• Sonuç bulunamadı

Büveyhî ve Selçuklu Hâkimiyetinde Bağdâd’da Kâdı’l-kudâtlık

II. BÖLÜM

2.6. Büveyhî ve Selçuklu Hâkimiyetinde Bağdâd’da Kâdı’l-kudâtlık

Kâdı’l-kudâtlık makamının, siyasî ortamdan doğrudan etkilendiği bilinen bir durumdur. Bu başlık altında, bu durum mercek altına alınarak biraz daha netleştirilecektir. Abbâsî devleti uzun ömürlü bir devlet olmasına rağmen, siyasî gücünde önemli dalgalanmalar yaşanmıştır. Bu açıdan, kayda değer iki dönemde, kâdı’l-kudâtlık açısından ortaya çıkan tablo ile ilgili kısa bir değerlendirme yapılabilir. Çalışmanın farklı başlıkları altında yeri geldikçe değinilmiş olsa da bir başlık altında bu hususun ele alınması gerektiği kanaati hâsıl olmuştur.

Abbâsî devletinin önemli kurumlarından birisi olan kâdı’l-kudâtlık makamı, adalet sisteminin yöneticisi olarak vazife yapmaktaydı. Bu görevinin yanı sıra, halifelere, danışmanlık, elçilik gibi görevlerle destek olan bir pozisyondaydı. Bu vazifelerinin yanında, sembolik olarak mezheplerin gücünü de temsil etmekteydi. Bu itibarla Hanefî mezhebine mensup âlimlerin, Büveyhîler’in hâkim olduğu III/X. yüzyıla kadar, kadı ve kâdı’l-kudâtlık makamını ellerinde bulundurduklarını ifade etmeliyiz. Ancak Büveyhîler’in Bağdâd’a, dolayısıyla Abbâsî devletine hâkim oldukları dönemin hemen öncesinde İslâm toplumunun genelinde meydana gelen değişmelerin bir sonucu olarak, kâdı’l-kudâtlık makamına Hanefî mezhebine mensup olmayan kâdı’l-kudâtlar da atanmaya başlamıştır. Bu durum, ilk bakışta doğal gibi görünse de, makamın bir hâkimiyet mücadelesine sahne olduğunu ifade etmek gerekir.

Büveyhîler döneminde meydana gelen ve halifelik makamını zora sokan bir durum da Şiî bir kâdı’l-kudât atama girişimidir. Büveyhî emîri Bahâüddevle (379- 403/989-1012), Şerîf Ebü’l-Hüseyn b. Musa el-Alevî’yi, kâdı’l-kudâtlık, hac işleri ve mezâlim mahkemelerine bakmakla görevlendirdiğinde Halife Kâdir, Şerîf Ebü’l- Hüseyn’in İsnâ aşeriyye İmamiyesi’ne mensup olması nedeniyle bu görevlendirmeyi

uygun bulmamıştı. 345

Bu hamleye, halifenin karşı bir duruş sergilemesi, hâkimiyet mücadelesinin de bir göstergesidir. Her ne kadar halifeliğin gücü zayıflamış olsa da, İslâm toplumunda özellikle dinî alandaki ağırlığı devam ediyordu.346

Gerçi aynı dönemde Mısır’da hâkim olan Fâtımîler, Şiî-İsmâilî düşünceye sahip kadılar, kâdı’l- kudâtlar görevlendirmişlerdi. Bu örnek, bu açıdan ilk değildir ancak burada Abbâsî devletinin halifesinin bu girişime onay vermemesi, önemli bir husus olarak göze çarpmaktadır.

