• Sonuç bulunamadı

Kur'ân'da Lahn İddiası

B- İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN KUR’ÂN VE KIRÂATLERİ

I- ISTIŞHÂD YÖNÜNDEN KUR’ÂN

3- Kur'ân'da Lahn İddiası

İslâm âlimlerinden İbnu Kuteybe , İbnu Ebî Dâvûd (ö.316/928) Ebû 'Amr Osmân ed-Dânî (ö. 444/1052) ve es-Suyûtî ’nin nakillerine göre, Hz. Osman (ö.35/677) ve Hz. Âişe (ö.58/678) ’den gelen rivâyetlerde "Hz.

Osman’ın tertip ettiği yazım heyeti tarafından Kur’ân ’da lahn yapıldığı söz konusu edilmiştir. Bu rivâyetlerin sıhhat durumlarını ve buralarda yer alan lahnın hangi manâda kullanılmış olduğunu dikkate almadan bun-lara dayanarak Kur’ân’da bazı hatâlar (lahn) bulunduğunu ileri sürenler olmuştur. Bu iddiaya göre Kur’ân’ın bir kısmının istişhâda ehil olmaması

86 Miftâh, I, 250. Ka'b b. Zuheyr’in kasidesinin tamamı Mecmû'u muhimmâti’l-mutûn, s. 77-80’de bulunmaktadır.

87 Usdu’l-ğâbe, V, 292; el-İsâbe, VI, 296; Cevâhir, II, 144.

gibi bir durum ortaya çıkabilir ki, bu iddianın asılsızlığı, söz konusu rivâ-yetlerin incelenmesiyle ortaya çıkacaktır:

İlgili rivâyetlerden biri şu şekildedir: "İkrime ’den rivâyet edildiğine göre; mushaflar istinsâh edilince Hz. Osman ’a arz edildi. O da bunlar-da bazı lahnlar (hurûfen mine’l-lahn ) görünce: Bunları değiştirmeyin.

Çünkü Araplar bunları (veya Araplar bunları dilleriyle) düzeltecektir.

Eğer kâtip Sekîf , yazdıran da Huzeyl kabîlesinden olsaydı, bunlar burada bulunmazdı, dedi".88 Hz. Osman’dan gelen bundan başka rivâyetler de vardır.89 Burada aynı hadiseyi anlatan değişik rivâyetlerin içinden sadece birini almış bulunuyoruz. Tekrardan kaçınmak için diğerlerinden yeri geldikçe istifade edeceğiz.

Hz. Âişe ile ilgili rivâyet ise, 'Urve b. ez-Zubeyr (ö.93/712) ’den gel-mektedir. O şöyle der: "Âişe’ye Kur’ân ’ın lahnını, yani: ﴾ ِنا َ? ِ8א َ`َ) ِنا َ&َ< نِإ﴿,

﴾.. .َة َכ})ا َنُ$ ْT ُْ)ا َو َةَ :)ا َ ِِ ُْ)ا َو...﴿ ve ﴾... َن ُTِCא :)ا َو ا ُدא َ< َI ِ&)ا َو اُBَآ َI ِ&)ا نِإ﴿

âyetlerini sorduğumda: "Ey kardeşimin oğlu! Bu, kâtibin işidir. Onlar yazar-ken hatâ etmişlerdir." dedi".90

es-Suyûtî , bu rivâyetleri naklettikten sonra şöyle bir açıklama getir-mektedir: "Bunlar, çözülmesi güç rivâyetlerdir. Birinci olarak, Kur’ân şöyle dursun, köklü fesahate sahip Sahâbenin kendi sözlerinde lahn yaptıklarını düşünmek nasıl mümkün olur? İkinci olarak, indirildiği şekilde Resûlül-lah’tan (s.a.s.) aldıkları, ezberleyip, yazdıkları ve sağlam bir duruma getirdikleri Kur’ân hakkında onlar için bu nasıl düşünülebilir? Üçüncü olarak onların, hepsinin birden hatâ üzerinde ve onun yazılışında ittifak ettikleri nasıl zanne-dilebilir? Dördüncü olarak onların sonradan uyanıp, böyle bir hatâdan dönüş yapmadıkları nasıl söylenebilir? Beşinci olarak Hz. Osman ’ın bu düzeltmeyi yasakladığı nasıl düşünülebilir? Altıncı olarak da kırâatler seleften halefe mütevâtir olarak nakledildiği halde, nasıl bu hatâ üzerinde devam ettikleri

