• Sonuç bulunamadı

ARAP DİLİNDE "LAHN"IN BAŞLAMASI, SEBEPLERİ VE

A- DİL ÇALIŞMALARI BAŞLAMADAN ÖNCE

II- ARAP DİLİNDE "LAHN"IN BAŞLAMASI, SEBEPLERİ VE

a- "Lahn"ın Başlaması ve Sebepleri

"Lahn"ın i’râb hatâsı anlamında hangi târihte kullanılmaya başlan-dığı kesin olarak bilinmemektedir. Câhiliye devrine âit bir sözde "lahn"ın bu manâsına rastlanmamış olması, Arapların nesilden nesile intikal eden dil melekeleri sayesinde İslâm’dan önce "lahn"ı tanımadıklarını ya da çok ender vukû bulduğunu gösterir.26

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bazı sözlerinden, İslâm’ın ilk zamanlarında

"lahn" kavramının bilindiği anlaşılmaktadır. Zira O, kendisini "lahn"dan uzak tutarak: "Ben Arapların en fasîhiyim. Kureyş kabîlesinde doğdum ve Benû Sa'd b. Bekr kabîlesinde yetiştim. Benim için "lahn" nasıl söz konu-su olur?"27 buyurmuştur. Bir defasında da huzurlarında "lahn" yapan birisi hakkında: " َ ََْ ْ ُכא َ َأ او ُ ِ ْرَأ : Kardeşinize doğrusunu gösterin. Zira o şaşır-mıştır"28 diyerek "lahn"ın bir dalâlet olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Biz de bu ve benzeri rivâyetlerden, Hz. Peygamber (s.a.s.)

zamanında "lahn"ın bugün bilinen manâsıyla kullanıldığını anlamaktayız.

26 Lahnın sözlük anlamı: Nağme, dil, lehçe, okuyuşta yapılan hatâ, üstü kapalı konuşmak, meyletmek, anlamak, bir sözün manâ ve mefhûmu şeklindedir. Bkz. Cemhera, II, 192; as-Sihâh, VI, 2193 v.d.; Mekâyis, V, 239; Lisân, III, 252; ez-Zebîdî, Tâcu’l-'arûs, IX, 330 v.d.; Kâmus Tercümesi, IV, 746 v.d.. Lahn aynı zamanda karşıt manâlı (ezdâd) kelimelerden olup, hatâ etmek, yanılmak anlamına geldiği gibi bunun tamamen zıddı olan isabet etmek, doğru olmak anlamlarına da gelmektedir. Bkz. K. el-Ezdâd, s. 155; Ş. el-İktirâh, vr. 34 b. İbnu Fâris’e göre ise bu kelime hatâ etmek manâsını sonradan kazanmıştır. Bu manâsı itibariyle de muvelled (türetilmiş) kelimelerdendir. Çünkü lahnın bu manâsı, yaradılıştan saf Arapça konuşan Araplar (el-'Arabu’l-'âribe) tarafından bilinmeyen yeni bir kelimedir. Bkz. Mekâyis, V, 239; Ş. el-İktirâh, vr. 34b.. lahn kelimesinin kronolojik olarak kazandığı anlamlar için bkz. el-'Arabiyye, s. 235-246. Lahnın lûgatçı ve nahivcilerin ıstılahında sonradan kazandığı anlamlardan biri de, i’râb’da hatâ etmek, i’râb’a muhâlefet etmek manâlarıdır. Bkz. es-Sihâh, VI, 2193; İrşâd, I, 21 v.d. Esâs, s.

561. Bu kelimenin muhtelif manâlarına âit geniş bilgi için bkz. el-Kâlî, el-Emâlî, I, 4-7. Arap fasîhleri ise, kelimelerin telaffuzunda, vezin ve manâlarında, cümlelerin terkip ve düzeninde ölçüyü aşmaya ve i’râb’a aykırı davranmaya da lahn adını verirler. Bkz. el-Mu'cemu’l-'Arabî, I, 23.

