• Sonuç bulunamadı

Arap Edebiyatında Yeni İlim Dallarının Doğmasını Sağlaması

B- İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN KUR’ÂN VE KIRÂATLERİ

I- ISTIŞHÂD YÖNÜNDEN KUR’ÂN

7- Arap Edebiyatında Yeni İlim Dallarının Doğmasını Sağlaması

önce Arap edebiyatında bulunmayan bir çok ilim dalı ortaya çıkmıştır.

Nitekim, belki de kimsenin aklına gelmeyecek olan lûgat , sarf , nahiv , iştikâk, ma’ânî , bedî ’, beyân , âdâb, resm, kırâat, tefsir, usûl ve tevhit gibi ilimler var-lıklarını tamamen Kur’ân’a borçludurlar.127

125 er-Râfi'î, Târîhu âdâb, II, 74 v.d.; es-Sibâ'î, Târîhu’l-edeb, II, 162 v.d.

126 el-Mufredât, muk., s. أ

127 el-Vesît, s. 99; el-Kur’ân ve eseruh, s. 346.

Kısacası Kur’ân, Arap dilinde gerek kabîleler, gerek Arapça konuşan ülkeler arasında dil birliğini, Arapça’nın geniş bir sahaya yayılmasını temin etmiş, Arap diline yeni kelime ve deyimler kazandırmış, Arapça’yı bozulmak-tan koruduğu gibi, şiire karşılık nesrin öne geçmesini ve eski edebî mahsullerin bir araya toplanmasını sağlamıştır.

II- İSTİŞHÂD YÖNÜNDEN KIRÂATLER

a- KIRÂATLERİN DURUMU 1- Kırâatlerin Ortaya Çıkışı ve Tespiti

Kırâatlerin Arap gramerinde istişhâda uygun olup olmadığını tes-pit etmek açısından, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını ve hangi şartlar altında tespit edildiğini incelemek gerekmektedir. Yukarıda da görüldüğü gibi Kur’ân ve onun kırâatleri aynı şey olmayıp, birbirinden farklıdırlar.

Zira Kur’ân, Hz. Muhammed’e (s.a.s.) i’câz ve beyan için gönderilen vahiy olduğu halde, kırâat bu vahyin lâfızlarındaki farklı okuyuş şekilleridir.128

Kırâatlerin mevcudiyeti ve Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında varlığının delili, Hz. Ömer ile Hişâm b. Hakîm arasında geçen olay ve bununla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ifade ettiği hadistir. Bu olay kısaca şöyledir:

"Hz. Ömer, el-Furkân Sûresi ni Hz. Peygamber’in kendisine okuttuğu şeklin dışında Hişâm b. Hakîm ’in okuduğunu duyunca, hemen onu yaka paça Hz. Peygamber’in (s.a.s.) huzuruna getirir. Durum Hz. Peygamber’e

(s.a.s.) anlatıldığında o, ikisinin de okumasını ister. Her birinin okuma-sından sonra "işte bu şekilde nâzil oldu" buyurur. Daha sonra sözlerine devamla, "ُXْB ِ َ? `ََ$ אَ ا ُؤَ?ْ!אَ ٍفُ? ْ8َأ ِq َْM َY .َ َ' َلِ}ْ#ُأ َنآ?ُْ)ا ا َ& َ< نِإ : Şüphesiz bu Kur’ân , yedi harf üzere indirilmiştir. Siz, ondan kolay olanını okuyunuz" buyurarak konuya açıklık getirmiştir.129

Daha sonraları, kırâatlerin varlığı uzman okuyucular (Kurrâ’) arasın-da anlaşmazlığa sebep olunca, çıkan bu anlaşmazlığı yatıştırmak isteyen Hz.

Osman , daha önce Hz. Ebû Bekir tarafından toplanıp bir araya getirilmiş

128 el-Burhân, I, 319; el-İtkân, I,80; İthâf , s. 4.; Mebâhis, s. 108; el-Kırâât ve’l-lehecât, s. 4. Kur’ân’ın tam tanımı için bkz. el-Mustasfâ, s. 65.

