• Sonuç bulunamadı

Çok Kutuplu Sisteme Geçiş

B. Çin Dış Politikasındaki Küresel Sistemi Şekillendirme Çabaları

1. Çok Kutuplu Sisteme Geçiş

Uluslararası sistem üst bir otoritenin olmaması anlamında anarşiktir. Bu anarşik ortamda devletler ancak hegemon olduklarında kendilerini güvende hissedeceklerdir.

Devletler, kapasiteleri itibariyle böyle bir hâkimiyete imkân bulamamaları halinde ise istikrarın sağlanması için çok kutuplu bir dünya düzeni fikrini benimsemekte ve tek bir gücün sivrilmesinin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Kısacası çok kutupluluk ya da güçler dengesi mekanizması devletlerin, uluslararası sistemde doğal olarak var olan anarşiyi kontrol altında tutmak için başvurdukları en yaygın yöntemlerdendir.

İttifaklar kurmak ise güç dengesi mekanizmasına işlerlik kazandıran başlıca aracı oluşturmaktadır.

Çin 19. Yüzyıl ortalarına kadar kendini tartışmasız hegemon olarak kabul etmiştir. Bu kabulün gerçeklere uyup uymadığı tartışmalıdır. Zira o tarihte bir güç dengesi sistemi mevcuttu, ancak bu güç dengesinden anlaşılan Avrupa güç dengesiydi. Bunun nedeni açıktır. Avrupa kıtası yükseliştedir ve dünyanın birçok bölgesi bu güçler arasında paylaşılmıştı. Diğer yandan kendini dünyanın merkezinde gören Çin, merkezin çok çok uzağında olan barbar dünyaya karşı ilgisizdi. Dolayısıyla Doğu Asya’da haraç sistemi ile belirginleşen Çin üstünlüğü düşünüldüğünde Çin kendini dünyanın hegemonu olarak görmekte çok da haksız sayılmazdı. Ancak daha önceki bölümlerde ele alındığı üzere bu durum Avrupalıların Çin’de etki alanı kazanmaları ile birlikte sona ermiştir.

1945-1990 arası iki kutuplu bir uluslararası sistem, 1991’den günümüze ise tek kutuplu bir sistemin yahut ABD’nin üstün olduğu çok kutuplu bir sistemin var olduğu kabul edilmektedir. Tek kutuplu bir dünya sistemine karşı çıkan Çin, bir yandan sistemi dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu ortamda henüz ABD’nin hegemonyasıyla tek başına rekabet edecek güce sahip olmaması Çin’i, sistemdeki tek kutupluluktan en az kendisi kadar rahatsız, diğer bazı aktörlerle ikili ya da çok taraflı işbirliği yapmaya yöneltmektedir. Başka bir ifadeyle Çin uluslararası sistemi, bölgesel sistemleri etkilemek suretiyle sarsmaya çalışmaktadır. Öte yandan Çin ABD’yle işbirliğini sürdürerek bundan yarar sağlamaya da çalışmaktadır.

85 Kuşkusuz Çin’in işbirliği yaptığı en önemli aktör, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte küresel konumu sarsılan ve hâkimiyet iddialarını ertelemek zorunda kalan Rusya’dır. Çin ve Rusya arasında tarihsel düşmanlık ve bölgesel rekabet nedeniyle güvensizlik vardır. Ayrıca Çin’in aşırı güçlenmesinin Rusya açısından önemli bir güvenlik zafiyeti oluşturması nedeniyle ciddi bir endişe kaynağı olduğu söylenebilir.305 Buna karşı iki ülke arasındaki ortak çıkar alanlarının çokluğu aradaki bağların güçlenmesini sağlamaktadır. Esasen Çin ve Rusya arasındaki ilişki oldukça pragmatik bir temele dayanmaktadır. Her iki ülke de güçlenebilmek için siyasi olarak istikrarlı bir çevreye ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca ekonomik işbirliği de oldukça önemli bir yere sahiptir.306 Yine iki ülke arasında BM’ye destek, egemenlik ve bilhassa insan hakları ve demokrasi konularında ülkelerin içişlerine karışmamak, istikrarlı bir Orta Asya, çok kutuplu bir dünya sistemi ve uzayın silahlandırılmasına karşı çıkmak gibi birçok konuda çıkar birliği bulunmaktadır. Rusya Çin’in başlıca silah ve askeri teknoloji ihracatçısı konumundadır307 ve önde gelen ticari ortakları arasındadır.

