bu yüzyıllarda bölgenin etnik yapısı Türklerin lehine değişiklikler göstermekteydi (Yakupoğlu, 2001, s. 56).

Bu köyler, toplumsal bünyesi kademesiz olarak tarımla uğraşan ve birbirlerinden yaşayışları çok farklı olmayan çiftçi ailelerden oluşuyordu. Bütün iş hayatlarına hayvancılık ve tarım üreti- mi hâkimdi. Şehirlerde ise tarım dışı üretimin hâkimiyeti söz konusuydu.

Bu değişiklikler sırasın da ve sonrasında Canda- roğulları Beyliği topraklarında Türkmenler tara- fından kurulan köylere gelince ise; Kastamonu’da Esen Gazi, Debbağ İshak, Oğlancık-Sitti, Karasu, Saru Kavak, Bil Ovacuğu, Çal, Bulacık, Kavacık, Gelin Virani,İsmailler, Bayundurcuk, Hoca Hacip ve As köyleri; Sinop’ta Ahmet Bey, Bıçakcılar, Değirmenci, Demürci, Oraklu, Dane-Pirinç, Saru Boğa ve Sazlı köyleri; Çankırı’da: Eymircik; Köyü; Taşköprü’de: Tay Boga, Tadurga, Tutaş, Oruç Beylü, Samanlu Viran, Akçakavak, Çat, Balatlar ve Kuşcular köyleri; Boyabad’da: Çoban Bey, Kaymaz, Adil Avlagucuk, Doğan Bayudurcuk köyleri; Koçhisar’da: Bazar Kayısı Köyü; Çerkeş’te: Şeyh Doğan, Basmul Köyleri; Araç’ta: Okçular, Kavacık ve Oğuna köyler; Tosya’da: Ahlatçık, Kayı, Çiftler, Gökçe, Öz, Çatak, Aspiros, Ağca Kavak Köyleri; Küre’de: Şeyh Çoban, Kuşcular, Ahi Mihal, Sazan, Depecik, Ağulu, Bozca Armut ve Elma Deresi köyler; Daday’da: Eymir Bey, Bakırluca, Mumcı, Sofçular, Tarakçılar, Budak, Başyalak ve Arslantaş köyleri; Kurşunlu’da: Kurt Gazi Köyü; Kalecik’te: Ak Viran Köyü; Devrekani’de: Mürseller, Bakırcısini, Kasaplar,

Öyük, Göynük Viranı köyleri; Haşalay’da: Emir Yusuflu, Bezzaz, Düzen köyleri; Göl’de: Saru Ömer, Doğancı, Şihabüddin, Şarkın, Koğalveç köyleri karşımıza çıkmaktadır (Yakupoğlu, 2001, s. 56–63).

İşte orta Asya’dan Anadolu’ya uzun yıllar neti- cesinde yapılan göçler ile Anadolu’ya gelen ve Kastamonu ve çevresine yerleşen Türkmenler yukarıda adlarını saydığımız yerleşim birimle- rini kurmuş ve bölgenin Türkmenleşmesine ve İslamlaşmasına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Tüm bunlar ile birlikte buralara gelen insanlar beraberlerinde göçebe ve yerleşik hayatlarına ait maddi ve manevi kültür miraslarını da ge- tirmişlerdir.

XIV. yüzyıl coğrafyacılarından El-Ömeri, Mesâlikü’l- ebsâr adlı eserinde Candarogullari’nın sosyal ve ekonomik durumunu ilgilendiren bilgiler vermektedir. El-Ömeri, Karadeniz kıyısında bulunan Kastamonu’nun önemli bir mevkii bulunduğunu, özellikle Sinop’un Karadeniz kı- yıları ile olan irtibatını ve ehemmiyetini anlatır. Candaroğulları Beyliği’nin yöneticileri ve halkın bunlara bağlılığı ile bölgenin ekonomik durumu hakkında bilgi verir.