129 Muslim, I, 560; Tefsîru’t-Taberî, I, 13; Te’vîl, s. 34 v.d.; Tefsîru’l-Kâsimî, I, 284.

130 en-Neşr, I, 31; Ebû Şâme, el-Murşidu’l-vecîz, s. 50.

olan mushafın çoğaltılması görevini Zeyd b. Sâbit (ö.45/665) başkanlığında bir komisyona vermişti.130 Bu heyetin istinsâh edip çoğalttıkları dört veya yedi mushaf, birer uzman okuyucu ile birlikte Mekke , Yemen , Bahreyn , Basra , Kûfe ve Şâm gibi merkezlere gönderildi. Bir mushaf Medine ’de kaldı, bir mushaf da Hz. Osman tarafından kendisi için alıkonuldu.131

Hz. Osman ’ın çoğalttığı bu mushaflar az önce temas edildiği gibi, Halife Ebû Bekir tarafından cem edilip toplanmış olan mushaf’tan istinsâh ettirilip çoğalttırılmıştı. Hz. Ebû Bekir ise, bu mushafı Hz. Peygamber’in

(s.a.s.) son "arza"132 da aldığı şekle uygun olarak yazdırmıştı.133 Hz. Osman tarafından çoğaltılan mushaflar da, hem Resûlüllah’tan (s.a.s.) gelen sahîh nakle ve hem ondan sabit olan kırâatlerin hepsine muhtemel (yazılışına uygun) olması için noktasız ve harekesizdi. Çünkü Kur’ân sırf yazıya dayanmıyor; aksine hem yazıya, hem hâfızalara dayanıyordu.134 Bu usû-lün ise, yazı hâfızayı, hâfıza da yazıyı desteklediğinden yanılma ihtimalini hemen hemen ortadan kaldıran sağlam bir nakil yolu olduğu açıktır.

Hz. Osman ’ın merkezlere gönderdiği mushaflarla birlikte giden uzman okuyucular, ömürlerini okuma ve okutmakla geçirdiklerinden, bulunduk-ları yerlerdeki Müslümanbulunduk-ların itimat ve güvenini kazanmışlardır. Öyle ki, Müslümanlar bizzat Resûlüllah’ı (s.a.s.) dinliyor ve ondan alıyormuş gibi, bu mushaflara itimat etmişlerdir. Sahâbe asrından sonra kırâatle meşgul olanlar, bu meşgûliyetlerinde o kadar ilerlemişlerdir ki, artık kırâatlerde kendilerine uyulan birer imâm olmuşlardır. Kırâat ilmi tahsil etmek için çeşitli yerlerden onlara gelenler olduğu gibi, şehirleri halkı da onların kırâatlerinin sahîh ve makbûl olduğunda ittifak etmişler ve daha sonra da kırâatler bu imâmlara nispet edilerek anılır olmuştur.135

Fakat bu sıralarda türeyen bidat ve hevâ ehli, diğer ilim dallarında da yaptıkları gibi, bid’atlarına uygun düşmesi için, okunması câiz olmayan

131 İstinsâh edilen mushafların sayısı hakkında farklı rivâyetler vardır. Bunlar için bkz. el-Burhân, I, 240; İthâf , s. 4; Tefsîru’l-Kâsimî, I, 291; Şevkî Zayf , Târîhu’l-edeb, II, 26.

132 Hz. Peygamber, Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla Cenâbı Hak’tan aldığı Kur’ân âyetlerini son vahye kadar, çeşitli zamanlarda Cibrîl’e sunuyordu. Bu sunuşa "'arza" denilmektedir. Son "'arza" ise, Kur’ân-ı Kerim’in tamamlanmasından sonra yapılan son 'arzadır.

133 en-Neşr, I, 8, 31; Ebû Şâme, a.g.e., s. 22 v.d.

134 en-Neşr, I, 6; Tefsîru’l-Kâsimî, I, 295; Menâhil, I, 406; Mebâhis, s. 90.