İlişkiye hayat veren temel nokta ise, iki ülkenin gerek bölgesel, gerekse uluslararası konularda sürdürdükleri stratejik ortaklık durumudur. Çin ve Rusya BRICS, ŞİÖ ve BKBY gibi önemli platformlarda da işbirliği içerisindedir. Ancak bunların dışında Çin ve Rusya’yı ortak politika geliştirmeye iten en önemli nedenlerden biri ABD gücüne karşı hissedilen ortak endişelerdir. Bu endişelerin etkisiyle iki ülke çeşitli bölgelerde ve alanlarda gerçekleştirdikleri işbirliği ile ABD’yi dengelemeyi/sınırlandırmayı amaçlamaktadırlar.

Bu anlamda Çin ve Rusya her ne kadar birbirlerinin rakibi olsalar da süpergüç ABD’nin dünyanın değişik bölgelerine nüfuz etmeye çalışmasından rahatsızdırlar ve bunun önüne geçmeye çalışmaktadırlar. İki aktör NATO’nun doğuya doğru genişlemesine karşı çıkmaktadır. Yine Çin ve Rusya bölgedeki diğer birçok ülke ile birlikte ABD’nin Orta Asya’da kalıcı askeri üs kurma planını kabul etmemektedir.

305 Fehlbier, s. 111.

306 Bauer, s. 68

307 Harris, s. 168.

86 Zira ABD’nin bölgede bu denli güç kazanması, bölge ülkelerinin nispi olarak zayıflaması ve güvenlik zafiyetine kapılmasına neden olacaktır.308

Çin-Rus işbirliğinin ABD etkisini sınırlamaya, hatta mümkünse önlemeye çalıştığı bir diğer bölge Orta Doğu’dur. ABD 2011 yılında başlayan Arap Baharı sürecini, bölgeyi kendi menfaatlerine uygun olarak yeniden şekillendirmek için kullanmaktadır. Çin ve Rusya ise bölgedeki çıkarlarını korumak için ABD’nin nufüz girişimini engellemeye çalışmaktadırlar. Bu sebeple bu ülkeler arasında başta diplomatik alanda olmak üzere bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Bu konuda en güncel örnek BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamalarda Suriye’nin ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması yönünde Çin ve Rusya’nın kuvvet kullanmaya karşı veto yetkisine başvurmalarıdır. Bu ülkeler tarafından 2011’den bu yana kullanılan vetolar Suriye’ye BM Anlaşması kapsamında müdahale edilmesini imkânsız hale getirmiştir.

Ancak Çin’in ABD’yi dengeleme isteği Çin’in ABD karşıtı bir blok oluşturmak istediği anlamına gelmez. Zira Çin’in ABD’yi düşman safına koyması, kendi yükselişine darbe indireceği gibi çok kutuplu bir sistem ihtimalini de oldukça zayıflatacaktır. Nitekim çok kutupluluk Çin’in ABD’yle de istikrarlı ilişkiler sürdürebilmesi halinde mümkün olacaktır. Bu bakımdan Obama’nın yönetime gelmesiyle birlikte iki devlet arasında bir yakınlaşma yaşanmıştır. Zira Obama’nın Başkan olmasıyla beraber ABD dış politikasının odağı Orta Doğu’dan Asya-Pasifik’e yönelmiştir. Bu durum Çin’le iyi ilişkileri daha da önemli hale getirmiş ve Çin ABD’nin stratejik ortağı ilan edilmiştir.309

Çin-ABD ilişkileri Çin’in insan hakları ve demokrasi uygulamaları, ideolojik ayrışma, siber suçlar, Asya-Pasifik’te rekabet ama en çok Güney Çin Denizi anlaşmazlıkları ve Tayvan meselesi yüzünden sorunludur. Bunlara ek olarak iki ülke birbirlerinden tehdit algılmaktadır. Çin ABD’nin bölgedeki varlığına şüpheyle yaklaşmaktadır. Çinli elit liderleri ABD’nin Çin’in yükselişine engel olmaya çalıştığı ve onu bölünmüş ve zayıf tutmayı amaçladığı şeklinde bir algıya sahiptir. Çin’in ABD karşısında duyduğu şüphe

