• Sonuç bulunamadı

Kurumun İlk Ortaya Çıkışı

İslâm devletinin ilk dönemlerinden itibaren kadılar, bizzat halifeler tarafından veya halifenin bilgisi dâhilinde, eyaletlerde, valiler tarafından atanıyordu. Abbâsîler, kendilerinden önceki yönetimlerin kadı atamalarında benimsemiş oldukları usulden farklı olarak, merkezî atama şeklini benimseyerek, kadıların doğrudan halife tarafından atanmasını benimsemişlerdi.94

Abbâsîler’de bu durum belli bir süre devam etmiş ve kadılar halife tarafından atanmıştır. Abbâsîler’de, Hârûnürreşîd döneminden itibaren halifeler bu yetkiyi tamamen ellerinden bırakmaksızın kadı atamalarında yetkili başka bir kurumu devreye sokmuşlardır. Bu kurumun başına ilk atanan kişinin

89 Fatih Yahya Ayaz, “Vezir”, DİA, İstanbul, 2013, XLIII, 79. 90 Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, I, 34.

91

Şükrü Özen, “Kâdılkudât”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV, 78.

92 Cengiz Kallek, “Kitâbü’l-Harâc”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 101. 93 İsmail Yiğit, “Emevîler”, DİA, İstanbul, 1995, XI, 96.

bir kadı olması ve kadıları yönetecek olmasından dolayı bu kişiye, kadıların kadısı, başkadı gibi anlamlara gelen “kâdı’l-kudât” unvanı verilmiştir. Kâdı’l-kudâtlar, kadıların tayinleri üzerinde yetki sahibi olmuşlardır.95

Kadıların doğrudan halife tarafından veya onun bilgisi ve izni altında kâdı’l-kudât tarafından atanması, yürütmenin yargı erkine müdahalesi sonucunu doğurmamış, kadılar kararlarını bunlardan bağımsız olarak verme imkânını genelde bulmuşlardır.96

Kalkaşendî’ye göre kâdı’l-kudâtlık kurumu, görevinin bir gereği olarak şer’î emir ve hükümleri yerine getirdiğinden dinî görevlerin en üstünü ve de en saygınıdır.97

Abbâsî devletinin asıl kurucusu ya da yapılandırıcısı olarak görülen devletin ikinci halifesi Mansûr, Ebû Hanife’yi kadı ya da kâdı’l-kudât olarak görevlendirmek istemişti. Bu teklife olumsuz cevap vermesi nedeniyle onu hapse attırmış ve orada vefat etmesine sebep olmuştur.98 Ebû Hanife, kurumun sorumluluk açısından ne kadar önemli bir yerde bulunduğunu görmüş; diğer taraftan da siyasî irade olarak halifenin kendisine baskı yapacağını düşünerek yanlış bir hükmün altına imza atmaktansa bu görevden uzak durmayı tercih etmiş görünmektedir. Elbette bu bir varsayımdan öte gitmemektedir. Fakat Ebû Hanife’nin önünde hiçbir engel yokken böylesi bir görevi kabul etmeyerek hapis cezasını göze alması da başka bir ihtimal bırakmamaktadır.99

Bu gerekçeyle, farklı dönemlerde kadılık görevini kabul etmeyen başka âlimler de vardır.100

Diğer taraftan halife, böylesine önemli bir kurumu son derece güvenilir bir âlime teslim etmek istemiştir. Bu teklifin mahiyeti kesinlik arz etmediğinden olsa gerek kâdı’l-kudâtlık kurumunun ilk ortaya çıkışının Hârûnürreşîd döneminde olduğu kaynaklarda belirtilmektedir.

Halife Hârûnürreşîd, İslâm tarihinde bir ilk olarak başlattığı bu uygulamayla, kendisiyle yakın ilişkisi olan Ebû Yusuf’u bu makama tayin etmiştir. Ebû Yusuf’un

95 Aykaç, Dîvânlar, s. 27; Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı Devleti’nde Mahkemeler ve Kadılık

Müessesesi Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C. 3, sayı: 5, 2015, s. 418.

96 Mehmet Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 5. baskı, Hars Yayınları, İstanbul, 2005, s. 128. 97

Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, IV, 35.

98 İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 107; Nuri Ünlü, İslâm Tarihi, 2. baskı, MÜİFAV Yayınları, İstanbul, 1997,

I, 242; Ahmet Özel, İmam Ebû Hanife ve Hanefî Mezhebi, DİB Yayınları, Ankara, 2015, s. 15.