135 en-Neşr, I, 8.

kırâatlerle okumaya başlamışlardır. Bu durumun ortaya çıkışından sonra, bütün Müslümanlar mûtemet imâmların kırâatlerinde birleşmeye karar vererek, istinsâh edilip çoğaltılan mushafların gönderildiği şehirlerde kendilerini kırâate vermiş, nakildeki emanetleri üstün ilim, güven ve anlayışlarıyla meşhûr olan imâmları tercih etmişlerdir. Bunların kırâatleri ise, mushafların resminden dışarı çıkmıyordu. Çeşitli şehirlere dağılmış olan bu imâmları tâkip eden nesiller de aynı yolda yürümüşlerdir. Ancak zamanla râvîler çoğalınca ihtilaflar artmaya ve zapt işi zorlaşmaya baş-lamış, bunun üzerine kırâatlerin tespitinde bir ölçü koyma ihtiyacını hisseden imâmlar, kırâatlerin mütevâtirini, âhâdını, şâzını, münkerini ve sair hususlarını bu yolla tespit etmişlerdir.136

Kırâatlerin vecihlerini ilk olarak inceleyen ve bir araya getiren, sahîh ve uydurma senetlerini araştıran, bir kırâat ve nahiv imâmı olan Hârûn b.

Mûsâ (ö.170/786) ’dır.137 Fakat kırâatleri bir kitap halinde ilk toplayan ise, Ebû 'Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm (ö. 223-4/ 837-8) ’dır. O, uzman okuyucu-ları (kârîler) yedi kırâat imâmıyla beraber 25 olarak tespit etmiş; ondan sonra gelen Ahmed b. Cubeyr el-Kûfî (ö. 258/872) ise, her şehirden beş imâmın kırâatini içine alan bir kitap telif etmiştir. Daha sonra İsmâ’il b.

İshâk el-Mâlikî (ö. 282/895) yedi imâmın da içinde bulunduğu 20 uzman okuyucuyu ihtiva eden bir eser yazmıştır. Büyük müfessir İbnu Cerîr et-Taberî (ö. 310/922) ise, 20 kadar kırâati içine alan "el-Câmi '" başlıklı bir kitap yazmıştır.138 Kırâatleri meşhûr yedi imâma ilk tahsis eden ise, Ebu Bekr b. Mucâhid (ö. 324/936) ’dir.139

Bunlardan başka bazı imâmlar da kırâatlerin tevcîhi ile meşgul olmuş ve bu konuda müstakil eserler vermişlerdir. Örneğin, Ebû 'Alî el-Fârisî ’nin "el-Hucce ", Mekkî b. Ebî Tâlib (ö.437/1065) ’in "el-Keşf 'an vucûhi’l-kırâât ve 'ilelihâ " ve el-Mehdevî ’nin "el-Hidâye " adlı eserleri bu kabilden teliflerdir. Şâz kırâatlerin tevcîhine de İbnu Cinnî ’nin

"el-136 A.g.e., I, 9; İthâf , s. 4.

137 er-Râfi'î, İ'câzu’l-Kur’ân, s. 53.

138 en-Neşr, I, 33 v.d. kırâate dair kitapların isimleri için bkz. el-Fihrist, s. 53.

139 Ebû Şâme, a.g.e., s. 157; Ğâyetu’n-nihâye, I, 139; krş. el-Burhân, I, 329 v.d. Ebû Şâme, yedi kırâatı hadiste geçen yedi harf olarak kabul etmenin büyük bir hatâ olduğunu ifade etmektedir, bkz. s. 151; krş. el-İtkân, I, 76. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. el-Burhân, I, 211-227.

Muhtesib" adlı eseriyle Ebu’l-Bekâ v.b.nin eserleri örnek olarak zikredi-lebilir.140