27 Hadis için bkz. el-Câmi 'u’s-sağîr, I, 107.

28 el-Hasâis, II, 8, III, 246; el-İktirâh, s. 35; el-Muzhir, II, 396. Hadis için bkz. Kenzu’l-'ummâl, I, 611.

Bu kabilden olarak Hz. Ebû Bekir de, "Okurken bir kelimeyi atlama-yı "lahn" yapmaya tercih ederim"29 diyerek "lahn"ın, konuşma esnasında bir kelimeyi hiç söylememekten daha kötü bir hatâ olduğuna işaret eder.

eş-Şa'bî (ö.110/728-9) ’nin de aynı anlamda bir ifadesinin bulunması30 aynı hususu destekler.

İslâm’ın sadece Arapların değil, bütün insanlığın dini olması bakı-mından Müslümanlar arasında Arap olmayanların da bulunması sosyal bir zarûretti. Bu sebeple Arapça’yı yeni yeni konuşmaya başlayan bu kesimin konuşmalarında zorlama ve bozukluklar olması kaçınılmazdı. Meselâ Ashâb-ı Kirâm ’dan Suheyb (r.a.) ’ın Rûm lehçesiyle, Selmân el-Fârisî

(r.a.)’nin de İrân edâsıyla konuştukları bilinmektedir.31 Ancak İslâm’ın ilk zamanlarında "lahn" nâdirat kabilinden olup pek yaygın değildi.

Daha sonraları, geniş ve başarılı fetihler sonunda Arapların Arap olmayanlarla bir arada yaşamaya başlamaları, Arap dilinde "lahn"ın daha kesîf ve yaygın bir şekilde ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.32 Bilindiği gibi Kur’ân sadece Araplara mahsus değildi. Zira Hz. Peygamber

(s.a.s.) bütün insanlık için gönderilmişti.33 Bu bakımdan İslâm dâvetine Araplar gibi Arap olmayan pek çok millet ve kavim de icâbet ediyordu.

Bu kabilden olarak fetihler sonucu mağlup olmuş milletlerden İslâm’ı kabul etmiş olanlar ve diğer taraftan da Arap olmayan Müslümanlar dinî gayretle; büyük bir iman ve coşkuyla Allah‘ın Kitâbı ve yeni dinin esasını teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm ’i okumaya ve bir yandan da onun dilini öğren-meye çalışıyorlardı. Müslüman idareye tâbî kılınan bir çok milletin resmî işlemlerde Arapça’yı kullanma zorunluluğunun bulunması da, Arapça öğretimine hız veren unsurlardan biridir.34 Gâyet tabiî olarak Arap olma-yan bu yeni Müslümanlar, bir taraftan Arapça konuşma çabaları, öbür yandan da kendi anadillerinin etkisiyle usûlüne uygun olarak konuşama-mışlar ve böylece Arap dilinin bozulmasına neden olmuşlardır. Onların

29 el-Muzhir, II, 397.

30 İrşâd, I, 26.

31 el-Beyân, I, 72; el-Kâmil, II, 225 v.d.; Târih-i Edebiyyât-ı Arabiyye, I, 172; el-Mu'cemu’l-'Arabî, I, 23.

32 Mukaddime, s. 515.

33 Bkz. Sebe’ Sûresi, 34/28.

34 Eseru’l-Kur’ân, s. 19.

yaptıkları bu telaffuz, i’râb ve terkip hatâları, anadili Arapça olan Arapları da zamanla etkilemiş; Câhiliye devrindeki dil melekelerini yavaş yavaş yitirmelerine yol açmış, böylece Arap dili bozulmaya yüz tutmuştur.

Şehir hayatında bir arada yaşayan Araplarla diğerleri, birbirlerinin örf, âdet ve kültürlerinden etkilendikleri gibi, aralarında kız alıp verme sonucu yetişen yeni neslin anadilini, ana-babalarından öğrendikleri bozuk Arapça teşkil etmesi bu dilin bozulmasının bir başka boyutunu teşkil etmektedir. Böylece Arap dili nesilden nesile her geçen gün biraz daha bozularak intikal etmeye başlıyordu. Bu tip çocukların hatâlarına Halîfe Ömer’le (ö.23/643) aralarında geçen şu diyalogda şâhid olmaktayız: "Hz.

