• Sonuç bulunamadı

1. DEĞİŞEN GÜVENLİK KONSEPTİ VE KOPENHAG OKULU

1.2. Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı

1.2.3. Kopenhag Okulu

Çalışmaya temel teşkil eden Kopenhag Okulu da böyle eleştirel bir iklimde yeşererek bu akımın öncülerinden olmuştur. Kopenhag Okulu, güvenlik çalışmalarına neorealist ve konstrüktivist bir bakış ile farklı bir analiz modeli sunmuştur. Analizlerinin merkezine realist yaklaşımın temeli olan devleti koymakla birlikte güvenlik alanındaki görüşlerinde farklılıklar yer almaktadır. Temelde devlet merkezli bir tutum sergilese de sonrasında inşacı bir yaklaşımla analiz birimini çeşitlendirmektedir.

Kopenhag Okulu; Buzan ve Waever başta olmak üzere, Jaap de Wilde, Morten Kelstrup, Pierre Lemaitre ve Elzbieta Tromer gibi isimlerin öncülüğünde, Kopenhag’daki Centre for Peace and Conflict Research’te çalışmalarını yürüten bir gruptur. İsim McSweeney tarafından verilmiş olup sonrasında bu isim tüm akademik çevrelerce benimsenmiştir. Huysmans, Okul’un hareket noktasını iki hususta özetlemiştir: Güvenliği dar askeri-siyasi bağlamdan çıkartmak, kavramı tutarsızlıktan korumak (Huysmans, 2007: 46). Bu bağlamda Kopenhag Okulu, uluslararası güvenlik çalışmalarına ilişkin literatüre üç temel katkıda bulunmuştur. Bunlar: Güvenlikleştirme teorisi, sektörel güvenlik yaklaşımı ve bölgesel güvenlik kompleksi teorisidir. Bu çalışmanın temel önermesini güvenlikleştirme yaklaşımının oluşturması sebebiyle diğer iki yaklaşımdan ziyade daha çok güvenlikleştirme teorisine odaklanılacaktır.

1.2.3.1. Bölgesel Güvenlik Kompleksi

Kopenhag Okulu’nun düşünce sistematiğinin anlaşılabilmesi için güvenlik literatürüne olan katkılarının irdelenmesi gerekmektedir. Okul’un birinci katkısı, geliştirdiği “Bölgesel Güvenlik Kompleksi” kavramıdır. Günümüzde her ne kadar büyük teknolojik gelişmeler

19

yaşansa da tehditler çoğunlukla kısa mesafelere kolay ulaşmaya devam etmektedir (Buzan ve Waever, 2003: 461). Tüm şiddet hareketlerinin ve terör faaliyetlerinin coğrafi konum ve bölge ile ilişkileri vardır. Dolayısıyla bu tehditlerin, ortaya çıktıkları bölge bağlamı dikkate alınmadan doğru analiz edilebilmesi çok da mümkün olmayacaktır (Buzan ve Waever, 2003: 466-467).

Huysmans, Kopenhag Okulu’nu analiz ederken, güvenlik kompleksini, coğrafi olarak tanımlanmış ve içerdiği güvenlik pratikleri birbirine daha fazla bağımlı olan bölgesel güvenlik sistemi şeklinde belirtmiştir (Huysmans, 2007: 60). Buzan’ın görüşüne göre ise küresel ölçekte tüm devletler güvenlik konusunda birbirlerine bağımlıdır. Ancak bu bağımlılığın derecesi birbirlerine olan mesafeleri ile orantılıdır. Bu kapsamda anarşi ve coğrafi farklılıklar, güvenlik bağımlılığının yoğunlaştığı bölgesel kompleksleri oluşturmuştur (Buzan ve Waever, 2003: 46). 2003 yılında Buzan ve Waever tarafından kavram “Regions and Powers: The Structure of International Security” başlıklı kitapta daha da ayrıntılandırılmış, dünyadaki farklı güvenlik kompleksleri tanımlanarak bu bölgelerin güvenlik parametreleri analiz edilmiştir.

Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu düzeninde devletler, iki süper güce göre konumlanarak veya denge politikası güderek güvenliklerini sağlamaya çalışırken sonrasında oluşan düzende güçlü aktörler tarafında baskılanan devletler, bölgesel anlamda daha fazla hareket kabiliyeti kazanmışlardır. Bu bağlamda devleti referans alarak yapılacak güvenlik çalışmalarında bölgesel dinamikler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Waever ve Buzan, ‘Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi’nde hangi devletin hangi bölgeye ait olduğuna yönelik analizler yapmaktadırlar. Bu kapsamda devletleri yalnız bir aktör gibi bölgeden bağımsız ele almak ya da uluslararası sistemi, alt birimlerini dikkate almadan bir bütün olarak düşünmek sağlıksız sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Örneğin Fransa’yı yalnız başına değerlendirerek bir analiz yapmak doğru değildir. Güvenlik değişkenleri ilişkiseldir ve Fransa’nın güvenliğini etkileyen diğer devletler de analiz kapsamında değerlendirilmelidir. Bunun yanında global değerlendirmeler de aynı şekilde sağlıksız olacaktır. Çünkü bu bir realiteye değil, isteğe karşılık gelecektir. Okul’a göre küresel açıdan dünya, entegre bir sistem halinde değildir. Sınırlı sayıda aktörler güvenlik dinamiklerine etki edebilmektedir (Buzan ve Waever, 2003: 43). Bu sebeple analizlerin bölgesel düzeyde tutulması sonuçların tutarlılığını da arttıracaktır.