99 Ebû Hanife’nin kadılık görevini kabul etmemesi ile ilgili geniş bilgi için bkz. Cem Zorlu, Âlim ve Muhalif İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Siyasî Otorite Karşısındaki Tutumu, 2. baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2013, ss. 288-299; Ahmet Güzel, Abbâsî Halifesi Mehdî b. Mansûr, Kitap Dünyası Yayınları, Konya, 2012, ss. 135-138.

ilmî seviyesine bakıldığında, bu tayin sadece yakınlıkla açıklanamayacak bir konu olduğu görülecektir. Bu tayin, diğer bir açıdan bakıldığında halifenin kendi elinde olan yetkisini başka bir kişiye devretmesi anlamına gelmektedir. Çünkü bu döneme kadar kadı atamaları halifeler tarafından bizzat yapılmaktaydı. Gerçi bu kurumun varlığına rağmen halife, kendi yetkisiyle bazı şehirlere kadı atamaya devam etmiştir.101

Kurum ilk teşekkül ettiğinde Abbâsî devleti neredeyse en güçlü dönemindeydi. Hârûnürreşîd gerçekten iyi organize edilmiş bir devlet yapısını teslim almış ve daha da güçlendirmişti. Diğer yandan, toprakları geniş bir alana yayılmış olan devletin, adlî teşkilatının koordinasyonunun sağlanması önemli bir konu olarak ortada duruyordu. Böyle bir ortamda, her konuda tek yetkili olan halifenin, bizâtihî adlî teşkilatın koordinasyonuyla uğraşması onun için çok zor bir durum olmalıdır. Böylece Hârûnürreşîd hem şahsına hem de ilmine güvendiği bir kadıyı, böyle bir makam ihdas ederek devletin her yerinde bulunan ve kilit bir rol üstlenen teşkilattan sorumlu tutmuştur. Gerçi her ne kadar kurumun başına bir kâdı’l-kudât atanmış olsa da halifenin kadı atamalarıyla ilgili tasarruflarını devam ettirdiğini görmekteyiz. Bu da kâdı’l-kudâtın ilk dönemlerde –belki de halifelerin eski alışkanlıkları nedeniyle- tam anlamıyla kendi kararlarını alamadığını göstermektedir.

Kurumun ortaya çıkışıyla ilgili verdiğimiz bu bilgilerin yanında, kaynaklarımızda kurumun nasıl zikredildiğine dair kısa bir değerlendirme yapmayı uygun görüyoruz. Kâdı’l-kudâtlık kurumunun ismine ilk dönem kaynaklarında az rastlanmaktadır. Muhtemeldir ki bu dönemdeki devletin yapısının bir sonucu olarak kurumsal bir isimlendirme yapılmamış olması bunda etkili olmalıdır. Örneğin Taberî’nin Târîh adlı kitabında kurumun ismi -unvan ya da kurum ismi olarak ayrıca belirtilmeksizin- üç yerde geçmektedir.102 Taberî’nin Târîh’i gibi yoğun rivayet içeren bir kaynakta bile bu kadar az sayıda geçmesi, dönemin bakış açısının bir sonucu olmalıdır. Kaynaklarda isimler ve konumları ile ilgili bilgiler verilirken söz konusu unvan belirtilmeksizin halifenin özel kadısı ya da hukuk danışmanı gibi

101

Halîfe b. Hayyât, Târîh, s. 304, 307, 310; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Muzaffer Şemsüddîn Yûsuf b. Kızoğlu et-Türkî el-Avnî el-Bağdâdî (654/1256), Mir’âtüz’z-zamân fî Tevârîhi’l-A’yân, thk. Enver Tâlib vd., Risâletü’l-Âlemiyye, Beyrut, 1434/2013, XII, 72

zikredilmektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde telif edilmiş İslâm Tarihi kaynaklarında bu unvan çokça kullanılmaktadır. Bunun sebebi de Abbâsîlerin hâkimiyetinin zayıfladığı dönemde kurulmuş olan bağımsız İslâm devletleri kendi kadılarını ve kâdı’l-kudâtlarını atamaya başlamış olmalarıdır. Bu devletlerden bir kısmı eyaletlere, hatta bazıları fıkhî mezhepleri esas alarak dört mezhebe mensup kâdı’l-kudâtlar da atamışlardır.

Özellikle, kurumun ilk kurucusu kabul edilen Hârûnürreşîd ile Ebû Yusuf arasında geçen hadiselerde, kâdı’l-kudât, halifenin hukuk danışman olarak görülmektedir. Ebû Yusuf’un müellifi olduğu Kitâbü’l-Harâc’ın yazılma gerekçesi de bu iddiayı desteklemektedir. Genel kanaate göre halife, Ebû Yusuf’tan, harâc, uşûr, sadaka (zekât), cevâlî gibi vergiler ve diğer hususlarda, uygulamakla mükellef olduğu kuralları ihtiva eden bir kitap hazırlamasını istemiş,103

ayrıca içinden çıkılamayan bazı hususlarda, Ebû Yusuf’a danışarak bir çıkış yolu aramıştır. Bu gibi uygulamalarda ortaya çıkan durum, bazı eserlerde kurumun ismen zikredilmemesine açıklık getirmektedir.