88 K. el-Mesâhif, s. 33; el-Mukni', vr. 52 b.; el-İtkân, I, 1, 183. Kur’ân ’daki kırâat farklarını, İbnu Mes'ûd mushafında el-Fâtiha ve el-Mu'avvizeteyn Sûrelerinin noksan oluşunu ve Ubey b. Ka'b’ın mushafın-da Kunût dualarının fazlamushafın-dan bulunmasını ileri sürerek Kur’ân’a dil uzatmak isteyenlerin iddiaları için bkz. Te’vîl, s. 24-32. İbnu Kuteybe ’nin bunlara verdiği cevaplar için bkz. A.g.e, s. 33-49.

89 Bu rivâyetler için bkz. K. el-Mesâhif, s. 32 v.dd.; el-İtkân, I, 182 v.dd.; Te’vîl, s. 26.

90 Me'âni’l-Kur’ân, I, 106; K. Mesâhif, s. 34; Mukni', vr. 52 b., 53 a.; İtkân, I, 182; el-İktirâh, s. 21; krş. Te’vîl, s. 25 v.d..Âyetler için bkz. Tâhâ Sûresi, 20/63, Mâ’ide Sûresi, 5/69, Nisâ’ Sûresi, 4/162.

sanılabilir?"91 es-Suyûtî açıklamalarına devamla, âlimlerin bu rivâyetleri şöylece üç şekilde değerlendirmiş olduklarını kaydeder.

Birincisi: Bu rivâyetlerin Hz. Osman ’dan nakli sahîh değildir.

Çünkü, bu rivâyetlerin isnadı zayıf, muzdarip ve munkatı’dır. Hz. Osman Müslümanların uyacakları bir imâm mushaf ortaya koyduğuna göre, o bunda lahn görür de, nasıl bunu Arapların dilleriyle düzeltmeleri için bırakır? Kur’ân ’ın toplama ve yazma işini üzerinde bulunduranlar, seç-kin ve ehliyetli kimseler oldukları halde, bunlar bunu düzeltmeyip de başkaları nasıl düzeltebilir? Ayrıca o, bir değil birkaç mushaf yazdırmış-tı. Eğer lahn bunların hepsinde yapıldı denilecek olsa, onların bu hatâ üzerinde ittifak etmiş olmaları pek uzaktır. Bu lahnın hepsinde değil de bazı mushaflarda vuku bulduğu düşünülse, bu da diğerlerinin sıhhatini itiraf demektir. Halbuki, lahnın bazı mushaflarda bulunup bazılarında bulunmadığını kimse söylememiştir. Şu halde mushaflar, kırâat vecihleri dışında asla farklı bir şekilde gelmemiş olup, bu kırâat farkları da, hiç bir zaman lahn olarak kabul edilemez.

İkincisi: Bu rivâyet sahîh olduğu takdirde, buradaki lahn , bazı remiz ve işaretler ile hazf yerlerinin mevcudiyetine hamledilebilir.

Üçüncüsü ise: Buradaki lahnın, telâffuzu yazılışına muhalif olan bazı kelimelerin bulunması şeklinde tevilidir.92

Bazı âlimler de, Hz. Osman ’ın mezkûr rivâyette kullandığı lahn kelimesinin lehçe manâsında olduğunu ileri sürerler. Nitekim İbnu Ebî Dâvûd özetle buradaki lahnın lehçe manâsında olduğunu; eğer bu böyle olmayıp da, Arapların normal konuşmalarında hatâ kabul ettikleri lahn olsaydı, onun bu hatâları taşıyan mushafları okumaları için Müslümanlara göndermesinin mümkün olamayacağını söyler.93

İbnu Hâleveyh ise kanaatini: "Hz. Osman ’ın hatâları Arapların düzeltmesine bırakmayıp kendisinin düzeltmesini kabul edersek,

bura-91 el-İtkân, I, 183; el-İktirâh, s. 22.; krş. Miftâh, II, 421 v.d. İbnu Hişâm’ın nakline göre, el-Mehdî, Ş. el-Hidâye ’de Hz. Âişe ’den nakledilen bu haberin sahih olmadığını ve Kur’ân ’da Arapça’ya göre sahih vechi bulunmayan bir kelime bulunmadığını söyler. Bkz. Ş. Şuzûr, s. 51.