20 1.2.3.2. Sektörel Güvenlik

Okul’un çalışmalara kazandırdığı ikinci kavram “Sektörel Güvenlik” yaklaşımıdır. Kopenhag Okulu temel olarak Avrupa güvenliğinin askeri olmayan yönüne odaklanma fikriyle ortaya çıkmıştır. Bu noktada okul sadece odak noktasını seçmemiş, aynı zamanda ayrılması gereken sektörleri belirleyerek tanımlamıştır. Buzan’a göre “sektör” gerçekliğin incelenmesi esnasında yardımcı olan bir lenstir. Sektörler, bütün sisteme seçici bir lensle bakıp boyutlarının, üniteler arasındaki ilişkilerin ve etkileşim şeklinin ortaya çıkarılmasını sağlarlar (Buzan, 1993: 30-31).

Güvenlik sektörü, referans nesnelerine yönelik ne tür tehditler olabileceğine yöneliktir. Sektörler, tanımlayıcı özel etkileşim tipleri olarak düşünülebilir (Buzan, Waever ve De Wilde, 1998: 7). Tehditleri sektörel olarak tasnif etmeden, bütüncül şekilde yapılacak analizler, durumu daha da komplike hale getireceğinden Buzan, Waever ve de Wilde; güvenliğin askeri, siyasi, ekonomik, çevre ve toplumsal güvenlik olarak beş sektörde incelenmesinin bu karışıklığı ortadan kaldıracağını düşünmüşlerdir (Buzan, Waever ve De Wilde, 1998: 8).

Genel olarak “Askerî sektör, kuvvete yönelik ilişkiler; siyasi sektör; otorite, yönetim statüsü ve tanıma ilişkileri, iktisadi sektör; ticaret, üretim, finans ilişkileri, toplumsal sektör; kolektif kimlik ilişkileri, çevresel sektör ise beşeri faaliyetler ve gezegenin biyosferi ile ilgilidir” (Buzan Waever ve De Wilde, 1998: 7).

Askeri güvenlik, devletlerin saldırı ve savunma kapasiteleri ile diğer devletlerin bu bağlamda algılanış biçimleri ile ilgilidir. Güvenlik sektörleri içerisinde en yüksek önceliğe sahip olduğu kabul edilmektedir. Askeri sektörde en önemli referans nesnesi devlettir. Siyasi güvenlik, devletin kurumsal istikrarına yönelik tehditlerle ilgilidir. Bu manada tehdit hem hâkim ideolojiye hem de yönetim sistemine yönelik olabilecektir. Terörizm ve iç savaş gibi tehditler de bu sektörün konusunu oluşturmaktadır. Ekonomik güvenlik, toplumun refah düzeyini yükseltebilmek için doğal kaynaklar ile finans kaynaklarına erişim ile doğrudan ilgilidir. Günümüzdeki çatışma alanları ile küresel aktörlerin kısa, orta ve uzun vadeli politikaları düşünüldüğünde konunun önemi çok daha iyi anlaşılacaktır. Çevre güvenliği, beşeri hayatın devamı için yeryüzünün yaşam bulunan tüm bölgelerinin korunması manasına gelmektedir. Bu alandaki en önemli tehditler iklim değişikliği, ozon

21

tabakasının delinmesi gibi doğal tehditler olabileceği gibi beşeri kaynaklı da olabilecektir. Çevre ve güvenlik arasında bir ilişki kuran Gleditsch; yaşamsal kaynakların yok olması ile birlikte büyük göçlerin yaşanabileceğini, sonucunda ise topluluklar arasında çatışmaların meydana gelebileceğini iddia etmiştir (Gleditsch, 1998). Son olarak toplumsal güvenlik ise; insan ve toplumun kimliğine, kolektif bilince yönelik tehditleri içermektedir. Uluslararası kaçakçılık ve organize suçlar, göç, toplumsal güvenliğe yönelik önemli tehdit türlerindendir.

Bahsedilen sektörlerde evrensel bir hiyerarşi söz konusu değildir. Her devlet açısından sektörlerin önem sırası değişiklik arz etmektedir. Devletlerin bulunduğu coğrafya ve çevresindeki devletler, güvenlik algılamalarını doğrudan etkileyecektir. Örneğin Norveç ile Libya’nın güvenlik algıları birbirinden bütünüyle farklıdır. Dolayısıyla referans nesnesi olarak sadece devleti almak bu noktada yetersiz kalacağından devletlerin bulundukları bölgeler ile birlikte değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.