• Sonuç bulunamadı

Genel Durum ve Çin’in Kore Savaşı’yla Birlikte Yeniden Güçler Arenasında

Chiang Kai-shek ve arkadaşlarının Tayvan adasına kaçması ile birlikte Mao önderliğindeki Komünist birlikler kesin bir zafer kazanmıştır. Bunun üzerine 1 Ekim 1949’da Pekin’in Tiananmen Meydanı’nda Çin Halk Cumhuriyeti resmen ilan edilmiştir. Mao Zedong yeni kurulan devletin Merkez Halk Yönetim Kurulu’nun başkanı, Zhou Enlai ise başbakan ve dışişleri bakanı olmuştur. Komünizmi devlet ideolojisi olarak kabul eden yeni hükümet derhal SSCB ve Sovyet Bloku ülkeleri tarafından tanınmıştır.140 Bu durum Çin’in Soğuk Savaş ortamındaki rolünü öngörülebilir hale getirmiştir. Ancak bundan sonrası için en az komünist ideoloji kadar belirleyici olan Mao’nun Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda söylediği cümle olmuştur: “Ulusumuz bir daha asla hakarete uğramış bir ulus olmayacaktır. Artık ayağa kalktık.”141

Elbette dünyaya karşı ayağa kalkmak 1949 yılı Çin’i için ciddi bir hedefti. Çin kendisinden kaynak, ama özellikle de teknoloji bakımından üstün olan bir dünyaya isteklerini kabul ettiremeyecek kadar azgelişmişti, dolayısıyla bu amaç için gerekli askeri gücü de yoktu. Bu aşamada Mao, yeni cumhuriyetin büyük devletler arasında varlığını sürdürebilmesi için geleneksel Çin yöntemlerinin gerekli olduğu sonucuna

140 Sina Akşin, Kısa 20. Yüzyıl Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 300.

141 Theo Sommer, “60 Jahre Volksrepublik China: "Lang lebe das Volk!"“, Die Zeit, 1 Ekim 2009, (Erişim), http://www.zeit.de/2009/41/Mao, 6 Haziran 2013.

40 vardı. Mao “barbarları”, tıpkı imparatorluk yönetiminin yaptığı gibi aldatma yolunu seçti. Pekin, güçlü bir devlet profili çizerek uyumdan çok meydan okumayı yeğledi.

Bu şekilde Halk Cumhuriyeti Batılı ülkelerle mümkün olduğunca ilişkiye girmeme seçeneğini değerlendirebilmiştir.142 Yine Halk Cumhuriyeti’nin dış ilişkilerini mümkün olduğunca minimum düzeyde tutması, geleneksel “barbarlara karşı mesafeli durma” politikasıyla örtüşmekteydi. Ancak bundan çok daha önemlisi, Çin’in bu hile sayesinde iki blok arasında siyasal özerkliğini korumayı başarabilmiş olmasıydı. Bir diğer ifade ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin gücünü abartarak lanse etmesi, dünya politikasındaki rolünde de ciddi bir artışı beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz bu husus Çin’i Üçüncü Dünya Ülkeleri arasında da sözü dinlenir bir aktör haline getirmiştir.143

Komünist Cumhuriyet’i zayıf kılan bir diğer unsur ise tarihi Çin sınırlarının bir hayli daralmış durumda olmasıydı. Sincan ve Moğolistan’ın bir bölümü, Burma sınırındaki toprak parçaları ve Tibet kaybedilmişti. Ayrıca Sovyetler Birliği de kuzey Çin’deki etki alanını, askeri gücünü ve stratejik önemdeki Lüshun limanında donanmasını bulundurmak suretiyle sürdürmekteydi.144 Bu şartlar, komünist hükümetin hedeflerini statükoyu korumanın ya da eski statükoyu geri getirmenin ötesine taşımıştır. Sonuçta Komünist zaferin başarısı ve Çin’de nispeten iç karışıklıkların sona ermesi Çin halkının ülkeyi yabancı tehditlerden kurtarmak için hep birlikte gönüllü savaşması sayesinde gerçekleşmişti.145 Halk Cumhuriyeti, tıpkı imparatorluk döneminde olduğu gibi birincil amacını Çin’in tarihsel ülkesel bütünlüğünü yeniden inşa etmek olarak belirlemiştir. Ancak 19.yüzyıldaki aşağılanma ve ardından imzalanan eşitsiz antlaşmalara olan tepki, Halk Cumhuriyeti’nin ülkesel hedeflerinin maksimum düzeye çıkmasına neden olmuştur. Bu şekilde Mao’nun yaratmak istediği Çin, sadece Çin