Ömer bir gün yoldan geçerken okla atış talimi yapan kimselerle karşılaşır.

Hedefe isabet edemediklerini görünce, onlara ihtarda bulunur. Bunun üzerine onlar atış talimi yaptıklarını belirtmek maksadıyla: "َ ِّ ََُ ٌم َْ! ُ ْ"َ# "

şeklinde hatâlı bir ifade kullanırlar. Bunu duyan Halife: "Bence konuşma-larınızdaki hatânız, sizin atışkonuşma-larınızdaki isabetsizlikten daha kötüdür. Zira ben Hz. Peygamber’in (s.a.s.): "Dilini düzelten kimseye Allah merhamet etsin" dediğini duydum" der.35 Yine bir defasında Hz. Ömer , vâlisi Ebû Mûsâ el-Eş'arî ’den gelen bir mektupta i’râb hatâsı gördüğü için, çok öfke-lenmiş ve vâlisinden kâtibini cezalandırmasını istemiştir.36

Bilindiği gibi Hulefâ-i Râşidîn devrinde İslâm ülkesinin başkenti Medine idi. Bütün Müslümanlar hac ibadeti için Mekke ’ye gidiyorlardı. Bu arada Arap olmayan Müslümanların haccetmek için Mekke’ye gitmeleri gibi, önemli ihtiyaçlarını karşılamak için Medine ’ye akın etmeleri de tabiî idi. Öte yandan Arap Yarımadası 'nda yaşayan Araplar, fetihler sebebiyle bir çok köle-ye sahip olmuşlardı. Bunlar efendileriyle daha çok Hicâz ve civarında oturu-yorlardı. Böylece Araplarla Arap olamayanlar evde, çarşı-pazarda, tavafta ve câmide bir arada bulunuyorlardı. Tabiî olarak bu durum, "lahn"ın Arap diline girmesine ve dilin bozulmasına yol açan37 bir başka sebebi teşkil ediyordu.

Genel bir değerlendirme yapılacak olursa, Arapça’ya "lahn"ın girme-si ilk önce şehirlerde başlamıştır. Daha sonra ele alınacağı üzere, evvelâ

35 el-Hasâis, III, 246; İrşâd, I, 14; K. Elif bâ, I, 43. Hadis için bkz. el-Câmi 'u’s-sağîr, II, 23.

36 el-Beyân, II, 216 vd. ; el-Hasâis, II, 8.

37 Zuha’l-İslâm, II, 251.

şehir hayatında günlük konuşmalarda görülmeye başlayan "lahn" , zamanla ilim meclislerine, devlet erkânına ve daha sonra da çöle kadar sıçramıştı.

Nitekim şehirlerde ve çölde duyulan ilk "lahn"ın hangi ifadeler olduğu muhtelif eserlerde yer almaktadır: Basra şehrinde ilk rastlanan hatâlı konuşma, "ُمَُ$ َ%ْ#َأ َو ٌر ْ& ُ' א َ(َ)  ََ) : Belki bir mazereti vardır; halbuki sen onu kınıyorsun" şeklindeki sözde duyulmuştur.38 Irak ’ta duyulan ilk "lahn" ise, yâ [ي] harfinin kesreli okunmasıyla: "ِحَ,َ-ْ)ا .َ َ' ِّ/ َ8 : Haydin kurtuluşa!"

ifadesinde müşahede edilmiştir. Daha sonra çöle sıçramış "lahn"e örnek olarak "/ِ$א َ: َ' ِه ِ& َ< : Bu, değneğimdir." cümlesini görmekteyiz.39

