• Sonuç bulunamadı

MULTİCULTURALISM

ÇOKKÜLTÜRCÜLÜĞE YÖNELİK ELEŞTİRİLER

Genelde çokkültürcülüğe, özelde liberteryen ve komüniteryen çokkültürcülük yaklaşımlarına yönelik eleştirileri ele almadan önce, yukarda değindiğimiz kavramsal, kuramsal temelleri dışında, bu yaklaşımlara, tartışmalara zemin ha- zırlayan tarihi ve toplumsal koşullara, ontolojik ve epistemolojik temellere kısaca değinmekte yarar vardır.

Modern dönem insanların varoluş, eylem ve anlam dünyalarının “toplum” kavramı etrafında tanım- lanıp, paketlenip uygulamaya konulduğu önemli bir dönemdir. Aydınlanma ile birlikte “toplumsal olan” ile ilgili olarak “ilahi” olanın yerine konulan “toplum” (Çiğdem, 2006:72) “insanların birlikte varoluşları ve bu birlikte oluşun mümkün ve muhtemel sonuçları”nı (Çiğdem, 2006:44) ifade eden, bir gerçekliğin yansız bir yansıması değil, bir dönemin çatışmalarının çözümü, ideallerinin, ideolojilerinin, projelerinin temellendirildiği rafine bir paketleme ve servis biçimidir.

Geleneksel bütün bir varoluş biçimlerinin, çerçe- velerinin, bir arada/birlikte yaşama kalıplarının kavramlarının modern dönemle birlikte “toplum” kavramı etrafında yeniden yeni bir formda icadı ile karşı karşıya kalırız. Toplum içinde Bireylerin tanıma, tanımlama ve tanınma aracı olarak or- taya çıkan kimlik konusunda Anık (2012:9-10) bireysel kimlik, grup kimliği, etnik kimlik, ulusal kimlik ve medeniyet kimliği tasnifini yapıyor ve bu kimliklerin farklı zaman, mekan ve muhatap koşullarında bireyde baskın durumda olduğuna işaret ediyor ve şu tespiti yapıyor, klasik sosyoloji geleneği toplumsal-ulusal kimliği yüceltirken diğer kimlikleri tek başına değer ifade etmeyen unsurlar olarak görüp dışlamıştır.

Toplumun icadıyla birlikte bireyi veya toplumu önceleyen yaklaşımların oluşturduğu bir dikotomi ortaya çıktı ve ayrıntılı tartışmalar yaşanmaya başladı. Bu dikotominin biraz farklılaşarak da olsa çokkültürcülük yaklaşımlarında da sürdüğünü görmekteyiz. Bireyi önceleyen liberal yaklaşımlar birlikte yaşamayı birey üzerinden temellendir- diler. Toplumu (cemiyeti) olmasa da topluluğu (cemaati) önceleyen komüniter yaklaşımlar ise

birlikte yaşamayı bireylerin var olabildiği temel ve sahici bir kategori olarak gördükleri topluluklar üzerinden temellendirdiler.

Dikotomiler ait oldukları konuya alana ilişkin farklı yaklaşımların göz ardı edilmesine, ufukların daralmasına, sahiciliğin kaybolmasına yol açma ihtimali taşımakla birlikte bu sorun bilindiği takdirde zihinsel, fikri sınırların o alanda en uç noktaya taşınması, zenginleşmesi anlamında önemli role sahip olabilirler. Liberteryen-Komüniteryen dikotomisi de bu bağlamda okunabilir.

Modernizmin krizine, ideallerinin hüsranla sonuçsuz kalışına dikkatleri çeken düşünürler modernizmin toplum tasarımının da krize girdiğini, toplumsalın iflasını, sonunu ilan ettiler (Baudrillard, 2006). Birarada birlikte yaşama konusunda modern top- lum tasavvurunun ürettiği sorunlar girdiği krizler postmodern kitle tasavvurunun piyasaya girmesine zemin hazırladığı gibi, modern ve postmodern bir arada yaşama teorilerinin karşılıklı eleştirilerle şekillenmesine yol açmıştır. Liberteryen yaklaşım toplum tasavvurundan vazgeçmeden bireyi var etmeye çalışırken, komüniteryenler toplum ve insan tasavvurunun eleştirisi üzerinde topluluklara dikkatleri çeken bir yaklaşım ortaya koyuyorlar. Liberteryen çokkültürcülük modern “toplum”un krizini toplum tasavvurunun çerçevesini, devlet ve birey ile ilişkisini yeniden tanımlayarak aşmaya çalışmaktadır. Komüniteryen çokkültürcülük ise modernizmin toplum idealinin sonunu ka- bullenmekte, toplum tasavvurunun çerçevesinin muğlâklığına devlet ve birey ile ilişkisindeki sorunlarına işaret ederek toplum altı kategorilere, topluluklara-cemaatlere dönmekte, onları yeni bir biçimde mevcut koşulları temellendirecek şekilde tanımlayıp yorumlayarak postmodern dönem ait,

modern imkânları kullanıp genişleten, bir birarada/ birlikte yaşama projesi önermektedir.

