• Sonuç bulunamadı

Batılı toplumlarca Doğu Akdeniz ülkelerini tanımlamakta kullanılan Fransızca kökenli “levant” kelimesinden türetilen “Levanten” bu ülkelerde doğup yaşayan Hıristiyan inancına sahip Avrupa ya da Amerikalıları nitelemektedir61.

Levantenlerin kim olduklarına dair farklı görüşler öne sürülmektedir. Tuncer Baykara’ya göre Levantenler, Avrupalı tacirlerin yerli Rumlarla evlenmelerinden doğan yeni bir ırktır62. Şerife Yorulmaza göre Levantenler tarihsel süreç içerisinde, özellikle Akdeniz ticaretinin gelişmeye başladığı dönemden itibaren Doğu Akdeniz ülkelerine yerleşen farklı Avrupa ulus ve topluluklarından ( Venedikli, Cenevizli, İngiliz, Fransız, Felemenk, Avusturyalı) kimselerin; zamanla birbirleriyle ve bazı yerel unsurlarla evlilikler yoluyla kaynaşmaları sonucu farklı ölçülerde, değişken, baskın yerel Türk kültürüne kapalı ve seçkin kalmaya çalışan bir zümredir63. Meydan Larousse’nin Levanten maddesinde ise bu kişiler Avrupa asıllı olan ve Osmanlı ülkesinde yaşayan kişiler olarak tanımlanmaktadır64.

Tarihsel anlamda Levantenlerin ortaya çıkışı oldukça eskilere dayanmaktadır. Kolonicilik faaliyetleri adı verilen, bir ülke tüccarının başka bir ülkeye yerleşip burada kimliğini muhafaza ederek ticaret yapması durumu İlkçağ’da karşımıza çıkmaktadır. Ancak tanıma uygun olarak Avrupalıların Doğu Akdeniz liman şehirlerine yerleşerek ticaret kolonileri oluşturmalarına yol açan ilk gelişme Haçlı Seferleri’dir. Özellikle I. Haçlı Seferi sonucunda Doğu Akdeniz kıyılarındaki şehirlerin haçlıların kontrolü altına girmesiyle Avrupalı tüccarlar Lübnan ve Filistin

61 Oxford Hachette, Frech Dictionary, Newyork - USA, 2001, s. 489. 62 Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, İzmir 1974, s. 35.

63 Şerife Yorulmaz, “Tarih Sürecinde Bir Zümre : Levantenler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları

Dergisi, II/ 4-5, (1995), s. 136.

48

bölgelerindeki haçlıların kontrolü altındaki şehirlere gelerek ticaret kolonileri oluşturdular ve bu koloniler genellikle İtalyan şehir devletlerinin tüccarları tarafından oluşturuldu65. Kısa bir süre içinde haçlı devletlerinin kendilerine tanıdıkları ayrıcalıklardan yararlanarak Venedik Dükalığı Akdeniz ticaretinin en sözü geçer devleti haline geldi66.

Venediklerin Akdeniz’de sağladıkları bu üstünlük uzun bir süre devam etti. Bu nedenle XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti Doğu Akdeniz’e açılmaya başladığında bu bölgede Venedik ticaret tekeliyle karşılaştı. XVI. ve XVII. yüzyıllar boyunca birçok devlet adamı Venediklilerin Akdeniz üstünde kurdukları bu ticari ve askeri üstünlüğü kırmaya çalıştı. Bunun için hem denizlerde askeri alanda mücadeleye ağırlık verdi, hem de Venedik’in rakibi durumunda olan Cenova, Floransa ve Raguza gibi diğer İtalyan tüccar devletleriyle ticari ilişkiler kurmaya çalıştı67.

XVI. yüzyıl sonlarına doğru Avrupa ekonomisinin ağırlık merkezi Akdeniz kıyılarından Atlas Okyanusu kıyılarına kaymaya başladı. Bunun sonucunda Fransa, Hollanda ve İngiltere bandıralı ticaret gemileri Doğu Akdeniz limanlarında görünmeye başladı. Osmanlı Devleti Venediklilere karşı izlediği karşıt tutumu Fransız, Hollanda ve İngiliz tüccarlarına karşı göstermedi ve onların Osmanlı karasularında özgürce ticaret yapmalarına imkân tanıdı. Özellikle İngiliz ve Fransız tüccarlara tanınan kapitülasyonlardan yararlanarak, XVII. yüzyıldan itibaren İstanbul, İzmir, Antalya, Beyrut, Halep ve İskenderiye gibi şehirlerde İngiliz ve Fransız ticaret kolonileri oluşmaya başladı68.

65 Herbert Heaton , Avrupa İktisat Tarihi , Cilt : I, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Osman Aydoğmuş ), Ankara, 1985, s. 130.

66 Herbert Heaton, a.g.e., s. 149. 67 A..g.e., s. 233.

49

İngiltere’nin Osmanlı Devleti’yle ticari ilişkilerini, 1581’de kurulan Turkey

Company ve sonradan Levant Company adını alacak olan şirket başlattı ve uzun bir süre tek başına bu ticari ilişkileri sürdürdü69.

