• Sonuç bulunamadı

1. DEĞİŞEN GÜVENLİK KONSEPTİ VE KOPENHAG OKULU

1.3. Kopenhag Okulu’nun Güvenlikleştirme Teorisi

1.3.2. Güvenlikleştirme Yaklaşımı ve Temel Unsurları

1.3.2.2. Güvenlikleştirme Yaklaşımının Temel Unsurları

1.3.2.2.2. Analiz Düzeyleri

Uluslararası ilişkilere yönelik yapılacak tüm çalışmalarda, analiz düzeyi önem arz etmektedir. Kopenhag Okulu, çalışmalarında bölgesel güvenlik ilişkileri ve çok sektörlü güvenlik ajandasının sorgulanması üzerine yoğunlaştığı için analiz seviyelerinin anlaşılması oldukça mühimdir. Okul açısından analiz düzeyleri; aktör, referans nesnesi ve güvenlik alanında etkileşim içerisinde olan dinamiklerin konumlandırılabilmesi için üzerinde durulması gereken bir parametredir. Kopenhag Okulu “düzey” diyerek uzay ölçeğinde küçükten büyüğe tanımlanan analiz nesnelerinden bahsetmektedir. Analiz düzeyleri, olayların kendi aralarında ortaya çıkış kaynaklarının açıklanmasından ziyade ontolojik referanslardır (Waever, 1998: 5). Kopenhag Okulu’na göre uluslararası ilişkiler çalışmalarında en sık kullanılan analiz düzeyleri şunlardır (Waever, 1998: 6): Uluslararası

sistem, karşılıklı etkileşimde bulunan veya bağımsız hareket eden ve üzerinde daha büyük

bir sistem düzeyi bulunmayan birimlerden oluşan en geniş kümedir. Geçmişte birkaç bağlantısız uluslararası sistem eş zamanlı olarak mevcut olabiliyor iken günümüzde bu düzey genel olarak tüm gezegeni kapsamaktadır. Uluslararası alt sistemler, uluslararası sistemde, özel doğaları veya etkileşim yoğunlukları açısından ayırt edilebilen birimlerden oluşan bir gruptur. Alt sistemlerin bölgesel açıdan birbirleriyle uyumları bulunabilmektedir. Birimler, çeşitli alt gruplar, organizasyonlar, topluluklar ile insanlardan oluşan, sistem içerisinde bulunan diğer unsurlardan ayırt edilebilecek kadar birbirlerine bağlı ve bağımsız olan en üst seviyedir. Alt birimler, bir birimin içerisinde bulunan ve o birimin davranışlarına etki edebilen organize grup veya insanlardır. Son olarak insan,

38

Kopenhag Okulu’na göre analiz düzeyleri, içlerinde teori barındırmazlar; teorinin oluşturulacağı çerçevenin belirlenmesini sağlarlar. Açıklama kaynaklarının ve teorilerin oluştuğu çıktıların yerlerini saptamaktadırlar. Örneğin neorealism açıklama kaynağını ‘yapı’ sistem düzeyine yerleştirirken, ana çıktısını ‘kendi kendine yetme’ birim düzeyine yerleştirmektedir. Bürokratik siyaset ise açıklama kaynağını ‘süreç’ alt birim düzeyine, ana çıktısını ‘irrasyonel davranış’ birim düzeyine yerleştirmektedir. Ancak aktörleri her zaman belli bir düzeye yerleştirebilmek mümkün değildir. Örneğin “ulusal çiftçiler birliğinden” oluşan bir lobi grubu alt birim düzeyine oturtulabilirken, “Greenpeace” veya “Uluslararası Af Örgütü” gibi ulus ötesi organizasyonlar sınırların dışına taşmaktadır. Yani bu tür organizasyonlar hem alt birim düzeyinde hem de alt sistem ve sistem düzeyinde faaliyet yürütebilmektedirler. Bu kapsamda Kopenhag Okulu uluslararası ilişkilerde analiz düzeylerinin devlet merkezli düşünceyi güçlendirme eğiliminde olduğunu değerlendirmektedir (Waever, 1998: 6).

