• Sonuç bulunamadı

Kutsiyete Dayalı Meşruiyet Zemini

I. BÖLÜM

2.4. Kudret Odaklı Siyasetnamelerde Kamunun Yönetimi Düşüncesi

2.4.3. Kutsiyete Dayalı Meşruiyet Zemini

"Kudret" eserlerinde yazarlar iktidarın yöneticiye bahşedildiğini dile getirmektedirler. Yönetme becerilerine göre seçilen sultana devlet ve millet Allah tarafından lütfedilmiştir (Nizamülmülk 2016: 26). Herhangi bir insanın milletin başına geçmesini Allah'ın hikmeti, ihsanı ve nimeti olarak değerlendiren eserler hükümdarlara iktidar zamanlarında bu bilinçle hareket etmelerini öğütlemişlerdir. Necmeddin Daye hükümdarı Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve vekili olarak nitelendirmekte, makamı Allah'ın hükümdara bir bağışı olarak değerlendirmektedir (Daye 2017: 136). Ebu Mansur es-Sealibi de hükümdarlara iktidarlarını Allah'ın verdiğini dile getirmektedir (Sealibi 1997: 33). Emir Timur ise saltanatına sahip olmasının sebebini Allah'ın yardımı, İslam dininin şerafeti ve peygambere ve ailesine beslediği sevgi şeklinde sıralamaktadır (Timur 2010: 71) İbn Tıktaka da hükümdara insanlar içinde Allah'ın kendisini bulunduğu makama seçtiği için şükretmesini öğütlemektedir (Tıktaka 2016: 39).

Yazarlar sultanı Allah'ın halifesi, vekili şeklinde değerlendirmektedir. Timur'a göre saltanat tanrısaldır ve onun bir suretidir (Timur 2010: 82). Hükümdar Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir (Gazali 2016; Herevi 2016; Sealibi 1997; Turtuşi 2011). İbn Haldun'a göre büyük hükümdarlıklara ulaşmış devletler başlangıçta bir peygamber çağrısının, dinin etrafında bir araya gelen topluluklardan oluşmaktadır. Toplumu bir arada tutan asabiyetin genellikle din olması yönetsel sürdürebilirliğin sağlanması için meşruiyet zemininin de din olarak belirlenmesinin yolunu açmaktadır (İbn Haldun 2004: 221). Yöneticinin görevinde tanrısal bir seçimle bulunması yönetilenler üzerinde meşruiyet kaynağı olarak kabul edilebilir. Çünkü din asabiyeti ile bir arada yaşayan

bireylerin, hükümdarın ilahi bir belirleyicilikle seçildiğini kabul etmesi itaati de kolaylaştıracaktır. Ancak burada sultanın Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olması ona yönetilenler üzerinde sonsuz tasarrufta bulunma inisiyatifi de vermemektedir. Gölge metaforu aynı zamanda mazlumların sığınacağı, hükümdarın halkını tehlikelerden koruyacağı bir anlama da karşılık gelmektedir (Gazali 2016: 79). "Allah'ın gölgesi" söylemi "fakahet" eserlerinde de ikinci manası olan hükümdarın halkı koruması anlamıyla geçmektedir (Cemaa 2010; Teymiye 1999). "Fakahet" siyasetnameleri ile "kudret" siyasetnamelerinin temel ayrım noktası da hükümdarın kimin halefi olduğu söylemi oluşturmaktadır. "Kudret" odaklı eserler sultanı Allah'ın halifesi sayarken, "fakahet" odaklı metinler ise halifeyi peygambere halef kabul etmektedirler. Hükümdarı ilahi bir gücün vekili olarak sunmak da hem yönetimde meşruiyeti sağlayacak hem de yöneten ve yönetilen arasındaki farkı besleyecektir.

"Kudret" odaklı siyasetnamelerin kutsiyete dayalı meşruiyet zeminini inşa ederken temel belirleyici unsurlarından biri de devlet ve dinin birbirlerine göre konumlandırılış biçimleridir. Saltanata dönüşmemiş hilafet anlayışının benimsendiği "fakahet" eserlerinde devlet dinin hizmetindedir (Teymiye 1999: 154). "Kudret" metinlerinde ise din ve devlet birbirleriyle yakın ilişkide sunulmuştur. Nizamülmülk'e göre din ve padişahlık iki kardeş gibidirler (Nizamülmülk 2016: 72). Dini olmayan devleti kar üzerine yapılmış binaya benzeten yazarlar, din ve devletin ikiz kardeş olduğunu ve birbirlerine muhtaç olduklarını savunmuşlardır (Gazali 2016; Sealibi 1997; Sühreverdi 2013; Turtuşi 2011). Sadi Şirazi ise devletin dine tabi olup, dinin devlete tabi olmaması için hükümdara din âlimlerine saygılı davranmasını öğütlemiştir (Şirazi 2016: 43). Yönetim biçimi hilafet olan "fakahet" eserlerinde devlet dinin altında, yönetim biçimi saltanat olan "kudret" eserlerinde ise devlet din ile aynı seviyede sunulmuştur. Bu da halifeliğin saltanata dönüşümünde devlete daha fazla önem verildiğini göstermektedir.