92 el-İtkân, I, 183. İbnu Teymiye de, söz konusu edilen bu rivâyetin batıl olduğunu, sebepleriyle birlik-te açıklamaktadır. Bkz. Ş. Şuzûr, s. 50 v.d.; Bazı bilginler ise, bu rivâyeti delil kabul ederek yazının olduğu gibi bırakılıp, gerektiği gibi okunması görüşünü ileri sürerler. Bkz. K. Elif bâ, I, 45.

93 K. el-Mesâhif, s. 32.

daki lahnın hatâ manâsında olmadığı, aksine Kureyş lehçesinden kayış anlamında olduğu anlaşılır"94 şeklinde belirtmektedir. Öte yandan Hz.

Osman’ın kendi lehçeleri dışında hiç bir şey yazılmaması için Kureyş’li heyeti Zeyd başkanlığında toplamış olması ve onlar da et-tâbût [تCא)ا]

kelimesinin yazılışında ihtilaf ederek durumu kendisine arz ettiklerinde, bu kelimenin Kureyş lehçesine göre Açık Tâ [ت] ile yazılmasını emretmiş olması95 İbnu Hâleveyh’in bu görüşünü desteklemektedir.

Diğer taraftan Hz. Âişe hadisinin de ed-Dânî ’ye göre tevili, bir önceki rivâyette olduğu gibi lahnın lehçe veya kırâat anlamında anlaşıl-ması şeklindedir. Ona göre bu rivâyet Katipler yedi kırâatten evlâ olanı seçmekte hatâ ettiler şeklinde anlaşılmalıdır.96

Söz konusu rivâyetlere dayanarak, Kur’ân ’da hatâlar bulunduğunu kötü niyetlilerden başka iddia eden olmamıştır. Onların bu cüretleri, Muhammed Reşîd Rizâ ’nın da dediği gibi,97 dilin nahivden değil, nah-vin dilden çıkmış olduğunu bilmemeleri veya bilmez görünmelerinden kaynaklanmaktadır. Zira mezkur âyetlerin Arapça’ya uygun çeşitli vecih-leri tefsir ve nahiv kitaplarında açıklanarak, Kur’ân’da hatâlı bir âyetin olmadığı gösterilmiştir. Meselâ: ﴾ ِنا َ? ِ8א َ`َ) ِنا َ& َ< ْنِإ﴿ âyetinde, Arap dilinin bünyesinde mevcut olan çeşitli vecihler bulunmakta olup, bunlardan en meşhûru, âyette Belhâris b. Ka'b lehçesi bulunduğu şeklindedir. Zira gerek bu lehçeye, gerekse bundan başka Has'am , Zebîd , Kinâne ve ben-zeri lehçelere göre musennâ isimlerin i’rabında, her üç halde de elif [ا]

bulunmaktadır.98 Keza: ﴾ َنُiِCא :)ا َو اوُدא َ< َI ِ&)ا َو اُBَآ َI ِ&)ا نِإ ﴿ âyetinde çeşitli vecihler içinde en meşhûr olanı َنُiِCא :)ا َو kelimesinin haberi düşmüş müb-teda olduğu veya İnne [ نِإ ]'nin isminin mahalline atfedilmiş bulunduğu99 şeklindedir. ﴾َةَ :)ا َ ِِ ُْ)ا َو﴿ âyetindeki vecihlerden biri ise, [ َ ِِ ُ)ا ]'nin

94 İbnu Hâleveyh, el-Hucce, s. 219.

95 el-Mukni', vr. 54 b.; el-Burhân, I,376; Ş. Şuzûr, s.50; el-İtkân, I, 184. Âyet için bkz. Bakara Sûresi, 2/248.

96 el-Mukni', vr.53 b.

97 el-Menâr, VI, 478.

98 Te’vîl, s. 50; Mukaddimetân, s. 109-112; İbnu Hâleveyh, el-Hucce, s. 217; Ş. Şuzûr, s.46 v.d.;

el-Muğnî, II, 295. Âyet için bkz. Tâhâ Sûresi, 20/63.

