• Sonuç bulunamadı

ÇOK KUTUPLU YENİ DÜNYA DÜZENİNE GEÇİŞ

GİRİŞ: ASKERİ SAVAŞLARDAN TİCARET VE KUR SAVAŞLARINA

2. ÇOK KUTUPLU YENİ DÜNYA DÜZENİNE GEÇİŞ

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya genelinde ortaya çıkan soğuk savaş dö- neminin 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla sona ermesi sonucu uluslararası alanda kısa bir süre ABD hegemonyası hâkim olmuştur. Ancak son yıllarda bu tek kutuplu düzenden çıkılıp, yine ABD liderliğinde, AB ülkelerinin

50 • Mehmet Günal

oluşturduğu Batı bloku ile Çin ve Rusya’nın başını çektiği bir Doğu bloku ara- sında bir kutuplaşma düzeninin kurulma çabaları gözlenmektedir. Fakat küresel anlamda yaşanan gelişmeler dünya düzeninin çift kutuplu olmaktan ziyade çok kutuplu dünya düzeni kurulma ihtimalini de ortaya çıkarmıştır.

2.1. ABD’NİN TEK KUTUPLU HEGEMONYA DAYATMASI

1990’lı yılların başlarından bu yana süregelen ve günümüzde dünya gene- linde daha sıklıkla konuşulmaya başlayan çok kutuplu dünya düzeni fikrinin or- taya çıkış aşaması ve sonrasında küresel düzende yaşanan olaylar son derece önemlidir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması soğuk savaş döneminde kurulan dünya düzeninin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Bu dönem, dünya- nın çift kutuplu düzenden ABD’nin dünyada tek hegemonik güç olabileceği yeni bir dünya düzenine doğru yönelmesi bakımından diğer bölge ülkeleri üzerinde önemli endişeleri beraberinde getirmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Orta Asya’da bulunan ülkeler bölgesel ve etnik sorunların yanında ekonomide gelir dağılımında eşitsizlik, hızlı nüfus artışı, kentleşme, enerji ve doğal kaynaklarda ortaya çıkan sorunlar gibi ekonomik zorluklarla yüzleşmek zorunda kalmışlardır (Hunter, 1992:58-59).

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Rusya Federasyonu adını alan Gor- baçov Rusya’sı, 1991 ile 2000 yılları arasında iç politikaya odaklanarak şeffaflık ve yeniden yapılanma gibi politikalar güderek bir reform süreci başlatmıştır. Rusya’nın dış politikada etkinliğini yitirmesi 1990 ile 2000 yılları arası dönemde ABD’nin uluslararası alanda hareket alanının genişlemesine ve ABD’yi bir dünya imparatorluğu kurma amacına yöneltmiştir. Bu dönemde 1977-1981 yılları arası ABD başkanı olan Jimmy Carter’ın milli güvenlik danışmanlığı görevini yürüten Zbigniew Brzezinski ABD’nin dış politikasında önemli bir rol oynamıştır. Brze- zinski “Büyük Satranç Tahtası” adlı eserinde ABD dış politikasındaki politik he- defleri ifade etmiştir. Avrasya bölgesini satranç tahtası olarak gören Brzezinski, bu bölgedeki devletleri de oyunun piyonları şeklinde nitelendirirken ABD’ye ise “Şah” rolünü uygun görmüştür. Soğuk savaşın sonlanmasıyla ABD’nin küresel alanda gerçek bir hegemonik güce ulaştığını ve bu küresel gücün etkinlik ve ya- yılma alanının emsalsiz olduğunu vurgulamıştır. Bulunulan dönem itibarıyla Brzezinski ABD’nin, askeri alanda benzeri olmayan bir küresel güç, uluslararası

Ticaret ve Kur Savaşlarının Ekonomi Politiği: Çok Kutuplu Yeni Finansal Sistem Arayışları • 51 alanda hegemon bir ekonomik güç, tüm yeniliklere önderlik eden bir teknolojik güç ve dünya genelinde genç nüfusu teşvik eden eşsiz cazibeye sahip bir kültürel güç haline geldiğini belirtmiştir (Kantarcı, 2012:62).