2 - Sahih Kırâatlerde Aranan Şartlar

Az önce kırâatlerin ortaya çıkışı ve tespiti çalışmaları ile ilgili olarak verdiğimiz kısa bilgiden sonra, şimdi de nahivci ve diğer usûl âlimlerinin kırâatler karşısındaki tutumlarını değerlendirmeye çalışalım. Zira konu-muza ışık tutması bakımından, kırâatlerin sahîh olanını olmayanından ayırmak için kırâat imâmları tarafından konulmuş prensiplerin bilinmesi gerekmektedir. Bu bakımdan kırâatlerden bahseden kaynakların üzerinde ittifak ettikleri husus, daha önce de temas edilen; "Kırâatin, bir vecihle de olsa Arapça’ya uygun olması, ihtimalen de bulunsa mushaflardan birinin resm-i hattına mutâbık olması ve Peygamber’e sahîh senetle ulaşması"141 şeklindeki üç şartı açıklamak yerinde olacaktır. Bu şartla-rın birincisinden kastedilen, gerek fasîh, gerek daha fasîh, gerek ittifak edilmiş ve gerekse önemsiz ihtilaf edilmiş olsun, nahiv kâidelerinden birine, her hangi birine uygun olmasıdır. Zira kırâat yaygın ve meşhûr vecihlerden olup, kırâat imâmlarına sahîh senetle ulaşmışsa, artık en büyük asıl ve en kuvvetli rükün bu vecih olmuş olur.142 Ancak burada aranan şart, kırâatin sonradan tespit edilen nahiv kurallarına uygunluğu değildir. Çünkü kırâatlerde ölçü, yukarıda da temas edildiği gibi, nahiv kâidelerine uygunluğu söz konusu olmamasına karşılık, nahiv kâidelerin-den bir kısmı kırâatlere dayanılarak vazedilmiştir. Bu bakımdan sonradan vazedilen nahiv kuralları esas olmayıp, Arapça’da genel manâsıyla var olan bir kullanış tarzına (veche) uygun olan bir kırâat, adı geçen birinci şartı taşıyor, demektir.

140 el-Burhân, I, 338. Kur’ân ve kırâatlerin tespitine dâir geniş bir araştırma için bkz. el-Mushafu’l-murattel, Kahire, 1387/1967.

141 en-Neşr, I, 9; el-Burhân, I, 331; el-İtkân, I, 75; Menâhil, I, 418.

142 en-Neşr, I, 10; el-İtkân, I, 75; Menâhil, I , 422.

143 en-Neşr, I, 11; Menâhil, I , 418 v.d. Âyetler için bkz. el-Bakara Sûresi, 2/116; ‘Âl-i 'İmrân Sûresi, 3/184; et-Tevbe Sûresi, 9/100. İbnu Kesîr kırâati için bkz. et-Teysîr, s. 119. Önemli mer-kezlere gönderilen mushaflardaki farklılıklar şöylece özetlenebilir: Medineliler ile Iraklıların mushafları 12 yerde; Şâmlılar ile Iraklıların mushafları 40 yerde; Kûfeliler ile Basralıların mushafları ise 5 yerde birbirlerinden farklıdırlar: Bkz. Mukaddimetân, s. 117-133.

İkinci şarta gelince, bundan maksat; kırâatin yazılış şeklinin Hz. Osman ’ın çoğalttığı mushaflardan hepsinin ya da sadece birinin yazılış şekline uymasıdır.

Örneğin İbnu 'Âmir (ö.118/736) kırâatinde: ﴾ا ًَ) َو ُ \^ا َ& َh$ا اُ)אَ!و ﴿ âyeti, görül-düğü gibi, vâv [و]’sız; aynı kırâatte: ﴾ ِ?ُCl})אِC َو ِتאَBَِّMْ) אِC ُؤَא َ@ َכِْMَ! ِْ ٌ ُYُر َب ِّ&ُכ ََْ

ِ?ِB ُْ)ا ِبאَ ِכْ)אِC َو ﴿ âyetinde de, iki bâ [ب] fazlalığı bulunmaktadır. Bununla

beraber İbnu 'Âmir’in bu iki kırâati, Şâm ’a gönderilen mushafta mevcut-tur. Bir başka örnekteki bir durum ise;