Arap dilinde baş gösteren bu "lahn" , kelimelerin son harflerinde görülen i’râb hatâlarından başka, kelimelerin zapt harekelerinde meydana gelen değişiklikler ve telâffuz bozuklukları olarak kendini gösterir. Bunları kısaca ele aldığımızda, şu tespitleri zikredebiliriz: Harflerin mahreçlerine âit hatâların pek az da olsa, "Eğribetu’l-'Arab" adıyla anılan zenci köleler-de görüldüğü kayköleler-dedilmektedir.40 Sahâbe arasında, yukarıda sözü edilen Selmân ve Suheyb gibi Arap asıllı olmayanların yaptıkları hatâlar da yine harflerin mahreçleriyle ilgili idi. Fakat bunlar az ve etkisizdi. İslâm’ın yayıl-masından sonra yaygınlaşan, daha çok bu tür harflerin mahreçleri ile ilgili telâffuz hatâları idi. el-Câhiz ’ın da dediği gibi, "Bir çok Arap çocuğu, Arap olmayan analardan doğduğu için bazı harflerin telâffuzunda ve yabancı söyleyiş tarzlarında onlardan etkileniyorlardı".41 Tabiatiyle, anneleri Arapça’daki bazı harfleri mahreçlerinden çıkaramadıkları için çocukları da onlardan duydukları gibi telâffuz ediyorlardı. Bununla beraber harflerin mahreçlerindeki bu hatâlar sadece yabancılara münhasır olmayıp, onlarla sıkı alâka ve münasebette bulunan Araplarda da görülüyordu.42

Arap diline giren "lahn"ın bir çeşidi de, cümle kuruluşlarında ve ifade tarzlarında kendisini gösteriyordu. Bu tür "lahn"a örnek olarak İbnu’l-Cevzî (ö. 597 / 1201) ’nin zikrettiği pek çok misâlden bir kaçı ile

38 el-Muğnî, I, 287. Burada söz konusu lahn, Le'alle [  ََ) ]'nin ismindedir. Zira onun ismi, mansûb olması gerekirken hatâlı olarak merfû’ yapılmıştır.

39 el-Beyân, II, 219. Son örneğin doğrusu: َيא َ: َ' ِه ِ& َ< şeklindedir.

40 el-Muzhir, II, 431.

41 el-Beyân, I, 72, II, 210.

42 A.g.e., I, 71 v.d..

yetineceğiz. Meselâ, "ِء ْ/ >)ا .َ َ' ُ% َْ ْ'َأ : Bir şeye işaret koydum" ifadesi halk tarafından aynı anlamda: ِء ْ/ >)ا .َ َ' ُ% ْ َ' şeklinde söylemiştir. Bir başka örnekte, "وٌ? ْ َ' َءא َ@ ٌAِ)א َ@ אَ#َأ אَBَْC : Ben otururken ‘Amr geldi" ifadesi, halk tara-fından: وٌ? َ' َءא َ@ ْذِإ ٌAِ)א َ@ אَ#َأ אَBَْC tarzında kullanılır olmuştur.43

"Lahn"ın i’râb hatâsı şeklindeki tezâhürü, halk arasında en çok rastlanan bir türüdür. Zira halkın i’râb’da yaptığı hatâlar çok çeşitlidir.

Sözgelişi, halk esreli bir harfi zammeli, zammeliyi kesreli okuduğu gibi, uzatılması gereken harfleri kısa, kısa olması gereken harfleri de uzatırlardı.

Bazen şeddeli bir harfi şeddesiz, şeddesizi şeddeli; bazen de bir harf ekleye-rek ya da düşüreekleye-rek; kimi kez de, harflerin yerlerini değiştireekleye-rek konuşmak suretiyle i’râb hatâsı yaparlardı.

Arap dilinin bozulmaya başlamasına kesin bir târih vermek mümkün değildir. Bununla beraber, Hz. Ömer devrinde İslâm Ülkesinin hudutları genişlemeye ve yabancı milletlerin İslâm’la şerefyap olmaları gerçekleşmeye başladığı sıralarda olduğu söylenebilir. Arap dilindeki bu bozulma ise, bilin-diği gibi, telâffuz, terkip ya da i’râb hatâsı şeklinde kendini göstermiştir.

b- "Lahn"ın Yaygınlaşması

Arap dilinde baş gösteren "lahn" , bir önceki konuda îzâh edilmeye çalışılan sebeplerden dolayı, zamanla artarak şehirden şehre, dahası sahrâla-ra kadar sirâyet etmişti. İleride açıklanacağı gibi, şehirdeki dil bozulmasının önüne geçmek için dilciler çöllerde kalıp kelime topluyorlardı. Hattâ bu durumu gören bazı bedevîlerin , bunu bir geçim vâsıtası telakkî ederek şehir-lere, yâni müşterilerinin ayağına kadar geldikleri devirler bile olmuştur.