Brzezinski (1998), Avrasya’da bulunan bölgedeki güçlerin üstün güç olma- dığını ancak Avrasya’nın dünya gücünün merkezi olabileceğini söylemiştir. ABD’nin soğuk savaş sonrası Avrasya’da sağlamış olduğu üstünlüğün geçici ol- duğunu ancak bu gücün hızlı bir şekilde sona erdirilmeye çalışılmasının da ulus- lararası alanda önemli istikrarsızlıkları beraberinde getireceğini ifade etmiştir. Bu sebeple küresel alanda hegemon olma mücadelesi içerisinde Avrasya’da birbirin- den farklı görüşlere sahip birden fazla gücün yer almasının da yeni bir dünya düzeni ihtimalini meydana getireceğini belirtmiştir. Bu noktada ABD’ye muhte- mel rakip olacak bir gücün Avrasya’dan çıkabileceğini ve ABD’nin dış politika stratejisinin Avrasya’da bulunan bölgesel ana güçler üzerine odaklanması gerek- tiğini vurgulamıştır.

Soğuk savaşın sona ermesi ABD’nin dış politika hedeflerinde önemli deği- şimler meydana getirmemiş, yalnızca uluslararası alandaki potansiyel rakipleri- nin arasında yaşanan dengesizlikleri lehine çevirmek amacıyla hareket etmesine neden olmuştur. Özellikle “11 Eylül 2001” saldırıları sonrası “Bush Doktrini” gibi yeni dış politika ve ulusal güvenlik uygulamalarının ortaya konulduğu bir sürece girilmiştir. Aslında bu yeni politikalar uzun zaman önce planlanmış ve faaliyete geçirilmesi için fırsat kollanan bazı uygulamalardan oluşmaktaydı. ABD’nin bu dönemdeki ulusal güvenlik çıkarlarına ilişkin dış politikaları ulusla- rarası alanda ekonomik ve siyasi istikrarın “İyi Huylu Hegemonya” şeklinde ta- nımlanan bir yapı üzerine kurgulanmıştı. Bu politika askeri güce dayalı olmayan, diğer güçlerin çıkarlarını gözeten, ekonomik-siyasi istikrarlarını koruyan ve gü- venliklerini sağlamayı taahhüt eden bir strateji olarak dikkat çekiyordu. Böylece potansiyel güçlerin ulusal güvenlikleri için ayıracakları harcamaların azaltılması ve ekonomik kalkınmaya yönelmeleri hedefleniyordu. ABD bu sayede sahip ol- duğu üstün teknoloji ve uluslararası piyasalardaki dolar hakimiyeti sayesinde dünya genelindeki egemenliğini sürdürmeye devam etmeyi planlamıştı (Aydın, 2003:2-3).

52 • Mehmet Günal

Brzezinski (2005) “Tercih” adlı kitabında bu duruma dikkat çekmiş ve ABD’nin küresel hegemonyayı güç kullanarak sürdüremeyeceğini ve küresel sis- teme liderlik etmesinin daha doğru olacağını söylemiştir. Danışmanlığını yaptığı ABD başkanı Carter’ın, eski danışmanının kitabına ilişkin kısa yorumunda söy- ledikleri kitabın özeti niteliğindedir. Carter kitabın tanıtım yazısı olarak kullanı- lan sözlerinde şöyle demiştir: “Hiç kimse gücün ve ilkelerin karşılıklı bağımlılı- ğını Zbigniew Brzezinski’den daha iyi anlayamaz. ‘Tercih,’ şu andaki jeopolitik durumu gösteren tartışmasız bir yol haritası ve Amerika’nın gelecekte barışı ve istikrarı sağlamak maksadıyla nasıl davranması gerektiğine dair bir rehber.” ABD maalesef “küresel hakimiyet mi, küresel liderlik mi?” sorusunun cevabı olarak Brzezinski’nin de önerdiği gibi küresel liderliği tercih etmemiş ve karşılıklı ba- ğımlığı ihlal ederek hep kendi lehine tek taraflı dayatmalarda bulunmuştur. Son yıllarda ise önceki dönemlere göre tek fark; her bölgeye kendisi doğrudan müda- hale etmek yerine, uzak coğrafyalarda ‘taşeron kullanmayı’ tercih etmeye başla- ması olmuştur.