İbnu Kesîr (ö.120/737) kırâatine göre: ﴾ ُرאَ(ْ#َRا אَ(ِ ْ"َ$ ِْ يِ? ْHَ$ ٍتאB َ@ ﴿ âyetinin görüldüğü gibi min: [ ِْ ] ilâvesiyle bulunup, bu şeklin Mekke ’ye gönderilen mushafa uygun olmasıdır.143 Verilen bu iki örnekten de anlaşı-lacağı gibi, Hz. Osman tarafından çoğaltılan mushaflar arasında bazı keli-melerin yazılış farkları bulunmakta olup, bu mushafların gönderildikleri şehirlerdeki imâmların kırâatleri, kendi mushaflarına uygun olarak ortaya çıkmış ve zamanımıza kadar gelmiştir. Eğer bir kırâat adı geçen mushaflar-dan birine uymuyorsa, şâz kırâat kabul edilir. Diğer iki şartın mevcudiyeti onu şâz olmaktan kurtarmaz. Bu şartta söz konusu olan "ihtimalen de olsa"

ifadesinden kastedilen ise, kırâatin mushaflardan birinin yazılış şekline dolaylı olarak uymasıdır. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak, şöyle diyebiliriz: Mushafların hepsinde ﴾ ِI ِّ)ا ِم َْI ِכَِ ﴿ âyetindeki mâlik [ כِ)א َ] kelimesi yazılışta elifsizdir. Bu durumda elif [ا] siz kırâat mushafa doğrudan doğruya (hakikaten), elif [ا]’li kırâat ise dolaylı olarak (ihtimâlen) uymuş-tur. Çünkü buradaki elif [ا] yazılışta ihtisâr için hazfedilmiştir.144

Üçüncü şarttan kastedilen ise, bir kırâatin adalet ve zapt sahibi kişi-lerin aynı durumdaki kişilerden nakliyle Resûlüllah’a (s.a.s.) varması, kırâ-at imâmları nezdinde galkırâ-at ve şâz sayılmaksızın meşhûr olmasıdır. Kırâkırâ-atte bulunması gereken bu rükünde, müteahhirînden bazıları, "Kur’ân ’ın ancak tevâtürle sabit olacağını söyleyerek", tevâtürü şart koşarlar.

Halbuki kırâatin naklinde tevâtür gerçekleşince, diğer iki şarta lüzum kalmaz. Üstelik kırâatlerde ihtilaf bulunan her hususta tevâtür aransa, yedi kırâatte ihtilaf bulunan bir çok husus geçersiz olurdu.145 Halbuki Kur’ân’ın mütevâtir olması ise, yedi kırâat ve bunlar dışındaki bütün

144 el-İtkân, I, 75; Menâhil, I, 419. Hz. Osman’in teksir ettiği mushafların yedi kırâati ihtiva edip etmediği hususunda bkz.en-Neşr, I, 31.

145 el-İtkân, I, 76.

kırâatlerde mütevâtir olarak gelen kısımların birleşmesinden teşekkül etmesidir.146

Şu halde kırâat imâmları nazarında bir kırâatin sahîh olabilmesi için, yukarıda geçen üç şartın eksiksiz bulunması gerekmektedir. Kendisinde bu şartlardan biri bulunmayan kırâat, sahîh kabul edilmez. Bütünüyle her keli-mesinde mütevâtir olma şartı sadece Kur’ân -ı Kerîm için söz konusu olup, kırâatler için teker teker bütün kelimelerinde tevâtür şartı aranmaz.

3- Kırâat Çeşitleri

Kırâatler değişik açılardan çeşitli şekillerde taksime tâbi tutulmuştur.

Bir kısım âlimler kırâatleri, az önce açıklanan üç şartı taşıyıp taşıyamaması bakımından taksim ederken, bazıları da daha başka yönlerden kırâatleri kısımlara ayırmışlardır. Örneğin,

Mekkî b. Ebî Tâlib (ö.437/1065) kırâatleri üçe ayırır: Birincisi, bu gün okunmakta olan kırâatler ki, bunlarda bilinen üç rükün (olmazsa olmaz şartları) bulunmaktadır. Bunları inkar küfrü gerektirir. İkincisi, âhâd yoluyla nakledilmekle beraber, sahîh olup Arapça’ya da uydu-ğu halde, mushaflardan birinin yazılışına uymayan kırâatlerdir. Böyle kırâatler kabul edilmesine rağmen bunlarla kırâat câiz değildir. Meselâ, 'Abdullâh b. Mes'ûd (ö.32/652) , Ebu’d-Derdâ (ö.32/652) ve İbnu 'Abbâs gibi güvenilir kimselerin rivâyetiyle sabit olan kırâatler bu kısma girerler.