308 William H.Overhold, Asya Amerika ve Jeopolitiğin Dönüşümü, çev. Fatih Tokatlı, Efil Yayınevi, Ankara, 2011, s. 207.

309 Ergenç, s. 652.

87 Obama yönetimi ile artmıştır. Bu güvensizlik Çin ve ABD arasında uzun vadeli hedefler oluşturulmasını zora sokmaktadır.310 Çin’in Doğu Asya’da yeniden egemen güç konumuna yükselmek arzusu uzun vadede Çin-ABD çatışmasına olanak sunmaktadır. Zira Çin’in yeniden eski gücüne kavuşarak ABD’yi bölgeden çıkarması ABD’nin birincil küresel güç konumuna önemli bir darbe indirecektir.

Bu sorunlara rağmen iki güç birçok bakımdan birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Çin ve ABD arasındaki ekonomik ilişki karşılıklı bağımlılık düzeyine ulaşmıştır. ABD Çin’in ikinci büyük ticari ortağı konumundadır. Yine iki ülke arasındaki yabancı doğrudan yatırımın miktarı ciddi rakamlara ulaşmıştır. Ayrıca Çin’in elinde bulundurduğu dolar rezervleri iki ülkenin kaderini birbirine bağlamaktadır. Özetle ekonomilerin böylesine iç içe geçmesi ilişkilerin düşmanlık düzeyine gelmesini neredeyse olanak dışı bırakmaktadır. Hatta günümüzde uluslararası işbirliğinin giderek önem kazanması ABD’yi Çin’i sisteme dâhil etmeye zorlamaktadır. Nitekim sorumluluk sahibi bir Çin’in küresel sisteme dâhil olması her iki tarafın da çıkarına olacaktır.311 Zira küreselleşmeyle birlikte türeyen sorunlar, ülkelerin, ama özellikle büyük güçlerin ortak hareket etmesini gerektirmektedir. Bu anlamda ABD çevre, nükleer silahlanma, terörizmle savaş gibi konularda Çin’in desteğine gereksinim duymaktadır. Başka bir ifadeyle Çin barış ve istikrarın sağlanmasında ABD için vazgeçilmesi zor bir partner konumuna yükselmiştir.

Asya-Pasifik hem iki ülkenin rekabet ettiği hem de birbirlerine ihtiyaç duyduğu özel bir bölgeyi teşkil etmektedir. Esasen bu bölgeyi ikili ilişkilerde önemli kılan, sorunların birçoğunun bölge kaynaklı olması, aynı zamanda Çin’in işbirliğine de yine en fazla bu bölgede gereksinim duyulmasıdır. Çin ABD’yle Asya’da teröre karşı savaş, uyuşturucu ve insan kaçakçılığıyla mücadele konularında ortak hareket etmektedir. Yine Kuzey Kore’nin nükleer silahlanmasının önüne geçme gibi konularda Çin’in stratejik işbirliğine başvurulmaktadır.312 Diğer yandan Çin her ne kadar ABD’nin bölgedeki faaliyetlerinden rahatsız olsa da, ABD’nin varlığından

310 Harris, s. 102.

311 Kissinger, Dünya Düzeni, s. 254.

312 Overhold, s. 222-225.

88 istifade etmeyi de bilmektedir. ABD’nin birçok bölge ülkesi ile arasında var olan ittifak ilişkisi ve üstlendiği garantörlük rolü, bölgede bir silahlanma yarışı yaşanması ihtimalini oldukça zayıflatmakta ve böylece bölge istikrarı korunmaktadır. Bu durum Çin’in ekonomik kalkınmasına odaklanabilmesini için uygun bir ortam yaratmaktadır.

Çin hem Rusya hem de ABD için küresel ve bölgesel alanda ciddiye alınması gereken bir rakiptir. Buna rağmen Çin’in her iki aktör için de diğerine göre daha tercih edilebilir bir partner olduğu söylenebilir. Rusya bir takım politikaları nedeniyle Batı tarafından yaptırıma uğrarken, Çin’le ilişkilerinde böyle bir risk bulunmamaktadır.

Diğer yandan Ukrayna Krizi ve Suriye müdahalesi sonrası Çin ABD ve Batının geri kalanı için Rusya’dan daha öngörülebilir ve güvenilir bir partner haline gelmiştir.313

2. Çin’in Batı Merkezli Uluslararası Örgütlere Alternatif Kuruluşlar Oluşturma