• Sonuç bulunamadı

I I DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI DEMOGRAFİSİ

Osmanlı Devleti de diğer Arap ve Müslüman Türk devletlerinde olduğu gibi ülke içindeki nüfusu tebaanın dini inanışlarına göre belirlenen çizgilerle milletlere ayırdı. Örneğin Arap, Çerkez, Türk ayrımı yerine Müslüman milleti, Bulgar, Sırp, Romen ayırımı yerine ise Ortadoks milletleri meydana getirildi36.

Bu durum XIX. yüzyıla kadar sürdü. 1789 Fransız İhtilali’yle dünyaya yayılmaya başlayan etnik kimliğe dayalı milliyetçilik anlayışı kısa zamanda Osmanlı ülkesinde de etkisini göstermeye başladı ve Justin McCarthy’in deyimiyle milliyetçilik “hâkim kimlik olan dini aşarak bir üst tanımlama “ haline dönüştü37. Kanımca bu değişim birden oluşmadı. Çünkü ülke içinde oluşan Sırp, Bulgar, Yunan, Ermeni ayrılıkçı hareketlerinde bir milliyetçilik anlayışı etkili olmakla birlikte din de önemini korudu. Farklı bölgelerde ortaya çıkan bu ayrılıkçı hareketlerde hareketin içinde yer alan unsurlar genel anlamda hâkim unsur olarak gördükleri ötekilere yani Müslüman nüfusa tepki duymaktaydılar. Müslüman unsura tepki niteliğinde hristiyanlığın da savunulduğu gerek hareketin önderliğinde kilise ve papazların yer alması gerek se kullanılan dini içerikli sloganlar göstermektedir. Ayrıca ayrılıkçı çetelerin kontrolleri altına aldıkları bölgelerdeki Müslüman unsuru zorla hristiyan haline getirmeye çalışmaları hareketin özünde bir dini çatışmanın da bulunduğunun kanıtı olarak karşımıza gelmektedir. Ancak önder kadro içinde yer alan batıda eğitim görmüş ve batı fikirlerini benimsemiş kişilerin etkisiyle ayrılıkçı hareketlerin etnik kökenli bir milliyetçiliğe dönüştüğünü düşünmekteyim. Bu andan itibaren

36 Justine McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, s. 1. 37 Justine McCarthy, Osmanlıya Veda, , s. 80.

34

imparatorluk içindeki topluluklardan öncelikle Balkanlar’daki topluluklar kendilerini Osmanlı tanımlamasındaki millet anlayışından farklı olarak “ulus” şeklinde tanımlamaya başladılar. Artık onlar kendilerini Bulgar, Sırp, Rum ya da Ermeni ulusuna mensup saymaktaydılar. Tanzimat Dönemi Osmanlı yöneticileri, bu fikirlerin ayrılıkçı milliyetçiliğe dönüşmesini engellemek adına birlik ve beraberlik esasına dayalı ve tüm toplumu eşit kabul eden bir Osmanlı milliyetçiliği anlayışını oluşturmaya çabaladılar38. Ancak bu düşünce sadece teoride kaldı. Çünkü gerek batılı devletlerin özellikle de Rusya’nın takip ettiği Panslavizm politikası niteliğindeki ayrılıkçı milliyetçiliği körükleyici kışkırtmalar, gerekse batılı devletlerin fiilen yaptıkları siyasi, ekonomik ya da askeri müdahaleler sonucunda imparatorluğun tasfiye sürecine girmesi, oluşturulmak istenen Osmanlıcılık fikrinin başarısız olmasına yol açtı39.

1878 sonrası Osmanlı ülkesindeki Hıristiyan ve Müslüman nüfuslar arasında yükselen milli bilinç etnik ve dinsel bağlara dayanmaktaydı. Ülke sınırları içindeki bu niteliğe sahip her etnik unsur bilinçli olarak ya da olmayarak yaşadıkları bölgelerde kendi sayısal üstünlüklerini savunmaya başladılar40. Bu durum XX. yüzyıl başlarında giderek şiddetlenmeye başladı. Bu topluluklar yaşadıkları alanlardaki diğer etnik unsurlara karşı sayısal üstünlüğü sağlamak adına çeteler halinde örgütlenerek bu unsurların ya kendi otoritelerini kabul etmelerine ya da başka bölgelere göç etmelerine yol açan şiddet hareketlerine giriştiler ve Pax Ottomana denilen Osmanlı toplumsal birlikteliğinin parçalanmasına katkıda bulundular.