Kimliklerin tek bir kimlikte, toplumsal ulusal kim- likte toplandığı eritilmeye çalışıldığı modern dönem sürekliliği sağlayamadığı, çeşitli sebeplerle krize girdiği için – sömürgelerin bağımsızlığı, uluslar arası göçler, kitle iletişim araçlarının, enformas- yon, ulaşım vb teknolojilerin gelişimi yaygınlık kazanması, farklılıklarla karşılaşma alanlarının, oranlarının artması gibi nedenlerle- bireylerin farklı kimlikleri gündeme gelmeye başladı.Bu sayılan faktörlerin yanı sıra çok boyutlu çok yönlü bir süreç olan küreselleşmenin de etkisiyle “toplum” özgün koşullarının dışında yeni boyuta geçmiştir. İnsanların birlikte varoluşları bu dönemsel kalıbın yorumlanıp genişletilmesini ya da terk edilerek bu kalıp dışında yeni tanımlamalar ve modelle- meler geliştirilmesini bir ihtiyaç haline getirmiştir. Çokkültürcülük tartışmaları bu sorunlara cevap arayışın sonucu olarak sosyal bilimlerin, sosyal politikaların gündemine gelmiştir. Bu nedenle çokkültürcülük tartışmalarını görmezden gele- rek, reddederek modern toplumların/ulusların mevcut durumlarını, en azından eski rahtlığıyla sürdürmesinin imkânı kalmamıştır.

Çokkültürcülük tartışmalarını komplocu bir yak- laşımla ele almak, manipülatif bir tartışma olarak görmek, popülist, akademik yapay bir gündem olarak değerlendirmek, değişimi görmemek olur. Bu, insanlığın farklılıkları ile çatışmadan bir arada, birlikte yaşaması yönündeki çabaların, arayışların zaman ve mekan üstü bir çözümü varmış gibi, dondurulmasına yol açar. Sorunların göz ardı edilmesine, kronikleşmesine ve böylece daha büyük sorunlar olarak önü alınamaz bir şekilde gün yüzüne çıkmasına sebep olur. Bu

nedenle, genelde çokkültürcülük yaklaşımlarını önemsemek, özelde bu iki yaklaşımı ufuk açıcı bir dikotomi olarak kendi tarihi toplumsal siyasi, iktisadi kültürel koşulları içinde değerlendirmek ve günümüzde karşı karşıya olduğumuz ya da olabileceğimiz sorunlar için bize bir takım done- ler sağlayabilecek bir tartışma olarak ele almak gerekmektedir.

Çokkültürcülüğe yönelik farklı kaynaklardan, çe- şitli bağlamlarda birçok eleştiri yapılmaktadır. Bu eleştiriler teorik, bilimsel, felsefi düzlemde olduğu kadar, pratik, ideolojik, siyasi zeminden de kay- naklanmaktadır. Bunların yanı sıra çokkültürcülük kavramı farklı tarihi, sosyal koşullara sorunlara sahip toplumlarda farklı anlaşılmakta - kiminde etnik kimlikleri ifade etme aracı, ulusal cemaat- ler arasında güçlerin paylaşımı, marjinal sosyal grupların talepleri kiminde ise dinsel inançların ifadesi, yaşanılması, kültürel kimliklerin önyargı ve ayrımcılık korkusu olmadan ifade edilmesi anlaşılmakta,- buda farklı eleştirileri beraberinde getirmektedir.

Burada, önce liberteryen bir model olarak çok- kültürlü yurttaşlık modeline, komüniteryen bir model olarak tanınma politikasına ve sonra da genel olarak çokkültürcülük yaklaşımının kendisine yöneltilen temel eleştirileri özetleyelim.