Avrupalı devletler XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti ile olan ticari ilişkilerin yoğunlaşmasından dolayı ülke sınırları içinde birçok siyasi temsilcilikler ve konsolosluklar oluşturdular. Bu temsilcilikler bulundukları bölgelerdeki yerel yöneticiler ve yerli tüccarlarla diyalog sağlayabilmek için gayrimüslim Osmanlı reayasından tercüman olarak yararlanmaya başladılar70. Böylece imparatorluk içindeki bu Hıristiyan ve Musevi reaya uzun zamandan beri ülkenin ekonomik hayatındaki uygun rollerine ilaveten Avrupa ile Osmanlı Devleti arasındaki ticari ilişkilerde aracılığa başladılar71. Gayrimüslim reayanın bu şekilde batılıların tercümanlığını resmi olarak yapabilmeleri için padişahtan bir onay yazısı almaları gerekiyordu72.

İmparatorluğun müslüman olmayan unsurları zamanla yardımda bulundukları devletlerin vatandaşlığına geçme olanağına sahip oldular. Böylece Osmanlı ülkesinde gerçek Avrupalıların yanı sıra İzmir İstanbul, Bursa gibi önemli ticaret merkezlerinde mahallesi, giyimi ve yaşayışı farklı, sözde Avrupalılar sınıfı ortaya çıktı73. Feyyaz Erdi de bu durumu iki Levanten sınıfının varlığına dayandırarak ispatlamaktadır. Ona göre bu Levanten grubundan ilki Osmanlı ülkesine yerleşen “düveli muazzama” uyruklu etkin ekonomik ve siyasi güce sahip kişi ve ailelerini kapsar. Diğeri ise bölge tebaasının Avrupalı tüccarlarla karışmalarının sonucu oluşan melez etnik kökenli kişilerdi. Epri’ye göre bu grup

69Herbert Heaton, a.g.e., s. 250, Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, cilt : II, İstanbul, 1979, s. 196; ayrıca Robert Mantran, XVII.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ticaretin Değişmesi, İzmir, 1987, s. 162.

70 Robert Mantran, a.g.e., s. 160.

71 Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Kapitülasyonlar-Beratlı Tüccarlar –Avrupa

ve Hayriye Tüccarları (1750- 1839), Ankara, 1983, s. 25. 72 Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s. 197.

50

köklü bir kültürel geçmişe sahip olmadığı için, kendilerini batılı göstermek pahasına taklitçi ve yozlaşmış kişilerden oluşmuştur74.

Bu ikinci grup genellikle Rum, Ermeni, Yahudi ve az sayıda Türk’ten oluşmaktaydı. Ancak bunlar yabancı devlet vatandaşlığına geçip eski isimlerini de değiştirdikleri için nüfuslarının miktarı hakkında kesin bilgilere ulaşmak zorlaşmıştı. Bu durum aynı zamanda Osmanlı ülkesinde yaşayan levanten nüfusunun ne kadarının sonradan Avrupalılaşan nüfus olduğunu belirlemede de zorlukların yaşanmasına yol açmaktadır75.

16 Ağustos 1838 tarihli Türk - İngiliz ticaret anlaşması sonucu kapitülasyonlarla yabancılara tanınan ayrıcalıklar genişletildi ve onların Osmanlı iç ticaretinde de etkin rol oynamalarına olanak sağlandı. Bu anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra Osmanlı ülkesinde bulunan batılı devletlere ait ticaret bürolarının sayısında hızlı bir artış yaşandığı görüldü76. Bu artışla birlikte yabancıların Osmanlı ülkesinde gayrimenkul elde etmeleri de hızlandı. Ancak 1867 yılına kadar yabancıların Osmanlı ülkesinde gayrimenkul edinme hakkı olmadığından dolayı eski vatandaşlıklarını kaybetmeden 77 arazi sahibi olabilmek için elde etmek istedikleri gayrimenkulü, tapu dairelerinde Osmanlı tebaasından güvendikleri bir kişinin üzerine yazdırarak elde etmekteydiler78.

Bu uygulama 1867 yılında sona erdi. Bu tarihte çıkartılan “tabayı

ecnebiyenin emlaka mutasarrıf olmaları hakkında kanun ile” yabancılara Türkiye’de tapusu kendi üzerlerinde olacak şekilde gayrimenkul edinme hakkı tanındı. Çıkartılan kanuna göre yabancılar Hicaz bölgesi hariç Osmanlı ülkesindeki her hangi bir yerde taşınamaz mülk edinebileceklerdi79.

74

Doğan Avcıoğlu, a.g.e., s. 197.

75 Feyyaz Erpi, Buca’da Konut Mimarisi (1838 - 1934), Ankara, 1987, s. 10. 76 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Ankara, 1982, s. 20. 77 İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul, 1982, s. 216.

78 1867’ye kadar yabancıların Osmanlı ülkesinde, tapusu kendi adlarına olan gayrimenkuller edinebilmeleri için Osmanlı vatandaşlığına geçmeleri zorunlu tutulmuştu.

51

1867 yılında çıkartılan mülk edinme yasasının etkisiyle Endüstri Devrimi’ni gerçekleştirmiş ülkelerin yatırımcıları hızla Osmanlı ülkesinde sanayi alanında yatırımları oluşturmaya başladılar. Kısa bir zaman içinde de Osmanlı ülkesindeki sanayiye dayalı üretimin ağırlığı yabancıların ve onların destekledikleri azınlıkların kontrolüne geçti. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse XX. yüzyıl başlarında İzmir’de var olan 391 fabrikadan sadece 14’ü Türklere ait olup geri kalan 244 fabrika Rumlara, 6’sı İngilizlere, 5’i Fransızlara, 3’ü İtalyanlara, 1’i Belçikalılara, 9’u Musevilere ve 3’ü Ermenilere aitti. Ayrıca bu sayıya 3’ü Avusturyalılara, 22’si Almanlara, ve 1’i de Amerikalılara ait olan atölyelerde dâhildi80.