Üçüncüsü ise, sika, güvenilir olmayanın naklettiği veya güvenilir kimse tarafından nakledilmekle beraber Arapça’ya uymayan kırâatlerdir. Bu tür kırâatler, mushaflardan birinin yazılışına uysalar da kabul edilmezler.147

Kırâatlerin bu taksimatından başka, genellikle şu taksimatı da zikre-dilmektedir.

Mütevâtir: Yalan üzerinde birleşmeleri mümkün olmayan toplulukla-rın birbirlerinden haber vermeleri şeklinde gelen kırâatlerdir. Kırâatlerin ekserisi bu kısma girer. Yedi kırâat ise, bu tür kırâatler içinden seçilmiştir.

Bu kırâatlerin sahipleri Medine ’de Nâfi' b. 'Abdirrahmân (ö.169/785) ,

146 Kur’ân ’ın mütevâtir oluşu hakkında daha geniş bilgi için bkz. el-İtkân, I, 77- 80; Menâhil, I 435-439.

147 en-Neşr, I, 14; el-Eşmûnî, Menâru’l-hudâ, s. 7; el-İtkân, I, 76. en-Nevevî, Kur’ân’ın mütevâtir ol-maksızın düşünülmesinin mümkün olamayacağını ileri sürerek Mekkî b. Tâlib’in kırâatleri taksi-minden birincisine itiraz eder. Bkz. el-Kırâatu’ş-şâzze, s. 5.

Mekke ’de İbnu Kesîr, Kûfe ’de 'Âsım b. Ebi’n-Nucûd (ö.128?/745?) , Hamza b. Habîb (ö.156/772) , el-Kisâ’î , Basra ’da Ebû 'Amr b. el-'Alâ , Şâm ’da İbnu 'Âmir ’dir.148

Meşhûr: Ünlü üç şartı taşımakla beraber, mütevâtir derecesine ulaşa-mayan kırâatler bu guruba girerler. Bunlar kırâat imâmları nezdinde meşhûr olup, onlar tarafından galat veya şâz da sayılmamışlardır.149 İşte bu kırâat-lerden üçü tercih edilerek yedi kırâat on’a tamamlanmıştır. Bu kırâatlerin sahipleri de, Ebû Ca'fer (ö.130/748) , Ya'kûb el-Hazramî (ö.205/820) ve Halef el-Bezzâr (ö.229/843-4) ’dır. Sahâbeden gelen kırâatler de bu meşhûr kısmın-dan sayılmıştır.150

Âhâd: Senedi sahîh olup da, mushaflardan birinin yazılış şekline veya Arapça’ya aykırı olan ya da meşhûr kırâatler seviyesine ulaşamayan kırâatler bu türe girer.151

Şâz: Bu tür kırâatler, ünlü üç şarttan birini taşımayan kırâatler olup, âlimlerin çoğunluğu bununla kırâatin câiz olmadığı görüşündedirler.152

Mevzû': el-Huzâ'î (ö.408/1017) ’nin kırâati gibi uydurulmuş kırâatler-dir ki, bunlarla okumak asla câiz değilkırâatler-dir.

Müdrec: İçinde tefsir maksadıyla bazı ilâveler bulunan kırâatlerdir.

Bunlarla da okumak câiz değildir.153

Mustafa Sâdık er-Râfi'î ise, kırâatleri âlimlerin ittifakla mütevâtir , âhâd ve şâz olarak üç kısma ayırdıklarını; yedi kırâati mütevâtir, bunları on’a tamamlayan üç kırâat ile Sahâbenin yedi kırâate uymayan kırâ-atlerini âhâd ve bunlar dışında kalanları da şâz olarak kabul ettiklerini bildirir.154

148 en-Neşr, I, 8 v.d.; İtkân, I, 77. Bu şehirlere yerleşen sahabelerin bir listesi için de bkz. el-İtkân, göst.yer; Miftâh, II, 369.

149 el-İtkân, göst.yer; Miftâh, II, 399.