Önceleri yabancılardan duyulan bozuk konuşmalar, zamanla sıkı temasta bulundukları Araplara tesir ederek onların dillerinde de "lahn"ın görülmesine yol açmıştı. Emevîler devrinde "lahn" yapmak, onur kırıcı bir olay olarak kabul ediliyordu. Meselâ bir gün 'Abdulmelik b. Mervân (ö. 86/705) , bir dostuyla satranç oynarken ziyaretçisi gelir. Halife hemen satrancın üstünün kapatılmasını emreder. Fakat ziyaretçi konuşmaya

43 K. mâ yelhanu fîhi’l-'âmme, vr. 56 b., 60 b. : Bu kaynakta ayrıca "Bu ifade de İz [ ْذِإ ]'in getirilmesine lüzum yoktur. Bazı hadislerde buna rastlanmışsa da, bunu râvîlere hamletmişlerdir. Ancak Beynemâ [ א ََBَْC ]'dan sonra İz [ ْذِإ ]'in getirilmesi câiz görülmüştür" açıklaması yer almaktadır.

başlayıp da, "lahn" yapınca 'Abdulmelik : "Konuşmasında "lahn" yapan hürmete lâyık değildir" diyerek oyuna devam eder.44 Yine bir defasında ona neden erken ihtiyarladığı sorulunca, "Kürsülere çıkma ve oralardaki konuşmalarımda "lahn" yapma endişesi beni kocattı" demiştir.45 Hattâ 'Abdulmelik , kendisi "lahn" yapmaktan korktuğu gibi, çocuklarını da bundan sakındırıyordu. Zira ona göre, "Soylu bir kişinin konuşmasındaki

"lahn", onun yüzünde bulunacak bir çiçek bozmasından daha çirkin; nefis bir elbisedeki yırtıktan daha kötüdür".46 Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Emevîler devrinde "lahn" yüksek tabakaya sıçramış ve kültürlü tabakanın bile çekindiği hususlar arasına girmişti. Hattâ fesâhat ve bela-gatta örnek olarak gösterilen el-Haccâc (ö.95/714) ’ın dahi bundan endişe ettiği ve üstelik kendisinin "lahn" yapıp yapmadığını sorduğu kimsenin ona "lahn" yaptığını söylemesi üzerine onu sürgüne gönderdiği kaydedil-miştir.47 Ömer b. ‘Abdil’azîz (ö. 101/719-20) de çocuklarını, saray erkânını ve ahâlisini "lahn" yapmaktan şiddetle sakındırıyor; hattâ gerektiğinde bundan dolayı onları tedip ediyordu.48

Emevîler devrinde "lahn"ın telaffuz ve i’râb bozukluğu şeklindeki te zâhürü yanında, orta tabaka arasında terkip bozuklukları şeklinin de yay gınlaşmaya başladığı görülmektedir. Söz gelişi, Müslüman ordularına düşük kaliteli mal satan tâciri sorgulayan el-Haccâc ’a, bu tâcir şu şekil-de cevap vermektedir: "ُن ُכَ$ ُء/ ِHَ$א ََכ َو אَ(ِBِIا ََ /ِ אB$אَכِ? َو א َ<ِزا َ َ< /ِ אB$KאכIِ? َ "

el-Haccâc ise, söylediğini anlamayarak ona ne demek istediğini sorar.