Candarogullari Beyliği zamanında, Kastamonu, Anadolu’nun önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri oldu ve bu durumunu Osmanlılar zamanında şehzade sancağı olduğu zamanlarda da sürdürdü. Öyle ki, iki yüzyıla yaklaşan hükümdarlıkları zamanında Fethullah el Şirvani, Sinoplu hekim Mümin bin Mukbil, Hekim Hayreddin Amasyavi gibi ilim ve sanat adamlarını himaye ederek pek çok Türkçe eser yazılmasına ve Türkçenin ilim dili olmasına yardımcı olmuşlardır. Beyliğin asıl kurucusu olan ve sınırlarını genişleten I.

Süleyman Pasa, çevresinde oluşturduğu ilim meclisleri ile kültür faaliyetlerinin yaşatılmasına önayak olmuştur.

İşte bu ön ayak olmanın beraberinde İslâm top- lumunun sosyal hayatında önemli bir yeri olan ve kamu hizmetlerinin aksatılmadan ve hızlı bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasında en önemli görevi yapan vakıf müessesesinin de Candaroğulları Beyliği sınırları içinde büyük öl- çüde yaygınlaşması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Yerleşik hayata geçmeyi, şehirleşmeyi sağlayan ve mezkûr bölgeler oluşturulmasında önemli bir yeri olan vakıf eserler arasında, cami, medrese, imaret, zaviye gibi dinî ve ictimâî maksatlarla kurulmuş pek çok müessese bulunuyordu (Yücel, 1991, s. 131). İlim ve kültür sahasında önemli gelişmelere sahne olan Candarogulları Beyliği’nin merkezi Kastamonu ve Sinop’ta pek çok cami, medrese, imaret, han, hamam, türbe ve çeşme inşa edildi.

Kültürün önemli göstergelerinden biri olan giyim kuşama baktığımızda ise, kadınların genellikle atlas, sof ve ipekli kumaşlardan yapılmış elbiseler giydiklerini, çarşaf giyerek yüzlerini peçeyle ört- tüklerini görüyoruz. Erkeklerin ise hırka, cübbe, şalvar, sarık, külâh ve çarık gibi giyim kuşam malzemeleri kullandıklarını görürüz. Zenginler kaftan, soğuktan rahatsız olanların kürk giyerken, ilim camiasının her zaman cübbe ve sarık ile dolaşmaktaydı (Yakupoğlu, 2001, s. 66-70). Bu dönemde halk genellikle göçebe Türkmenler çadırlarında yasarken köy ve şehirlerde yasayan halk, taş veya kerpiçten yapılan ve içine saman karıştırılmış çamur balçıkla sıvanan evlerde otururlardı (Yakupoğlu, 2001, s. 63).

Tandırlarda odun, saman ve tezek yakarak pişiri- len yemekler arasında genelde yufka ekmeği ile buğday ve arpa ekmeği bası çekerken, Türklerin milli yemeği sayılan tutmaç ile et ve buğdaydan yapılan herise adı verilen bir çorbanın adına da sıkça kaynaklarda rastlanılmaktadır. Kışlık zahire ve yiyecekler zamanı gelince kullanılmak üzere kuyularda veya ambarlarda saklanmaktadır. Ancak bu kışlık zahireyi özellikle bit, fare gibi zararlı haşerelere karşı saklamak ve muhafaza etmenin bazı zorlukları vardır.

Cenaze törenlerinde, para karşılığı ağıtçı tutul- masının yanında, ölü sahibelerinin yas tutarken başlarına toprak saçmaları, saçlarını sakallarını yolarak, elbiselerini yırtmaları, elbiselerini ters giymeleri, külahlarını yere çalmaları gibi genel- likle Orta Asya kökenli matem törenleri de yine adı geçen dönemde karşımıza çıkan bazı kültür öğelerindendir. Bu devir Anadolu’sunda da tıpkı Orta Asya yuğ törenlerinde olduğu gibi ölünün ardından kurban kesilerek taziye için gelenlere ikram edilmektedir. Küçük ve büyük baş hay- vanlardan yapılan kurban kesilmesi isi kurban bayramı, adak ve nezir için de yapılmaktaydı (Yakupoğlu, 2001, s. 69).