150 Ş. el-İktirâh, vr. 33 b.; el-Mushafu’l-murattel, s. 169. Adı geçen imâmların biyografileri için sırasıyla bkz. Ğâyetu’n-nihâye, II, 382, 386 v.d., I, 282 v.d.

151 Miftâh, II, 399; el-İtkân, I, 77.

152 en-Neşr, I, 14 v.d.; el-Burhân, I, 331 v.d., 467; Tefsîru’r-Râzî2, I, 49; el-Kırâatu’ş-şâzze, s. 8:

Kırâat ilminde şâz kırâat, genel olarak senedi sahih olmayan kıraatlerdir. Ebû Şâme pek çok âlime dayanarak yukarıdaki görüşü ileri sürer.

153 Miftâh, göst. yer. v.d. ; el-İtkân, göst. yer.

154 İ'câzu’l-Kur’ân, s. 55.

İbnu’l-Cezerî (ö.833/1429) de, yedi kırâatin mütevâtir olduğunda icmâ , on kırâatin mütevâtir olduğunda ise, ihtilaf bulunduğunu nak-leder.155

Görüldüğü üzere, mütevâtir , meşhûr, âhâd , şâz , mevzû' ve müdrec gibi kısımlara ayrılan kırâatlerden sadece ilk ikisi ile okumak câiz olup, beşinci ve altıncısı için kırâat denilmesi dahi mecâzîdir. Âhâd ve şâz kırâatlere gelince, çoğu âlimler bunlarla kırâatin câiz olmadığı görüşün-de olmasına rağmen, fıkıh ve tefsir gibi ilimlergörüşün-de bunlarla istişhâd câiz görülmüştür.156 Arapça’da ise, mütevâtir, meşhûr, âhâd ve şâz kırâatlerin hepsiyle istişhâd câizdir.157

4- Kırâat Tesbitinde Nahiv Ölçü Olabilir mi?

Bilindiği gibi kırâatler nakle dayanmaktadır. Allah’ın Resûlüne nak-lettiği ve onun da ashabına öğrettiği okuyuş şekilleri bu kırâatlerin esasını teşkil eder. Daha önce açıklandığı gibi, sahîh kırâatlerin üç şartı olup, bunlardan birini taşımayan kırâat, şâz olarak işlem görür. Bu tür şâzdan başka sırf birer bidat olan Ebû Bekr b. Miksem el-'Attâr (ö.354/965) ’ın kırâati gibi sırf Arapça’ya uygunluğu açısından teklif edilen şâzlara da rast-lamak mümkündür. Zira İbnu Miksem , icmâ ’a muhalif kırâatlere meylet-mesi yüzünden şiddetli tenkitlere mârûz kalmıştır. Çünkü o, bu kırâatleri okuyor, Arapça’ya uygunluğunu söyleyerek bunları talebelerine çeşitli vecihlerle okutuyordu. Bu durumu âlimler arasında yayılınca sultana intikal ettirildi ve âlimlerin huzurunda tevbe etmesi temin edildi.158

Bundan başka bir de, eski ve yeni bazı âlimler, kırâatlere karşı tutum-ları ile kırâatlerin ihtiyârî ve ictihâdî olduğu kanaatini taşıdıktutum-ları izle-nimini vermektedirler. Örneğin ez-Zemahşerî (ö.538/1143) , İbnu 'Âmir kırâatine itiraz ederek onu "şey" diye vasıflandırmış ve onun bu kırâate meyletmesini mushafların birinde [ zِQא ََ ] kelimesini yâ [ ي ] ile görmüş olmasına bağlamıştır.159 ez-Zerkeşî ise bu durumu şöyle özetlemektedir:

155 en-Neşr, I, 44 v.d.; Ebû Hayyân da yedi kırâatin mütevatir olduğunu kaydeder. Bkz. et-Tezyîl, V, vr. 221 a.

156 el-İtkân, I, 82; Mu'teraku’l-’akrân, I, 170.

157 el-İktirâh, s. 20.

158 Nuzhe, s.288 v.d.; L. Massignon, Kırâat, İA.,VI, 733 v.d.

159 el-Mushafu’l-murattel, s. 176 v.d.