Orada bulunan hatâlı konuşmalara alışık birisi söze karışarak onun, "אَ# ُؤא َכَ? ُ

א َ( ِ< ُ@ُُو . َ' אَ(ُMَ# ُ ْ"َB ، ِّباَو)ا ِه ِ&َ(ِC אَBَْ)ِإ َنُPَْMَI ، ِِQاَ َْ)אCو ِزاَ ْ<َRאC : Ortaklarımız el-Ehvâz ve el-Medâin’de bulunuyorlar. Onlar bu hayvanları bize gönde-riyorlar. Biz de bize geldiği şekilde satıyoruz" demek istediğini söyler.49 Yine "lahn"ın aynı devirde bir günah olarak telakkî edildiği de görülmektedir. Zira İbnu Hubeyra (ö. 132/750) , sohbet esnasında söz uzayıp

44 Dâiratu’l-ma'ârif, IV, 287.

45 el-'Ikd, II, 479.

46 'Uyûnu’l-ahbâr, II, 158; el-Beyân, II, 216 (Dipnot:5); el-'Ikd, II, 478.

47 el-Beyân, I,163, II, 218 v.d.; 'Uyûnu’l-ahbâr, II, 160; Nuzhe, s. 16 v.d.; el-Mu'cemu’l-'Arabî, I, 24.

48 İrşâd, V, 25 v.d.

49 el-Beyân, I, 161 v.d.; 'Uyûnu’l-ahbâr, II, 160. Tacirin hatalı cümlesinin anlamı: "Bazı şirketlerimiz Hevazın'da, Bazıları da Medainin'de bize geldiği gibi oluyor" şeklindedir.

Arapça’ya intikal edince: "İki kişi düşünün; per ikisinin de dini, asâleti şahsiyeti aynı seviyede; fakat biri "lahn" yapıyor, öteki ise yapmıyor. İşte bu ikisin en üstün ve faziletlisi hatâ yapmayanıdır" demiştir. "Bunlardan fesâhat ve belagatının üstünlüğü sayesinde dünyada faziletli olanı, nasıl olur da âhirette de üstün olur" diye kendisine yapılan itiraza şöyle cevap verir: "O, Allah’ın kitabını indirildiği şekilde okur, "lahn" yapan ise, Allah’ın kitabında olmayanı ona ilâve eder, olanı ise atar".50 Onun bu sözlerinden, Emevîler döneminde "lahn"ın henüz kaçınılması mümkün bir seviyede olduğunu anlamak mümkündür. 'Abdulmelik ’in "lahn" yap-maktan tedirgin olması da bu durumu teyit etmektedir.

Fakat her geçen gün Arap dilini biraz daha istila eden "lahn"ın, Abbâsîler döneminde hızını biraz daha arttırarak devam ettiği görülmek-tedir. Zira Emevî halifeleri lahn yapmaktan korktukları halde, Abbasî Halifeleri nin bizzat "lahn" yaptıklarının sâbit olması, bunu göstermek-tedir. Zira Yâkûtu’l-Hamevî (ö.626/1229)’nin kaydına göre, bir Abbâsî halifesi olan Hârûnu’r-Reşîd (ö.193/809) ’in huzuruna giren bir şahıs, onun heybet ve cemâline hayran kalmış; fakat konuşmaya başlayınca, yaptığı

"lahn" yüzünden gözünden düştüğünü ifade etmiştir.51 Bununla beraber Hârûnu’r-Reşîd ’in gemi tayfalarının şarkılarından hoşlandığı halde, güf-telerindeki hatâlardan dolayı rahatsız olduğu da bilinmektedir.52

Zamanla ilerleyen bu hatâlı konuşmaların Arap dilinde meydana getirdiği durumu İbnu Fâris (ö.395/1004) şöyle dile getirir: Eskiden insanlar, günahtan kaçar gibi, okuyup yazdıklarında "lahn" yapmaktan kaçınıyor-lardı. Şimdi ise bunu mubah saydılar. Hattâ muhaddis, hadis naklederken

"lahn" yapıyor; fakîhlar yazdıkları eserlerde "lahn" yapıyor. Bu durum kar-şısında îkaz edildikleri zaman da: "Biz hadisçiyiz, biz fıkıhçıyız" diyorlar.