Liberteryen ve komüniteryen yaklaşım birbirle- rinin eleştirisi konumundadırlar. Bu eleştirileri tekrarlamadan “çokkültürlü yurttaşlık” ve “ta- nınma politikası”na yöneltilen birkaç eleştiriyi şöyle sıralayabiliriz. Kymlicka’nın çokkültürlü yurttaşlık modeline yönelik temel eleştirilerden biri kültüre yaklaşımı konusundadır. Bu yakla- şımda kültür, bireyi belirleyen asli unsur olarak değil, bireyi biçimlendiren etkin bir unsur ola-

rak görülür. Parekh (2002:140), Kymlicka’nın kültürel çeşitliliğe yönelik araçsal bir yaklaşım sergilediği, diğer kültürleri birer seçim nesnesi olmak dışında önemsemediği için eleştirir. Ayrıca kültürel hakları tartışmalı bir hiyerarşik yapıya sokmasını problemli bulur. Şan (2006:228) ise, çokkültürlü yurttaşlık modelinin, ayrımlaşma derecesi yüksek toplumlarda ulusal birlik ve bera- berliğin sağlanması konusunda tatminkâr bir cevap veremediğine, etnik ve ulusal grupların birçok taleplerinin liberal bireysel özgürlük ve sosyal adalet ilkeleriyle çelişmediği gibi oldukça iyimser bir tutuma sahip olmasını eleştirmektedir. Taylor’ın tanınma politikası ise, toplulukları önceleyerek, bireysel hakların tartışmalı duruma gelmesine yol açtığı, liberal gelenekten uzaklaştığı için eleştirilir. Toplulukların ön planda olmasının ulusal birliği parçalayıcı, insan haklarına zarar verici bir boyuta ulaşabileceğini Rockefeller (2010:107), Quebec örneğinden hareketle eleş- tirmektedir. Komüniteryen çokkültürcülük bir yanıyla da bireysel hakları kısıtlayan, farklılıkları yok eden bir siyasete dönüşme riski taşımaktadır. Durdu (2010), tanınma politikasının, birbirinden farklı kültürlerin, cemaatlerin bir devlet çatısı altında yan yana yaşamaları hususunda sorunlu olduğuna, her kültürün ve cemaatin kendi de- ğerlerini yaşatmak üzere sonuna kadar mücadele edeceği ve buna hakkı olduğu düşünüldüğünde bu politikanın farklı cemaatlerin çıkarlarının ça- tışmasına yol açacağı tespitini dile getirmektedir. Kültürlerin birbiriyle çatışan isteklerini aynı anda talep etmesinin bir çözümsüzlük, adaletsizlik ve çatışma getirme potansiyeli taşıması, “tanınma politikasının” cevapsız, zayıf yanlarından birini oluşturmaktadır.

Çokkültürcülüğe yönelik eleştiriler temelde genel olarak milliyetçi, muhafazakâr, ulusalcı, ırkçı, sol, Marksist düşüncelere dayanır. Anık (2012:91-92) bu eleştirileri özetle şu şekilde sıralamaktadır. Milliyetçi, muhafazakâr, ulusalcı, ırkçı yaklaşımlar çok kültürcülüğü, ulus devleti zayıflatan, ulus birliğini zedeleyen, toplumu bal- kanlaşmaya götüren, ülkeyi içerdeki yabancıların istilasına açan, siyasi ve kültürel açıdan tahrip edici, Batı’nın Batı-dışı devletleri zayıflatmak için kullandığı bir yaklaşım, tehlikeli bir süreç olarak eleştirmektedirler. Sol, Marksist yaklaşımlar ise çokkültürcülüğü, altyapının ürünü olan, yapay, komünist aşamada aşılması gereken kimlik türlerini ön plana çıkararak insanı, özünü açıklamaktan ziyade gizlemeye yönelik bir işlev gördüğü, çok uluslu küresel kapitalizmin kültürel kurmacası, ideolojisi olduğu, Avrupa merkezci, mesafeli bir ırkçılık olarak eleştirmektedirler. Çokkültürcü politikalara, komüniteryen ve liberteryen ayrımı yapmadan, genel olarak getirilen şu eleştirileri de sayabiliriz; liberal modernitenin temsil ve dağıtım sisteminden kaynaklanan eşitsizlik ve adaletsizlik sorunlarının çözümünün salt kültürel olduğu ileri sürülmekte, kültür adeta sihirli bir değnek haline getirilmektedir (İrem, 2006:58). Bu durum bazen sorunların bizzat kültürden kaynaklandığı gerçeğini, iktisadi, siyasi ve sosyal eşitsizlik ve adaletsizliklerin kültürel farklılıkların önplana çıkartılarak gizlendiğini görmemizi engellemek- tedir. Çokkültürcülük, toplumlardaki eşitsizlikleri pekiştirme olasılığı taşıdığı, yok etmeye çalıştığı kültürel farkları, ayrımcılıkları yeniden ürettiği gerekçesiyle de eleştirilmektedir (Somersan, 2004:137). Çokkültürcülüğün popüler ve ateşli eleştirmenlerinden olan Zizek (2001: 165-168) küresel kapitalizmin ulus-devlet metropolünü