"ez-Zemahşerî’nin de içinde bulunduğu bir gurubun hilâfına, kırâatler ihtiyarî olmayıp, tevkifîdir. Halbuki onlar, kırâatlerin ihtiyarî olup, fasîh kimselerin tercihi ve belagatçıların içtihadıyla tespit edildiğini zannettiler".160

Diğer taraftan kırâatler için nahvin ölçü olamayacağını, bazı mütevâtir kırâatlere itirazda bulunan el-Ferrâ (ö.207/822) ’nın bile: "Kırâat imâmlarının, Kur’ân ’ı Arapça’da câiz olan her vecihle okumadıkla-rını" söyleyerek itirafta bulunduğunu görmekteyiz.161 İbnu Hâleveyh (ö.370/890) de Arapça’da câiz olduğuna örnek olarak zikrettiği bazı âyet-lerdeki vecihlerin kırâatte câiz olmadığını; zira kırâatin bir sünnet olup, Arapça’nın kıyâsına uydurulamayacağını savunur.162 Sîbeveyh ise, daha önce de belirtildiği gibi, ﴾ا ً? َ>َC ا َ& َ< אَ﴿ âyetinin mushaf’taki durumunu bilenlerin ona uyma mecburiyetini dile getirerek kırâatin uyulması gere-ken bir sünnet olduğunu belirtmektedir.163

es-Suyûtî ’nin naklettiğine göre, bazı kelamcılar: Arapça’ya uydu-ğu takdirde, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) okumadığı bile olsa, bir kırâat veya bazı vecihlerin ortaya konulmasında fikir yürütmenin ve içti-hattâ bulunmanın câiz olduğunu söylerler. Gerçeği gören âlimler ise, kırâatler için bu durumu câiz görmeyip, bu yolda yürüyenlerin hatâlı olduklarını beyan etmişlerdir.164 Nitekim ez-Zerkeşî , manâya göre kırâatin, Kur’ân olarak nakledilmedikçe, Arapça’ya uysa bile, şâz dahi kabul edilemeyeceğini, kırâat ihdâs etmeye kalkışanın ise, dalâlet içinde olduğundan tutuklanması ve bundan vazgeçirilmesi gerektiğini söyler. Kırâatin Resûlüllah’tan (s.a.s.) nakledilen bir sünnet olduğunu ve rivâyet edilenden başkasıyla okumanın câiz olmadığını da kaydeder.165 Yine onun, kırâatlerin Arapça’nın kıyâsına göre tespit edilmediğini gösteren şu buluşu çok enteresandır: "Gerek Basralı, gerek Kûfeli kırâat imâmlarından her birinin kırâati, kendi ekolünün nahvine uymayıp, karşı tarafınkine uyması, bu imâmların kırâatlerini

men-160 el-Burhân, I, 321.

161 Me'âni’l-Kur’ân , I, 245.

162 İ'râbu selâsîn, s. 24, 42.

163 el-Kitâb , I, 28. Âyet için bkz. Yûsuf Sûresi, 12/31.

164 el-İtkân, I, 78.

165 el-Burhân, I, 332.

sup oldukları ekolün nahvinden almadıklarının en güzel delilidir."166 demektedir.

Şu halde kırâatler nakle dayandığından tevkifîdir. Onlarda tercih ve içtihada yer yoktur. Bu bakımdan Arapça’nın nahvine uysa bile, Hz.

Peygamber ’den (s.a.s.) nakledilmeyen bir kırâat, şâz kırâatlerden dahi sayılmaz. Bu şekilde kırâat ortaya koymaya (ihdâs) kalkışan, sapıklığa düşmüş olduğundan engellenmelidir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, kırâat tespitinde hiç bir zaman nahiv tek başına ölçü olamaz.

b- DİLCİLERİN KIRÂATLERLE İSTİŞHÂDI

Daha önce, "Dilcilerin Kur’ân ’la İstişhâd Hakkındaki Görüşleri"

bahsinde, dilcilerin mütevâtir , âhâd ve şâz bütün kırâatlerle istişhâdı

bahsinde, dilcilerin mütevâtir , âhâd ve şâz bütün kırâatlerle istişhâdı