• Sonuç bulunamadı

1. DEĞİŞEN GÜVENLİK KONSEPTİ VE KOPENHAG OKULU

1.3. Kopenhag Okulu’nun Güvenlikleştirme Teorisi

1.3.2. Güvenlikleştirme Yaklaşımı ve Temel Unsurları

1.3.2.2. Güvenlikleştirme Yaklaşımının Temel Unsurları

1.3.2.2.3. Güvenlikleştirici Aktör

Güvenlikleştiren aktör söz ediminde bulunan kişi veya gruptur. Genel olarak bu rolü oynayan aktörler ise politik liderler, bürokrasiler, hükümetler, lobiler ve baskı gruplarıdır. Bu aktörler güvenlik için genellikle referans nesnesi değillerdir; çünkü söylemlerini nadir olarak kendi hayatlarını savunmaya yönelik oluşturmaktadırlar. Normalde argümanları;

40

devletin, ulusun, medeniyetin veya daha büyük bir topluluk, sistem ya da ilkenin kurtarılmasına yönelik olmaktadır. Bazı durumlarda firmalar ve hükümetler gibi aktörler kendi alanlarında güvenlik üzerine konuşabilmektedirler. Bu kapsamda aktörleri tanımlamak referans nesnelerini tanımlamaktan daha karmaşıktır. Analiz düzeyleri konusunda, aynı olay farklı düzeylerde (insan, bürokratik, devlet vs.) ele alınabilmektedir. Söz edimi ise çoğunlukla konuşana göre tanımlanan ve dolayısıyla “aktör” tayinin biraz da keyfi olduğu bir durumdur. Bireyler her zaman aktör olarak tanımlanabilir ancak daha güçlü bir role sahiplerse, bu durumda “sözcü” sıfatıyla yetkili temsilci olarak algılanırlar ‘partiler, devletler, baskı grupları’ (Waever, 1998: 40).

Örneğin 2’nci Dünya Savaşı sonrasında Fransa, De Gaulle’un şahsında vücut bulmuştur. Diğer aktörler De Gaulle’e Fransa adına hareket ediyormuş gibi davranmışlar, onun eylemlerinden dolayı Fransa’yı sorumlu tutmuşlardır. Dolayısıyla diplomasi dünyasında aktör, “Fransa” olarak yapılandırılmıştır. Örnekte de görüldüğü gibi aktörün belirlenmesinde önemli olan kimin konuştuğu değil, eylemi hangi mantığın şekillendirdiğidir. Eylemin birey mantığına mı yoksa kurum mantığına mı yönelik olduğu ve diğer aktörlerin nazarında bireyin mi yoksa kurumun mu sorumlu olduğu önemlidir. Söz ediminin kurumsal mantığına odaklanmak güvenlikleştiren aktörünün belirlenmesinde muhtemelen en iyi yöntem olacaktır (Waever, 1998: 41).

Herhangi belirgin bir olayda, aktör ve referans nesnesi arasındaki fark, güvenliğin özgün doğası gereği, güvenlikleştirme sürecinde olağandışı bazı prosedürlerin işletilmesi gerektiği ve bu süreçte ikna edilmesi gereken bir alımlayıcı kitle olduğu anlamına gelmektedir. “Güvenlikleştirme” ve “söz edimi” tabirleri, eylemde bulunana daha fazla odaklanılması, güçlüye ayrıcalık tanınarak alımlayıcı kitlenin marjinalleştirilmesi gibi nedenlerle sakıncalı olabilir. Aktör ve referans nesnesinin farklı kullanımları “ulus” örneğinde somutlaşmaktadır. Söz gelimi “toplumsal güvenlik”, çoğunlukla uluslar ve onların hayatta kalması ile ilgilidir. Örneğin “Ulus kendisini savunmaya çalışır.” ibaresinde “ulus” antropomorfik (insan biçimi) terminolojide temsil edilmektedir. Bir grup, hareket, parti veya elit bir ulusa referansla icraatlarda bulunma, ulus adına konuşma ve hareket etme iddiasındadır. Referans nesnesi ile aktör arasındaki fark, ulus örneğinde açıklanması problemli olmayan bir yapıdadır; bu sebeple üzerinde çok durulmamaktadır. Devletler kendi adına konuşanlar için genellikle belirgin kurallara sahiptir ve dolayısıyla bir hükümet ‘Ulusal güvenliğimizi savunmak zorundayız.’ dediği zaman devlet adına

41

hareket etmiş olmaktadır. Bu bakımdan hükümet, devlet manasına gelmektedir (Waever, 1998: 41).