Yeni bir dünya düzeninin inşası için dünyanın doğu ve batı blokları arasında küresel alanda yaşanan güç mücadelelerinden günümüze gelindiğinde bazı du- rumların emarelerinin belirginleşmeye başladığı görülmektedir. Zbigniew Brze- zinski 2016’da “The American Interest” dergisi için kaleme aldığı makalede ulus- lararası alanda yeni dünya düzeni için yaşanan küresel güç mücadeleleri için; ABD’nin hala dünyanın askeri, politik ve ekonomik bakımdan en güçlü devleti olduğunu, fakat bölgesel güç merkezlerinde meydana gelen karmaşık jeopolitik değişimler dikkate alındığında ise ABD’nin artık küresel hegemon bir güç olma- dığını açıkça ortaya koymuştur (Brzezinski, 2016). Brzezinski’ye göre artık be- lirleyici bir süper güç olmamakla birlikte yine de en belirleyici güç olan ABD, müttefikleriyle birlikte istikrar getiren bir güç olmayı öğrenmelidir. Küresel güç krizine karşı ideal jeopolitik yanıt, ABD, Çin ve Rusya arasında kurulacak üçlü bir bağlantıdır.

2.2. ÇOK KUTUPLU DÜZEN ARAYIŞLARI

1990’larda ve 2000’lerde uluslararası düzenin refah ve istikrara katkı sağla- yan olumlu unsurları bugün yan etkilerini gösterip istikrarsızlık ve düzensizliğe neden olmaktadır. 1945 sonrasında ABD liderliğinde kurulan liberal demokrasi

Ticaret ve Kur Savaşlarının Ekonomi Politiği: Çok Kutuplu Yeni Finansal Sistem Arayışları • 53 modeli ve onun ekonomi söylemleri Berlin Duvarı’nın, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun yıkılması ile başarısını pekiştirmiştir. Francis Fukuyama 1992 yılında yayınladığı “Tarihin Sonu ve Son İnsan” adlı kitabında liberalizmin kazandığı zafere kesin gözü ile bakarak tarihe “bu tarihte” bir nokta koymak gerektiğini ifade etmiştir. Ancak Fukuyama tarihin sona ermediğini 9 Kasım 2016’da Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ertesi günü Financial Times’da kaleme al- dığı makalede kabullenirken bugün küresel sistemin sahip olduğu risklerin 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ifade ettiği gibi ciddi bir kırılma nokta- sında olduğu konusunda da uyarıda bulunmuştur (Ünal, 2016: 35).

Bugün dünyada küreselleşmeyi savunan küresel elitlere ve Atlantik ittifakına karşı bir duruş ve arayış söz konusudur. Ülkelerin arasındaki karşılıklı ekonomik ve siyasi bağımlılığın geri dönülemez bir biçimde arttığı günümüzde küresel- leşme bir olgudur ve bu sürecin geriye döndürülmesi mümkün değildir. Ancak gelişmiş ülkelerdeki alt gelir gruplarındaki insan sayısındaki artış, gelişmekte olan ülkelerin finansal ve kalkınma sorunları, az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ül- kelere yönelik göç dalgaları, uluslararası terörizm ve gelişmiş ülkeler dahil tüm dünyada açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan gibi günümüzde tanık olduğumuz birçok sorun artık küreselleşme sürecinin beklendiği (veya sunul- duğu) gibi gerçekleşmediğini göstermektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dö- nemde inşa edilen Bretton Woods sistemi, bizzat sistemin arkasındaki güç olan ve serbest ticaret ve finansı savunan ABD tarafından tahrip edilmektedir.

1990’lı yıllardan bugüne hız kazanan hiper küreselleşme ile oluşan ve kur- gulanan dünyadaki sınırların önemsizleştiği, ülkeler arası serbest ticaret ve işbir- liği, küresel köy söylemleri yerini korumacı, içe dönük, anti-küresel, yerel ve yer yer popülist bir ekonomi politikasına bırakmaktadır. Dani Rodrik’e (2016) göre uluslararası sistemde son 70 yılda meydana gelen olumlu gelişmeler bir daha tek- rarlanamayacaktır. Tüm bu faktör ve söylemler göz önünde bulundurulduğunda küreselleşme için yeni bir dönemin başlayacağını söylemek mümkündür.