Ortaya çıkışından bir süre sonra kurumun, kurumsal olarak tam bir temele oturmadığı, halifelerin kadı atama ve azline devam etmesiyle de teyit edilebilir. Bu nedenle dönemin genel anlayışını yansıtan kitapların da böyle bir kurumun oluştuğunu, elinde önemli yetkiler bulundurduğunu idrak etmesi ve yansıtması mümkün olamamıştır. Bu konuyla ilgili olarak sonraki dönemlerde telif edilen eserlerde kurumun ya da makamın isminin çokça zikredildiğini görmekteyiz.104

Hatta Abbâsî devletinin son zamanlarına doğru bu kurum neredeyse tüm İslâm devletlerinde var olmuştur. Birçok İslâm devletinde kâdı'l-kudâtlık aynı adla kullanılmış olmakla birlikte Endülüs’te daha önce kullanılmaya başlanan ve zamanla Mağrib ve Endülüs’te kurulan bütün İslâm devletlerinde görülen “kâdı’l-cemâa” başşehir kadılığı makamına getirilen kişinin unvanı olmuştur. 105

Gazneliler,

103 Ebû Yusuf, Ya’kûb b. İbrahim (182/798), Kitâbü’l-Harâc, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1979, s. 3;

Kallek, “Kitâbü’l-Harâc”, DİA, XXVI, 101.

104 İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman (597/1200), el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümemi ve’l-Mülûk,

thk. Muhammed Abdülkadir Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, V, 27, 152; VI, 167, 241, 242, 283, 296, 300, 305, 307 v.s.; Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, I, 477, 484, 541, 564; III, 277, 289 v.s.

Eyyûbîler106 gibi devletler ise eyaletlere dahi kâdı’l-kudât atamışlardır. Memlükler, çıtayı daha ileri götürerek, en fazla müntesibi olan dört mezhepten (Hanefîlik, Şâfiîlik, Mâlikîlik ve Hanbelîlik), birer kâdı’l-kudât atama yoluna gitmişlerdir.107

Bu da kurumun ilerleyen dönemlerde tanındığını ve devlet hiyerarşisi içerisinde kendisine bir yer edindiğini bize göstermektedir.

Abbâsî devleti adalet sisteminde kâdı’l-kudâtlığın kuruluşu ile kadılar, kâdı’l- kudâta vekâleten görevlerini yürütmüşlerdir. Kâdı’l-kudât ise, görev bakımından günümüzdeki adalet bakanına benzer bir konumdaydı ve devletin başşehrinde otururdu.108 Bununla birlikte, memleketin tüm adlî işleri ile meşgul olan “Dîvân-ı kazâ”, kâdı’l-kudât yani başkadı tarafından yönetilirdi. Devletin her yerindeki kadılar ve maiyetlerindeki memurlar buraya bağlı idi.109

Halifeler, kâdı’l-kudâtları sadece adalet sistemini yönetmek üzere değil, kendi özel konularını halletmek üzere bir nevi danışman olarak da görevlendirmişler, bazı konularda onların tavsiyelerine göre hareket etmişlerdir.110

Halifelerin atadıkları kâdı’l-kudâtlar ile ilgili olarak, Kettânî, Şihabü’d-dîn el- Mercânî’nin Vefiyyetü’l-Eslâf ve Tahiyyetü’l-Ahlâf adlı eserinde şöyle dediğini nakletmektedir: “Bu terim kadıların ileri gelenlerinden birçokları hakkında

kullanılmıştır. Ancak doğusundan batısına bütün İslâm ülkelerinin kadılığını yüklenen ve dönemlerinde bütün dünyanın (İslâm dünyası) kadılarının kendilerine niyabeten hüküm verdikleri iki kişide olduğu kadar, bunun manasının hakikati başkasında var olmamıştır. Bunların ilki Ebû Yusuf, ikincisi de Ahmed b. Ebî Düâd’dır.”111

106

Abdurrahman Atçıl, “Mısır’da Adlî Teşkilat ve Hukuk (922-931/1517-1525)”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sayı: 38, İstanbul, 2017, s. 95.

107 Mehmet Fatih Yalçın, Bahrî Memlükler Döneminde Dımaşk Kâdılkudâtları (1266-1382), Aybil

Yayınları, Konya, 2016, ss. 34-46; Atçıl, Mısır’da Adlî Teşkilat, s. 95, 96; Mehmet Şeker, “Fâtımîlerde ve Memlüklerde Dört Mezhep Başkadılarının Tayini”, Türk Kültürü ve Hacıbektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı: 82, Ankara, 2017, ss. 163-170.

108 Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, 244; Vikor, Islamic Law, s. 168.

109 W. Barthold; M. Fuâd Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi, 3. baskı, DİB Yayınları, Ankara, 1973, s.

126.

110Kadir Kan, Abbâsîlerin Birinci Asrında Bağdâd, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Uludağ

Üniversitesi SBE, Bursa, 2010, s. 292.