Büveyhîler’in Bağdâd’a hâkim olduğu dönemde ortaya çıkan ve yine halifenin karşı çıkmasıyla akamete uğrayan bir diğer uygulama ise, kâdı’l-kudâtlık makamının iltizam usulüyle satılmasıdır. Büveyhî emîrinin tasarrufuyla 350/961 yılında yürürlüğe giren bu uygulama, kâdı’l-kudâtlık gibi, adaletin tesisi için hayatî önemi hâiz bir makamın, para karşılığında satılması hakikaten ilginç bir uygulamadır. Ancak bu durum, Büveyhîler’in, Bağdâd hilâfetini siyaseten zayıflatma, belki kamuoyu karşısında zor duruma düşürme çabası olarak da değerlendirilebilir. Elbette bir toplumda adaletin tesisinde yaşanan sıkıntılar, devletin yöneticileri aleyhinde bir kamuoyu oluşmasına da sebep olacaktır. Bu uygulama gereğince kâdı’l-kudâtlık makamı, yıllık 200.000 dirhem gibi bir ücret mukabilinde satılmıştır. Ancak ilgili kâdı’l-kudâtın atanmasına halifenin rıza göstermeyerek atama menşûru yayınlamaması, huzuruna kabul etmeyerek onu yok saymasının bir sonucu olarak, iki yıl sonra görevden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu süre zarfında, her ne kadar hüküm vermeye devam ettiyse de, kendisinden sonra gelen kâdı’l-kudât onun verdiği kararları iptal ederek davaları yeniden ele almıştır.347

Büveyhîler’in bu girişimlerinden anlaşılan odur ki devletin kontrolünü ele geçirerek istedikleri gibi hareket etmeye çalışmışlardır. Ancak halifelerin bu girişimlere karşı durmalarıyla bu amaçlarına bazı alanlarda ulaşamadıkları görülmektedir. Özellikle kâdı’l-kudâtlık makamı açısından değerlendirildiğinde, her ne kadar aşırı görülen girişimler halifeler tarafından bir şekilde engellenmiş olsa da,

345 Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, IV, 244.

346 Mehmet Nadir Özdemir, “Abbâsî Halifeleri ile Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki

Münasebetler”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı: 24, Konya, s. 319; Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 39.

Hanefî mezhebi yerine, Şâfiî mezhebine mensup kâdı’l-kudâtların bu dönemde atandığını müşahede etmekteyiz. Bu duruma örnek olarak Ebü’s-Sâib Utbe b. Ubeydillah ve İbn Mâkûlâ zikredilebilir.

Büveyhîler’in Abbâsîler üzerindeki hâkimiyetleri, Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in 447/1055 yılında Bağdâd’a girmesiyle sona ermiştir. Bu gelişmeyle birlikte, kâdı’l-kudâtlık makamına atanacak kadılar, tekrar Hanefîlerden seçilmeye başlanmıştır. Selçukluların, Hanefî mezhebine bağlı bir görüntü sergilemesinin yanında, Bağdâd’ı kontrol altına aldıkları dönemde vezirlik görevini sürdüren Kündürî’nin bu mezhebe taassup derecesinde bağlı olması etkili olmuştur. Halife tarafından Selçuklulara yakınlaşmak amacıyla, dönemin önde gelen Hanefî kadılarından olan Ebû Abdillah ed-Dâmeğânî kâdı’l-kudât olarak atanmış ve vefatına kadar yaklaşık otuz yıl boyunca bu görevi sürdürmüştür.348

Selçuklular döneminde genel olarak bu durum devam etmiştir. Selçukluların, kâdı’l-kudâtlık makamını saygın ve etkin bir makam olarak gördüklerine dair örneklere rastlamak mümkündür. Bu örneklerden en bilinenlerinden birisi Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in Halife Kâim Biemrillâh’ın kızı ya da kız kardeşi Seyyide ile evlenmek istediği zaman gönülsüz davranan halifeyi, kâdı’l-kudât üzerinden bir nevi tehdit etmesidir.349 Gerçi kâdı’l-kudâtla birlikte birkaç kişiye daha bu minvalde mektuplar ulaştırılmıştır ancak kâdı’l-kudâtın bu isimler arasında olması kayda değer bir durumdur. Burada Selçuklu yönetimi, kâdı’l-kudâtın halife üzerinde etkili olduğunu düşünmüş ve onu ikna edebilmek için bir nevi aracı tayin etmiştir.