Böylece akıllıyı üzen şeyle onlar mesrûr oluyorlar.53

Daha önceleri pazara giren bir bedevî , konuşanların "lahn" yaptık-larını görerek: "Hayret! Hem hatâlı konuşuyorlar, hem kazanıyorlar. Biz

50 İrşâd2, I, 84 v.d. Burada adı geçen İbnu Hubeyra Emevî idarecilerindendir: bkz. Şezerât, I, 189; İA, V/2, 756.

51 İrşâd, I, 22.

52 Târih-i Edebiyyât-ı Arabiyye, I, 174.

53 es-Sâhibî, s. 32.

ise, hatâlı konuşmadığımız halde kazanamıyoruz"54 demekten kendini alamamıştı. Hattâ bu devirlerde "lahn" yapmak kişinin hayat seyrini bile değiştirebiliyordu. Nitekim büyük dil bilgini Sîbeveyh (ö.180/796) , Hammâd b. Seleme (ö.167/783) ’den hadis okurken "lahn" yapması üzerine ondan azar işitmiş ve bu nedenle: "Öyle bir ilim tahsil edeceğim ki, ondan sonra kimse bana "lahn" yapıyorsun diyemeyecek" demiştir. Bunun üzeri-ne el-Halîl b. Ahmed (ö.170/786) ’in ve diğer hocalarının ders halkalarına katılarak nahiv ilmine yönelmişti.55 el-Kisâ’î (ö.189/805) de, yaptığı bir

"lahn" kendisine hatırlatılınca buna üzülmüş ve yaşının ilerlemiş olmasına rağmen nahiv ilmine yönelerek onda imâm olma payesini elde etmiştir.56 Halbuki hicrî dördüncü asırda fasîh olarak konuşanlar, ancak çöllerdeki hâlis bedevîler ve anneleri yabancı olmayan melezler , bir de lûgat ve nahiv ilimlerini tahsil etmiş kimselerdi.57 Bu asırdan sonra ise, "lahn"

bedevîler arasında da yayılmış, onların dillerinin saf bir şekilde kaldığını gösterecek bir belge elde etme imkânı kalmamıştır. Hem nasıl böyle bir saflığın bulunması ihtimalinden bahsedilebilir ki! Zira o devirden sonra avâm (el-luğatu’l-'âmmiyye) dili yaygınlaşmış, Arapların idaresi Arap olmayanların eline geçmiş, âlimlerin dillerindeki tabiîliğe ihtiyaçları kalmamış, rivâyet mahfilleri yok olmuş ve Arapların artık her tarafa inti-kalleri ve seyâhatleri sıklaşmıştı.58

Ancak hicrî 626 yılında vefat etmiş olan Yâkûtu’l-Hamevî’nin Mu’-cemu’l-buldân adlı eserinde kaydedildiğine göre ez-Zevâ’ib şehri üzerin-deki 'Akad (veya 'Ukkâd) dağlarında yaşayan Arapların dilleri Câhiliye devri şîvesini muhâfaza etmişti. Bunun sebebi ise, ahâlisinin şehirleşmiş Araplarla münasebette bulunmamaları, yabancılarla evlenme konusunda hassâsiyet göstermeleri ve bulundukları yerden hiç ayrılmamış olmaları-dır.59 Hicrî 817 yılında Zebîd şehrinde vefat etmiş olan el-Kâmûs sahibi el-Fîrûzâbâdî de aynı konudaki şu sözleriyle bunu teyit etmektedir: " 'Akad

54 'Uyûnu’l-ahbâr, II, 159; İrşâd, I, 21.

55 Ahbâru-n-nahviyyîn, s. 43 v.d.; Nuzhe, s. 61; İnbâh, II, 350.

56 Nuzhe, s. 68.

57 el-'Arabiyye, s. 144; Dirâsât, s. 174.