Bir referans nesnesinin yapılandırılması sürecinde neyin önemli olacağının belirlenmesi, boyut veya ölçek ile ilgili değişkenlere bağlıdır. Mikro düzeyde insan ve gruplar kendi haklarına yönelik nadir olarak güvenlik meşruiyeti oluşturabileceklerdir. Bu gruplar kendi güvenliklerine yönelik konuşsalar da çok az bir dinleyici bulabilirler. Sistem düzeyinde de bir takım meşruiyet problemleri yaşanmaktadır. Örneğin tüm insanlığın referans nesnesi olarak yapılandırılma girişimi çok daha geniş kitleleri içerdiği için daha büyük bir çaba gerektirmektedir. Soğuk Savaş döneminde ortak bir işçi sınıfı bilinci ve bu sınıfa yönelik tehdit tanımlama girişimleri verilebilecek örneklerdendir (Waever, 1998: 36).

Kopenhag Okulu’na göre referans nesnesi yapılandırmasına yönelik bugüne kadar gerçekleştirilen girişimler değerlendirildiğinde orta düzey olan güvenlikleştirme çabalarının nispeten daha başarılı, kalıcı ve sağlam olduğu gözlemlenmiştir. Bunun sebebi; devletler, uluslar, medeniyetler gibi sınırlı toplulukların benzer diğer topluluklarla mücadeleye girmesi sonucunda ‘biz’ hislerinin güçlenmesidir. Buradaki referansın ‘biz’ olması nedeniyle insanlar arasındaki etkileşimde sosyal yapılar etkin hale gelmektedir. Bahsedilen türde bir referans nesnesinin ana kriteri yorumlayıcı bir toplum meydana getirmesidir. Başarılı bir güvenlikleştirmede eğer rekabet kolaylaştırıcı bir koşul ise, orta düzey topluluklar her zaman sistem düzeyine nazaran daha avantajlı olacaktır. Ancak sistem düzeyindeki adaylar, güvenlikleştirme için gerekli olan kitle kimliğini oluşturmada hala daha usta ve dolaylı başlatıcılardır. Güvenlikleştirme yaklaşımı, devlet-güvenlik

39

arasındaki geleneksel sıkı bağın mutlak kabulü anlayışını reddetmektedir. Ancak bu duruş topyekün bir reddediş değildir. Devlet merkezli bir pozisyon alınsa da bu durum genel geçer bir gerçeklik değildir. Yaklaşımın teorik çerçevesine göre güvenlik, rekabet halindeki aktörlerin mecrasıdır. Burada kabul etmek gerekir ki devlet, bu alanda öncelikli ve ayrıcalıklı bir geleneksel konuma sahiptir ancak bu durum önceden belirlenmiş bir sonuç değildir. Kopenhag Okulu’na göre güvenlik, sadece devlet ile ilgili bir olgu değildir. Ancak devletin ideal bir güvenlik aktörü olduğu argümanı daha analitik olacaktır (Waever, 1998: 37).

Orta seviye ve sınırlı topluluk olmak, referans nesnesi olabilmenin tek şartı değildir. Örneğin orta seviye olan ekonomik güvenlik sektöründe firmaların, hayatta kalabilmek için yasal sınırlar dışındaki eylemlerini meşrulaştırabilmeleri mümkün değildir. Ancak bu durum sistem düzeyinde bulunan bir meselenin referans nesnesi olamayacağı anlamına da gelmemektedir. Örneğin çevre sektöründe çevre güvenliği referans nesnesi olarak rahatlıkla belirlenebilecektir. Çünkü bu alanda gerekli tedbirler alınmadığı takdirde diğer meseleler önemini yitirecektir. Sonrasında ise bahsedilen mesele öncelikli bir referans nesnesi konumuna taşınabilecektir (Waever, 1998: 38).

Bir bütün olarak insanoğlu, nükleer silahlar ve doğa felaketleri ile ilgili olarak referans nesnesi statüsü kazanmayı başarmıştır. Çevresel tehditlere yönelik ise uygarlık, bir referans nesnesi olarak düşünülebilecektir. Ekonomi sektörü ile ilgili güvenlik söyleminde, sistem düzeyi referanslar firma veya devlet düzeyine göre daha etkili bir araç olarak değerlendirilebilecektir. Nitekim “liberal dünya ekonomisi” ve “serbest ticaret” gibi ilkeler ekonomi sektöründe referans nesnesi niteliği kazanmıştır. Benzer durum politik sektörde uluslararası düzeyde de geçerlidir. (Demokrasi eşittir barış hipotezi buna bir örnek olarak düşünülebilir.) Bu konuda Kopenhag Okulu’nun pozisyonu, referans nesnenin sistem düzeyinden dışlanmasının, ilkeli ve mantıksal olmadığına yönelik olup; bu nedenle, konu her bir sektör açısından ayrı ayrı incelenmektedir (Waever, 1998: 38-39).