Balkan Savaşları sonrasında İttihat ve Terakki hükümeti Pax Ottomana’yı parçalamaya yönelik etnik milliyetçiliği benimseyen kişi ve gruplara karşı kesin bir tavır aldı. Batıda Yunanistan’a katılmayı hedefleyen Rum milliyetçileriyle, doğuda bağımsızlık yanlısı Taşnak ve Hınçak taraftarı Ermenilerle, güneyde ayrılıkçı Arap teşkilatlarına karşı hükümet mücadele etti41. Osmanlı hükümetinin bu teşkilatlarla

38 A..g.e., s. 142. 39 A.g.e., s. 390.

40 Kemal Karpat, a.g.e., s. 85. 41 Justine McCarthy, a.g.e., s. 146.

35

mücadelesi ve çeşitli cezalandırma yöntemleri ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

Tanzimat Dönemi’nde gerçekleşen ilk nüfus sayımında ülke içindeki kadın nüfus sayım dışı bırakılarak yalnızca erkek nüfusun sayıldığı görüldü. Bunun sonucunda Osmanlı nüfusunun yaklaşık 35.000.000 olduğu anlaşılmaktadır. Bu nüfusun 15.500.000’i imparatorluğun Rumeli eyaletlerinde, 16.050.000’i Anadolu ve Arap Yarımadası’nda, 3.800.000’i ise Trablusgarp ve Tunus’ta yaşamaktaydı. Bu nüfusu meydana getiren unsurlar arasında heterojen bir yapının olduğu, bu yüzden de din, mezhep ve soy birliği olmadığı savunulabilir42.

1878 – 1912 yılları arasındaki Anadolu nüfusunun artış hızı incelendiğinde nüfusun yıllık olarak %1,5 oranında arttığı görülmektedir. Bu artış doğal olarak tüm toplumlar ve tüm bölgeler bakımından eşit olarak paylaşılmadı. Ancak Anadolu bir bütün olarak ele alındığında nüfusun önemli bir artış kaydettiği görülmektedir.

Anadolu nüfusunun artışının temelinde yüksek doğum oranı ön plana çıkmaktadır. Doğum sonrası dönemde anne ölüm oranının yüksek olmasına rağmen doğurganlık dönemi boyunca bir kadının ortalama 6 çocuk dünyaya getirmesi normal bir durum olarak kabul edilmekteydi. Bu 6 çocuktan 3 tanesi hastalık, yetersiz beslenme kötü yaşam koşulları ve benzeri nedenlerden dolayı daha 5 yaşına gelmeden ölüyordu. Yaşadığı bölgeye bağlı olarak sıradan bir Anadolu insanının 25 ile 35 yıl arasında ömür sürdüğü genellemesine ulaşılabilir. Bazen bu yaş sınırının 45 – 50 çizgisine ulaştığı görülse de bu durum çok nadir olarak gerçekleşmekteydi. Bir Anadolu insanının ölüm nedeni genellikle dizanteri, verem ya da sıtma gibi bir salgın hastalık olmaktaydı43. Ancak bu durum ülkede batı tarzında modern sağlık sisteminin yapılandırılmasıyla azalmaya yüz tuttu. Bunun en iyi göstergesi 1878 - 1912 yılları arasındaki dönemde ciddi bir salgın hastalığın oluşmamasıdır ki bu da teşkilatın bir başarısı olarak kabul edilmelidir.

42 Hidayet Vahapoğlu, “Yönetim ve Azınlıklara Bakış Açısından Osmanlı Devleti”, Erdem, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, VIII/ 22, (1996), s. 44

36

1878 – 1912 yılları arasında Osmanlı nüfusundaki artışın en önemli nedeni hem salgın hastalıkların engellenmesi, hem de herhangi bir devletle büyük çaplı bir savaşın yapılmaması dolayısıyla ölüm oranının azalması olarak gösterilebilir. Ölüm oranının azalmasının yanında tarım ürünlerinin ayanlar ve yasadışı yollarla tebaadan vergi toplayanlar tarafından zorla el konulması uygulamalarının ülkenin büyük bir kesiminde önlenmesi ve önemli demiryolu hatlarının oluşturulması sonucu ulaşım faaliyetlerinin gelişmesi ve bunun sonucunda da tarım ürünlerinin daha hızlı bir şekilde nakledilmesiyle insanların daha sağlıklı ve iyi beslenmesi ile birlikte toplumsal hayatı düzenleyici gelişmeler yaşanmış ve bu gibi etkenlerle sağlıklı insan nüfusunun artması tetiklenmiştir44.

Osmanlı ülkesinde nüfusa ilişkin verilerin, her Osmanlı vilayetinde görevli sicil memurları tarafından kayıtları tutulmaktaydı. İdeal olan çalışma şekli bu kayıtların eksiksiz olarak tutulması ve belli zamanlarda güncellemenin yapılması olmasına rağmen siciller bu açıdan bakıldığında mükemmellik gösterir bir niteliğe ulaşamamışlardı. Merkezi otoritenin en güçlü olduğu Anadolu’nun kuzey ve batısındaki illerde nüfus kayıtları iyi tutulmaktaydı ve sağlıklı sonuçlara ulaşılmaktaydı. Bu durumun İç ve Güney Anadolu illerinde daha zayıf, Doğu Anadolu illerinde ve Arap bölgelerinde ise gözle görülür ölçüde eksik tutulduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra özellikle doğu illerinde nüfusun fazla artış göstermemesinde temel etkenin sağlık hizmetlerinin yetersiz olması, ekonomik açıdan bölgenin zayıf durumu ve bunun sonucunda ölüm oranlarının yüksek düzeyde bulunması gösterilebilir45.