‘Ulus’ veya ‘çevrenin’ temsiliyeti konusunda bu şekilde standart bir kural yoktur; çünkü bu alanlarda meşruiyet sorunu devlete nazaran daha olasıdır. Bir kişi ulus adına hareket ettiği zaman bazı tutarsız kurallar da empoze edilebilecektir. Bahsedilen aktör bir kimlik adına faaliyet yürütecek, ulus mantığını gözetecek ve bu şartlar diğer referans nesnelerinden farklı olarak söylem ve eylemi şekillendirecektir. Sonuç olarak ulus adına hareket etmenin kuralları devlet adına olandan daha az rijittir. Bu durum zorunlu niteliksel bir farktan ziyade bir “derece” meselesidir. Örneğin bir analizci açısından, göçten kaynaklanan tehditlere yönelik “ulusal kurtuluş” söylemiyle halkı mobilize etmeye çalışan bir Neo-Nazi grubunu “ulusal hareket” olarak adlandırmak çok da kolay olmayacaktır. Bu kapsamda analizci için daha doğru davranış ise hareketi icra eden, hayatta kalmaya vurgu yapan aktörleri birbirinden ayırıp hangisinin bu gruplar için iddiada bulunma konusunda daha başarılı olduğunu gözlemlemek olacaktır (Waever, 1998: 41-42).

Bu argümanlar, “güvenlikleştiren aktör” ile “referans nesnesini” ayırmanın neden önemli olduğunu daha iyi göstermektedir. Birçok durumda referans nesnesi ile aktör birbirinden farklı olacaktır; ancak özellikle “devlet” ile ilgili konularda referans nesnesi, yetkili temsilcileri aracılığıyla bir bakıma kendisi için konuşur. Bütün durumlarda analistler güvenlikleştirmeye ilişkin söz ediminin başarılı olup olmadığını sorgulamak zorundadır. İngiltere-Süveyş Krizi, ABD-Vietnam Savaşı gibi örneklerde de görüleceği üzere güvenlikleştirme sürecinde hükümetler bile başarısızlığa uğrayabilmektedir. Atıf teorisinde3 (attribution theory) tartışıldığı üzere insan, egosu sebebiyle değişim gerekliliğini vurgularken bu durumu genel bir psikolojik eğilim olarak abartmaktadır. Bu sebeple kişiler, olaylar zincirinde aktörize olma eğilimindedirler. Daha stratejik aktör olma eğilimleri ise çoğu zaman daha fazla konuyu güvenlik eşiğine taşımaktadır. Aktör olmak sadece aracın dümenini kontrol etmek demek değil, aynı zamanda hedef kitlenin niyetlerini kendi amaçları doğrultusunda manipüle ederek zekâ ve kurnazlıkla toplumu yönlendirme potansiyeline de sahip olmak demektir (Waever, 1998: 42).

3 İnsan davranışlarını birbirinden az çok bağımsız bir tepkiler dizisi gibi değil, bilişsel bir bütün olarak gören Heider,

kişiler arası ilişkilerin algısını, bilişsel tutarlılık kavramına dayanarak incelemiştir. O’na göre, söz konusu ilişkileri insanlar, çevreleri hakkında dengeli bir görüş sahibi olacak şekilde örgütlemektedirler. Bu şekilde yapılandırılmış bir temsil alanının oluşması için insanın, çevresindeki öğeleri anlamlandırması gerekir ve bu gereklilik, atıflar yoluyla sağlanmaktadır.

42

Güvenlikleştirici aktörler değişiklik arz edebilir. Söz edimini gerçekleştiren aktör her zaman iktidardaki bir parti mensubu olmayabilir. Belirli bir konuya yönelik sosyal zemin ve kamuoyu hazırlama, resmi otorite haricinde bir aktör tarafından da gerçekleştirilebilecektir. Zemin hazırlandıktan sonra sorun, karar vericilerin gündemine de eklenebilecektir. Dolayısıyla iktidar dışında bir aktör tarafından, söz edimi ile alımlayıcı kitle ikna edilerek bazı meseleler güvenlik gündeminin üst sıralarına taşınacak, karar vericiler açısından farkındalık yaratılmış olacaktır. Böyle bir güvenlikleştirmede aktör; bilim adamı, politikacı, gazeteci gibi gruplardan olabilecektir.