142 Kissinger, China: Zwischen Tradition…, s. 113-116. Dışişleri Bakanı Zhou Enlai’ye göre Çin Halk Cumhuriyeti’nin uluslararası sisteme karşı mesafeli duruşunun sebebi açıktı. Yeni hükümet var olan ilişkileri sürdürmek yerine “kendi mutfağını” oluşturma gayretindeydi. Enlai’ye göre yeni Çin

“misafirlerini davet etmeden önce evini temizlemeye kararlıydı.” Özetle Çin hükümeti emperyalist Batı ile diplomatik ilişkiye başlamadan önce kolonyal etkileri bertaraf etmek istiyordu. Kissinger, s. 115, 116.

143 Kissinger, China: Zwischen Tradition…, s. 117.

144 Kissinger, China: Zwischen Tradition…, s. 115.

145 Charles Holcombe, Doğu Asya Tarihi Çin, Japonya, Kore Medeniyetinin Köklerinden 21.

Yüzyıla Kadar, çev. Muhammed Murtaza Özeren, Dergah Yayınları, İstanbul, 2016, s. 359.

41 kültürünün hâkim olduğu alanlarla sınırlı kalmayıp, bir zamanlar Çin’in egemenliği altında bulunan tüm toprakları kapsar hale gelmiştir. Bu ideal milliyetçi akımı güçlendirmeyi ve her türlü ayrılıkçılığı bastırmayı gerekli kılmıştır.146 Bu hedef doğrultusunda Mao iç savaşın bitmesinden kısa süre sonra yeniden kayıp toprakları kazanma yoluna koyulmuştur. Sincan, iç Moğolistan ve Tibet bu süreçte yeniden işgal edilmiş ve Çin’in kuzeydoğusu yeniden bütünleştirilmiştir.147 Ancak Amerikan desteğine sahip Tayvan adasının yeniden kazanılması için daha uygun bir konjonktürün oluşması beklenmiştir.

Yine aşağılanma yüzyılından çıkardığı dersle Mao egemenlik ve bağımsızlık konularında oldukça hassastı. Sovyetler Birliği 1955 yılında NATO’ya denge oluşturması amacıyla Varşova Paktını kurduğunda Mao, Çin ulusal çıkarlarının bir paktın çıkarlarına feda edilemeyeceği gerekçesiyle pakta katılmayı reddetmiştir. Yine 1950’lerin sonunda SSCB’nin Çin’e, buz tutmayan limanlarını kullanım karşılığı Kuzey Buz Denizi’ndeki Sovyet denizaltı istasyonlarından yararlanma teklifini Mao sert bir dille geri çevirmiştir. Mao’ya göre her bir devletin birlikleri kendi ülkelerinde bulunmalıydı. Britanyalılar ve diğer güçler yeterince Çin topraklarında kalmışlardı, Çinliler artık yabancıların kendi çıkarları için Çin topraklarını kullanmalarına göz yummayacaklardı.148 Diğer yandan yeni Cumhuriyet, ticaret kisvesi altında ülke kaynaklarının yıllarca sömürülmesi karşısında duyduğu öfke sonucu yeniden içine kapanmış ve özellikle Batılı ülkelerle mümkün olduğunca ilişkide bulunmamıştır. Bu dönemde, imparatorluğun güçlü zamanlarında olduğu gibi ithalat ve ihracat minimum düzeye indirgenmiştir. Diğer birçok alanda olduğu gibi ekonomik alanda da Sovyet modeli esas alınmış ve planlı ekonomiye geçilmiştir.149

Ancak Çin ile özellikle Batı dünyası arasındaki ilişkiyi Çin’in tek taraflı yalnızlaşmasından çok yalnızlaştırma/dışlanma şeklinde tanımlamak daha doğru olacaktır. Zira Halk Cumhuriyeti Kore Savaşı’na Kuzey Kore’nin yanında katılmakla