"Kudret" eserleri hükümdara atfedilen kutsiyetin babadan oğula geçtiğini varsaymakta ve yönetimin de aynı geçişi takip edebileceğini savunmaktadırlar. Hükümdarın bey olmak için dünyaya geldiğini ve Tanrı'nın kendisini bey olarak yaratması sonucu iktidarı elde ettiğini öne süren Yusuf Has Hacip beyin oğlunun da bey

olacağını dile getirmiştir (Yusuf Has Hacip 2010: 159-160). Makamın babadan oğla geçmesi sadece hükümdarlık için sınırlı değil, devletin diğer kademeleri için de geçerlidir. Nizamülmülk vezirin oğlunun da vezir olabilmesini yönetim açısından faydalı görmekte ve İslam'dan önceki dönemlerde kanunlarda yer aldığını dile getirmektedir (Nizamülmülk 2016: 188). Nesebi belli olmayanların vezaret makamına gelmesini eleştiren Emir Timur görevlendirmelerde soylu olanlara öncelik tanınmasını öngörmüştür (Timur 2010: 94-95). Cengiz Han ise komutanların da erkek çocuklarına ok atmayı, ata binmeyi öğretmesini ve kendileri gibi asker olarak yetiştirmelerini emretmiştir (Cengiz Han 1947: 176).

"Kudret" odaklı siyasetnameler hükümdarın seçilmiş kişi olarak Allah'ın yeryüzündeki vekili olduğunu dile getirmişlerdir. İktidar sultana ihsan edilmiş ve bağışlanmıştır. Yönetilenler gözünde meşruiyeti ve yönetene itaati kolaylaştıran kutsiyet zemini, devletle dinin birbirine karşı konumlarının da tartışılmasına neden olmuştur. Din ve devleti kardeş kılacak kadar birbirlerine muhtaç gören "kudret" eserleri görevlendirmelerde de soyun belirleyiciliğini ve makamın babadan oğla geçmesini öğütlemişlerdir.

III. BÖLÜM

3. SİYASETNAMELERDE KAMUNUN YÖNETSEL NİTELİKLERİ

Siyasetnamelerde kamunun yönetsel niteliklerini eserlerin benzerlikleri üzerinden inşa edilen karar verme, görevlendirme, denetleme, cezalandırma gibi yönetsel süreçlerin yanında yöneten yönetilen ilişkileri ve yönetsel dengenin unsurları oluşturmaktadır. Karar verme süreci kanunlara dayanan kurallar çerçevesinde şekillenmektedir. İstişarenin esas olduğu karar verme sürecinde kanunlar herkes için geçerlidir. Görevlendirmede kamu görevlerinin emanet sayılması, liyakate göre memurlara mevkii verilmesi, tayin ve azillerde kamu yararının gözetilmesi savunulmaktadır. Denetlemede ise devlet görevlilerinin, halkın ve düşmanların denetimine göre öncelikler değişmektedir. Yönetilenlerle iletişim kurmak, onları kontrol altında tutmak gerektiğini belirten eserler, denetim usullerini, denetimin ve denetimsizliğin sonuçlarını da tartışmışlardır. Düşmanların denetiminde ise casusların görevlendirilmesine, düşmanı küçümsememek gerektiğine, savaşın son çare olduğuna, düşmanlara karşı tutumda güzel ahlakın da kazanç sağlayabileceğine, düşmanlara benzer kuvvetlerle karşılık verilmesine dikkat çekmişlerdir. Cezalandırma sürecinde ise suçların cezasının kanunlara uygun belirlenmesini, verilen cezaların suçların bir daha yapılmasına izin vermeyecek derecede caydırıcı olmasını ve cezaların suçlara uygun olarak belirlenmesini savunmuşlardır. Siyasetnameler yöneten-yönetilen ilişkilerinde ise yönetilenlerin sınıflandırılmasını ve onlara zulmedilmemesini önemsemektedirler. Yöneten ile yönetilenlerin birbirleri üzerinde hakları olduğunu dile getiren eserler halkın hükümdarı, hükümdarın halkı yansıttığını savunmaktadırlar. Karar verme, görevlendirme, denetleme, cezalandırma süreçleriyle birlikte yöneten-yönetilen ilişkisinde yönetsel dengenin esas olduğunu dile getirmişlerdir.