sömürgeleştirmeden sömürgeleştirme paradok- sunu içerdiği gibi çokkültürcülüğün de, kendi tikel kültüründe kök salmadan yerel kültürlere karşı tepeden bakan Avrupamerkezci mesafe ve/veya saygı tavrını içerdiğini, tekzip edilmiş, tersine çevrilmiş, göndermesi kendinde bir ırkçılık biçimi olduğu eleştirisini yapar. Zizek çokkültür- cülüğün, öteki kimliklere saygı duyma politikası ile topluluklar ve cemaatler arasına belirli bir mesafe koyarak onlarını içine kapattığını, bunun da açık olmamakla birlikte mesafeli bir ırkçılık barındırdığını ileri sürer. Temel olarak Zizek, çokkültürcülüğü küresel kapitalizmin kendisine yönelik eleştirileri ortadan kaldırmaya yönelik kullandığı manipülatif bir strateji, kapitalizmin yeni emperyal ideolojisi, olarak eleştirilerinin hedefine oturtur. Çokkültürcülük, demokratik teoriden ziyade yeni faşist, sağ, muhafazakâr ve dinci teoriye yaklaşmakla, onların sosyal ve siyasal politikalarına zemin hazırlamakla da eleştirilmektedir (İrem, 2006:46). Son bir eleş- tiri olarak, modernizmin kapitalist ve komünist ideolojiler dikotomisinin, dünyanın batılılaştırıl- masında oynadığı rol gibi çokkültürcülüğün de liberal dünya görüşünü mutlaklaştırmaya yönelik, birey (liberteryen) ve topluluk merkezli (komü- niteryen) dikotomik bir dünya tasavvuru üreten, bunu tüm toplumlara dayatan bir politika olarak okunabileceği eleştirisini dile getirebiliriz.

SONUÇ

Liberal düşünce geleneği içinde farklılıklarla bir arada yaşama konusunda karşılaşılan sorunlar üzerine yürütülen gerek teorik tartışmalar, gerek politik uygulamalar, bu alanda iki temel yak- laşımı gündeme getirmiştir. Klasik liberalizm, farklılıkları bir gün ortadan kalkacak nüanslar

olarak görüp hoşgörü ile karşılama yaklaşımına sahiptir. Bu yaklaşımı yetersiz görüp, genişlet- mek ve çağın sosyal, siyasal sorunlarına daha gerçekçi çözümler bulmak için Rawls’ın adalet kuramı etrafında öneriler sunan düşünürler Li- berteryen bir modelin gündeme gelmesine zemin hazırlamışlardır. Liberteryen teorinin tezlerini yetersiz bulan, eleştiren bir takım düşünürler de liberal tezlerle dikotomik bir karşıtlık oluşturan ve çokkültürcülük yaklaşımlarına canlılık katan bir yaklaşım olarak Komüniteryen yaklaşımı ortaya koymuşlardır.

Özetle Liberteryen çokkültürcülük yaklaşımı, bir arada yaşamak için bireysel hakların adil bir şe- kilde dağıtılmasını yeterli bulurken, komüniteryen çokkültürcülük yaklaşımı hakların dağıtımının bireysel temelde dağıtımının yetersiz olduğunu, bireyin, kimliğinin bir kültür içinde varolduğu için, bireyi var eden topluluktan bağımsız hak dağıtımı olamayacağını ileri sürer.

Liberteryen ve Komüniteryen çokkültürlülük yaklaşımları, tüm eksiklikleri, kusurları ve so- runlarına rağmen farklılıklarla bir arada yaşama konusunda, Batı merkezli sosyal ve siyasal so- runlara, teorik ve pratik düzlemde yine Batı’nın tarihi ve toplumsal, ontolojik ve epistemolojik veri tabanından hareketle öneriler sunan önemli iki yaklaşım olarak karşımızda durmaktadır. Bu da bir arada yaşama konusunda yeni yaklaşım- ları, tartışmaları besleyecek bir zemini bizlere sunmaktadır. Liberal zeminde Batı’nın tarihi ve toplumsal tecrübesinden hareketle öneriler ileri süren bu yaklaşımlar bize bir toplumda, sosyal bütünleşmeyi sağlayacak değerlerin, toplumun bütününe yayılmadıktan sonra ne bireysel ne de topluluklar temelinde bir haklar teorisinin

toplumsal bütünleşmeyi tehdit etmeden ortaya konamayacağını göstermektedir. Bu dikotomi bize, batı-dışı toplumlara, kendi tarihi ve toplumsal tecrübelerimiz ışığında, bireyi ne ona büyük bir imkanlar çerçevesi sağlayan cemiyetten ne de onu kültürel anlamda var eden cemiyetin bir alt kategorisi olarak cemaatten bağımsız biçimde ele almayan, holistik bir haklar teorisi, birlikte yaşama modelleri geliştirmemiz gerektiğini göstermektedir.

KAYNAKÇA