58 Târih-i Edebiyat-ı Arabiyye, I, 176.

59 Mu'cemu’l-buldân, IV, 143; Târih-i Edebiyat-ı Arabiyye, I, 176.

Yemen’de, Zebîd şehri yakınında bulunan bir dağdır. Orada oturanlar fasîh dili kaybetmemişlerdi. Zira onlar dile aşırı düşkünlükleri sebebiyle bir misafiri yanlarında üç günden fazla alıkoymazlardı".60 Bu gibi örnekler göstermektedir ki, nâdirâttan da olsa, hicrî VI. ve VIII. asırlarda henüz dillerine "lahn" girmemiş kabîleler bulunmaktaydı. Ancak bu kabîlelerin daha sonraki durumu hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

c- Kur’ân-ı Kerîm ’in Kırâatinde Lahn Görülmesi

Buraya kadar anlatılmaya çalışıldığı gibi Arap diline giren "lahn" , gerek yabancı unsurların ve gerek onların etkisinde kalan Arapların normal konuşmalarında artık yer alıyordu. Bu durum, dilin aslını kaybet-mesi bakımından memnûniyet verici bir şey olmamakla beraber, önceden günah addedilen "lahn", artık günlük konuşmalarda normal karşılanmaya başlanmıştı. Ancak Allah kelâmı Kur’ân’da "lahn"ın vukû bulması nor-mal karşılanamazdı. Zira Kur’ân’da yapılan bir i’râb hatâsı, bazen şer’î bir hükmün değişmesini ya da bir inancın inkârını gerektirebilir. Bu ise, Allah’ın söylemediği bir şeyi ona isnat etmek olacağından, kişiyi küfre bile götürebilir. Bu bakımdan Kur’ân’ın "lahn"dan uzak olması gereki-yordu. Bu nedenle Kur’ân’ın harekelenmesi gündeme gelmiş, böylece Kur’ân’ın i’râbı ve Arap gramerinin tespiti çalışmalarının başlaması kaçı-nılmaz olmuştu.

Şimdi Kur’ân’ın kırâatinde yapılacak bir "lahn"ın nasıl bir manâ değişikliğine yol açabileceğini birlikte izleyelim:

Bir bedevî, "﴾اُBِ ْTُI .ّ َ8 َِכِ? ْ> ُْ)ا ا ُ" ِכْBُ$ َU َو﴿ : İman etmedikçe, puta tapan erkeklerle mümin kadınları evlendirmeyin" âyetini bir imâmın, "﴾ا ُ" ِכْBـَ$ َU َو﴿ : İman etmedikçe, puta tapanlarla evlenmeyin" şeklinde tâ’nın fethi ile yanlış olarak okuduğunu işitince: "Fesübhânallâh! Bu İslâm’dan önce çirkin bir işken, İslâm’dan sonra nasıl câiz olur?" der. Bunun üzerine imâmın okuyu-şunun "lahn" olduğu, doğrusunun ise: ﴾ا ُ" ِכْBُ$ َU َو ﴿ şeklinde olduğu kendisine hatırlatılınca bedevî, "Allah müstehakını versin! Bundan sonra onu imâ-mete geçirmeyin. Çünkü o, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helâl kılıyor"61

60 Kâmûs Tercümesi, I, 1216; Târih-i Edebiyat-ı Arabiyye, göst. yer.

61 'Uyûnu’l-ahbâr, II, 160; el,'Ikd, III, 475; K. Elif bâ, I, 43. Âyet için bkz. el-Bakara Sûresi 2/221.

Bu hata, erkekle erkeğin evlenmesi anlamını ortaya koymaktadır.

diyerek bir hareke hatâsından kaynaklanan ve İslâm’da yeri olmayan bir hükmün ortaya çıkmasına reaksiyon göstermiştir.

Bir başka misâl ise ileride de temas edileceği gibi nahiv ilminin vaz’ına sebep olarak zikredilen hâdisedir. Hz. Ömer (r.a.)’in hilafeti sırasında bir bedevi gelerek kendisine Kur’ân ’dan bir şeyler okutulmasını ister. Bu isteği üzerine

Bir başka misâl ise ileride de temas edileceği gibi nahiv ilminin vaz’ına sebep olarak zikredilen hâdisedir. Hz. Ömer (r.a.)’in hilafeti sırasında bir bedevi gelerek kendisine Kur’ân ’dan bir şeyler okutulmasını ister. Bu isteği üzerine