SONUÇ

Sonuç olarak; 1243 Kösedağ felaketiyle, Moğol- ların şerrinden kaçan Türk ahali, kendileri için güvenli buldukları Ilgaz Dağları’nın kuzeyine Kastamonu ve çevresine göç etmiş, buradaki Türk nüfus büyük ölçüde artmıştır (Yakupoğlu, 2001, s. 449).

Faruk Sümer, Kastamonu ve çevresinde 6 Kayı, 2 Kara Evli, 5 Dodurga, 6 Avşar, 4 Çavundur, 6 Çepni, 8 Eymür, 6 Yüreğir, 8 İğdir, ve 1

Kınık Boyu tespit etmiştir. Sayıları azda olsa Kastamonu’ya başka Türk boyları da yerleşmiştir (Sümer, 1992, s. 214).

Böylece Kastamonu ve çevresi Türklerle meskûn bir duruma gelmiştir. Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra, Süleyman Şah’ın komutanlarından Kara Tekin, 1075 yılında Kastamonu’yu da fethederek, Türk idaresine katmıştır (Yücel 1991, s. 34). Gerçi Türklerin bu tarihten önce, Malazgirt’den hemen sonra bölgede yoğun askeri faaliyette bulunduk- ları görülmektedir. Daha sonra Danişmend’li hâkimiyetine giren Kastamonu bir yüzyıl kadar Danişmendli, Selçuklu ve Bizans mücadelelerine sahne olmuş. Nihayet Sultan I. İzzettin Keykavus zamanında kesin olarak Selçuklu idaresine geçmiş- tir. Bu hükümdar zamanında, Kastamonu’ya vali olarak atanan ve dönemin ünlü komutanlarından olan Hüsameddin Çoban, daha sonra burada adına bir Beylik kurmuştur. Bu beyliğin yüzyıl kadar süren hâkimiyetine Şemseddin Yaman Candar’ın oğlu Süleyman Paşa son vermiştir. Böylece Kas- tamonu Candaroğulları’nın eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet 1461 de bu beyliğin varlığına son vererek Kastamonu’yu Osmanlı topraklarına katmıştır (Uzunçarşılı, 1984, s. 50).

Birçok beylik gibi Candaroğullarınında dâhil olduğu Türkmen dünyası, her ne kadar idari bakımdan birbirlerinden ayrı oldukları bir siyasi yapı gösteriyorsa da öz itabiri ile aynı kültür ve dini düşünceye dayalı birbirlerinden farkı bulun- mayan örf ve geleneğe sahip büyük ve geniş bir cemiyet durumunda bulunuyordu. Devamında ise Anadolu’daki kültür hayatının Orta Asya ile bağ- lantısının göz ardı edilemeyeceği, Türk tarihinin, kültürünün bir bütünlük ve devamlılık arz ettiği

fikrinin yukarıda anlatılanlardan çıkartılabilecek en öneli sonuç olduğu göz ardı edilmemelidir. XIII. yüzyılın başlarında kurulan Batı uçlarının “Sol Kol Beylerbeyliğinin” merkezi olup; 100.000 çadırlık bir Türkmen nüfusunun yerleşmesinden dolayı Türkmenlerin başkenti olarak tanımlanan Kastamonu’da kurulan Candaroğulları beyliği gerek kendine has üslubuyla meydana getirdikleri gerekse sahip olduğu değerler ile ve siyasi faaliyetleri ile Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına büyük katkılar sağlamış, Kastamonu Yılanlı Da- rüşşifa, İsmail Bey Külliyesi, Duruçay Köyü Halil Bey Camii, Kasaba Köyü Mahmut Bey Camii, Taşköprü Şeyh Hüsamettin Külliyesi, Kornapa Köyü Camii, Bey Köyü Camii, Abdal Hasan Külliyesi ve Çankırı Taş Külliyesi gibi kurumları ile ilim ve kültür bakımından Türklüğe hizmet eden bir rol üstlenmiştir. Birçok ilmi eserin Türkçeye çevrilmesinde katkıda bulunmuş olan Candaroğulları, hâkim oldukları bölgeleri imar açısından Türk ve İslam gelenekleri dâhilinde şekillendirerek yine Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuşlardır.

KAYNAKÇA

AÇIKGÖZOĞLU, M., (1977).