99 el-Kitâb, I, 290; Te’vîl, s.52; Mukaddimetân, s. 107 v.d.; Ş. Şuzûr, s. 55; el-Menâr, VI, 477. Âyet için bkz. Mâ’ide Sûresi, 5/69.

medih üzere mansup olup takdiri: [ َةَ :)ا َ ِِ ُْ)ا ِ?ُכْذا َو ] şeklindedir. İkinci vecih ise, âyetin öncesi olan ﴾ َכَْ)ِإ َلِ}ْ#ُأ א َِC ﴿'deki mâ [ א َ ] üzerine atıf yoluyla mecrûr olduğu tarzındadır.100

Söz konusu âyetler, bir kısmı zikredilen bu vecihlerden de anlaşıla-cağı gibi, Arapça’nın bir değil, bir çok vechine uymaktadır. Arap kelâ-mından sadece az bir kısmın intikal ettiği düşünülecek olursa, genelde bu malzemeye dayalı olarak hazırlanan nahiv kâidelerinin bütün Arap dilini tamamen kuşatmadığı bir gerçektir. Kur’ân -ı Kerîm , intikal eden veya etmeyen, kıyâsta kullanılan veya kullanılmayan Arap kelâmının tümüne muhâtaptır. Bu sebeple sınırlı malzemeden çıkarılan kâidelerin ve orta-ya konulan ölçülerin Kur’ân-ı Kerîm ’i bağlaması düşünülemez; aksine Arapça’nın kıyâsına uymuyor diye, âyetlere hatâlı nazarıyla bakmak son derece tutarsız ve isabetsiz olur.101 Nitekim, Kur’ân’da hiç bir hatâ ve yanlışın olmadığı, bu tartışmalar gündeme gelmeden yıllarca önce, bizzat Kur’ân tarafından ilan edilmişti.102

Bu durumda, Kur’ân ’da bazı hatâlar bulunması sebebiyle onun bütünüyle istişhâda ehil olmayacağını ileri sürenlere verilecek cevap, Mukaddimetân’da kaydedildiği üzere103 mezkûr âyetlerin mushaf’ta hakikat, istikamet ve sadakat ölçülerine uygun olarak yazılmış olduğu şeklindedir. Çünkü bu âyetlerdeki vecihlerin, Arapça’da sahîh olması ve bunların naklen de sâbit bulunması, onların hatâ olmadığını göstermeye kâfidir.104

Netice olarak denilelebilir ki, Kur’ân ’da lahn olduğu hususunda Hz.

Osman ve Hz. Âişe ’ye dayanan rivâyetler, yukarıda îzâh edildiği gibi, âlimlerce de çeşitli şekillerde enine boyuna incelenmiştir. Buradaki lahn kelimesi böylece ya reddedilmiş, ya da Kureyş lehçesinden kayma, sapma manâsında alınmıştır. Çünkü böyle bir haberin kabulü, ne aklen, ne nak-len ve ne de dinen mümkündür. Ayrıca Kur’ân’da mevcut nahvin kıyâsına

100 el-Kitâb , I, 244 v.dd.; Me'âni’l-Kur’ân, I, 106 v.d.; Te’vîl, s.53; Mukaddimetân, s. 106; Ş. Şuzûr, s. 55; el-Menâr, VI, 477. Âyet için bkz. Nisâ’ Sûresi, 4/162.

101 el-Burhân, I, 380-416; Çeşitli merkezlere gönderilen mushaflardaki hat farklılıkları için bkz.

K. el-Mesâhif , s. 39-49.

102 Msl. bkz. Fussilet Sûresi, 41/42; krş. Ş. Şuzûr, s. 51.

103 Mukaddimetân, s.104 v.d.; krş. el-İktirâh, s. 21 v.d.

104 Ş. Şuzûr, s.51.

uymayan âyetleri hatâlı kabul etmek de tamamen yanlıştır. Çünkü bu kâide-lerin tespitinde kullanılan edebî malzemenin bütün Arap dilini temsil ettiği söylenemez. Dahası bu malzemelerin hepsi tevâtür derecesinde değildir. Hal böyle olunca Arapça’da bir kaç vechi bulunan ve mütevâtır olarak nakledi-len bu âyetlerle istişhâd tabiatiyle câizdir. Çünkü istişhâd için gerekli şartları en üst derecede taşıyan Kur’ân’la istişhâd öncelikle câiz olur.