146 Gelber, s. 322, 323.

147 Keay, s. 506.

148 Kissinger, China: Zwischen Tradition…, s. 177, 182.

149 Gelber, s. 320-322.

42 saldırgan bir devlet olarak değerlendirilmiş ve bunun sonucunda BM’nin ve uluslararası toplumun yirmi yıl kadar dışında tutulmuştur. BM Komünist hükümetin Çin’in tamamı üzerindeki egemenlik iddialarına Kore Savaşı ile birlikte tamamen karşı çıkmıştır.150 Çin’in Kuzey Kore’yi desteklemesi, Tayvan hükümetine meyleden ABD’nin net olarak Tayvan cephesinde yer almasına yol açmıştır. Zira Amerikan Başkanı bir ara Komünist Cumhuriyeti tanımayı düşünmüştür, ancak Kore Savaşı ile birlikte ABD Tayvan’daki Milliyetçi Çin’i destekleme kararı alarak Kuomintang’ı Çin’in tek resmi temsilcisi olarak ilan etmiştir.151 Bu karar ile birlikte ABD ve Batı Bloku’nda yer alan diğer ülkeler 1971’e kadar Milliyetçi Çin’i resmi olarak Çin’in temsilcisi ve böylece BM Güvenlik Konseyi’ndeki sandalyenin hak sahibi olarak kabul etmişlerdir. Bunun yanı sıra başlangıcında belki hesap edilememiş olsa da Kore Savaşı, Çinlilere gerek devlet, gerekse de millet olarak özgüvenlerini tazeleme imkânı sunmuştur. Bu savaşla Çin, kendisini yüzyıllar boyu politikanın bir öznesi olarak değerlendiren Batı’ya, hala yakın bölgesindeki gelişmeleri etkileyebileceğini çok net göstermiştir.152 Dahası Çin Kore Savaşı’na katılarak, askeri bir güç olduğunu ve çıkarları uğruna şiddete başvurmaktan çekinmeyeceğini de açıkça ortaya koymuştur.153 Bu açıdan Kore Savaşı birçok Çinli için Çin’in “aşağılanma yüzyılını sona erdirme ve dünya sahnesinde “ayağa kalkma” kararlılığının bir sembolü”

olmuştur.154 Diğer bir ifade ile Çin Kore Savaşı’nda büyük devlet profili çizmiştir. Çin hala ittifakı aranan, hele de Sovyetler Birliği gibi önemli bir ülke tarafından işbirliği talep edilen önemli bir ülke olduğunu, karşısında onur kırıklığı yaşadığı Batı başta olmak üzere dünya toplumuna kanıtlamıştır. Bu saatten sonra Çin Batılıların kullandığı bir nesne olmaktan çıkmış, komünist dünyanın iki numaralı ülkesi konumuna gelmiştir.

150 Dillon, s. 305.

151 Holcombe, s. 359.

152 Gelber, s. 317, 319. İç politika açısından ise Çin’in “Amerika’ya Diren – Kore’ye Yardım Et Kampanyası” çerçevesinde verdiği destek Japonya’ya karşı Direniş Savaşı’ndan sonra ÇKP’nin ikinci defa itibarını artırmıştır. Dillon, s. 304.

153 Kissinger,China: Zwischen Tradition…, s. 160.

154 Kissinger, Dünya Düzeni, s. 253.

43 Üstlenilen bu rol yeni görevleri de beraberinde getirmiştir. Çin, sömürge yarışında bizatihi barbar Batılıların kurbanı olmanın verdiği tecrübeyle devrimci güçlerin destekçisi, hatta liderliğine soyunmuştur. İdeolojik dürtüler Çin Halk Cumhuriyeti’nin politikalarını yeniden düzenleme gereksinimini de beraberinde getirmiştir.155 Bu doğrultuda Zhou Enlai’nin 1954 yılında açıkladığı “Barış İçinde Bir Arada Yaşamaya Yönelik Beş İlke”si şunları öngörüyordu: Egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı; birbirine saldırmama; birbirinin içişlerine karışmama; eşit ve karşılıklı menfaat; barış içinde bir arada yaşama. Çin hükümetine göre belirlenen “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” ilkesi kapitalist ve emperyalist güçlere yönelikti. Bu ilkeyle farklı toplumsal yapılara sahip devletlerin bir arada varlığını sürdürebilmesi mümkün hale gelecekti.156 Esasen Çin’in belirlediği ve Batılıların da gözünden kaçmayan barışçıl politika, Çin’in sömürgelere verdiği desteğin yüksek sesli bir ifadesinden başka bir şey değildi. Ancak Mao barış içinde yaşamak söyle dursun, komünist devrimi gerçekleştirmek için kan dökmeye her zamankinden daha hevesli olmuştur. Öyle ki Sovyetler Birliği 1957 yılında Sputnik’i uzaya fırlatarak ABD’yi doğrudan vurabilecek uzun menzilli silahlara sahip olduğunda, Mao bu silahı kullanmak konusunda temkinli davranan Komünist Bloğu lideri üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmemekle suçlamıştır. Şüphesiz füzelerin kullanımı insanlık adına büyük bir felakete yol açacaktı, ancak bu durum aynı zamanda komünistlerin kapitalistler karşısında mutlak bir zafer kazanmaları anlamına gelecekti.157