1906 sayımında görülen Osmanlı idari bölümlenmesinde zamanla bazı değişiklikler yapıldığı ve 1914 sayımında yeni idari yapıların oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Buna göre yaşanan değişiklikler şöyle sıralanabilir: Aydın vilayeti içinde bulunan Menteşe bölümü, Ankara vilayeti içinde yer alan Kayseri bölümü, Hüdavendigâr vilayeti sınırları içinde bulunan Kütahya, Karahisarısahip (Afyon), Karesi (Balıkesir), Eskişehir bölümleri, Trabzon vilayeti içinde bulunan Canik

44 Justine McCarthy, Osmanlıya Veda, s. 68. 45 Justine McCarthy, Müslümanlar ve Azınlıklar, s. 4.

37

(Samsun) bölümü, Konya sınırları içinde yer alan Niğde ve Antalya bölümleri, Kastamonu vilayeti içinde yer alan Bolu bölümü, Halep vilayeti sınırlarında bulunan Maraş ve Urfa bölümleri bağımsız birer sancak haline geldiler. Ayrıca 1906 sayımında Diyarbakır vilayeti sınırları içinde bulunan Siverek kazası yeni oluşturulan Urfa sancağına dâhil edildi. Aynı şekilde 1906 sayımında müstakil bir sancak olan Biga, yeni oluşturulan Kale-i Sultaniye Sancağı’yla birleştirildi. Bunların yanında 1906 sayımında Edirne ili sınırları içinde yer alan Gümülcine ve Dedeağaç kazaları I. Balkan Savaşı sonucunda Batı Trakya’nın kaybedilmesinden dolayı 1914 sayımında Edirne vilayeti içinde yer almadı.

Vilayetlerdeki nüfusların ve yıllık artışlarının hesaplanmasında şu şekilde bir yöntem izlenmekteydi: farklı yönetim bölgelerinden farklı zamanlarda gelen nüfus kaydı bilgileri il merkezlerindeki nüfus dairelerinde toplanır ve senelik olarak Dâhiliye Nezareti’ne bu bilgiler bildirilirdi. Böylece senelik olarak nüfustaki artış ya da azalma ivmesi ortaya konulmuş olurdu. Ancak kimi bölgelerde, özellikle Güney Doğu Anadolu ve Arap bölgelerinde, küçük çocukların ve kadıların nüfus kayıtlarına geçirilmemiş olmasından dolayı nüfus eksik hesaplanmaktaydı46. Bu sebepten dolayı bazı vilayetlerin nüfuslarına bakıldığında sadece erkek nüfusun yer aldığı görülmektedir. Kanımca nüfusun tam olarak saptanamaması devletin önemli bir zaafı olarak kabul edilmelidir. Elbette bu sonucun ortaya çıkmasında ülke şartlarında var olan olumsuzluklar etkili olmaktadır. Ülkenin bazı kesimlerinde geçit vermez sıradağlar, geniş çöllük araziler gibi olumsuz bir coğrafi yapının bulunması bu olumsuzluklar arasında sayılabilir. Üstelik ulaşım imkânlarının tam olarak oluşturulamaması, demiryollarının genellikle batılı devletler tarafından yapılmalarında dolayı ya yer altı kaynakları açısında zengin yada tarımsal üretim açısından verimli bölgelerden geçmesi ve bu yüzden batılı devletler açısından önemli görülmeyen bölgelerden demiryolu hatlarının geçirilmemesi ve bu yüzden demiryolu ulaşımının sınırlı olması, var olan karayollarının da yetersiz ve çoğu kez kapanmaya müsait olması devletin toplumu hakkında bilgi almasını ve onlar üzerinde denetim mekanizması oluşturmasını oldukça güçleştirmekteydi. Bununla birlikte toplumun

38

önemli bir kesiminde gelenekçi yapının hâkim olması kadın nüfusun tam olarak saptanmasına, aile içinde yer alan egemen erkek nüfusun izin vermemesinden dolayı, olanak vermemiştir. Ayrıca ülkede göçebe Arap nüfusun yoğun olduğu güney bölgelerinde de göçebe aşiretlerin nüfus sayımına dâhil olmakla üzerlerindeki devlet kontrolünün artmasından endişe duyarak sayımın yapılmasına engel olmuşlardır.

Bu olumsuzluklara rağmen Ermeni, Rum ve Müslüman nüfuslarının Osmanlı sınırları içindeki demografik dağımı şu şekilde ortaya konulabilir.